16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 6 KASIM 2020 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Fırsat eşitliği sorunu PROF. DR. ESERGÜL BALCI EĞITIM POLITIKASI UZMANI “Olağanüstü durumlar olağanüstü çözüm yolları ile aşılır” MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Salgın ve deprem, “olağanüstü bir durum” olup, maddimanevi her konuda yaşantımızı etkilemektedir. Eğitimde “fırsat eşitliği sorunu” da bunlardan birisidir. Ulusal ve uluslararası yasalarda bu konu, “eğitim hakkı” olarak vurgulansa da sorun katlanarak devam etmektedir. Etkileşimin yoğun olduğu eğitim alanında, salgın ve deprem yeni düzenlemeleri gerektirirken, bu yapılmamıştır. Salgına, bir de “İzmir depremi” eklenmiştir. Zaten tümüyle açık olmayan okullar, İzmir’de bir hafta tatil edilmiş ve tatilin uzatılabileceği söylenmiştir. Okul binalarının durumu ayrı bir sorundur. Akla, deprem İstanbul’da olsaydı Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ne yapardı, sorusu geliyor. Plansızlık göstergesi Yeni sorunlar, yeni düşünme yaklaşımı ile çözülebilir. Burada kriz dönemleri için önceden, ABC planları hazırlanmalı idi. Bunlar yapılıp kamuoyu ile paylaşılmadı, paydaşlar ikna edilmedi ve halen “kervan yolda düzülür” yaklaşımı ile gündelik çözüm yoluna gidiliyor. Okullar sorunlarıyla açıldı, öğretmen uzaktan eğitim konusunda bilgilendirilmeden, teknik hazırlık olmadan sisteme girdi ve MEB’in salgından bu yana tatil yaptığı ortaya çıktı. Eğitimöğretimde, sürece katılan 20 milyon civarındaki insanın etkileşimi söz konusu iken, bu önemsenmedi. Çocukların okula devam sorumluluğu velilere bırakıldı. Okula gitmeyen çocuklar EBA TV üzerinden eğitimine devam ediyor. Her öğrenci ulaşamadığı halde, EBA’nın ilk günden çökmesi bile, plansızlık ve programsızlık örneğidir. EBA eğitimine ulaşabilmek için dağ Kalkınmanın ve sosyal hareketliliğin iyi bir eğitimle olduğu bilinciyle MEB, “olağanüstü durum” konularında bilinçli sorumluluk vermek için sürecin paydaşları ile görüşüp çözüm bulmalı, ortaksürekli eğitim vermelidir. başına giden çocuklar, çatıya çıkıp düşerek hayatını kaybeden öğrenci ve evdeki dersi sırasında, evladıyla ilgilenemediği için onu kaybeden öğretmen var. Ortaöğretimde EBA ile verilen din öğretimi dersinde, cinler anlatıldı. Öte yandan tüm bunları fırsata çeviren tarikat ve cemaatler, eğitim boşluğundan yararlanarak yatılı kuran kurslarını açmakla kalmayıp, kapasitelerinin üstüne çıkarak, salgının artışına davetiye çıkardılar. Özel okullar zaten açık. Olan yine devlet okuluna giden ve EBA’ya ulaşmaya çalışan istekli halk çocuklarına olmaktadır. Aynı evde 1015 kişi yaşarken EBA eğitimi veremezsiniz. Deprem bölgesinde, çadırdakilerin durumu çok daha vahim. Çözüm, kurumsal ve kapsayıcı olmalıdır. Dijital eğitim sanaldır Okullaşamayan 6.,7., 10. ve 11. sınıfların, “yüz yüze” eğitimine salgının durumuna göre, 16 Kasım’da karar verilecek. Buna karşın sınavlar söz konusu olduğunda bütün öğrenciler, okulda eşit koşullu olarak sınav olacaktır. Bunun nedeni, öğrencilerin bir sonraki sınıf için hazır bulunuşluk düzeyinin oluşturulmasıdır. EBA’ya ulaşan ve ulaşamadığı için dersleri takip edemeyen öğrenciler, yüz yüze eğitime sürekli gitseler bile eşit koşullu değilken, sınavlarda eşittirler. Bu da bir fırsat eşitsizliğidir. EBA’nın ortaokullise programlarında, temel derslerin yanında, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Arapça, Kuranıkerim, Siyer, Akaid, Dinler Tarihi, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kelam, İslam Kültür ve Medeniyeti dersleri dikkati çekmektedir. Burada itirazımız dinimizin öğretilmesine değil, 12 yaşından küçük soyut düşünceyi kavrayamamış, öğrencilere yönelik dini eğitim verilmesidir. Böylece bir yandan dindar/kindar nesil yetiştirilirken, diğer yandan salgın bahanesiyle eğitimden yoksun ve yoksul nesil oluşturulmaktadır. Öğretmenler öğretim programlarını uygulayarak öğretim yapsa da özünde eğitim vermekte, rol model olmaktadırlar. Bu nedenle örgün eğitim çağındaki çocuk için okuldaki eğitim ortamı, etkileşim, paylaşım, sosyalleşme becerisi, problem çözme, olgunlaşmaya bağlı davranış elde etme, örnek alma noktalarında etkilidir. Ergenlik dönemi becerileri çocukların birbirleri ile olan ilişkileri yoluyla okulda öğrenilir. Çocuk toplumsal davranış biçimlerini öğrenir ve kültürlenir. Dijital eğitim sanaldır, bunların hiçbiri yoktur. Kayıp kuşak yaratmamalı Nitelikli eğitim için “tüm kademelerde yüz yüze eğitime geçilmeli” ve online eğitim alamayan çocuklar, bu eğitime ulaştırılmalıdır. Aksi halde eğitimden yararlanamayan çocuklar; yoksullukla birlikte eziklik duyacak, dışlandıkları duygusuna kapılacaklar, sistem dışına çıkacaklar, istenmeyen durumlarla karşılaşabileceklerdir. 7 işgünü üzerinden, dörtlü, seyreltilmiş ve yarım günlük eğitim planlaması yapılarak; uygun alan ve kamu binaları derslik haline getirilmelidir. Kalkınmanın ve sosyal hareketliliğin iyi bir eğitimle olduğu bilinciyle MEB, “olağanüstü durum” konularında bilinçli sorumluluk vermek için sürecin paydaşları ile görüşüp çözüm bulmalı, ortaksürekli eğitim verilmelidir. Çocuklarımızın eğitimden uzaklaşarak, “çaresizliğin çaresi” olarak tarikat ve cemaatlerin eline düşmemesi, önce “kayıp kuşak” ardından “kayıp ülke” oluşmaması için kendimize özgü, insana değer veren “olağanüstü durum”a uygun “eğitim politikası” oluşturulmalıdır. Eşkıyanın ne yapacağı belli olmaz EROL ERTUĞRUL yasa mahkemesine başvurdu. Anayorum” demişti. Yıl 1966. Adalet Partisi iktidarda, Süleyman Demirel Başbakan, Dr. Faruk Sükan İçişleri Bakanıdır. 6 Mayıs gecesi saat 1.30 sıralarında Faruk Sükan’ın emriyle polisler TBMM’de CHP’nin, İşçi Partisi’nin milletvekilleri ve senatörlerinin odalarına girerek arama yapar. Bu hukuk dışı olay, ertesi gün duyulur. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü tarihe geçen “Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz“ sözünü söyler. İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın gerekçesi, TBMM’de AP ve NATO’ya karşı bildiriler bulunduğudur. Bu olay TBMM’de ve basında tartışılır. Ne Başbakan ne de İçişleri Bakanı istifa eder. Hiçbir şey yokmuş gibi her şey olduğu gibi sürer. yasa Mahkemesi MİT TIR’ları davasında gizli kalması gereken bilgileri açıklamak suçundan verilen cezanın seçilme ve siyasi çalışma yapmak hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını ortadan kaldırıldığı gerekçesi ile davanın yeniden görülmesi için dosyayı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Haksız bir yargılama yapıldığını yeniden yargılanması gerektiğini belirtti. Anayasamıza göre, Anayasa Mahkemesi kararları kesindir ve tüm idari, adli kurumları bağlar. Ortada bir Anayasa Mahkemesi kararı varsa tüm kurumlar bu karara uymak zorundadırlar. Eğer hukuk devleti iseniz hiç tartışmasız bu anayasa kuralına uymak zorundasınız. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu açık anayasa hükSözcü gazetesi yazarları İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “FETÖ’ye üye olmamakla birlikte ona yardım ve yataklıktan” çeşitli cezalara çarptırılmışlardı. Bu karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza Dairesine gitmişti. Sözcü gazetesi yönetici ve yazarlarının FETÖ ile bir bağı olmadığını ve tersine FETÖ’ye karşı olduklarını sağır sultan bile bilir. Ancak bu yönetici ve yazarlar gerçeklerden yana doğruları yazan ve böyle olunca da AKP yönetimine karşı olan yönetici ve yazarlardı. Korkutulmaları ve baskı altına alınmaları gerekiyordu. Bunun için yargı kullanılacaktı. Sözcü gazetesi yönetici ve yazarlarına haksız ve hukuk dışı olarak verilen cezaların ortadan kaldırılmaları beklenirken İstanbul Bölge Adliye MahDeğişen bir şey yok müne uyması beklenirken 14. Ağır Ce kemesi 27. Ceza Dairesi bu hukuksuz za Mahkemesi bu kurala uymadı ve ve kanıtsız kararları onadı. Aradan elli yıl geçmiştir. Ancak güzel yurdumuzda pek bir şey değişme“Ben Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum” dedi. Bir hukuk devletinBu böyle sürmez miştir. İktidar yine her istediğini hu de böyle bir şey olabilir mi, olamaz. Berberoğlu kararını veren 14. Ağır kuksuz olarak yapmakta, karşı görüş Ama yargı tek adamın buyruğuna gir Ceza Mahkemesi Başkanı daha öntekilerin çıkışları hiçbir şeyi değiştir mişse ne yasa tanınır ve ne de hukuk ce 37. Ağır Ceza Mahkemesi Başmemektedir. Üstelik o dönemde ger tanınır. Bay Erdoğan geçmişte beğen kanı olarak Sözcü gazetesi yazarçek bir yasama organı TBMM vardı. Bugün göstermelik bir Meclis var. O mediği bir AYM kararı için “Verdiğin larına, ÇHD’li avukatlara ve Canan karara uymuyorum, saygı da duymu Kaftancıoğlu’na da ceza vermişti. dönemde bir parlamenter sistem vardı. Artık güzel yurdumuzBugün o da yok. O dönemde da hukuk devletinin, baçağdaş bir anayasa vardı, seğımsız yargının kırınçilmişlerden oluşmuş bir hütısının olmadığı ortakümet vardı. Bugün o da yok. ya çıktı. Bağımsız yarBağımsız bir yargı vardı. Bugı herkesin güvendiği ve gün tek adam var. O ne dergerektiğinde sığınacase o oluyor. Yargı da ona bağğı bir yerdir. Adaletin ollı. O ne istiyorsa yargı da ona madığı yer, vatan değilgöre karar veriyor. dir. Ancak belli ki yurCHP milletvekili Enis Berdumuzda yargı tek adaberoğlu, işlemediği bir suçma bağlıdır ve hukuk tan ötürü yargılandı, cezaegüvenliği yoktur. İsmet vinde kaldı. Yargıtay 16. Ceİnönü ne demişti “Bu geza Dairesi kararı ile cezaece eşkıyanın ne yapacavinden çıktı. Yeniden milletğı belli olmaz.” Hukuk vekili seçildi. Bu kez milletyoktur, bağımsız yarvekili seçilmiş olduğu halde gı yoktur. AKP’den yahakkındaki yargılama sürdü na değilseniz her zaman ve aldığı ceza nedeni ile do Cumhuriyet ailesi olarak, yakın zamanda aramızdan ayrılan, Erol Ertuğrul’un her şey olabilir. Ama bu kunulmazlığına karşın milkıymetli eşi Av. Senay Ertuğrul’a Tanrı’dan rahmet, yakınlarına başsağlığı düzen böyle gitmez. Gün letvekilliği düşürüldü. Anadiliyoruz. Görsel’de Senay Ertuğrul, Oktay Akbal ve İlhan Selçuk’la birlikte. (Akyaka, 2010) gelir hesap döner. Deprem için harcanmayan kaynaklar! Politikacıların çok sevdiği bir cümle vardır: “Türkiye büyük bir ülkedir” derler. Evet, bence de Türkiye büyük bir ülkedir: Çünkü hem nüfusu büyüktür hem de genç nüfus oranı yüksektir... Doğal kaynakları zengindir... Jeostratejik yeri Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu Şeytan Üçgeninin ortasında, Karadeniz’i, Ege’yi, Akdeniz’i birbirine bağlayan çok özel bir konumdadır. Halkı da fedakârdır, yardımseverdir... Devletine saygılıdır... Devlet de zaten vasıtalı vergilerle neredeyse bütün yükü halkın üzerine bindirmiştir... Üstelik Cumhuriyetin kuruluşundan sonra yaptığı yatırımlar ve millileştirmelerle “Milli Serveti” önemli bir düzeye eriştirmiş idi. Dolayısıyla, ülkedeki, özellikle de deprem tehlikesi altında olan İstanbul’daki konutların depreme dayanıklı hale getirilmesi için yeterli kaynakları vardı! Ama Türkiye’yi 18, İstanbul’u 26 yıldır yöneten iktidar, halkını depreme karşı korumak için hemen hemen hiçbir ciddi önlem almamış, ülke çapında hiçbir kapsamlı yatırım yapmamıştır. Tam tersine, “deprem toplanma alanlarını” bile yağmalamış, kentsel rant uğruna, bütün konut güvenliği önlemlerini görmezden gelmiştir. HHH CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Deprem vergileri nereye harcandı” sorusuna Erdoğan şöyle yanıt vermişti: “Önce vekillerle dedik ki, ‘Biz buraya elimizden gelen desteği verelim. Herhangi bir rakam belirlemiyoruz. Kim ne kadar verecekse milletvekili arkadaşlarımız versinler.’ Bunlar ise yatıyor kalkıyor ‘O parayı nereye, bu parayı nereye harcadınız?’ Harcanması gereken yere harcadık. Bundan sonra da Bay Kemal’e bu tür şeylerin hesabını vermeye zamanımız yok...” Deprem vergisi konusunda eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan 2003 yılında şöyle demişti: “Milleti aldatmanın âlemi yok. Vergiyi getirirken bir gerekçe aranmış. Deprem vergisi denmiş. Bütçe açığını kapatmak için konulmuş. Bugüne kadar depremzedeye mi gitmiş?... Kimse kimseyi kandırmasın.” Van depreminden sonra da dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: Toplanan deprem vergilerinin sağlık, eğitim hizmetleri, duble yollar için kullanıldığını açıklamıştı. Erdoğan’ın damadı, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak: Kendisine yazılı olarak sorulan deprem vergileri sorusuna yanıt vermemiş, deprem vergisiyle ilgili bilgiler olmayan bütçe istatistiklerinin bulunduğu internet sitesini adres göstermişti. HHH Aslında deprem için harcanabilecek kaynakların bir bölümü, yandaşlara para aktarmak için, şehir hastaneleri, yeni havaalanı gibi tartışmalı bazı yatırımlara, üstelik maliyetlerinin bir hayli de üstünde olduğu iddia edilen bedellerle, harcanan miktarlardan oluşuyor. Bu nedenle aşağıdaki tabloda, deprem vergisi ve ilave gelirlerle birlikte bu tür harcamaları da gösterdim. 1) Medyadaki bilgilere göre deprem vergisi: 35 milyar dolar. Bugünkü kur üzerinden 297.5 milyar lira. 2) Medyadaki bilgilere göre, Cumhuriyetin kazanımlarını satarak özelleştirmeden topladığı para: 70 milyar dolar. Bugünkü kur üzerinden 595 milyar lira. 3) Medyadaki bilgilere göre, şehir hastanelerine sarf edilen gelir: 3.2 milyar lira. 4) Medyadaki bilgilere göre sadece beş büyük yandaş şirkete aktarılan gelir: 150 milyar dolar. Bugünkü kur üzerinden 1 trilyon 275 milyar lira. 5) Bu iktidar tarafından konulan ilave yeni vergi, harç ve cezalardan elde edilen ilave gelir. Yukardaki miktarlara göre pek de büyük olmayan, ama halkın belini büken ödemeler. Çok sayıda ve çok dağınık oldukları için hesaplayamadım. TOPLAM: Yaklaşık 2 trilyon 170 milyar lira! Yaklaşık 255 milyar dolar. Özet olarak iktidarın depreme karşı halkı korumak için harcayabileceği ama başka yerlere harcamayı tercih ettiği kaynakların toplamı: YAKLAŞIK OLARAK TÜRKİYE’NİN MİLLİ GELİRİNİN ÜÇTE BİRİ! Herhalde 10 yıllık bir dönemde planlı olarak harcansaydı halkın depreme dayanıklı konutlarda oturmasının sağlanması için yeter de artardı bile. (Not: 6 Kasım YÖK Yasası’nın kabul edildiği kara bir günün tarihidir. Unutmadım. Siz de unutayın.)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle