10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 29 OCAK 2020 ÇARŞAMBA TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN DİZİ ASISTAN MUMCU’NUN KALEMINDEN 6 ‘27 Mayıs, tedavi değil ilkyardım’ UĞUR MUMCU Demokrat Parti’nin yıkılış nedenleri arasında antilaik tutum da son derece önemli bir etkendi. 1946’da çok partili hayata girer girmez yoğunlaşan antiKemalist tepkiler, 1950 yılında Demokrat Parti’nin ilk hükümet programında açıkça belirtiliyordu. Başbakan Adnan Menderes, devrimleri “tutan devrimlertutmayan devrimler” olarak ikiye ayırıyor ve böylece Atatürk devrimlerinin parçalanabileceğini bir hükümet görüşü olarak açıklıyordu. Menderes, geçmiş devrin “müdahaleci, kapitalist, bürokratik ve inhisarcı (tekelci) devlet anlayışına karşı olduğunu” belirtiyor, devirlerinin eski devrin bir tepkisi olduğunu açıklıyordu. Ancak Demokrat Parti’nin sınıfsal yapısının gerektirdiği siyasal savunma araçlarının en etkili, en önemlisi din silahıydı. Temelde ticari kapitalizm ile İslamcı akımları birleştiren bağ buydu. İlk yıllarda başlayan Ticanilik, iktidarın sonradan desteklediği Nurculuk gibi gerici akımlar gittikçe güçlendi. Kasaba burjuvazisinin en sağlam dayanağı din silahı, böylece Demokrat Parti’nin temel dayanaklarından biri oldu. 1958 ekonomik krizine gelindiğinde Türk demokrasisi bu denli olumsuz koşullar içerisindeydi. Devrin muhalefeti ve kamuoyunca bu ekonomik kriz ve laiklik konusundaki tutumlar gittikçe sertleşiyor, iktidar da bu eleştirilerden kurtulabilmek için basın özgürlüğünü kısıcı yasaklara yöneliyordu. Demokrat Parti’nin yasaklama politikası, muhalefetin denetim görevini ortadan kaldırmaya yönelince toplum içerisinde büyük huzursuzluklar sokağa döküldü. Antidemokratik tedbirlere karşı Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nden sert tepkiler gelmeye başladı. İktidar, tepkilere karşı polisi kullanmaya teşebbüs etti. Polisöğrenci tartışma ve kavgaları iktidara karşı bir ihtilâl havasına büründü. Emniyet kuvvetleri ile yetinmeyen iktidar, Ankara ve İstanbul şehirlerinde sıkıyönetim ilan ederek antidemokratik baskılara orduyu da alet etmek istedi. 2829 Nisan olayları ile iyice sertleşen iktidargençlik ilişkileri 27 Mayıs 1960 günü duruma Silahlı Kuvvetlerin müdahalesi ile son buldu. İktidar sorumluları ihtilal günü tutuklanarak anayasayı ihlal suçundan yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Demokrat Parti’nin üç sorumlusu hakkında verilen ölüm cezası infaz edildi. 27 Mayıs devrimi, “...1950’den son ra kurulmuş olan burjuva bürokrasi dengesinin bozulmasına ve bürokratik yanın zayıf düşürülmesine karşı bir tepki...” olarak nitelenmektedir. Prof. Mümtaz Soysal’a göre, “...askeri sivil bürokrasi kendi eliyle getirmiş olduğu demokrasinin gelip dayandığı sonuç karşısında seçimden çıkma iktidarı devirmekten ve öncülüğü yine ele geçirmekten başka bir yol...” bulamamaktadır. Prof. Dr. İdris Küçükömer’e göre ise “... kendi varlığını korumak isteyen bürokrasinin yapmış olduğu...” bir hareketti ve bürokratların” ...subay kanadından “bir grup... tarafından başarılmıştı. Böylece iktidara gelen 27 Mayısçılar “hukukçu profesörlere bir anayasa ısmarlamışlar” ve “bu ısmarlanan anayasayı da” yürürlüğe koymuşlardı. Baskıya direnişin örneği Demokrat Parti kurucusu ve 195060 devrinin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kendisini iktidardan uzaklaştıran ve ölüm cezasına çarptıran 27 Mayıs ihtilalini şöyle tanımlamaktadır: “...Bence 27 Mayıs bir fiili durumdur. Osmanlılardan gelme geleneksel yönetimimizdeki ordumedrese işbirliğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişi, müdahalesidir...” Prof. Münci Kapani ise şu yorumu yapmaktadır: “...27 Mayıs devrimi, baskı karşısında direnmenin en belirgin örneklerinden biri sayılabilir. İlerici kuvvetlerin el ele vererek gerçekleştirdikleri bu hareketin hedefleri bellidir: Atatürk prensiplerinin korunması ve demokratik hukuk devletinin yeniden sağlam temeller üzerine kurulması.” Prof. Dr. Bülent Nuri Esen’in yorumu ise şu şekildedir: “...Gayesi iktidarın davranışları yüzünden saygı görmeyen demokratik anayasa değerlerini korumak olan ve bu korumanın başka bir yoldan sağlanmasına imkân kalmamış bulunduğu için patlak verme zorunda kalmış bulunan, aynı zamanda Silahlı Kuvvetlerle desteklenen her halk hareketi ‘meşru ihtilaldir’... 1960 ihtilali ile Türk Anayasa gelişmesinde yeni bir sahife açılmıştır...” Yine Sayın Esen’in tanımına göre “...1960 askeri müdahalesi bir ilkyardımdır. Radikal bir tedavi değildir...” İhtilalden sonra hazırlanan anayasanın amacı, demokratik hukuk devletinin temellerini atmaktır. 1961 ANAYASASI 27 Mayıs İhtilali’nden sonra bir bilim kurulu tarafından anayasa tasarısı ha zırlandı. 6 Ocak 1961’de toplanan kuru cu Meclis, anayasayı hazırladıktan son ra 9 Temmuz 1961’de halkoyu hazırla nan bu anayasayı kabul etti. Bu anayasa ile Türkiye yeni bir devre başlamış bulu nuyordu. 1961 Anayasası, geçmiş devrin bütün sakıncalarını göz önünde tutarak çalışan ve bu nedenle genel oya da bir parça kuş ku ile bakan bir kurulca hazırlandığı için iktidar frenleyici mekanizmayı da ken di yapısı içerisinde getiriyordu. Özellik le yargı denetiminin en geniş kapsamı ile benimsenmesi, bu endişenin belirtilerin den biridir. Egemenliğin kullanılışı ile il gili olarak hükümet kanunlar çerçevesi içerisinde “görev” yapan bir organ olarak tanımlanmış, egemenliği kullanma bir “yetki” olarak yasama ve yargı organları na verilmiştir. 1961 Anayasası, genel oyu kabul etmiş ve partileri demokratik haya tın vazgeçilmez unsurları olarak nitele miştir. Genel oy ve çok partili düzen an layışı ile uyumlu olarak düşünce özgür lüğü en geniş kapsamlarla anayasa hük mü olarak benimsenmiş, geçmiş dev B rin sakıncaları da düşünülerek basın özgürlüğünü koruyacak ayrıntılı hü İ kümler benimsenmiştir. T T İ Anayasa, bu ilke ve hükümleri ile “anayasanın üstünlüğü” ilkesini benimsemiş ve bu ilkeyi devletin temel lerinden biri saymıştır. Bu nedenle devlet adına kamu gücünün kullanılması da bu anayasanın ilke ve koşulları ile sınırlandırılmıştır. Anayasanın en önemli temellerinden biri de Atatürk devrimlerinin temel dayanak noktası olarak benimsenmesiydi. Gerçekten anayasanın önsözünde Kemalist devrimin ilkelerine bağlı bulunulduğu edebi bir formül içerisinde belirtilmektedir. Yeni tartışmalar 1961 Anayasası devrinin en ilginç olaylarından biri de Sosyalist Parti’nin kurulması ve parlamentoya girişidir. Türkiye İşçi Partisi’nin Türk siyasal hayatına girmesi ile birlikte Türk halkı için “yeni” sayılabilecek konuların tartışmaları başlamış ve çok partili düzenimizde bir “başka ses” duyulmaya başlanmış, bu yeni akım, toplum içerisinde etki ve tepkisini yaratmıştır. 1965 seçimleri ile büyük çoğunlukla iktidara gelen Adalet Partisi, bu yeni anayasa devrinin uygulanması ve anayasa ilkelerinin yaşatılması ile sorumlu iktidar partisi olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, oy sayısı bakımından ikinci büyük parti olarak muhalefet görevini yürütmüştür. Bu iki büyük parti yanında, Millet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, İşçi Partisi, Birlik Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Güven Partisi yasama görevi yapmışlardır. UĞUR MUMCU’NUN ÇOCUKLUK ARKADAŞI PROF. DR. ÖNDER PEKCAN: Tiyatro gibi izlerdik UĞUR MUMCU’YU ANLATIYORLAR 6 MUSTAFA BALBAY Prof. Dr. Önder Pekcan, Uğur Mumcu’nun çocukluktan başlayarak 1993’e dek hiç ayrılmadığı arkadaşı. Gençlikte ayrı kentlere düşünce de mektuplaşmışlar. Pekcan’la görev yaptığı Kadir Has Üniversitesi’ndeki odasında Mumcu mektupları ve fotoğrafları arasında konuştuk. n Uğur Mumcu ile nasıl bir çocukluk geçirdiniz? İyi haylazdık. Okulda, Bahçelievler’deki mahallemizde güzel günlerimiz geçti. Uğur, tiyatro gücüyle öne çıktı. Özellikle Deneme Lisesi’nde ne zaman bir müsamere olsa ilk Uğur’a rol verirlerdi. Birinde Alparslan’ı, birinde de Namık Kemal’i canlandırdığını anımsıyorum. Ders kitaplarından çok kahramanların kitaplarını okumayı seviyordu. Saadet Göbeles adında bir hocamız vardı. “Beni keşfeden Saadet Hoca’dır” derdi. Futbola da düşkündük. Galatasaray Ankara’ya geldi mi, tren garına gider karşılardık. Paramız olmadığı için son 15 dakikada kapılar açılınca girerdik. n Mahalle arkadaşlarınız... Başta Emin Çölaşan olmak üzere evimizin çevresinden de arkadaşlar vardı. Onlarla Pazar Durağı’nda buluşurduk. Prof. Muammer Aksoy da bizim mahalledeydi. Bazen onu ziyarete gider, tarihi olayları dinlerdik. Uğur hukuk, ben fen fakültesine gittim. Uğur’un üniversite yaşamı bambaşkaydı. Lisede derslerle fazla ilgilenmeyen Uğur gitti; çalışkan, aktif, hocaların gözdesi, Talebe Cemiyeti Başkanı, münazara ustası, yazar Uğur geldi. Ezber gücü çok yüksekti. Sosyal ilişkileri çok güçlüydü. Dönemin tanınmış siyasilerini, yazarlarını okula konferansa getirirdi. n Kimler vardı? Mesela Süleyman Demirel’i daha Adalet Partisi Genel Başkanı olmadan, üniversite kürsüsüne ilk çıkaran Uğur’dur. Şevket Süreyya Aydemir, Mehmet Ali Aybar, Çetin Altan, İlhan Selçuk bu yolla tanıştığımız kişiler oldu. Şevket Süreyya Aydemir bi Uğur Mumcu’nun ömür boyu kopamadığı arkadaşı Prof. Pekcan, Mumcu’nun kendisine gönderdiği mektupları paylaştı. zi evine davet etti, hemen kabul ettik. İlhan Selçuk’la da güzel sohbetlerimiz olurdu. n Münazaralara katıldınız mı? Uğur’un münazara performansı tek kelimeyle muhteşemdi. Uğur zaten arkadaş sohbetlerinde bile büyük topluluklara hitap eder gibi konuşuyordu. Biz Uğur’u bir tiyatro izler gibi izliyor, dinliyorduk. n Üniversite bitince arkadaşlık bitmedi. Büyük bir güven ve duygu birliği ile bağlıydık. Öyle şeyler yaşadı ki; çocukluktan ilk gençliğe girerken bir kıza nasıl açılacağımı bilemediğimi söyleyince Uğur, “Sen kızla yan yana yürü, ben senin öbür tarafında olurum, kıza neler söylemen gerektiğini söylerim” dedi. (Gülümseyerek) n Hayata atılınca arkadaşlık nasıl devam etti? Ben İstanbul’a geldim. Uğur’u hocaları çok istiyordu. Prof. Tahsin Bekir Balta’nın yanında asistan oldu. Avukatlık hakkını kazandı. Biz mektuplaşmaya başladık. Ben eğitim için Amerika’ya gittim, Uğur dil öğrenmek için İngiltere’ye gitti. Oralardan da mektuplaştık. Uğur’un mizah gücü de çok yüksekti. Bu, mektuplarına da yansırdı. Sonra 12 Mart 1971... n Acılı günler... O günlerde de mektuplaştık. Hatta ben tanınmıyorum diye kimi mektupları, benim üzerimden gönderirdi. Her şeyiyle güvenirdik birbirimize. Uğur, hangi gazeteye, dergiye yazı gönderse yayımlanıyordu. Bu yazılar 12 Mart’la birlikte “suç unsuru” olmaya başladı. Sakıncalı Piyade’de anlattıklarının tümünü bizzat kendisinden dinledik. n Evlilikler de arkadaşlığınızı soğutmuyor... Tam tersine... Eşim Remziye ile beni Uğur tanıştırdı. Sonra eşim de ben de Uğur’a bastırmaya başladık, sıra sende diye... Güldal’la evlendikten sonra aile boyu görüşmelerimiz başladı. Dostluğumuz çok iyiydi, ama ülke iyiye gitmiyordu. Her gün bir aydın bir yazar öldürülüyor. Uğur’a, arada bizde kalın diyordum. Hedef olduğu için şaşırtıcı olsun diye. İnanır mısınız, 12 Eylül olunca aklıma ilk Uğur geldi, hiç değilse can güvenliği bir nebze sorun olmaz diye düşündüm. n Uğur Mumcu, 40’lı yaşlarında nasıl bir kişiliğe sahip oldu? Üniversitede yeşeren, serpilip gelişen bütün özelliklerini geliştirdi. Mizah gücü çok yüksekti. Şövalye bir yanı vardı. İki ideolojisi vardı: Kemalizm ve antiemperyalizm. Silahlı mücadeleye sağsol fark etmez, şiddetle karşıydı. Erbakan hapisten çıktığında ziyaret etti. Ona giderdi, sırf mücadelesini silahsız yapıyor diye. n En son ne zaman görüştünüz? Biz Uğur’la çok az istisnası vardır, bütün yılbaşılar akşamlarını beraber geçirdik. 31 Aralık 1992 akşamı beraberdik. Önümüzdeki dönemde roman yazacağını söyledi. Artık bazı şeyleri roman olarak anlatmak istiyordu. Ahh bir de nasıl anlatsam, öldürüleceğini biliyordu. Bir gün çelik yelekten bahsetti; niyet ettikten sonra vururlar dedi, konuyu kapattı. MİZAH USTASI UĞUR MUMCU Uğur Mumcu’nun mizah gücünü hep vurguladık. Mizah her şeyden önce akılla zekânın birleşiminden doğan eşsiz bir yaratımdır. Ciddi bir durumu, kara mizah konusu yapmak kadar ciddi bir eleştiri yoktur. Uğur Mumcu bu anlamda mizahın kendi içindeki türlerini de kullanırdı; sözcük oyunlarından olayları karikatürize etmeye kadar... Gazetecilikte çok tartışılan bir ikilem vardır: gazeteci olunur mu gazeteci doğulur mu? “Olunur” diyenler, her şeyin çalışma ve kararlılıkla başarılacağını savunur... “Do ğulur” diyenler, bu işin her şeyden önce yetenek istediğini öne çıkarır... Uğur Mumcu, doğuştan gelen yeteneklerini öne çıkarıp geliştiren, gazeteci “olmak” için azimle, disiplinle çalışan bir kişiydi. Yani ikisi birdendi. Mizah gücü de var olan bir yeteneğin geliştirilmesi, cilalanması, sanatsal bir emekle biçimlendirilmesidir. Anında mizah yapabilmek ise yukarıda vurguladıklarımızın toplamıdır. Bu bölümde Uğur Mumcu’nun mizah ve izah gücünü anlatan örnekler paylaşıyoruz. Ödünsüz mesajlar verirdi Sadece TRT’nin yayında olduğu 1970’li yılların so iyi hazırlanmış olurdu. Bu tür programlara hazırlıklı gelmek nunda, CHP’nin hükümet ku yetmez, karşı taraf bir şey rup Genel Başkan Ecevit’in söyleyince anında cevap ver Başbakan olmasının ardın mek de çok önemlidir. Uğur dan TRT’nin yayıncılık anlayışı Mumcu bunu da çok iyi ya da yenilendi. Uğur Mumcu bu pardı. Vurgulamak istediği, anlayış içinde televizyondan akılda kalmasını istediği bir seslenmeye başladı. cümleyi, mesajı adeta slogan Prof. Emre Kongar o gün haline getirir, söylerdi. Arada lerde TRT’de program yapı yineleme ile onun yerleşmesi yordu. Uğur Mumcu’yu sıklık ni sağlardı. Bu şekilde, daha la programlarda konuk eden Emre Kongar önce söylenmiş olan bir söz Prof. Kongar’la o günleri ko bile Uğur Mumcu’da bir yeni nuştuk: lik, tek başına bir mesaj niteliği kazanır n Emre Hocam, o günlerdeki prog dı. Bütün bunları mizah gücüyle tamam ramları ve Uğur Mumcu’nun sizde bıraktı lamak başlı başına bir iştir. O ciddi, sert ğı izlenimleri paylaşır mısınız? konuşmaların arasına ya da devamına Programlarda ilkesel olarak bir kadın gülümseten bir söz yerleştirmek herke bir erkek konuk alıyorduk. Tarafların ko sin harcı değildir. nuşma süresi 45 saniyeydi... n Uğur Mumcu’nun ürettiği pek çok n 45 saniye? “siyasi terim” de oldu değil mi? Evet... Bir konuk söz aldığında 45 sa Olmaz olur mu... Slogan şeklinde söz niye konuşur, sonra söz sırası karşı tara ler üretmenin yanında bir davranış biçi fa geçerdi... minin ne anlama geldiğini bir ya da iki n Bugünkü tabloya çok ters de... O sözcükle özetleyen tanımlar da üretir nedenle araya girdim... Uğur Mumcu’yu 1974’ten sonra 1979’da ilk televizyona ben çıkardım. Uğur Mumcu açıkoturumlarda vurgulu bir sesle, sert ve kısa cümlelerle konuşurdu. Ödünsüz mesajlar verirdi. Mesela Ali Sirmen de öyledir. Konuştular mı, tüm salona hâkim olurlar. di. Buna üretmeden çok icat etme demek daha uygun olur... Mesela tekkeli liboş ilk aklıma gelenlerden... Kitaplarının adı da bu tür mesajlarla doludur. TarikatSiyasetTicaret bunun somut örneklerindendir. n Uğur Mumcu’nun bu özelliklerini bir ya da iki sözcüğe sığdırmak gerekirse ne n Uğur Mumcu’nun konuşma biçimini söylemek gerekir? aktardınız, içerik olarak açar mısınız? Batılı bir söylem kullanmak gerekirse Lafını sakınmazdı. Hani cepheden der retoriği çok güçlüydü... Eskilerin diliyle ler ya, öyle yüklenirdi... Konu her ne ise söylemek gerekirse natıkası kuvvetliydi. Bari çay söyle... 14 Şubat 1974’te TRT Genel Müdürü olan İsmail Cem, kurumda büyük hamleler yapmıştı. Nisan 1975’te Demirel hükümeti tarafından görevden alındı. Danıştay’a başvuran Cem, davayı kazandıktan sonra kurumda bir toplantı düzenlendi. Herkes açıklama yapmasını bekliyor. Cem pek oralı değil. Mumcu devreye giriyor: “İsmail bir şey söyle...” Cem, “Ne söyleyeyim?” karşılığını verince Mumcu, müstehzi sesleniyor: “Hiç değilse çay söyle!” Güzel var... Uğur Mumcu, Özal döneminin olumsuzluklarını en çok kaleme alan gazetecilerin başında geliyordu. Bir programda Mumcu’ya şu soruyu yöneltiyorlar: “ANAP’ın hiç mi güzel bir yanı yok?” Mumcu, anında karşılık veriyor: “Olmaz olur mu, var tabii...” Karşısındakiler merakla Uğur Mumcu’ya bakarken yanıt gelir: “Hasan Celal Güzel var!” İlk öğle yemeği Uğur Mumcu’nun “karşı taraftan” kişilerle diyaloğunda en sık takıldığı kişi 12 Eylül 1980 öncesinde MHP’nin aktif yöneticileri arasında yer alan Yaşar Okuyan’dı. Mumcu, onunla karşılaştıkça gülümseyerek takılırdı: “Nasılsın güler yüzlü faşist!” Okuyan’la o günlere ilişkin anılarını konuştuk: “12 Eylül günlerinde uzun hapislik bitti, çıktık. Kızılay’da yürüyorum. Bir ses; ‘Faşist’... Baktım, Uğur Mumcu. Girdim içeri. Öğleyin, güzel bir sofra kurmuşlar. Kızarmış tavuk... Özgürlükte ilk öğle yemeğini Uğur Mumcu ısmarlamıştır.” BİTİRİRKEN... Bu yazı dizisi Uğur Mumcu’yla ilgili kitabmın 3. bölümünün özetiydi. “Kalpaksız Kuvvayı Milliyeci Uğur Mumcu, Cumhuriyete adanmış bir ömür” başlıklı kitap üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Mumcu’nun yaşamı, ikinci bölüm eserleri, üçüncü bölüm arkadaşlarıyla söyleşiler. Söyleşilerin tam metnini Halk Kitabevi’nden çıkan kitapta bulabilirsiniz. Uğur Mumcu için daha nice eserlerin yazılması dileğiyle.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle