16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EKONOMİ [email protected] 11 4 KASIM 2020 ÇARŞAMBA Türkiye’nin kısa vadede yatırım yapılabilir seviyeye gelmesi artık beklenmemeli ‘Uçak parçalanır’ uyarısı ORHAN ÖKMEN: Şu anda kur, ekonomik temellerinden kopuk hareket etmekte. Her uçak öyle ya da böyle yere iner. Ancak kimisi parçalanır, kimisi de yumuşak inişi gerçekleştirir. Mevcut yönetim paradigması değişmezse TL’de daha kötüsü yaşanacak. Sesmir AŞ Başkanı ve eski Japan Credit Rating’in (JCR) Eurasia Başkanı Orhan Ökmen, iç etkenler bir an evvel düzelmezse TL’nin değer kayıplarının kapsamının genişleyeceğini ve krizin sistematik hale geleceğini vurguladı. Ökmen, Türkiye’deki varlık transferi, yüksek enflasyon, değersiz TL, enflasyona yenik düşen servet iflasları, yüksek işsizlik, negatif büyüme ve fakirleşmenin devam edeceğini dile getirdi. Özellikle tüketici ve esnaf kredilerinin geri dönüşlerinde bankaların ciddi zorluk yaşayacağına dikkat çeken Orhan Ökmen ile döviz kurlarındaki artışı ve krizden çıkış yollarını konuştuk. n Kurdaki artış ne kadar sürer, neler öngörüyorsunuz? Merkez Bankası, araç bağımsızlığını tekrar kazanana kadar döviz kurları ve kredi hacimlerine ilişkin aktarım kanallarını iktisadi temelde kullanamayacağı için kurdaki artış hep devam edecektir. Kurdaki artış beklentileri de canlı kaldığı sürece varlık ikamesi, yani dövize yönelim hep sürecek. 2018’den bu yana döviz kurlarında görülen yükselişte iç faktörler küresel gelişmelerden çok daha fazla etkili olmaktadır. İç etkenler bir an evvel düzelmezse TL’nin değer kayıplarının kapsamı genişleyecek ve krizi sistemik hale getirecektir. Türkiye ekonomisi, enflasyon ve risk primini düşürmeden faizleri ve kuru aynı anda baskılamaya devam ederse kriz hali fiilen ve zaten derinleşecektir. Şu andaki kur ekonomik temellerinden kopuk hareket etmektedir. Ancak bu sonsuza kadar devam edemez. Her uçak öyle ya da böyle sonunda yere iner. Ancak kimisi parçalanır, kimisi de yumuşak inişi gerçekleştirir. Mevcut yönetim paradigması değişmezse TL’de daha kötüsü yaşanacak. Rekabetçi kur değil n Doların 8.50 TL seviyelerini aşmasının tek nedeni faizlerin düşük tutulması mı? Bu kez Türkiye ekonomisine dışarıdan tuzak kuruluyor argümanı söz konusu edilemez. Faiz oranlarının seviyesi, dövizi yükselten içsel etkenlerin içerisinden sadece bir tanesidir. Ancak en önemlilerindendir. TCMB’nin faiz artırmama kararının dışında, yatırım ortamına karşı oluşan yerliyabancı yatırımcı güvensizliği, mülkiyet hakkına el koymanın hukuksal temelinin zayıflamış olması, yargı bağımsızlığı alanındaki sistemsel bozulmalar, Türkiye’nin dış borç miktarı ve ABD seçimleri, TL’ye baskı yapan en önemli diğer nedenlerin başında geliyorlar. TL’nin geldiği bu seviyeye rekabetçi kur demek doğru bir tanımlama olamaz. Eğer rekabetçi kur olsaydı 20192020 Ağustos ayları arasında TL, dolara karşı yüzde 31 değer kaybettiği halde aynı dönemde ihracat yüzde 17 gerilemezdi. Orhan Ökmen DÖRT YILDIR REFORM YAPILMADI n Peki, Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi? 2016’dan bu yana Türkiye’nin uyguladığı ekonomi politikalarındaki hatalar artarak devam etmektedir. Öncelikle Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan çıktı açığı halini aşmak için kredi balonları yaratılarak risk seviyesi ve ekonomik hararet artırıldı. Bu en önemli ve en sistematik hataydı. TCMB’nin otofinansman yoluyla yıllardır yarattığı kaynaklarına el konulup bütçeye aktarılarak askeri alanlar ağırlıklı olmak üzere harcandı. Kuru baskılamak gayesiyle TCMB rezervleri tüketildi. Negatif faiz hali oluşturuldu. Bu da en önemli hatalardandı. 2016’dan bu yana Türkiye hiçbir yapısal reform gerçekleştirmedi. TL’nin dış değer kayıplarının sürekli hale gelmesi, yüksek enflasyon, düşük büyüme, son 4 yılın hatalı politikalarının doğal sonucudur. n Türkiye ekonomisini ve yurttaşları nasıl günler bekliyor? Bu konjonktürde ekonomik modellerle gelecek tahminleri yapmak bayağı zorlaştı. Yatırımcılar ve firmalar, TCMB’nin para politikaları nedeniyle reel faiz hesaplamalarını yapamaz duruma düşürüldükleri için yatırım bütçelerini son bir yıldan bu yana ertelemektedir. Türkiye, düşük faiz ve büyüme ısrarından prensip olarak vazgeçmeden hızlı kredi genişlemesi, yüksek enflasyon, tepki verme gücü zayıflayan para politikası ve dolarizasyon bundan sonraki dönemlerde de sürecek. TL yatırımcıları, fiili enflasyonun altında kalmaya devam edecektir. Ekonominin genel yönetim paradigması değişmezse Türkiye’deki varlık transferi, yüksek enflasyon, değersiz TL, enflasyona yenik düşen servet iflasları, yüksek işsizlik, negatif büyüme halleri ve fakirleşme devam edecektir. ENFLASYONDA DÜŞÜŞ HAYAL Bankalar ciddi zorluk yaşayacak n Büyüme, işsizlik, enflasyon ve kur tarafında nasıl bir grafik göreceğiz? TCMB’nin araç bağımsızlın Bu dönemde bankalar ne kadar güçlü? Tekrar banka kurtarmaları gündeme gelebilir mi? Bankaların yüksek risk yönetim kılayıcı uygulamalarına maruz kalmaktadır. Şu anda özellikle tüketici ve esnaf kredilerinin geri dönüşlerinde bankaların ciddi zorluk yaşakaların kredi kalitelerini ve likidite seviyelerini bozmuştur. Reel sektörün yüksek kur riski sorunu çözülemediği sürece bankaların ğı sağlanmadan ve esaslı bir redisiplinleri son birkaç yıldır hıryacağı aşikârdır. Kredi genişlemesi, kredi riski hep tehlike altında kalael faiz olanağı sağlanmadan kurpalanmaktadır. Bankaların özyöbankaların aktif kalitesini zayıflat cak. Hızla genişleyen kredi hacimleların yukarı yönlü oynaklığı durnetimlerini ilgilendiren konularmıştır. Artan yapılandırma ve erte ri nedeniyle kamu bankaları başta olmayacaktır. TL’nin dış değerindeki kayba bir üst sınır çizilmesi da bankalar düzenleyici otoritelerin hariçleme taleplerine konu olan ticari ve kurumsal mak üzere birçok bankanın ilerleyen dönemlerde mutlaka kamusal destek NOT ARTIŞI ARTIK ZOR şu anda mümkün gözükmüyor. ten basKurların yükselen trendine bağlı olarak enflasyonda da yönün yukarıda olacağı aşikârdır. n Kredi derecelendirme kuruHissedilen işsizlik oranları luşlarının son Türkiye değerlendirmeartış yönündedir. lerini nasıl okumak gerekiyor? Türkiye ekonomiBeğenelim ya da beğenmeyelim, yatırımcılar sinin 2020’de yüzbu kuruluşların not ve değerlendirmelerine bakıde 23 civarında yor. Türkiye’nin bu notları, tekrar yatırım yapılabilir sekrediler de banalmak zorunda kalacağı kesindir. n Türkiye ekonomisi için bu n Fransa mallarının boykotu gündeme geldi. Yabancı yatırımcı bunu nasıl değerlendirir? Döviz kazanma olanaklarının zayıfladığı bir krizden çıkış nasıl olacak? Krizden çıkışın başlaması için şu andaki ekonomik yönetim konjonkparadigmasının oluşumuntürde, ithalat ya da ihracat boykotlarının ekonomik da yer alan müdahalemantığı olamaz. Boykotun karşılıklı hale getirilmesi halinci, bürokratik, serbest negatif büyüme sağlayacaviyeye getirebilmesi için kurumsal derinlik, küresel entegrasyon, jeopolitik istikrar, anayasal düzen, hukukun de Türkiye, bu tepkisiyle en az net 5 milyar dolar döviz geliri kaybına uğrayacaktır. Birçok büyük Fransız firmalarının, bu ekonomi dışı, siyasete tabi anlayışların ğını öngörübağımsızlığı gibi alanlarda gelişim göstermesi gerekir. Anboykot karşısında karar değiştirip Türkiye’den çıkma riski tetik tamamen değişmeyoruz. cak Türkiye’nin kısa vadede yatırım yapılabilir seviyeye gel lenmektedir. Yatırımcıların hemen tamamında Türkiye’ye karşı si gerekir. mesi artık beklenmemelidir. bir güvensizlik hali belirtileri ortaya çıkmış durumdadır. İş’ten ihracatçıya 1.6 milyar dolar kaynak Türkiye İş Bankası, imzaladığı yeni anlaşmayla ihracatın finansmanına kullandırılmak üzere sendikasyon kredileri yoluyla toplamda 987 milyon Avro ve 445.5 milyon dolar olmak üzere iki işlemle yaklaşık 1.6 milyar dolar tutarında kaynak temin etmiş oldu. 20 Mayıs’ta 539 milyon Avro ve 207.5 milyon dolar tutarında sendikasyon kredisi sağlayan banka, 2 Kasım’da 448 milyon Avro ve 238 milyon dolar tutarındaki yeni anlaşmaya imza atarak ihracat finansmanına yönelik sendikasyon kredileriyle iki işlemle 987 milyon Avro ve 445.5 milyon dolar olmak üzere toplamda yaklaşık 1.6 milyar dolar tutarında kaynak sağladı. İmzalanan 367 gün vadeli sendikasyon kredisine Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Asya’daki 19 ülkeden 33 banka katılım sağladı. Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Gamze Yalçın, “2020 yılında zorlu piyasa koşullarına rağmen çok sayıda bankanın katılımı ile toplam tutarı 1.6 milyar dolara yaklaşan sendikasyon kredisi temin etmemiz, uluslararası piyasalarda İş Bankası’na duyulan güveni bir kez daha teyit etti” Gamze Yalçın diye konuştu. Otomobil satışı tam gaz Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD), ekim ayı ve ilk on aylık satış rakamlarını açıkladı. Bu verilere göre ekim ayı otomobil ve hafif ticari araç pazarı 2019 Ekim’e göre yüzde 93 artarak 94 bin 733 adete ulaştı. Pazarda ilk on aylık artış ise yüzde 78.1’le 588 bin 354 adet oldu. Otomobil satışlarındaki ilk on aylık artış 73.1 olarak gerçekleşerek 465 bin 31 adede çıkarken hafif ticari araç pazarı yüzde 99.7 artışla 123.323 adede ulaştı. Ekim ayında ise otomobil satışları önceki yılın aynı ayına göre yüzde 90.9 artarak 76 bin 341 adet, hafif ticari araç pazarı yüzde 102.6 artarak 18 bin 392 adet oldu. Hibrit satışı artıyor Bu dönemde toplam satışlardan benzinli otomobiller 240 bin 815 adetle yüzde 51.8, dizel otomobil 189 bin 705 adetle yüzde 40.8, otogazlı otomobiller de 19 bin 46 adetle yüzde 4.1 pay aldı. Yılın ilk 10 ayında 314 adet elektrikli ve 15 bin 151 adet hibrit otomobil satışı gerçekleşti. Otomotiv sektörü toplam pazarının 2020’de 725 bin775 bin adet aralığında olması tahmin ediliyor. Önceki tahmin rakamları 700750 bin olarak açıklanmıştı. Akdeniz Chemson Çin’de fabrika kuruyor OYAK, kimya sektöründe faaliyet gösteren şirketlerinden Akdeniz Chemson markası, Çin pazarına üretimle giriyor. Yapılan açıklamaya göre toplamda 27 milyon dolarlık bir yatırımla, yeni teknolojilerle kurulacak olan fabrikanın yıllık üretim kapasitesi 60 bin ton olacak. Akdeniz Kimya ve 2013 yılında satın aldığı Avusturyalı Chemson’ın birleşmesiyle Ekim 2020’de kurulan Akdeniz Chemson, dünyanın en büyük PVC stabilizatörü şirketlerinden biri. Birleşme ile yıllık 250 bin ton üretim kapasitesine ulaşan Akdeniz Chemson’ın hedefinin büyüyen Çin pazarındaki talebi karşılamak olduğunu belirten şirket yetkilileri, bu yatırımla Çin pazarı için üretim kapasitesinin ilk aşamada yaklaşık üç kat artırılacağını açıkladı. Akdeniz Chemson, ilk aşamada 17 milyon dolarlık yatırımla 30 bin ton üretim hedefliyor. Daha sonra yapılacak 10 milyon dolarlık yatırımla da ikinci 30 bin ton üretim devreye girecek. 110 ülkeye satış yapan Akdeniz Chemson’ın odak pazarları arasında Avrupa, Rusya, Türk Cumhuriyetleri, Kuzey Afrika, Ortadoğu, ABD, Çin, Brezilya ve Avustralya yer alıyor. l Ekonomi Servisi ABD seçimleri Bu haftanın dünya gündemine damgasını vuran ana konusu kuşkusuz ki Amerika Birleşik Devletleri’nde salı (dün) gerçekleştirilen başkanlık seçimleri. Mevcut başkan ve Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump ile Demokratların adayı Joe Biden arasındaki kıyasıya seçim yarışı sürerken daha bu satırlar yeni kaleme alınmaktaydı. Ancak şu ana değin görünen o ki seçimlerin sonucu ne olursa olsun, sonucun kesinleşmesi haftalar, hatta belki de aylar sürecek ve Amerika’da onarılmaz bir tartışma ve karmaşayı tetikleyecektir. Söz konusu belirsizlik ve karmaşanın ana kaynağı başkan Trump’ın olası aksi bir sonucu kabullenmeyeceği ve yüksek yargıdaki Cumhuriyetçi üyelerin ağırlığını da kullanarak seçim sonuçlarını lehine çevirecek demokrasi dışı yöntemler ile müdahale edeceği öngörülerine dayanmakta. Bunların ötesinde, posta ile kullanılan oyların seçim merkezlerine ulaş(tırıl)maması ve seçmen kayıtlarının bloke edilmesi gibi bir dizi müdahalenin yanında, bir de Amerikan seçim sisteminin Demokrat adayların aleyhine işletilen pek de bilinmeyen kendine özgü bir başka özelliği var: Seçici Delegeler Kurulu (Electoral College). “Seçici Delegeler Kurulu”, Amerika’nın 250 yıllık kuruluş tarihçesinin başlangıç dönemlerinden kalma elitist bir kurum. ABD’nin federatif yapısının kurgulandığı bu ilk dönemde, Amerika’nın “kurucu babaları”, halkın seçme sağduyusunun yeterli olmayabileceğini gerekçelendirerek ülkenin başkanını seçme yetkisini nihai olarak bir seçici kurula devretmeyi öngörmüşler idi. O günlerin tezleri, halkın “cahil” ve “eğitimsiz” olduğu savlarından hareketle, Amerika’nın başkanının genel seçimler sonucunda eyaletlerce atanan delegeler eliyle belirlenmesi gerektiğini kurgulamaktaydı. Dolayısıyla o günden bu yana uygulanan bu “ikili” seçim sisteminde öncelikle halka açık genel seçimler yapılmakta, daha sonra da eyaletler kendilerine belirlenen kotalar dahilinde nihai olarak başkanı seçecek delegeleri atamaktadır. Bu yöntemde atanacak olan toplam 538 delegenin asgari 270’inin oyunu alan aday, Amerika’nın yeni başkanı olarak belirlenmektedir. Her eyaletin kurula atayacağı delege sayısı eyaletlerin nüfus yoğunluğuna göre belirlenmektedir. Ancak bu hakkaniyet kuralının birçok istisnası da bulunmakta. Küçük eyaletlerin temsiliyetlerinin sağlanması ya da kırsal kesimin delege sayılarıyla desteklenerek kayırılması gibi ayrıntılar sıklıkla dile getirilen teknik sorunları oluşturmakta. Ancak burada nihai olarak belirleyici olan sonuç, bu istisnaların bir araya gelip birikerek genellikle Demokrat Parti’ye oy veren aydın ve kentli kesimin aleyhine çalışması olagelmiş. Öyle ki örneğin Trump’ın başkan olarak atandığı son 2016 seçimlerinde Demokrat aday Hillary Clinton, genel seçim sonucunda aslında rakibinden 3 milyondan fazla oy almasına ve yaklaşık yüzde 2’lik bir farkla yarışı kapamasına karşın ikinci aşamada seçici kurulun oylarıyla başkan olarak atanmamış idi. Bundan önce 2000 yılı seçimlerinde de aynı durum söz konusu olmuş, Demokrat aday Al Gore genel seçimden 547 bin oy farkla önde çıkmasına karşın kurulun kararı George Bush lehine gerçekleşmiş idi. HHH Amerikan seçim sisteminin bu elitist ve antidemokratik kurgusu, 5 Temmuz 2019 tarihli Birikim dergisinde Kenan Eral’ın “ABD’ye Özgü Kavramlar Sözlüğü” başlıklı katkısından veya Cas Mudde’nin 2 Kasım tarihli VoxEurope sitesindeki “Şimdiye Değin En Önemli Seçimler” adlı yazısından da izlenebilir. Her iki yazar da ABD seçim sisteminin işleyiş biçiminin yapısal olarak Demokratlar aleyhine işlediğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla hemen tüm anketlerde şu ana değin önde gözüken Biden’in tahminlere göre, en az 5 milyonluk bir fark ile seçimi kazanması gerektiği; aksi takdirde seçici kurul adı verilen mekanizmanın başkanlık tercihini Trump lehine sonuçlandırabileceği vurgulanmaktadır. Ancak Amerikan seçimlerini neredeyse “azgelişmiş bir üçüncü dünya ülkesinin sahte demokrasisi görünümüne indiren” (yakıştırma Cas Mudde’ye ait) bu uygulama, tarihsel kökenleri eskiye uzanan, özünde antidemokratik bir kurumun varlığından da öte gözlemlere dayanmakta. Bunların başında da Covid19 pandemisi nedeniyle tercih edilmekte olan “postayla oy verme” sürecinin baskı altına alınması ve oy pusulalarının merkezlere ulaşımının engellenmesi geliyor. Bu gözlemlerden hareketle Cas Mudde, VoxEuropa’daki yazısını “seçimin sonucunun katılım oranına bağlı, ancak katılma oranının da katılabilmeye dayalı olduğunu” vurgulayarak hicvediyor. Son söz olarak, bu gibi küresel boyuttaki dönüşümlerin ülkemiz medyasında “Sonuçlar Türkiye ekonomisini nasıl etkiler?” biçiminde ele alınmasının gelenekten olduğunu biliyoruz. Kişisel yorumum, seçim sonrasında ortaya çıkacak olan belirsizlik ve güvensizlik ortamının gerek dünya gerekse Amerikan ekonomisi için daha çok istikrarsızlık, risk ve aşırı dalgalanma anlamına gelebileceği yönündedir. Türkiye ile karşılaştırıldığında ise belirsizlik ve güvensizlik yarışında öne geçecek ülkenin parasının daha fazla değer yitireceği açıktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle