12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 18 OCAK 2020 CUMARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Müziğin benzersiz gücü ZİNCİRİN HALKALARI Prof. Dr. Üstün Dökmen Sanat, gerek bireylerin gerekse toplumların psikolojik sağlıklarına, yaşam kalitelerine önemli katkılarda bulunur, onların önyargılardan uzaklaşmalarını kolaylaştırır, birbirlerini ötekileştirmelerini engeller. Bütün sanat dalları önemlidir fakat insanları kaynaştırma konusunda müziğin en önde geldiğine inanıyorum. Birkaç örnek: 1894’te Fransız Yüzbaşı Dreyfus casuslukta suçlandı, mahkeme kendisini suçlu buldu, Dreyfus’un rütbesi söküldü, uzaklardaki Fransız sömürgesine sürgüne gönderildi. Yıllar sonra Emile Zola’nın ünlü mektubu üzerine Fransa’ya getirilip tekrar yargılandı, tamamen suçsuz bulundu, rütbesi iade edildi. ‘Yaşa şef!’ Dreyfus’un sürgünde bulunduğu sırada Avrupa’da büyük bir çatışma vardı; hemen tüm devlet adamları ve büyük halk kitleleri Dreyfus’un suçlu olduğuna, aydınlar, sanatçılar ise suçsuz olduğuna inanıyorlardı. O yıllarda Grieg, İbsen’in Peer Gynt adlı tiyatrosu için yazdığı müziğini dünyada ilk seslendirmek üzere Paris’e gelmişti. Salon doluydu; ancak izleyiciler, besteyi dinlemek için değil, daha önce Dreyfus’u desteklediğini belirten Grieg’i protesto için gelmişlerdi. Besteci ve şef Grieg müziği başlatmak üzere batonunu kaldırdığında salonda yoğun bir ıslıklama ve yuhalama başladı. Şef batonunu indirdi. Salon sakinleştiğinden ikinci kez kaldırdı, ancak aynı protesto sesleriyle salon yine inledi. Şef batonunu on altı kez kaldırdı, sonuç aynıydı, fakat izleyiciler bağırmaktan artık yorulmuşlardı, şef batonunu aniden on yedinci kez kaldırdı, müzik başladı. Salonda çıt yoktu. Birinci bölüm bitince tüm Müzik dışındaki sanatlar vitamin gibidir, insanları güçlendirirler ancak faydaları uzun vadede görülür. Müzik ise genelde dil altı ilaçlara benzer, olumlu etkisi hemen ortaya çıkabilir. salon ayağa kalkıp “Yaşa şef” diye alkışlamaya başladı. Eserin bitiminde ise yine ayakta alkışladılar ve tekrarını istediler. Bu küçük olay, müziğin insanlar üzerindeki büyük etkisini gösteren binlerce örnekten birisidir. O konserde, müziğin gücü karşısında insanların önyargıları, güneşi gören su damlaları gibi uçup gitmişti. Dil altı etkisi Tüm sanatlar insan davranışlarını değiştirir; ancak ayaküstü o kadar öfkeli insana Dostoyevski’den bir roman okutup kısa sürede davranış değişikliği sağlayamazsınız. Bir teşbihte bulunmak isterim, bence müzik dışındaki sanatlar vitamin gibidir, insanları güçlendirirler ancak faydaları uzun vadede görülür. Müzik ise genelde dil altı ilaçlara benzer, olumlu etkisi hemen ortaya çıkabilir. Verdi, ülkesini işgal eden Avusturya’yı protesto için Nabucco Operası’nı yazmıştı. Bu eserdeki Esirler Korosu aracılığıyla işgal kuvvetlerini eleştiriyordu. (Esirler korosu İtalyanları sembolize ediyordu.) Her türlü protestoyu kanla bastıran işgalciler, Verdi’yi engelleyemediler. İtalya işgalden kurtulduktan sonra tüm İtalya’da büyük bir Verdi sevgisi ortaya çıktı, çünkü o işgal günlerinde İtalya’nın gür sesiydi. Verdi ölmeden önce, ölümünün çevreye duyurulmamasını, cenazesini, belirlediği 24 kişinin kaldırmasını vasiyet etti. Vasiyete uyuldu. Ancak Verdi’nin tabutunu taşıyan grup cenazenin gömüleceği yere yaklaştığında, bütün bölgeyi on binlerce İtalyan doldur muştu. Verdi’nin tabutu görüldüğünde bu büyük grup, şefsiz ve orkestrasız Esirler Korosu’nu söylemeye başladı. Bu manzara, Verdi’nin gücüydü, müziğin gücüydü. Rivayete göre Viyana’da bir parkta bir arkadaşı Johan Strauss’a halkın onu çok sevdiğini söylemiş. O da, “Ne yani, heykelimi mi dikecekler?” demiş. Şu an Straus’un o parkta bunu söylediği noktada heykeli bulunmaktadır. Bir de bizden: Eski İstanbulluların anlattıklarına göre, tarifeli araba vapuruna binen Neyzen Tevfik bazen, oturup ney üflemeye başlarmış; ve onun bu ani konseri bitene kadar kaptanlar vapuru çalıştırmazlarmış. Yoğun etki Livaneli, Serenat adlı romanında bazı kişilerin bazı müziklerden, ortalamanın üzerinde, derinden etkilendiklerini söyler. Bu görüşe paralel şekilde beni de çok yoğun etkileyen müzikler var; işte birkaçı: Beethoven’in 7. Senfonisi, Albinoni’nin Adagio’su, Şakir Ağa’nın Yörük Semai’si, Gazi Giray Han’ın Mahur Peşrev’i, bir Ege türküsü olan ‘Uzun olur gemilerin direği’. Özellikle Adagio’yu dinlerden, başlangıçtaki keyifli duygular, giderek J. Tamaki acı verici hale dönüşüyor benim için. Gençken ayarı kaçırıp çok miktarda baklava yediğimde, başımda belirgin bir huzursuzluk hissederdim. Şimdi de Adagio’yu dinlediğimde, bir noktadan sonra, aşırı doz baklava yemiş gibisine rahatsız edici bir duygu kaplıyor içimi. Moliere’e veya Aziz Nesin’e kahkahalarla gülerim; bazı tablolar karşısında içimin eridiğini hissederim; ancak hiçbir sanat dalı müzik kadar derinden sarsmıyor beni. Galiba pek çok insanı da klasik müzikler, otantik müzikler yoğun şekilde etkiliyor, bir ırmağın güçlü kolları gibi sarıp sarmalıyor onları, önyargılarını alıp götürüyor, geriye kalan alüvyonlu topraklarda adeta yaşama sevinci ve kardeşlik yeşeriyor. İstanbul yıkılırsa Türkiye çöker N. İSMET HERGÜNŞEN (e) Deniz Kurmay Albay Yaz aylarında 4.6 ve 5.8, geçen günlerde 4.7 büyüklüğünde minör sayılabilecek derecede hissedilen İstanbul depremleri sonrasında yaşanan gelişmeler, 17 Ağustos depreminden yeterli ders alamadığımızı birkez daha gün yüzüne çıkardı. Yüzyılın felaketi diyebileceğimiz depremin üzerinden 20 koca yıl geçmesine rağmen istenilen toplumsal bilince ulaşabilmek için daha ne kadar can yitirilmesine ve daha ne kadar milli servetin heba edilmesine olanak tanıyacağız? Toplumun geneli olarak neden balık hafızalıyız? Neden kaderci anlayışa sahibiz ve neden her işimizi Allah’a havale ediyoruz? İnsan düşünmeden edemiyor! Muhabere şart Son zamanlarda artçılarıyla birlikte yaşadığımız “İstanbul depremi, ya 7.4 büyüklüğünde olsaydı” ne yapacaktık? Görülüyor ki İstanbul başta olmak üzere Türkiye depreme tam manasıyla hazır değil. Unutulmamalıdır ki “İstanbul yıkılırsa Türkiye çöker”. Olası bir depremde yurttaşların sevdiklerinden haber alma telaşı, panik yapmasının önüne geçilebilmesi ve devletin müdahalelesinin “önce muhabere, sonra muhabere” anlayışı çerçevesinde gerçekleşeceği çok açık ortadadır. Yeterli muhaberenin kurulamaması durumunda sadece toplumun de ğil devletin de nedenli çaresiz ve ne ların çok ama çok teknik olması halkı denli umutsuz kalabileceğinin en gü tedirginlikten panik atak durumuna zel örneği Gölcük depreminde yaşa sokabilecek niteliktedir. Bu meyan nanlardır. Ankara’nın haberi ise o gü da başta Kandilli Rasathanesi olmak nün ilerleyen saatlerinde ancak bir fır üzere konuya ilgisi ve yetkisi olan kateyn telsiz kamarasından çekilen kurum ve kuruluşlar tarafından sağ mesajla mümkün olabilmişti. Yaşa duyu çerçevesinde yapılacak açık nanlar bize göstermektedir ki lamaların toplumu sakinleş iletişim altyapılarına yapılacak yatırımlarda deprem vb. doğal afetlerin Düzensizlik ve karışıklıkları tirebileceği düşünülmekle birlikte, sosyal medya üzerinden yürü öncelikli olarak ele önlemek ve hayatın tülecek algı ve de alınması artık bir zorunluluk haline gelmiştir. normal akışını devam ettirmekle yükümlü zenformasyonların da doğru analiz edilmesi gerekir. Konunun bir di olan polis ve jandarma Meydana gelebi ğer önemli boyutu da eğitim çerçevesinde toplumun her seviyede teşkilatının günümüzde sahip olduğu insan gücü dikkate alındığında bir lecek bir depremin ilk saatlerinden itibaren devletin göstere bilgilendirilmesi kısım personelinin “arama ceği reaksiyonun ve bilinçlendirilmesidir. Depreme hazırlık kapsamın kurtarma faaliyetlerinde” görevlendirilmesinin merkezinde, envanterindeki malzeme ve insan gü da aile, okul ve çevre ayrıca planlanması cü açısından şüphe de “Barışta ter dökmeyen, savaşta ter döker” gerekir. siz Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olacaktır. anlayışını hâkim kılacak şe FETÖ’nün hain kalkış kilde 7’den 70’e verilecek eği ması ve bedelli askerlik yasa timler kişinin kendi koruyucu tedbirle sı çerçevesinde, TSK’nin depreme yö rini almasını mümkün kılabileceği gi nelik insan gücü, bilgi birikimi ve de bi ilk 72 saatte göçük altında kalan on neyimi konusunda zafiyet yaşama larca insanın kurtarılmasına da olanak sı olasılığına karşın gerekli hazırlık sağlayacaktır. ların yapıldığının en önemli gösterge TSK’nin sorumluluğu si, son yıllarda icra edilen ulusal ve uluslararası tatbikatlar programına Öte yandan uzmanların medya üze acil müdahale tatbikatlarınında alın rinden yaptıkları açıklama ve yorum mış olmasıdır. Düzensizlik ve karışıklıkları önlemek ve hayatın normal akışını devam ettirmekle yükümlü olan polis ve jandarma teşkilatının günümüzde sahip olduğu insan gücü dikkate alındığında bir kısım personelinin “aramakurtarma faaliyetlerinde” görevlendirilmesinin ayrıca planlanması gerekir. Son yıllarda artan hızla sürdürülmekte olan “kentsel dönüşüm” faaliyetlerinde kullanılan ağır iş makineleri dahil inşaat ekipmanları ve kullanıcı personelinin kendiliğinden en yakında bulunan kurtarma timleri bünyesinde görev almasının, yönetmeliklerde yapılacak değişikliklerle usul haline getirilmesiyle enkaz altından daha fazla kişinin kurtarılabileceği olasılık dahilinde görülmelidir. Son zamanlarda meydana gelen depremlerin neticesinde Zorunlu Deprem Sigortası’na (DASK) duyulan ilginin artması sevindirici bir gelişme olmakla birlikte, ilgili yönetmeliklere yıllara sari prim ödemelerinde yapılacak iyileştirmeler kamu vicdanını rahatlatmasına ve sigortalamaya duyulan ilginin daha da artmasına olanak tanıyacaktır. Neticede, deprem bir doğa olayıdır ve önüne geçmek mümkün değildir. Gerekli önlemleri alarak vereceği zararı ve tahribatı azaltabiliriz. Esasen olması gereken yapısal problemleri çözerek depremi bir risk olmaktan çıkarıp felaket senaryolarına son vermektir. yeni yılda sevdiklerinize en güzel hediye! ö el tas ımZ c kupal ı ve f e altlığı www.cumhuriyetkitap.com.tr ve Satış Noktaları diğer satış noktalarında! AHMET GÖKSAN “Kıbrıs Türkü insanlık ve tarih önünde büyük bir mesuliyetimiz olduğunu unutma! Halin ve istikbalin bütün işleri sırtımızdadır. Korkmayacağız, çalışacağız ve bizden sonra gelecek nesillere temiz bir istikbal, şerefli bir mevki vereceğiz”. 1944 Dr. Fazıl KÜÇÜK Ulusları ve toplumları yöneterek ileri aşamalara taşımak için önderlerin yaptıkları katkılar asla unutulmaz. Onlar aramızdan bedenen ayrılmış olsalar bile her zaman saygı ile anılıyorlar. Ulusal sınırlarımızın dışında kalmış olan Kıbrıs Türklerinin de kendilerini yönlendiren önderlerle birlikte çalışarak halkın esenliğini sağladıkları biliniyor. Kıbrıs özelindeki önderler halkı Yüce Atatürk’ün ilkeleri ve ülküleri çerçevesinde yönetmişlerdir. Kıbrıs Türkleri de ulusal sınırlar dışında kalmış olsalar bile Türkiye ile bağlarını koparmamışlardır. Yüce Atatürk’ün Şam’da askeri ataşe olarak görevli iken “Kıbrıs’ta Türk dili ve Türklük sönmesin” söylemi ile yaptığı katkılarının da unutulmadığını kaydetmek istiyoruz. Onun yaktığı ateşten yola çıkarak bu ışıktan yollarını aydınlatarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni 15 Kasım 1983 tarihinde ilan ederek taçlandırdılar. ‘Ben Küçük’ün neferiyim’ Kıbrıs Türklerinin onur mücadelesinin başlangıcının adanın İngilizlere kiralandığı 4 Haziran 1878 tarihi olduğunu da kaydetmek istiyoruz. Yüce Atatürk’ün kendi maaşından ayırdığı belirli miktardaki para ile SÖZ gazetesi yayın yaşamına başlıyordu. Bir ilkokulda öğretmen olan Mehmet Remzi Okan’ın gazetesinde Dr. Fazıl Küçük, Türkiye ile birlikte olmak için halkın bilinçlenmesine yönelik yazılar yazıyordu. Aynı dönemde işadamı olan Mustafa Necati Özkan da İSTİKLAL gazetesini yayımlıyordu. İki gazeteyi yayımlayanlar arasında Türkiye ile birlikte olmak için izlenecek yol konusunda ayrılıklar yaşanıyordu. Dr. Fazıl Küçük, hangi koşulda olursa olsun Türkiye ile birlikteliği savunurken Mustafa Necati Özkan ise Atatürk ilkeleri çerçevesinde yönetilen bir Türkiye ile birlikte olmayı savunuyordu. Mehmet Remzi Okan’ın ölmesi sonrasında Dr. Fazıl Küçük, HALKIN SESİ gazetesini 1942 yılında yayımlamaya başlıyordu. “Ben Dr. Küçük’ün neferiyim” diyen Rauf Raif Denktaş, hukuk öğrenimini tamamlayıp adaya dönüyordu. Oda benzer yönlü, halkın moralinin yüksek tutulmasını içeren yazılar yazıyordu. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu adına yayın yaşamına katılan NACAK gazetesi de aynı çizgide yayın yaşamına katılıyordu. Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs’ın her yöresini gezerek halkın isteklerine yanıt vermeye çalışırken diğer önderlerle birlikte yardımcısı Rauf Denktaş oluyordu. Kıbrıs Türklerinin yaşadıkları sıkıntıların dünya kamuoyu ve uluslararası kuruluşlarla paylaşılarak Türkiye’de de anlatılması için çalışmalar yapıyorlardı. Mücadele bize emanet Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulması sonrasında Dr. Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev alırken Rauf Denktaş da KIBRIS TÜRK TOPLUM MECLİSİ BAŞKANI oluyordu. Zorlu geçen mücadele ve direniş sonrasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu yaşayan Dr. Fazıl Küçük, 15 Ocak 1984 gününde bedenen aramızdan ayrılırken aynı mücadelenin içinden gelen Rauf Denktaş’ı da 13 Ocak 2013 yılında birlikte mücadele ettikleri vatanın topraklarına emanet etmiş bulunuyoruz. Böylece mücadelede zincirin son halkasını da diğer mücadele edenlerle birlikte sonsuzluğa uğurlamış bulunuyoruz. Torunlarımızdan emanet aldığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni onlara emanet edeceğiz. Onların da kendi torunlarına emanet etmelerini isteyeceğiz. Zincirin halkası gibi onurla mücadele eden büyüklerimizin anıları önünde saygı ile eğiliyoruz. Işıklar içinde olsunlar... İstanbul Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 Şişli • 0212 343 72 74 Ankara Güvenevler Mah. Güneş Cad. No:8/1 Kavaklıdere • 0312 442 30 50 2020 Masa Takvimi hediye!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle