25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 16 ŞUBAT 2020 PAZAR EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ HABER/YORUM Vicdanım, sana sığınıyorum Hemen herkesin içinde bulunduğu bir ruh durumu, beni de kuşatmış durumda. Her gün yeni bir haksızlığın, her gün ölümün haksız ölümün kol gezdiği bir ülkede yaşamanın ne denli zor olduğunu düşünür oldum. Üstelik artık sığınacağım hiçbir şey kalmamış gibi, “12 Eylül’den sonra her şey bizi adım adım apolitik olmaya yönetti”, “sesini çıkaranı içeri alıyorlar”, “Biz ne yapabiliriz ki?” sözlerini duymaktan da bıktım. Böyle söyleyenlere hep aynı cümlelerle yanıt veriyorum: “Kardeşim çocukların geleceği için yüz bin kişi yürüyor mu, yürümüyor mu?” “Artık oğlumu ‘vatan sağ olsun’ diyerek ölüme yollamak istemiyorum” diyenler çoğaldı mı? Hemen yanı başımızda Grup Yorum üyeleri usul usul ölürken kaç kişi onların cuma günü yapılan davasına gitti? Tunus’ta bir seyyar satıcı adaletsizliği protesto için kendini yaktı, binlerce kişi sokağa döküldü, bizde ne oldu? Şu sanal âlemde dünyayı bir sözcükle düzelttiklerini sananlar ne zaman yollara dökülecekler? Yanıtlarım daha da çoğalabilir, daha da kötüsü, yüzde 99’unun Müslüman olduğunu söyleyenler ülkesindeki vicdansızlık bana acayip dokunmaya başladı. Bu vicdan duygusu nedir? Nasıl öğrenilir? Hiç kuşkusuz vicdan duygusunun temelinde, herhangi bir başka güç tarafından cezalandırılma korkusu yatar. Örneğin Katolikler, günah çıkararak, vicdan duygusundan arınmayı bulduklarından beri son derece rahatlamış olmalılar. Öldür, ırzına geç, işçilerini sömür, kendini beş kuruş için mafya babalarına sat, ama papaza gitmeyi asla unutma. Tanrı kullarının itiraf edilmiş günahlarını bağışlar. Müslümanlıktaysa, öyle papaza filan gidilmez. Suç da günah da Tanrı ile kul arasındadır. Ve ne halt edersen et, iki rekat namaz kıldın mı Tanrı seni bağışlar. Bir de kurban kesip işi garantiye alırsın. İnsanoğlu bakmış ki, bu iş böyle olmuyor, vicdan bu kadar kolay temizlenince işler sarpa sarıyor, “bu böyle olmaz” diyerek toplum düzenini sürdürmek için ahlak ve adalet duygusunu herkesin uyması gereken kurallar haline getirmiştir. Bir düşünün, bu dünyanın düzeni sadece insanoğlunun vicdanına bırakılsaydı nasıl olurdu? Şimdi pek çoğunuzun bugünkünden beter olmazdı diyeceğini biliyorum. Haklısınız, zaten papa, Katolikleri kutsayıp günahlarından arındırdı. Müslümanlar da namaz kılıp duruyor, geriye ne kaldı? Rus Ortodokslar mı, onlar da çoktan kendi yazarlarının, kendi yönetmenlerinin vicdan duygusunu, insanın kendiyle hesaplaşmasını anlatan muhteşem romanlarını okumayı, muhteşem filmlerini seyretmeyi bıraktılar, şimdilerde Rus mafyası dünyaya hâkim olma harekâtına geçmiş durumda, kim takar vicdan duygusunu. Ama bir güvencemiz var, vicdan duygusu inatçıdır, tıpkı intikam, tıpkı iktidar duygusu gibi nesilden nesile geçebilir. Bütün papaz kulübelerine, kılınan namazlara rağmen yaşamını herhangi bir kimlikte, herhangi bir biçimde sürdürebilir ve hiç umulmadık bir zamanda açığa çıkar. Bir gün, Cizre’de ölen oğluna seslenen bir annenin sesine yerleşir ve sessiz yataklarında uyuyan bazı anneleri uyandırır. Çünkü o annenin oğlu, hiç bilinmeyen topraklarda, nedenini asla bilemediği bir savaşta ölmüştür. Annenin sesi, haksızlığın sesidir ve usulca diğer anneleri uyandırır. Bir gün, bir fotoğrafçı Güney Afrika’da akbabaların peşlerinde dolaştığı aç çocukların fotoğrafını çeker ve ardından intihar eder. Ama o fotoğraflar, elden ele dolaşır ve koskoca bir isyanı tetikler. Bir gün bir küçücük kız çocuğunun bir çalılıkta ırzına geçilir ve onun ölü bedeninin acılı resmi gazetelerde yayımlanır. O gazete haberini gören, okuyan birileri, belki bir yargıç, belki bir öğretim görevlisi, kendi kendiyle hesaplaşır ve ertesi gün pek çok nimeti elinin tersiyle iterek yepyeni bir hayatın peşine düşebilir. Evet, vicdan duygusunu yok etmek için ne kadar çok yol bulunursa bulunsun, insanoğlunun belki de bu en görkemli, en insana yakışır özelliği asla yitmez. Ama yitmemesi yetmez, vicdan duygusu ancak bilgiyle, özenle çoğaltılabilir. Yani dünyanın ve hepimizin işi zor. Bu vicdan duygusu bela bir şeydir, geldi mi gitmez ve insanı yollara düşürür. Düşürsün! Yollara düşürsün! 16 ŞUBAT 2020 SAYI: 34465 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni AYKUT KÜÇÜKKAYA Yazıişleri Müdürleri Serkan Ozan / Olcay Büyüktaş Akça (Sorumlu) Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Şehriban Kıraç l İç Politika: Ali Açar l Gece: Ayça Bilgin Demir l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Yazgülü Aldoğan l Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l Ege Bölge Temsilcisi: Tuncay Mollaveisoğlu Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Tel: (0212) 454 32 55 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı İstanbul 06:26 07:51 13:23 16:16 18:45 20:05 Ankara 06:10 07:34 13:08 16:03 18:31 19:50 İzmir 06:33 07:55 13:31 16:28 18:56 20:13 Mevsim bahar, gün pazardı. Belki de tersi. Hatta mutlaka. İnsanlar çoğalıp hızlandıkça, doğanın devinim temposu da arttı. Bir bakıyorsunuz ılık hava, mavi gök, pırıl pırıl güneş: “Bahar!” diyorsunuz, tabii. Ne gezer. Özellikle Paris’te. Bir gün ilikleriniz ısınmayagörsün. Vay sen misin gevşeyen. Ertesi gün yağmur, fırtına, soğuk, kış yeniden devrede. Bir uzmana sordum, “Niye bu Paris böyle?” diye. Meğer bizim gurbet meridyeni, Kuzey Kutbu’ndan inen havalarla, Afrika’dan yükselen havaların çarpıştığı açıda bulunuyormuş. Bulunmaz olaydı! Neyse uzatmayalım, havası menapozlu Paris’te, o gün bahar ve iklim pazardı. Otobüse bindim. Belediye otobüsü deyip geçmeyin. Paris’te otobüse binmek sefadır. Her zaman, herkese yer vardır. Şık ve rahattır hepsi. Bir kahve servisi eksiktir. İnsanlar cep telefonlarıyla meşgul olur, gazete, kitap okurlar. Benim gibi meraklılar da çevresini gözetler. İznik çinisi bir kadın Üçüncü durakta bir kadın bindi otobüsümüze. Bakmamak ve görmemek olanaksızdı. Altmış yaşlarında, böyle bir güzellik garipti. Uzun boylu ve inceydi. Gözleri, ağzı, burnu, akların karıştığı kumral saçları, her şeyi, tüm varlığı, yıkılmışı bile alımlı bir geçmişe tanıktı. Çatlakların ve kırıkların sır’ını alamadığı bir İznik çinisi gibiydi. Narim makta güçlük çeki yordu. Tüm yolcular bü yülenmiş gibi bakı yorlardı. Onların da aklından, eskiden, çok eskiden, kim bi lir kim olduğu geçi yordu. Ansızın yol Çok mu geç, Valentine? culardan biri kalktı, yanına geldi, otur masını önerdi kadı ve değerli. Hele elleri... Uzun zarif na. Öyle ya, hemen parmaklarıyla şalını düzeltirken, ha hemen yarısı boştu koltukların. Ken reketleri ya eski bir manken ya da ti disi de yaşlı ve seçkin bir beyefen yatro oyuncusu dedirtiyordu. diydi. Kadın, adamı izledi ve tam ar Oysa kadın, bir “clochard”dı. kamdaki koltuklara oturdular birlikte. Türkçesi olmayan bu deyim, Fransa’da evi sokak olan, sokakta yaşayanları ifade eder. Çoğu alkolik, ama hepsi değil. Kiminin evi barkı, parası var. Günün birinde kafalarına esmiş, boşvermişler dünyaya, bir yaşam biçimi olarak benimsemişler avareliği, vurmuşlar kendilerini sokaklara. Kısa bir sessizlikten sonra, adam: “Yolunuz uzun mu” diye sordu kadına. “Hemşerim nireye” sorusunun inceltilmişiydi. Kadın, “Polen!” deyiverdi. Onları seyredemiyordum, artık. Arkama dönüp bakmaya utandığım için, altı duyum kulak kesilmiş, merakla dinliyordum. Yaşlı beyefendi de benim gibi şaşırmıştı, kuşku İncecik elli, hayli geçkin, hâlâ seçkin suz. Dam üstünde saksağan bir yanıt vermişti kadın. Yol ile çiçek tozunun ne ilgisi olabilirdi? Güzelim yaşlı kadının, nereden Adam yılmadı: “Pardon?..” Türk değil ama, çok yüksekten düştüğü çe konuşsaydı, “Ne?” derdi tabii. belliydi, boşluğa. Üzerindeki tayyör, kol ağızları lime lime bir Chanel’di. Mimoza zamanı Yırtık şalı, canı çıkmış papuçları, bir zamanlar ateş pahasına alınan türden. Tüm mülkü, kolunda taşıdığı uyku tulumu ve kenarları ifillenmiş moher battaniyeden ibaretti. Alkolik olmasa da uyuşturucu müptelasıydı, en azından. Hareketleri yavaş ve ayakta dur Kadın hafifçe güldü: “Ben mimoza severim...” Yaşlı adam, küçük dilini yutmuştu. Kadının bir tatlı kaçık olduğunu düşünürken ben, adamın sesi duyuldu: “Ya, öyle mi?” “Evet” dedi kadın. “Yürüyüşünüz güzel geçti mi?” “Ne yürüyüşü?” dedi adam. “Bu mevsimde mimozalar açar Saint Lambert Parkı’nda.” Adam: “Saint Lambert Parkı’na gittiğimi nereden biliyorsunuz?” diye şaştı. Küçük dilimi yutmak sırası bendeydi. Kadın, “Polen” dedi. “Yakanızda mimoza polenleri var. Alerjik değilsiniz, anlaşılan. Şanslısınız. Bu mevsimde tüm alerjikler evlerine kapanır. Bu otobüs Saint Lambert ve Invalides parklarının önünden geçer. Benden önce bindiğinize göre, Saint Lambert’deydiniz.” Uzun bir sessizlik oldu. İneceğim durağa yaklaşmıştık. İstemeye istemeye kalktım yerimden. Tam inerken, adamın sesini duydum: “Gideceğiniz bir yer var mı?” Türkçesiyle, “Buyrun bana gidelim...” demek istiyordu. İki yaşlı yürek, bir akşam güneşinde ısınabilirdi belki. Kadın ister miydi, istedi mi acaba? Asla öğrenemeyeceğim.* *Sevdanın yaşı yok demişler, doğrudur. Sevene de zaten her gün bayram olmalı. Yukarıdaki satırlar, siz değerli okurlarım için iki gün gecikmeli bir Sevgililer Günü öyküsüdür, kabulünü rica ederim. Aynı öykü, Haydarpaşa ya da tarihi Ankara Garı, bir Karşıyaka vapuru ve birçok yerde de yaşanabilirdi. Ama toplumsal bellek katilleri, mekânlara ilişkin hayallerimizi ve galiba “Aşk”ı bile öldürdüler... Bu gece TELE1 kanalında sevgili Tuluhan Tekeli’nin Hayatın Rengi programına katılıyorum. Saat 21.00’de karşınızda olacağım. Güniz Sokak’taki ev, Telli Baba Türbesi gibiydi. Gazetecilerden es rederek başyazı yazmıştı. Ertesi gün Ertuğrul Özkök de devam etmişti: ki yeni siyasetçilere ve emek “İçimizde en cesur Ah liemeksiz bürokratlara, met Tan çıktı” diyerek Baba’yı ziyaret en yerleşik si (09.09.2003 Hürriyet). yaset geleneği idi. (Cesaret madalyasının ne Bir yazı için Demirel’den deni açıktı: O sırada Uzan’la ‘Avukatız biz!..’ randevu istediğimi duyan orta okul son sınıf öğrencisi Ulya, “Ben de gelebilir miyim?” dedi. rın Yargıtay’da davası vardı. Şahsımın yazısı üzerinden parmak gösteriliyordu.) Randevular, özel doktorundan, bugünün İYİ Parti Isparta Milletvekili Dr. Aylin Cesur’dan geçiyordu. Baba, o yaşta pek ziyaretçisi olmadığından Ulya ile çok ilgilendi. rız. Kadın cinayetlerinde, kimseyi bulamazsınız, bizi parçalarsanız... Hak ihlallerine ses çıkaracak kimse olmaz. Biz aydınlanma devriminin avukatlarıyız. Başka değerlerin değil. Biz laik, demokratik, sos H “Avukat tutma, hâkim tut!” adliye koridorlarında rüşvetçi savcı ve avantacı yargıçlar için kara paracı, narkotikçi, hırsız, uğursuz takımının paçayı yargıdan kurtarma öğü Önce matematiğini sonra da üniversitede ne okumak istediğini sordu. Ulya tereddütsüz “hukuk!” deyince, Demirel iki elini kucaklar gibi uzatarak “Çok eyi yaparsın kızım, tebrik ederim seni!..” dedi. Ulya, mahcup başını önüne eğdi. Fırsattan istifade, “Neden ki efendim?” diye araya girdim. İkinci 12 Eylül Anayasası’nın kokusu pek çıkmamıştı. Her tür darbenin mütehassısı Baba olacakları hissettiğinden mi nedir, Ulya’ya bakarak “Gidişat eyi değil. Memlekette artık kendi hukukunu kendin müdafaa edeceksin. Bunun için de hukuk şart. Eyi oku!” H Türkiye, Demirel’i kaybedeli beş yıl oluyor (17 Haziran 2015). H yal hukuk devletinin, Atatürk Devrimlerinden neşet ettiğini biliriz... Biz onun avukatlığını yaparız. Biz avukatız.” H Gazeteci yazdığı yazıyla farkında olmadan hırsıza, uğursuza ve darbeciye yol göstermiş duruma da düşer mi? Bu yüzden yüreği daralır mı? Şahsı bilemem, itiraf etmeliyim ki şahsımın oluyor. Hâkim ve Savcılar Kurulu Başkanvekili Mehmet Yılmaz, “400 hâkim ve savcı için FETÖ soruşturması daha var!” dediğinde yüreğim sıkıştı, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “15 Temmuz sürecinde 3 bin 908 hâkim ve savcı meslekten atıldı” diye buyurduğunda da. O mendebur hâkimler ve sav düydü. Derinden derine Pensilvanya’da yankı bulmuş ve hâkimleriyle savcıları asıl tutan bağlayan Fethullah melunu olmuş meğerse. (Bugüne dek FETÖ yapılanmasından hüküm giyen avukat sayısı sadece 37. Hâkimsavcı ise binlerce!) H Oysa çok etkinyetkin adli ve siyasi şahsiyetler FETÖ’ye tüyolar vermişti. Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun şöyle demişti örneğin: “Vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan hâkimin kararının tam ve sağlıklı olacağını düşünmek, insan aklına ve doğasına ters düşer” (1998 Adli Yıl Açılışı). Ya dönemin Adalet Bakanı Ce İstanbul Barosu’nda stajını ta cılar kim bilir ne canlar yaktı, ne mil Çicek’in demeçleri? mamlayan genç avukatlar önceki ocaklar söndürdüler! “Adalet dağıtanları görev ve gün törenle cüppe giydi. Şahsı bilmem, şahsımın yüreği itibarlarına uygun bir refaha ve Ruhsatnamesini alanlardan bi daralıyor. güvenceye kavuşturmazsanız, iyi ri de Ulya idi. Çünkü, AKP iktidarının ilk yılıydı. bir yargı mekanizması bekleye Baro Başkanı Av. Mehmet Ko Adliyelerdeki kronik rüşvet ve tor mezsiniz!” (7.09.2003) caoğlu, törende Baba’nın vasiye pil sefaletini yazmıştım: Bakan Çiçek, devletin yumuşak tinden haberliymiş gibi konuştu: “Devir, ‘avukat tutma, hâkim tut’ karnının yargı sistemi olduğunu ilan “Yargıyı siyaset eliyle susturup, devri!” ederek FETÖ’nün aklına karpuz ka savunmayı polis eliyle kriminalize Nedense yazıyı altı ay geçtikten buğu düşürmüş olmadı mı? ederek kamuoyu desteği sağladı sonra Hürriyet çok beğenmiş ve H ğınızı düşünseniz de susmayaca manşet yapmıştı. Ama bunları karıştırmak riskli. ğız. Çocuk istismarlarında biz va Yetmemiş, Oktay Ekşi ismimi zik Şimdi şahsın “siyasi ayak zamanı”. ÖZKÖK’TEN FETÖ AÇIKLAMASI ‘O dönem kanunen bir suç değildi’ Son günlerde şiddetlenen FETÖ’nün si yasi ayağı tartışmala rında, askerlerin suç lanmasına ilişkin ko nuşan 24’üncü Genel kurmay Başkanı emek li Orgeneral Hilmi Öz kök, “Benim Fethul lah veya Fethullahçılar için söylediğim, onla rı metheden bir laf bu lamazlar. Yurtdışı ge zilerimde okullarından Hilmi Özkök hiçbirini ziyaret etme dim. Fethullahçı olduğunu bildiğim hiçbiriyle ko nuşmadım. Ne bankalarına para yatırdım ne de gazetelerini okudum. Bu konularda bir yanlışım olsaydı bazılarının neler yapacağını tahmin ede bilirsiniz” dedi. Sözcü’den Saygı Öztürk’e konuşan Özkök, FE TÖ’cüleri neden ordudan atmadığına ilişkin soru ya ise “Evet, bana diğer bir yanlış yüklenme de görevim sırasında Fethullahçıları ordudan atıp atmadığımdır. Aslında diğer bazı komutanlara da aynı konuda sorular yöneltiliyor. 20022006 yıl larında o zamanki adıyla ‘Cemaat’ olan Fethul lahçılık, kanunen bir suç değildi. Kanunun suç saymadığı bir konumda olan kişiye ‘Ordudan at mak’ gibi ağır bir ceza verilebilir mi? Ancak biz istihbarat organlarının (MİT ve Emniyet İstihba rat birimleri) bu gibi yapılara veya düşünce sis temlerine bulaşanları bize bildirdiğinde veya biz böyle bir duruma vâkıf olduğumuzda bu kişilerin hem askeri hem de irticai örgüt bağlantılarından emir aldıklarını değerlendirerek ‘disiplinsizlikleri ne’ kanaat getirdik. Bu nedenden dolayı Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla ordudan ihraç et mekteydik” yanıtını verdi. l Haber Merkezi KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI behicak@yahoo.com.tr kamilmasaraci@gmail.com ASKERLERIN SUÇLANMASINA TEPKI Eski komutanın FETÖ isyanı Balyoz kumpasıyla yıllarını hapiste ge çiren emekli Tümami ral Semih Çetin, son günlerde şiddetlenen FETÖ’nün siyasi aya ğı tartışmalarında, as kerlerin suçlanmasına tepki gösterdi. Askerlerin FETÖ’cü leri ihraç etmediği ve 15 Temmuz’un ya şanmasında sorum lu oldukları iddialarına Çetin, sosyal med Semih Çetin ya hesabından yaptığı açıklamada, “Bir kez da ha ve son kez yazıyorum. Filo Komutanı, Ko modor, Gemi Komutanı veya Karargâh Suba yı olsun hiçbir deniz subayının, emrindeki per sonelin birlik dışındaki özel hayatını takip et me, izleme, dinleme görevi, yetkisi ve sorumlu luğu yoktur. Bunu yapmak için teşkilatı da yok tur. Ancak bir nedenle şahit olduğu veya rapor edilen; kanun, yönetmelik ve talimatlara ay kırı bir durum olursa ilgililer hakkında adli ve ya idari işlem yapmakla yükümlüdür. Hal böy leyken FETÖ’nün hedefi olmuş askerleri ‘canım siz de gözünüzü açsaydınız, adamlar her tarafa sızmış, uyumuşsunuz’ diye suçlamak, bilmeden yapılıyorsa aymazlık, bilinçli yapılıyorsa şeref sizliktir. FETÖ kumpaslarıyla TSK’den uzaklaş tırılan ve yerlerine terfi ettirilen amiral, general ve subayların terfi ve atama kararnamelerin de kimlerin imzası varsa; sorumlu onlardır. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner bu suça ortak olmamak için istifa ettiğini söy lemiştir” yanıtını verdi. l Haber Merkezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle