11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ ASISTAN MUMCU’NUN KALEMINDEN 3 Özgürlükleri halk getirdi UĞUR MUMCU İKİNCİ MEŞRUTİYET Türk siyasal tarihinde “hürriyetin ilanı” olarak tanımlanan İkinci Meşrutiyet, Genç Türkler’in yurtiçinde ve dışındaki özgürlük savaşlarının sonunda ortaya çıkmış bir siyasal devirdir. Bu devrin İkinci Meşrutiyet’e yol açmış önemli olayları vardır. Bunlar “Osmanlı Terakki ve İttihat Heyeti İçtimaiyesi” tarafından Manastır Valisi’ne gönderilen ve hükümeti gayrımeşru bir hükümet olarak niteleyen 23 Haziran 1908 beyannamesi ile Rumeli mitingleri ve saraya çekilen telgraf olarak sıralanabilir. Bu son olaylarla saray büyük bir ayaklanmanın varlığından şüphelenmiş ve devrin iktidarı çaresiz kalarak meşrutiyeti ilan etmişti. Manastır vilayetinde Harbiye Mektebi Ders Nazırı Binbaşı Vehip Bey tarafından ilan edilen İkinci Meşrutiyet, bu girişimin “Kanuni Sultan Süleyman devrinden beri padişahla millet arasındaki kafesi” yıktığını “adalet, meşveret, müsavat, hürriyet ve uhuvet” ilkelerini kabul ettiğini ve Meşrutiyet’in “yetimlerin gözyaşlarını dindirecek..” Kanunu Esasisi’nin tüm sorunları çözümleyeceğini duyuruyordu. Hafiyelik kaldırıldı Rumeli’deki bu kaynaşma, sarayı zorunlu olarak İkinci Meşrutiyeti ilana zorlamış, padişah bir “iradei saniye” ile kendi yerleştirdiği diktatörlüğü kendi eliyle kaldırır bir tutuma yönelmişti. Siyasi suçlular affedilmiş, af yetkisi genişlemiş ve hafiyelik kaldırılmıştı. Padişah Abdülhamit, 2 Temmuz 1908’de Meşrutiyet programını Hattı Hümayun’da belirtirken, anayasal gelişmelerin kısa bir özetini veriyor ve\ kendisinin meşrutiyet ilanı için gerekli koşulların var olduğu kanısına vardığını açıklayarak hak ve özgürlüklerin de kabul edildiğini duyuruyordu. Bazı yazarlar, Rumeli’deki İkinci Meşrutiyet’e yol açan siyasal geliş melerin Osmanlı Devleti’ndeki reform teşebbüslerinde ilk kez halk unsurunu ortaya çıkardığını ileri sürmektedirler. Bu görüş gerçek olarak kabul edilirse, İkinci Meşrutiyet’in getirdiği özgürlükleri sarayın değil halkın getirdiğini kabul etmek gerekmektedir. Tanzimat dönemlerinde saraydan halka yönelen reform istekleri, bu yazarlara göre ilk kez halktan saraya doğru bir yön ve güç kazanıyordu. Bu gözlemin çıkaracağımız sonuçlar bakımından önemi vardır. İkinci Meşrutiyetçiler sadece 1876 Anayasası’nın yürürlüğe konması ile yetinmemişler ve bazı anayasa değişiklikleri yaparak padişahın yetkilerini kısıcı ve parlamentoya yetki tanıyıcı hükümler getirmişlerdi. Bu yeni değişikliklerle parlamenter sistemi andırır bir anayasal denge kuruluyor, haberleşme gizliliği, toplanma ve dernek kurma gibi özgürlükler kabul ediliyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti İkinci Meşrutiyet siyasal bilinçlenme açısından önemli bir aşamadır. Bu devirde kitleler ilk kez siyasal fikir ve siyasal örgütlerle karşılaşma olanağı bulmuşlar ve bu koşullara bağlı olarak da bir kamuoyu oluşmaya başlamıştı. Bu devrin siyasal örgütü “İttihat ve Terakki Cemiyeti”dir. Bu dernek çatısı altında saltanatı yıkmak isteyen her tür siyasal düşüncede aydınlar yer almıştı. Bu nedenledir ki, iktidara gelindikten sonra ne yapılacağı konusu kesin ilkelerle saptanmamış; zaman zaman Türkçülükten İslamcılığa, Osmanlıcılıktan liberalliğe, hatta laikliğe ve devletçiliğe yönelinmişti. Program ve tutumunda kararlı ve tutarlı da değildi. Abdülhamit ile mücadelede anayasa ve hürriyet romantizminin sözcüsü olan İttihat ve Terakki çok geçmeden, anayasanın eylemsel geçerliliğine karşı çıkmış ve anayasayı uygulamamanın yollarını aramıştı. KISIR ÇEKIŞMELER 31Mart gerici ayaklanmasından sonra İttihat ve Terakki’nin tutumu daha da sertleşmiş ve bir süre sonra kısır siyasi çekişmelerle Abdülhamit devrinin yıkıldığı noktaya yeniden gelinmişti, İkinci Meşrutiyet sonrası devrinin en ilginç olayı 31 Mart siyasal gelişmelerin dönüm noktası olmuştur. 31 Mart gerici ayaklanması, şimdiye dek birçok açılardan değerlendirilmiştir. Ancak, bu gerici hareketin sadece İslamcıteokratik nedenlerle ve amaçlarla yapılmadığı bu hareketin temelinde yabancı parmağı bulunduğu ileri sürülmekte ve bu görüşlerde tarihsel belgelerle kanıtlanmaktadır. (Avcıoğlu, Doğan, 31 Martta Yabancı Parmağı, Bilgi Yayınevi, 1969. Yazar, bu incelemesinde İngiliz ve Alman emperyalizminin 31 Mart’taki rollerine değinerek, devrin siyasal kadroları ile bu devletlerin yakınlıklarını anlatıyor ve 31 Mart’ın baş sorumlusu Derviş Vahdeti’nin bir İngiliz kuklası olduğunu ileri sürüyor.) Gericiilerici akımları 31 Mart’ın bu yeni gözlemlerle aydınlan ması sadece tarihsel değil fakat aynı za manda aktüel önem taşımakta, Türkiye’de devrim ve demokrasiyi tehdit eden tehli kelerin kaynaklarını belirtmektedir. Bu ne denle konunun daha üzerinde konuşulma ya ve araştırmaya muhtaç yönleri de S Ü R vardır. Gericiilerici akımlar gözlemi ve stratejisi yapılırken sadece gericiliğin ve ilericiliğin soyut nedenleri üzerinde durulmamalı, altyapı ilişkileri ile E C E uluslararası ekonomik gelişmelerde gözden kaçırılmamalıdır. Siyasal düzenlerin ve örgütlerin bu gerçeklerin bir sonucu olduğu düşünülürse, İkin K ci Meşrutiyet’in ve 31 Mart gerici ayaklanmasının siyasal değerlendirilmesinin henüz başında olduğumuzu söylemek gereksiz bir abartma sayılmamalıdır. Konuyla ilgili araştırmalar eski değer yargılarını değişmeye zorlayacak kadar güçlüdür. Batılılaşma ve demokratlaşma hareketlerini yeni baştan değerlendirmek zorunluluğu kendini artık güçlü bir şekilde duyurmaya başlamıştır. Ne zaman sona erdi? 31 Mart gerici ayaklanmasından sonraki devir, fiili bir tek parti devri olarak tanımlanmaktadır. Meşrutiyet’in ilanından 31 Mart’ın ortaya çıktığı günlere kadar Osmanlı toplumu her türlü siyasal fikrin konuşulduğu bir ortam haline gelmiş, bu ortamda “hürriyeti ilan edenler” memleketin hürriyet ve meşrutiyetle yönetilemeyeceği sonucuna varmışlardır. Bu siyasal olay ve yargı, Türk demokrasi geleneğinin bir toplumsal özelliğine dayanmaktadır. Özgürlük babaları, biraz sonra özgürlük katilleri olmaktadır. Bu sonuç acaba politikacıların iyi ve kötü olarak ayrılmalarının bir sonucu mudur yoksa altyapı ilişkilerinin kaçınılmaz bir gereği midir? İkinci Meşrutiyet devrinin ne zaman son bulduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Profesör Zafer Tarık Tunaya, bu devrin hukuken saltanatın kaldırılması tarihi olan 2 Kasım 1922’de ve siyasal bakımdan İlk Büyük Millet Meclisi’nin kurulması ile son bulduğunu ileri sürmektedir. Bu devir, demokratik hayatımızda iki büyük siyasal partiye dayalı; kısır çekişmelerin ve siyasal kavgaların hüküm sürdüğü bir siyasal dönemdir. 926 OCAK 2020 PAZAR Uğur’un cenazesi bir doğumdurALYÇTBIAALİRLNLLAIŞİÖRKTYCTIĞMEAIEN: UĞUR MUMCU’YU ANLATIYORLAR Uğur Mumcu ve Altan Öymen’li Anka Ajansı kadrosu. 3 MUSTAFA BALBAY CHP’nin genel başkanlığı sorumluluğunu üstlenmiş, başyazar, 18 yaşında gazeteci liğe başlamış Altan Öymen’le İstanbul’da tam bir kütüphane görünümündeki evinde söyle şimiz... n Uğur Mumcu’nun daktilo ar kadaşısınız... Gazeteciliğe başla dığı günlere yakından tanıksınız. Nereden başlamak istersiniz? TETIKÇILER NEREDE ŞIMDI?1960’ların başı... Uğur Mum cu YÖN dergisine yazıyordu... O sırada Almanya’daydım ama Türkiye’ye de geliyor n 90’lı yılların aydın kıyımı ve sonuçlarıyla n Az önce parça parça anılar geliyor gözü dum. Tanışıklığım öyle başladı. İlk bakışta fark ediliyordu. Çok yüksek bir enerjisi vardı. Türkiye’ye döndüm, Uğur KİM dergisinde yazmaya başlamış. Öğreniyorum ki Uğur’u fakülte de bırakmıyor. Asistan oldu. Derken ben Ulus’a genel yayın yönetmeni oldum. Orada da ilişkimiz devam etti. Ulus’tan sonra 12 Mart dönemine geliyoruz... Artık ben Akşam gazetesi yazarıydım... Uğur da Hukuk Fakültesi’nde asistan ilgili düşünceleriniz neler? Sadettin Tantan bununla iyi uğraştı... Faz la ileri gidilemedi ne yazık ki... Neden? Rivayetler vardı... Komşu ülkelerle ara bozulması... Tam aydınlığa kavuşmuş değil... Sadece içimizdeki olaylar diye de bakmayalım, Ağca meselesi de öyle... Bulgaristan meselesi var... Tarihimizde faili meçhul az değil... Kimin işine yaradı? Burada, Türkiye’yi karıştırmak isteyenlerin işine yaradı... Tabii dini devlet merakları da direkt endirekt rol oynadı. Bunların herhangi bir şekilde takibatının devam ettiğini bilen yok... n Kimi tetikçilerden hüküm giyenler oldu... Onlar nerede şimdi, ona da bakmak lazım... mün önüne dediniz... Başka var mı? 12 Eylül 1980 akşamı beni aradı... O sı rada milletvekiliyim, CHP’nin Genel Sekreter Yardımcısı’yım... “Evde yalnızım, bize gel, yanına bir şey al, gece de kalırsın” dedi... Ertesi sabah da Ecevit’le beraber önce İstanbul’a, oradan Trabzon’a gideceğiz. Ecevit de Oran’da oturuyor... Gittim... Böyle böyle dedi... Bir şey sezmiş... n Almış haberi... Almış... Telefonlar etti... Yemek yedik... “Bir manevra diyorlar” dedi... Ama dedi... Gece kalmadım... Ama gelebilirler havası içinde bilgi de ediniyordu... Her yerde arkadaşı, tanıdığı vardı. Ona güvenirdi herkes... lık yapıyor, ama yazmaktan kopuyor. Kopamazdı, içine işlemişti bir kez... mesela 128 numara diyorlar... Yok... da geliştirdi bu yönünü... Bir yandan n 12 Mart demek hapis, sürgün demek... Şehrin planını bulduk... Bunları hep da mobilya dosyasından sonra büroEvet... Akşam sahip değiştirmiş, sa yazıyoruz... Yazarken Maliye ve Tica nun adı çıkmıştı. Bazen bir yer adı hibi Türkİş olmuş... Bana seninle ça ret Bakanı taktı... Şunu yapmıyoruz, söylerler, oradaki yolsuzluğa niye el lışamayacağız dediler. Tazminat ver mesela Süleyman Demirel’in yeğe atmıyorsunuz diye hesap sorarlardı... mişlerdi. Haldun (Simavi) Bey ba ni falan demiyoruz... Kendi adını ya na, “Sen bizim Ankara istihbaratımı zıyoruz, Yahya Kemal Demirel haya nGelişen olaylar gazeteciliğini etkiliyor... Abdi İpekçi’nin öldürülmesi onu zı sağla, ben sana ayda 20 bin lira veririm, onunla ne yaparsan yap” dedi. Bende de 20 bin lira tazminat parası var... Ben ajans kuracağım, sana oradan servis yapacağım, dedim... Aynı haberi alırlar dese de ikna ettim... li ihracat yapmış diyoruz... Zaten herkes biliyor... Bizi tekzip etmeye başladılar... Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon bize müfettiş gönderdi. Biz de 3035 kişi olmuştuk... Müfettişlere yer verdik... Bizim hesaplarda bir şey çok etkiledi. Her yönüyle ilgilendi. Kendini adeta bu olayın aydınlatılmasına verdi... Sonra Papa’ya suikast olayıyla Roma’ya kadar gitti. Bunlar tabii hep çapraşık işler... Evinin yanında bir yer boşaldı, ora Anka’yı kurduk... buldular, 4 bin lira yerine 400 lira mı yı bir büro yaptı. Kitaplar, asıl vesi n Efsane Ankara’nın Anka’sı... ne, onda da bir şey yok. Asıl olan bi kalar... Ölmeden bir süre önce, bura Birbirini tamamlayan, çoğal ze altı özel dava açtılar. Yalan beyan, da da buluşurduk... Ben bunları der tan müthiş bir kadro vardı... Artık Uğur da aktif gazeteciliğe yöneldi... Anka’da başladı... Hukukla ilgili haberlerle daha ilgili... Anka’da haberler yazıyor, Cumhuriyet’te köşe yazıları; nasıl bir enerji anlatamam... menfaatlarımız zedelendi falan... O zaman biz bunu kitap yapalım dedik. Hem okuyan da olur... O kitap öyle oldu.. Kitap Asliye Hukuk Mahkemesi sayın yargıçlığına, diye başlıyor... Dosya numarası falan... leyip topluyorum, ama bunları bir ajans haline getirmek istiyorum derdi... Devam eden davaları ciddiyetle takip ediyordu. Arşivini başkalarına da açmak istiyordu. Onlara da gönderecek şekilde mekanizma kurmak is Tam kader birliği... Sadece kendi yazısını değil, öteki haberleri de yazıyordu. Bir de haftada bir gün arka sayfada tam sayfa Ankara ANKA diye kulis haberleri veriyoruz... Teoman Erel, Erdal Çetin, İsmet Solak, Nuri Çolakoğlu, Süleyman Coşkun vardı... O ajansın önemi, hepsi solcu ve hapse girip çıkmış insanlardı... Uluç Gür n Uğur Mumcu’nun araştırmacılık yönünü bire bir bu dosyada gördünüz. Nasıl tarif edersiniz? Hukuk eğitimi de aldığı için araştırmacılık, sorgulamacılık, işin püf yanlarını ortaya çıkarma... Her şey var... Uğur daha o yaşta sadece enerjisi ve bilgisi değil, aynı zamanda mesleki birikimi varmış gibiydi. tiyordu. En son işte senin oturduğun yerde oturuyordu. n Bu oturduğum yerde mi? Evet, orada oturuyordu... n Dostlarıyla çok iyi ilişkileri vardı... Bunun yanında zıt düşüncelilerle de en azından diyalog kapısını açık tutardı... En karşıt olduklarıyla diyaloğu vardı. Mesela Yaşar Okuyan’ın adını gü kan, Füsun Özbilgen, Hasan Cemal... Sonra nerede yolsuzluk varsa bize ler yüzlü faşist koymuştu. Öyle konu Sanki oraya girmek için önce hapis gelmeye başladı. İstihbarat Şefi Teo şurlardı... O da ona komünist derdi.... haneye girmek gerekti... man Erel, İsmet Solak’la beraber bir n Mesai arkadaşlığınız çerçevesinde n Mobilya dosyası bu temponun ürünü... Mobilya dosyası geldi... Uğur’la ben farklı taraflarını yazıyoruz. Uğur Türkiye’dekilerle uğraşırken ben İsviçre’ye gittim... Mesela 90 No’lu binada bize mobilya lazım diye talep masaya “yolsuzluk masası” diye yazmışlar. Uğur’un masasına... Böylece biz olduk yolsuzluk bürosu... n Uğur Mumcu’da sadece araştırmayazma değil, mizah da var... Mizahın bütün türleriyle haşır ne kişisel özelliklerinden neler paylaşmak istersiniz? Müthiş çalışkan bir adamdı. Bir de çalışma derken çok çabalamanın ötesinde, olayın içine girerdi, arar tarar, anlatır... Sohbetlerine bu yansır. gelmiş... Ama orayı bulamadık, zira o şir... Hicvi iyi yapar, yerine göre ken Artık aklı o araştırdığı konudadır... kadar bina numarası yok... Asıl mat disiyle de dalga geçer. Anlatımı ola Bunların arasında mizahı hep kulla rak olan Lihtenştayn’ın merkezinde ğanüstü... Esprileri çok kuvvetliydi. nır... Giyim açısından da bir yelek gi zaten 100’ün üstünde numara yok, Herkes de benimsemişti onu... Uğur yer, kravattan falan hoşlanmazdı... SİVAS KONGRESİ’NDE DE OLURDU Altan Öymen, evinde sohbet ederken, “Mobilya Dosyası” kitabının ilk baskısını gösterdi. UĞUR HALKINDIR “Ölümünü çok kötü haber aldım. Avustralya’daydım, dönüş yolunda öğrendim... Hemen geldik... Öyle bir cenaze oldu ki... Cenazeye halkın sahip çıkması önemli... Uğur halkındır.” n Devleti eleştirir ama korunmasını da isterdi... Bu yanını nasıl yorumlarsınız? Aslında Kuvayı Milliyeciler, Atatürk’ün arkadaşları, bütünü görerek bakmak lazım... O günün koşullarını dikkate almak gerekirdi... Sovyet ihtilali tüm Çarlık ailesini kurşuna dizdi, Fransız ihtilali öyle, giyotin işledi... Bizde bir sulh masası... Milli Mücadele’ye de bir tarihçi gözüyle bakmak lazım. Tarihe gerçekçi bakanların başında Uğur var... O en karşıt düşünceliyle bile kıyasıya tartışır ama, onun kılına dokunulmasını istemezdi. Devleti de daha iyi olması için, hırsızlıktan yolsuzluktan arınması için eleştirirdi... n Bu çizdiğiniz çerçeveyi hangi ideolojik çizgiye oturtuyorsunuz? Kuvay’i Milliyeci... Yaşı müsait olsa Sivas Kongresi’nin üyesi olurdu... 1900’lü yılların başında doğmuş olsa inanmış bir Kuvayi Milliyeciydi... Hapisliklerinde de suç yoktu... Herhangi bir isnat bulamadılar... n 1900’lerin başında olsa Sivas Kongresi’nde olurdu dediniz... Bugün yaşıyor olsa? Çok daha güzel kitaplar yazardı. Yazdıklarını basmak önemli, onun da çare sine bakardı... Şimdi sosyal medyayı tümüyle kullanan olurdu. Teknolojiyi iyi izler, bizimle de dalga geçerdi. Bugün olsa bu alanda bir şey kurardı. Bunu yapabilecek bir adamdı. n Uğur Mumcu’nun cenazesindeki Türkiye’ye sahip çıkma ruhu ne durumda? Türkiye’de bir potansiyel her zaman var... Şimdi de var... İstanbul seçimini düşün... 17 bine razı olmadı adam, 806 bin... 145’i de var, onu da unutmayacaksın. Halk patladı. Bende itikat gibi bir şey vardır. Bir yerde çok anormal bir şey varsa, o kadar devam edemez. Türkiye’de var... Uğur’un cenazesi de öyle oldu... n Uğur Mumcu’nun cesareti, Kuvacılığı halkın içindeki potansiyelin toplamı diyebilir miyiz? Halkta bu potansiyel var. Uğur döneminde şöhret olacak mekanizma yok... 70’lerde şöhret olmaya başladı... Cenaze bir başka doğum. Atılan sloganlar toplumun içi. Halk cahildir, demokrasi Türkiye’de yürümez, gibi laflar vardır ama... Demokrasi ile Cumhuriyet yürüyüp geliyor. Halka mal olmuş durumda... Halk demokrasiyi özümsedi... Temel vardır... SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle