16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 26 KASIM 2020 PERŞEMBE DİZİ Rdeöğniel sdaenBs nateıd’deanbDaoşlğaud’ı?da Batılılar, bilim ve felsefe birlikte ele alındığında muazzam bir sıçrama gerçekleştirilebileceğini gördü “Öğrenme tutkum beni İngiltere’den dışarı atmıştı. Bir süre Paris’te kaldım. Burada yalnızca önlerindeki kitaplara kurşunkalemle yıldızcıklar çizen, vakarlı bir otoriteyle oturan barbarlardan ve ağızlarını açtıklarında cehaletleri ortaya dökülen (yaratıklardan) başka bir şey görmedim... Durumu anladıktan sonra buradan nasıl kaçmam gerektiğini düşündüm, (çünkü) Arapların Toledo’daki dünyanın en bilgin filozofları tarafından verilen derslerini dinleyebilmek için gitmekte acele ediyordum. Dostlar beni İngiltere’ye geri çağırdıklarında yanımda İspanya’dan getirdiğim çok değerli bir kitap yükü vardı.” (Jacques le Goff, Ortaçağda Entelektüeller, M.A. Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1984, s. 3637) Bu sözler, 11. yüzyılın sonlarında Avrupa’yı dolaşan İngiliz entelektüeli Daniel Morley’e aittir. Bu sözlerin de kanıtladığı gibi 10. yüzyıldan sonra “beyin göçü” Doğuİslam coğrafyasına doğruydu. Ne var ki hiçbir uygarlık ilelebet süremez... İbni Haldun uygarlık sürecini şöyle tarif etmişti: “Kavimler, gelişmek (uygarlık atılımı) için fetihlere girişerek ganimet edinir, sonra düzen kurarak haraç ve vergi toplar, kentler kurarak yükselişe geçer. Bu süreçte yeni bir uygarlığın temeli olan kültür de yaratmış olur. Sonra toplum (yönetim), maddi imkânların sınırlarına ulaşılmasının bir ifadesi olarak sefahate dalar, toplumsal yozlaşma baş gösterir, dünya nimetlerine dalmış olanlarda yorulma ve çürüme belirtileri başlar ve sonra uygarlık çöküşe geçer. Yeni bir uygarlık ya eskinin bağrından çıkar ya da bir başkası tarafından yıkılanın temelleri üzerinde kurulur.” EVET, ÇÖKMEK ZORUNDAYDI Uygarlıkların yükseliş ve çöküş sürecini anlatan özgün bir yaklaşımdır bu. O halde şu soruyu sorabiliriz: Doğuİslam uygarlığı çökmek zorunda mıydı? Evet, çökmek zorundaydı. Çünkü her uygarlık onu yaratan toplumun üstlendiği misyonun (din), amacın (fetihharaçvergi) ve imkânların (ekonomikaskeri güç) sınırlarına kadar genişleyebilir. Hedeflenen tarihsel misyon ve amaç, toplumsal sistemlerin (feodalizmkapitalizmsosyalizm) neyi nasıl üreteceğini ve bölüşeceğini de belirler. Yani misyon ve amaç, bilim ve teknolojiyi, kültür ve sanatı nasıl üretip kullanacağınıza da karar verir. Ortaçağ imparatorluklarının siyasi ve kültürel ufukları din ve fetihle sınırlıydı. Bu yüzden söz konusu devletlerin altyapısı, önce toprak ve yağma sonra da haraç ve vergiyle yaratılabilirdi. Misyon ve amaç, toplumların DNA’sı gibidir. Nasıl ki DNA, canlıların ne olacağının kodlarını içinde taşıyorsa toplumların misyon ve amaçları da onların ne olacağını belirler. İslam dinini yayma (cihat) ve fethedilen bölgelerden ganimetharaçvergi toplama misyonunu benimsemiş İslam toplumları, “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” ideallerini benimsemiş burjuva demokratik toplumlara dönüşemezlerdi, çünkü bu toplumların ve bu toplumları yaratan bireylerin amaç ve misyonları farklıydı. Kuşkusuz yeni uygarlıklar, eskilerin kültürel altyapılarını içerirler ancak amaçları yenidir. Tartışmasız olan şey: Her toplum ve uygarlığın, kendi amaç ve misyonuna uygun insan tipi yaratmasıdır. Çünkü uygarlıkların üretim ve tüketim anlayışı gibi, insanların yaşam tarzı, maddi gereksinimi, ihtiyaç duyduğu ve arzuladığı bilim ve teknoloji, felsefe, doğa ve insan ilişkisi de farklıdır. Bununla belirlenmiş bir insan tipinin ve bu insanlardan oluşan bir toplumun “daha ileri” bir toplumsal model benimsemesi ve onu yaratmak için kolları sıvaması mümkün değildir. Bunun için köklü bir kopuş ve yeni bir toplumsal paradigma gereklidir. Böyle bir beklenti, hayalden öteye gidemez. Dolayısıyla Doğuİslam uygarlığı baştan itibaren yıkılmaya mahkumdu. 5 MADDEDE YIKILIŞ SÜRECI Yıkılışın nedenlerini özetle, önem sırasına göre şöyle sıralayabiliriz: n Üstlenilen misyonla çağın yakalanamaması. Bunu özellikle vurguluyoruz, çünkü birçok yazar ve düşünür, Müslüman devletlerin gelişememesini sadece İslam dinine bağlamaktadır. Halbuki din, 7.13. yüzyıllarda büyümenin ve çağdaş değerler yaratmanın motivasyonunu oluşturuyordu, fakat ideolojik sınırlıklar yıkılışın da kodlarını içinde taşıyordu. Özetle, bir paradigma değişikliğine gitmeden yeni bir süreç (Rönesans) başlatılamazdı. n Doğuİslam uygarlığının ortaya çıktığı Akdeniz havzasının maddi olanakları yıpranmıştı. Bu bölge, Sudan’ın altınlarını ve Orta Asya’nın kısmi imkânlarını saymazsak rezervi tüketilmiş bir coğrafyaydı. Bu yüzden serbest rekabetçi Batı kapitalizmi, önce Amerika kıtasının devasa servetlerini, sonra Hindistan, Uzakdoğu Asya ve Orta Afrika’nın insan (köle) ve hammadde kaynaklarını ele geçirmek zorundaydı. İslam devletleri açısından bu olanaklar tükenmişti. n 11. yüzyıla girildiğinde Müslüman toplumlar kendi aralarında ölümüne parçalanmışlardı. Birbirinin gözünü oyan 3 farklı halife (Bağdat, UYGAR KAVIMLER NEDEN YENIDEN BARBARLAŞIR? Peki ama çöken uygarlıklar, arkalanın çöküşünden sonra barbarlık koşullarında neden herhanrına geri dönmüştü. gi bir birikim bırak6.10. yüzyıl arasınmıyor? da Avrupa’da ticaret Her yeni uygarçökmüştü; bilim ve lık (Batı), yıkıma uğeğitim son bulmuş, rayan eski uygarlığın ulaşım kesintiye uğ(Doğu) bütün imkân ramış, sağlık sistemi ve birikimini güç ve yok olmuş, her yanı yaratıcılık kullanasalgın hastalıklar sarrak kendine çevirir. mıştı, nüfus her yerde Ardından da eski uyseyrekleşmişti. İslam garlığın bütün can coğrafyası da aynı damarlarını keser. akıbete uğramıştır. Can damarı kesilen Ayrıca Doğuİslam toplumlar, sömürüldükleri ve yağmalanÖmer Hayyam uygarlığının başarılarını ve tabii ki başarıdıkları için birkaç kusızlıklarını ve sınırlışak sonra kültürel açıdan çölleşirler. lıklarını da o günün koşulları içinde Bunun, enerjinin sakınım yasasıy değerlendirmek gerekir. Doğuİslam la da ilgisi vardır. Özetle, gelişmek uygarlığı, önemli kültürel başarıların te olan uygarlıklar, yükselebilmek yanı sıra büyük düşünürler de yaratiçin verili olanakları (enerji), yani bi mıştır. Bu düşünürlerin ilki, kuşkusuz lim, doğa, insan emeği ve düşünsel Hz. Muhammed’dir. Sonra onu Arapbirikimi kendi yararına dönüştürmek ların ilk filozofu ElKindi, ErRazi, Fazorundadır. SümerBabil veya Habe rabi, İbni Sina, Biruni, Hayyam, GaşistanMısır uygarlıkları çökerken de zali, İbni Rüşd ve İbni Haldun gibi arkalarında kültürel açıdan çölleşinsanlık tarihinin düşünsel birikimine miş bir coğrafya bırakmışlardı. Orciddi katkılarda bulunan onlarca düta Avrupa, YunanRoma uygarlığışünür takip etmiştir. DOĞUİSLAM UYGARLIĞI VE FELSEFESI SADIK USTA 4 Kahire, Endülüs), birbiriyle ölümüne savaşan onlarca devlet ve yüzlerce emirlik, çöküşü sadece çabuklaştırmıştı. 11. yüzyılın sonunda Toledo (1085), Sicilya (1091) ve Kudüs (1098) düştüğünde artık Doğuİslam uygarlığı da çöküşteydi. n Moğol istilalarının (1250) yarattığı tahribat da buna eklenebilir, fakat bu hiçbir zaman önemli bir neden olmamıştır. Moğol istilaları, çökmüş olan bir uygarlığın son kalıntılarını temizlemişti. n Selçuklu veziri Nizamülmülk döneminde felsefeye karşı yürütülen kampanyanın (Gazali’nin filozofları tekfir etmesi) özgür düşünce üzerinde kısmi bir etkisi olmuştur ancak bu hiçbir zaman esas neden değildir. Eşarilik (Ebul Hasan) olarak bilinen Gazali’nin görüşleri, 9. yüzyılın sonlarından itibaren tedavüldeydi. Yükselişte olan toplumlar, gerici fikirlere itibar etmezken yıkılırken onları baş tacı ederler. Dolayısıyla Gazali’nin görüşleri, 16. yüzyıldan sonra Osmanlı üzerinde olumsuz rol oynamıştır. Gazali’nin tayin edici bir etkisi olsaydı ne büyük filozoflar İbni Tufeyl (11101185) ve İbni Rüşd (11261198) ne de İbni Haldun (13321406) ortaya çıkabilirdi. Doğuİslam uygarlığının yarattığı birikim (bilimsel keşifler, teknolojik icatlar, felsefi yenilikler ve kültürel alışkanlıklar) Müslüman toplumların gelişmesinde, devletleşmesinde çok önemli bir rol oynadı, fakat bunların etkisinin de bir sınırı vardı. Sonradan bu birikim, daha bir üst aşamaya sıçrayan yeni bir uygarlığın (Batı’nın) temelini oluşturmuştu. Avrupa’da filizlenen hümanizm ve Rönesans, sanıldığı gibi Müslümanlardan Yunan düşüncesini öğrendikten sonra başlamadı. Bu konuda da büyük yanılsama söz konusudur. Batılılar, Yunan eserlerinden her zaman haberdardılar. Bu eserler, Batı’nın kütüphanelerinde duruyordu, fakat bunlara ihtiyaç duyacak bir toplum ve zümre mevcut değildi. Fakat Batılılar, Müslüman toplumlardan bilim ve felsefe birlikte ele alındığında muazzam bir sıçrama gerçekleştirilebileceğini görmüşlerdi. Batılı aydınlar, Müslümanların yapıtlarını harıl harıl çevirip okudular, fakat Rönesans’ın başlaması için bir 400 yıl daha, yani koşulların olgunlaşmasını beklemişlerdir. İSLAM FELSEFESININ KATKISI Özgün bir İslam felsefesinin varlığı bir uydurma değil, tarihsel gerçekliktir. Felsefe tarihinde “büyük felsefi katkılar” yoktur. Her katkı, öncekilere “küçük” ve ayrıntıda bir katkıdır. Düşüncede büyük sıçrayışlar istisnadır ve aslında her “küçük” tarihsel katkı, bir paradigma değişikliğine de tekabül eder. Platon’un, Aristoteles’in, Descartes’ın, Kant’ın, Marx’ın katkıları da hep küçük ama tayin edici (paradigma değiştiren) ölçekte olmuştur. DIN VE FELSEFE IKI SÜTKARDEŞTIR Katkı, düşüncede tıkanmanın giderilmesi, bendin yıkılıp suyun önünün açılmasıdır. Doğuİslam felsefesi, 5. yüzyıldan itibaren bütün dünyayı etkisi altına almış olan dinci (Yahudi, Hıristiyan ve İslam) taassubun etkisini kırarak düşünceye yeniden felsefeyi sokmuş ve açtığı gedikle Rönesans ve aydınlanma sürecinin başlamasına katkıda bulunmuştur. Felsefe, ilahiyatın düşünsel alanını daraltmış, onun bilim ve akla karşı ördüğü önyargıları dağıtmıştır. 12. yüzyılda tektanrılı dinlerle (düAristo şünür ve filozofları) felsefeyi buluşturmak, düşünce tarihinde bir devrim ve felsefede paradigma değişikliğiydi. Bu süreçte okuyan yazan herkes felsefeyle uğraşır hale gelmiştir. Bu gelişme, Doğuİslam felsefesinin büyük başarısıdır. Dünyanın en seçkin filozofları ve bilim insanları, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd’ü idol kabul etmişlerdi. İbni Rüşdçü akım (sonradan Aristotelesçilik), 500 yıl boyunca (12.16. yüzyıl) Avrupa’nın düşünsel yaratımının ana kaynağını oluşturmuştur. İbni Rüşd’ün “Din ve felsefe iki sütkardeştir” ifadesi veya tezi, felsefede bir sıçrama ve devrimdi. Bu düşünsel devrim, tıpkı Kopernik’in ve sonradan Galileo’nun bilim dünyasında “Güneş değil, fakat dünya dönüyor” demesi gibi bir olaydır. B İ T T İ Ayrıntılar Cin, cemaat, cehalet! Açık konuşalım “büyük tükeniş” yaşıyoruz. Geçici çözümlerle düzeni allayıp pullayıp toplumun önüne koymanın da yararı olmayacaktır. Şu salgın günlerinde gördük ki tepeden tırnağa “yalan” üstüne kurulu düzen. HHH Gericilik üstümüze kâbus gibi çöktü. Ankara’nın eski belediye başkanı “cinler” yüzünden Fethullah Gülen’e kandığını söyledi. Muhalif vekil Tanal, “Türkiye’nin en muhafazakâr partisi CHP’dir” diye ekledi. Olağan koşullarda bu hallere gülmemiz gerekirdi, ama gerçeğimiz oldu artık. Ahmaklığın kutsandığı günlerdeyiz. Oğul Arınç ayaküstü babasını satıyor, Cemil Çiçek korkuyla ekrandan günah çıkarıyor ardından. Mafya liderleri yurtsever olarak takdim ediliyor, iktidarı muhalefeti yarışa giriyor “ben daha dinciyim, daha ırkçıyım” diye. Gözümüzün önünde olanlara dehşetle bakıyoruz. Çürümenin hızı karşısında şaşırmamak elde değil. HHH Herhangi bir memlekette insanlar din, Tanrı korkusuyla hizaya getiriliyorsa, orası yok olmaya mahkumdur. Birey olamayan insanlar iradesini, güçlü gördüğü kim varsa ona devreder. Düşünmez, düşünmek de istemez. Kurnazdır, fırsatçıdır! Sorumluluk almaz, Yaradan’a havale eder hangi meselesi varsa. Yeryüzünde Tanrı adına hükmedenler de sömürü düzenini böylece işletir. Tüm bunlara bir de entelektüel sefalet eklendi. Fikir denmesi güç, gülünç lafazanlıklarla ortada görünen kimseler kendini yazar, akademisyen, felsefeci diye pazarlıyor. Artık ölçüler kayboldu! Nasılsa kimse sormuyor “kaynağın nedir” diye. Bu memlekete yapılan en büyük kötülük aydınlanmayı zaafa uğratmaktır. Uygarlık tarihini İslam üzerinden, dinler, Tanrı merkezli açıklamak aymazlıktır. Felsefe bilmemektir. AKP yıllarında tam da aranan budur. Diyeceğim ürkütücü boyuttadır cehalet. HHH Ekmeği için yürüyen işçiyi devletin polisi kıyasıya dövüyor. İşsizlikten canına kıyıyor insanlar. Hastaneler tıka basa dolu. Üretim sıfır, iflasların ardı arkası kesilmiyor. Borçlarını ödeyemiyor kimse. Evine ekmek götüremeyen babalar delirmek üzere. Manzara bu! Kemal Derviş’li günlere hazır olun. “Yetmez ama evet”çi çığırtkanlar sahaya sürüldüyse yakın gelecekte yeni sömürü reçeteleri konacaktır önümüze. Mesele görevin kime verileceğidir. Siyasiler rol kapma yarışında, iktidar için her kılığa giriyorlar nasılsa. Kimseler hesap vermiyor bu memlekette. Dünyada yine başıboş para var, buradan pay kapmak için kolları sıvamış durumda bizim siyasiler de! Peki, bu para ne karşılığı veriliyor? Üretmeyen, yaratmayan, düşünmeyen ülke er ya da geç egemenliğini kaybeder. Vaziyet budur. Artık bu ülkenin herkesin geleceği olan bir hazinesi yoktur. Belki geçici süre birileri paçayı kurtarır borçlanarak ama her doğan çocuk geleceksizdir. Bunu bilen gençler fırsat bulur bulmaz kaçıyorlar zaten. Tablo ağırdır, hazindir. HHH Türkiye’ye biçilen rol bellidir. Üzerine boca edilen dinci, mezhepçi, popülist milliyetçi söylemlerle halk avutulacaktır. Ucuz işgücü, Soros’un deyişiyle “maliyeti düşük, kolay ölen askeri güç” olmaktan öte herhangi bir varlık göstermesi istenmiyor ülkenin. Bu yüzden gericilik pompalanıyor, seviyesi iyice düşen siyasetçiler sürülüyor piyasaya. Çok uzun yıllar önce “onur” sözcüğünü hakiki anlamından sıyırarak kullanmaya başladı yazık ki insanımız. İlk önce “onur” sözcüğü kirlendi, ardından “özgürlük”, “adalet”, “eşitlik”, “emek” aklınıza gelen değerli ne varsa, tümü kirlendi. Acı olansa hâlâ bir Cumhuriyet varmış gibi davranan, geçici olduğunu bildiği halde yaşam biçimine kimse dokunmuyor diye avunan geniş kesimlerin gamsızlığıdır. HHH Sıkça dillenen “çözüm önerin nedir” sorusu yanlıştır. Bunca vurdumduymazlığa “reçete” uydurarak çıkış bulmak mümkün değildir. Herkes salgın günlerinde sormalı önce “ben nerede hata ettim” diye. Doğru soruları sormadan anlamlı yanıt bulmak mümkün değildir. Yüksel İlk kazma vuruldu Kartal Belediyesi’nin, Yalı Mahallesi’ne kazandıracağı “Yalı, Yunus ve Topselvi Kültür Merkezi Projesi” ile Esentepe Mahallesi’nde kurulacak “Aşevi ve Gıda Bankası Projesi” için ilk kazma vuruldu. Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel “Yalı, Yunus ve Topselvi’nin idari olarak, etüt merkezi, kütüphane ve taziye evi gibi ihtiyaçlarını karşılayacak bir tesis inşa edeceğiz” dedi. Gıda Bankası Projesine ilişkin de bilgi veren Yüksel, “İhtiyaç sahiplerinin sıcak yemek ihtiyaçları karşılanacak. Bu konuda bizimle beraber olan Türkdoğan ailesine teşekkürlerimi sunarım” diye konuştu. l İç Politika
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle