18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 15 ŞUBAT 2020 CUMARTESİ YÖNTEM FARKLI HEDEF AYNI EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Postmodern Küçük Asya işgali Av. Hüseyin Özbek Televizyon dizilerinde olsun, sinema filmlerinde olsun, senaryo, konu ve karakterler asla değişmiyor. Ters bilinç inşasında algı mühendisliğinin en etkili silahına dönüştürülen sinema endüstrisinden bahsediyoruz. Uzak geçmişten günümüze uzanan tarihsel yolculukta kazanılan zaferlerin, uğranılan yenilgilerin, yaşanan acıların zihinsel tortusu, yön göstergesi milli bilince yönelik kültürel bombardıman günümüzde daha çok sinema “Sanatı” üzerinden sürdürülüyor. Bu türden psikokültürel operasyonların, Türkleri millet olmaktan çıkarıp bilinci buharlaştırılmış, yön duygusunu yitirmiş, ulusal belleği boşaltılmış, amaçsız bir sürüye dönüştürmeye yönelik olduğu bilinmelidir. Bireysel ve toplumsal anlamda, uzun bir süreçte oluşan geleneksel duyarlılık yok edilip yerine laboratuvar “ürünü” imalatı kurgusal algı konabilmektedir. Buna, bilimsel terminolojide “toplum mühendisliği” ya da “algı mühendisliği” denilmektedir. Bir başka söylemle yapay bilinç inşası olarak adlandırılmaktadır. Gerçekliğin yerine kurgusallık Algı mühendisliğinde özellikle beyazperde ve beyaz camın kullanılması rastlantısal değil, bilinçli bir tercihtir. Kurgulu görsellik insanları hipnoz derecesinde etkiler. Hedef toplulukta istenilen algı ve arzulanan psikoloji oluşturulur. ABD’nin ulusal çıkarlarının gerektirdiği toplumsal algının oluşturulmasında en etkili kurumun Hollywood film endüstrisi olması boşuna değildir. Uzun girişten sonra sözü hepimize birer zerresi bulaştırılmak istenen kültürel radyasyonun güncel örneğine getirmenin zamanıdır. Beyaz perdeden yayılan radyoaktif serpintinin son örneği “Aşk Tesadüfleri Sever 2” et Bu türden psikokültürel operasyonların, Türkleri millet olmaktan çıkarıp bilinci buharlaştırılmış, yön duygusunu yitirmiş, ulusal belleği boşaltılmış, amaçsız bir sürüye dönüştürmeye yönelik olduğu bilinmelidir. 15 Mayıs 1919’da Yunanistan, Küçük Asya’nın fethi rüyasıyla İzmir’e çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’yla Türkler, Küçük Asya macerasını “Küçük Asya Felaketi”ne çevirmişti. kili bir reklam kampanyasının ardından geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı filmde öncekilerde olduğu gibi (Yabancı Damat, Kırık Kanatlar, Yüreğine Sor, Vatanım Sensin vs.) erkek tarafı Yunan/Helen, kız tarafı Türk olarak kurgulanmış. Filmin özetine geçmeden önce yok edilen gerçekliğin yerine konulan kurgusallığın iyi anlaşılması için Batılıların klasikleşmiş söylemini okurlarımıza bir kez daha hatırlatalım: “Senaryo kutsal, kitap, plato kilise, yönetmen Tanrıdır. Sinsi hipnoz Tarihsel deneyimlerin oluşturduğu derin bilinçaltımıza, ortak duyarlılığımıza yönelik beyazperde hipnozunun özetine geçelim: “İstanbul Rumu Niko ile Türk kızı Sema arasında ilginç tesadüflerle başlayan aşk kısa zamanda alevTle nir. Senaryo (Kutsal Kitap) ve yönetmen (Tanrı) seyirciyi filmin başından itibaren Niko’nun babası kumaş tüccarı, dürüst esnaf Yorgo ile iyi komşu, şefkatli anne Marika’nın tribününe yönlendiriyor. Yönetmen ve senarist, Yorgo ve Marika’ya gösterdiği ilgiyi Sema’nın polis memuru babasından ve ev kadını annesinden her nedense esirgemiş. Manidar rol paylaşımı Niko rolü için seçilen oyuncunun Apollon misali yakışıklılığı, ortalama seyircinin dinsel ve etnik aidiyete ilişkin itirazını baştan yok ediyor! Bu tutkulu aşk hikâyesinin arka fonunda verilen 1963 Kıbrıs olayları seyircinin bu konulardaki ortak bilincinde fay hatları oluşturuyor. Film, Kıbrıs’taki Rum EOKA saldırılarını ve Türklere yönelik katliamların anavatanda oluşturduğu duyarlılıkları abar tılı çarpıtmalarla sunarak, kurgu, görüntü ve efekt olarak seyirciyi Niko ailesinin yanında yer almaya yönlendiriyor. Kıbrıs olayları nedeniyle, barbar Türklerin ve devletin baskısıyla Türkiye’yi terk edip Atina’ya yerleşmek zorunda kalan Yorgo ailesi üzerinden EOKA ve Rum saldırganlığı örtülü biçimde beraat ettiriliyor. Hasılı kelam Antik Yunan’ın, Apollon, Daphne, Hera gibi mitolojik tanrı ve tanrıçalarıyla, Kerem ile Aslı’yı bir araya getirerek oluşturulmak istenen Postmodern Helenseverlik filmin özünü oluşturuyor. 1963 İstanbulu’nda filizlenen NikoSema aşkıyla 2011 Ankarası’nda Kerem ile Defne arasında alevlenen aşkların ortak noktası filmin sonunda ortaya çıkıyor. KeremAslı misali birbirine kavuşamayan Niko ile Sema’nın ikinci evliliklerinden olma çocukları Kerem ile Defne’yi sinemanın kutsal kitabı ve tanrısı tanıştırıp âşık ediyor. Her nedense ikinci evliliğini de bir Türk kızıyla yapan Niko’nun oğlu Kerem (Apollon) üvey annesi sayılacak Sema’nın ikinci evliliğinden olan kızı Defne (Daphne) ile buluşturan “Sinema Tanrısı” bu kadarla da yetinmiyor. Filmin finalinde kocası vefat etmiş Sema ile karısı vefat etmiş Niko’yu yeniden buluşturup baş göz ediyor!” Tesadüf olamaz 15 Mayıs 1919’da Yunanistan, Küçük Asya’nın fethi rüyasıyla, (Troya’yı fethe gelen çağdaş Agamemnon edasıyla) İzmir’e çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’yla Türkler, birkaç yıl içinde Yunanistan’ın Küçük Asya macerasını “Küçük Asya Felaketi”ne çevirmişti. Geçmişten ders aldılar. Artık İzmir’e çıkmıyorlar. Milli duyarlılığı yok etmek için bilinç limanlarımıza çıkarma yapıyorlar, milli duyarlılığımıza demir atıyorlar! Üstelik Türk senarist, Türk yönetmen ve Türk oyuncularla! Asla tesadüfen olduğunu düşünmeyin! Kanal mı, depreme hazır İstanbul mu? İsmail Özcan Eğitimci/Yazar Son zamanlarda Türkiye’de iktidar ve muhalefet çevreleri arasındaki, bir bakıma da tüm toplumdaki en temel ve en kapsamlı tartışma Kanal İstanbul’un yapılıp yapılmaması üzerinden yürüyor. İktidar çevreleri, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul’un ne pahasına olursa olsun yapılacağını, bunun kendileri için dönüşü olmayan bir yol olduğunu ifade ediyorlar. Kanalın yapılmasıyla çok yoğun olan ve giderek daha çok tehlike arz eden Boğaz trafiğinin rahatlayacağını, Türkiye’ye parasal kazanç sağlayacağını, dış politikada Türkiye’nin elini güçlendireceğini iddia ediyorlar. Toplumsal tepki oluştu Muhalefet çevreleri ise Kanal İstanbul’un genelde Türkiye, özelde de İstanbul için yararından çok zararı olacağını, İstanbul’un iklimini, içme suyu havzalarını olumsuz etkileyeceğini, beklenen depremi tetikleyeceğini; nüfus yoğunluğunu yüksek boyutlarda artıracağını vb. iddia ediyorlar. Hem iktidar hem de muhalefet yanlılarından oluşan daha geniş ve kendi halindeki toplum kesimleri ise Kanal İstanbul’a harcanması öngörülen 75 milyar TL’nin hiç aciliyeti olmayan Kanal İstanbul yerine öncelikle İstanbul’un depreme hazırlanması ve uluslararası ölçülere göre rekorda olduğumuz işsizliğin önlenmesine Çatalca KARADENİZ Arnavutköy Eyüp Sarıyer Beykoz Başakşeh r Büyükçekmece Esenyurt Üsküdar Çekmeköy Beyl kdüzü MARMARA DENİZİ yönelik yatırımlar için kullanılmasını talep ediyorlar. Bütün ilgili bilim adamları İstanbul’un Richter ölçeği ile en az 7 ve birkaç puan üzerine de çıkabilecek bir depremle karşı karşıya olduğunu her fırsatta hatırlatıyor. Özellikle Kocaeli, Adapazarı, Yalova merkezli 7.4’lük 1999 depreminden sonra sıranın İstanbul’da olduğu uyarısı aralıksız tekrarlanıyor. Gerek ülkemizin yerbilimcileri, gerekse Türkiye ile ilgilenen yabancı yerbilimciler; olacağı kesin bu depremin sadece yılını, ayını, gününü, saatini, dakikasını veremiyorlar. Jeoloji bilimi bugün için bu kadarının bilinmesine imkân vermiyor. Açık seçik olarak bilinen şey, bu depremin mutlaka olacağı, olmaması gibi bir olasılığın asla bulunmama Kadıköy sıdır. Akıl ve sağduyu, vukuu bu kadar kesin bir doğal afete karşı olabildiği kadar üst düzeyde, olabildiği kadar az can ve mal kaybıyla, mümkünse hiç can ve mal kaybı vermeden hazırlanmayı gerektirir. Depreme hazır değiliz Bugün karşı karşıya olduğumuz iç karartıcı gerçek ise şudur: 20 bin can ve milyarlarca liralık mal kaybıyla Türkiye’yi sarsmış olan 1999 depreminden bu yana aralıksız yapılan uyarılara rağmen beklenen İstanbul depremi için asgari ölçüde bile hazırlanılmadığıdır. Vuku bulacak depremde can ve mal kaybını önlemeye yönelik kentsel dönüşümün çok cılız seviyelerde gerçekleştiğidir. Bu yetmiyormuş gibi beklenen depremde evsiz kalacak olan yüz binlerin toplanacağı alanların yapılaşmaya açılması nedeniyle İstanbul’un deprem toplanma alanlarından yoksun bırakılmış olmasıdır. Türkiye’nin kalbi bir şehir, bir metropol olan İstanbul bu kadar açık seçik bir tehlike ile karşı karşıya, kaçınılmaz görev bu tehlikeye karşı en iyi şekilde hazırlanıp onu en az zayiatla atlatmak iken Kanal İstanbul gibi uçuk, marjinal projelerle meşgul olmak hiç akılcı görülmemektedir. Tersine ülkenin ve İstanbul’un bugünkü koşullarında Kanal İstanbul projesinde ısrarlı olmak bir akıl tutulmasıdır. Bu proje bugün için sağduyu ile ülke ve toplum çıkarlarıyla asla bağdaşmamaktadır. Akılcı projeler lazım Hatırlanacaktır, Kanal İstanbul Türkiye’nin gündemine ilk girdiğinde “çılgın proje” olarak takdim edilmişti. Kanal İstanbul gerçekten birçok yönüyle çılgın bir projedir. Ama Türkiye’nin böyle çılgın projelerden çok akılcı, gerçekçi, keyfi değil zorunlu, olmazsa olmaz projelere ihtiyacı bulunmaktadır. Bugün için bunların bir numarası, İstanbul’un beklenen depreme karşı bilinen en modern, en çağdaş araçgereç ve olanaklarla hazırlanmasıdır. İstanbul’un hazırlıksız yakalandığı beklenen şiddetteki bir depremin altında kalması demek, bütün Türkiye’nin o depremin altında kalması demektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle