19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 EYLÜL 2019 ÇARŞAMBA [email protected] olaylar ve görüşler Prof.Dr. Cemal Nadi AytuğEğitim Sevdalısı Bir Yurtsever: Cemal Nadi Aytuğ, kuruluş aşamasında kurucu dekan olarak 5 yıl büyük özveriler göstererek Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin bugünlere gelmesine sağlam, temel atmıştır. Aytuğ, özel sektörde görev yaptığı dönemde, Türkiye’de birçok yeni ilacın kullanılmasına önderlik etmiştir. Prof.Dr. Hasan BATMAZ   Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti kurduktan sonra ilk yaptığı işlerden birisi ülkenin eğitim ve öğretim düzeyini artırarak geleceği bilim üzerine kurmaktı. Cumhuriyetin değerlerinden Prof. Dr. Cemal Nadi Aytuğ, veteriner hekimliğe ve ülkemiz hayvancılığına tam 60 yıl hizmet etmiştir. Cumhuriyetimizin 10. yılında Bursa’nın Harmancık ilçesinde doğan Cemal Nadi Aytuğ, ortaöğretimini Bursa Erkek Lisesi’nde tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden 1955 yılında mezun olmuştur. 29 Ağustos 2019 tarihinde aramızdan ayrılan hocamız, 2015 yılının sonuna kadar meslek yaşamında çok büyük bir özveri ile aktif olarak çalışmıştır. Dile kolay tam 60 yıl. Meslek yaşamı Peki bu 60 yılda nasıl bir meslek yaşamı olmuştur? Askerlik hizmetini takiben 19571961 yılları arasında Çukurova Harası Sığırcılık Şubesi’nde görev yapmış ve “Güney Anadolu Kırmızısı Sığırların Selektif Yöntemle İyileştirilmesi” konusundaki çalışması ile zootekni dalında sığırcılık uzmanlığı eğitimini almıştır. 1961 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsü’ne asistan olarak başladığı akademik süreçte 1965’de Dr., 1970’de doçent ve 1977 yılında profesör olmuştur. O yıllardaki şartlarda “Buzağı septisemilerinin tedavisi ve önlenmesinde kolostral gamaglobülin uygulamaları” ve “Organik fosforlu insektisid zehirlenmesi” konularındaki çalışmaları sahada önemli uygulama alanı bulmuştur. A.Ü. Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Kürsüsü’nde her birini saygı ile andığım Prof. Dr. Selahattin Nejat Yalkı, Prof. Dr. Yaşar Altan ve Prof.Dr. Cahit Özcan hocaların yanında kendisi ile birlikte aramızdan ayrılan saygı ile andığım Prof. Dr. Çetinkaya Şendil, Prof. Dr. Hikmet Ünsüren ve kendilerine sağlıklı uzun ömürler dilediğim Prof. Dr. Rauf Can, Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz İmren ve Prof. Dr. Hüseyin Tan ile birlikte görev yapmıştır. Kurucu dekanlık Ankara Üniversitesi dışında Elazığ ve İstanbul veteriner fakültelerinin ilk yıllarında ders vererek görev almıştır. 1978 yılında ülkemizin 4. veteriner fakültesi olarak kurulan o zaman ki adıyla Bursa Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin kurucu dekanlığını yapmıştır. Kuruluş aşamasında 5 yıl büyük özveriler göstererek Bursa Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nin bugünlere gelmesine sağlam temeller atılmıştır. BursaAnkara yolundaki EtBalık Kurumu arkasında Karapınar’daki pazar tesislerinden çimento torbalarının üzerinden atlayarak eğitime başlanan bir fakülte ortaya çıkarmıştır. Merinos semtindeki Veteriner İşleri Müdürlüğü Hayvan Hastanesi’ni devralarak fakülteye 2008 yılına kadar hizmet veren klinikler oluşturulmuştur. Bugün üniversite kampüsü içindeki çiftliğin alt yapısı o dönemde yapılmış ve son 11 yıldır hizmet veren Hayvan Hastanesinin ilk taslak planı yine fakültenin kuruluş yıllarında yapılmıştır. Fakültenin kuruluşundaki bölüm yapısı, bugün ülkemizde 2007 yılında Avrupa Veteriner Eğitim Kurumları Birliği (EAEVE)’nin önerileri doğrultusunda veteriner fakültelerinde yeniden oluşturulan bölüm yapısının bir benzeridir. Hayvancılığa büyük katkı YÖK’ün kuruluşundan sonra çok severek kurduğu Uludağ Üniversitesi’nden Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne dönmesi istenmiştir. Fakat hocamız Ankara Üniversitesi’ne dönmemiş ve istemeyerek 1983 yılında emekli olarak üniversitedeki meslek hayatını sonlandırmıştır. Bu tarihten sonra hayatının 32 yıllık süresi özel sektörde geçmiştir. Üniversite yaşamında yüzlerce meslektaşımızın yetişmesinde görev aldıktan sonra özel sektördeki meslek yaşamında da eğitime devam etmiştir. Burada hem ilaç sektöründe araştırma geliştirme faaliyetlerinde, hem de veteriner hekimlerin meslek içi eğitimlerine katkıda bulunmuştur. Editör ve yazarlığını yaptığı Sığır Hastalıkları (1989) ile Koyun Keçi Hastalıkları ve Yetiştiriciliği (1990) kitapları ile ülkemiz sığır, koyun ve keçi sağlığında çok değerli eserler ortaya koymuş ve bu kitaplar o yıllardan itibaren birçok öğrenci için, veteriner hekimliğin temel kitapları olmuştur. Hocamız son 32 yılda mesleki eğitim yanında en büyük eğitimi yetiştiricilere yapmış, Türkiye’nin bütün ilçelerinde ve bunların birçok köyünde yetiştiricilere yönelik sayısız seminerler vermiştir. Genç Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki kuşakların aldığı eğitimle en büyük görevin ülkesine hizmet etmek anlayışı ile kasaba köy demeden bir yurtsever olarak ülkemiz hayvancılığının gelişmesine çok büyük emekler vermiştir. Oğlu veteriner hekim Ömer Faruk Aytuğ’un ölümünden önce, babası için Bursa Sağlık Tarihi kitabında (2. Cilt, sayfa 1063) yazdığı yazıda buna örnek olarak Isparta’da Aksu köyünde Yörük çadırlarında yetiştiriciye verdiği seminerden söz etmesi yüzlerce bu tür eğitimlerden yalnız biridir. Hatta bunlardan birinde Hocam ve fakültemizin önceki Dekanlarından Prof. Dr. Hazım Gökçen hocam ile Büyükorhan’da birlikte seminer vermemiz benim için mesleki anılarımda önemli bir yer tutmaktadır. Oğlu meslektaşımız Ömer Faruk Aytuğ’un yaklaşık 2 yıl önce ani vefatı kendisini çok etkilemiştir. Faruk’un hocam ile ilgili yazdığı yazıyı içeren Bursa Sağlık Tarihi kitabını kendisine ulaştırdığımda, okuduğunu ve çok duygulandığını ifade etmişti. Fakültemiz tarihi ile ilgili yazılardan da memnunluk duyduğunu söylemişti. İlaçlarda öncülük Hocamız özel sektörde görev yaptığı dönemde, Türkiye’de birçok yeni ilacın kullanılmasına önderlik etmiş ve bu ilaçlar hayvan sağlığında yararlı bir şekilde kullanılmış ve halen kullanılmaya devam etmektedir. Böylece birçok hayvan hastalığının tedavisi ve önlenmesinde büyük emeği olmuştur. Gerek üniversite ve gerekse özel sektördeki çalışma döneminde meslek örgütlerinin faaliyetlerinde de görev almış ve ülkemiz hayvancılığının ve mesleğimizin geleceği yönünde çalışmalarda ve önerilerde bulunmuştur. Prof. Dr. Cemal Nadi Aytuğ hocamız, birçok meslektaşımızın yakından tanıdığı hepsini rahmetle ve saygıyla andığım Prof. Dr. Cahit Yalçın, Prof. Dr. Erdoğan Ertürk ve çok yakın arkadaşı uzman veteriner hekim Osman Köseoğlu gibi sınıf arkadaşlarıyla o yıllardaki zor şartlarda mesleğimize çok önemli hizmetler vermişlerdir. Hocamı fakülteye başladığım 1979 yılında tanıdım. Kendisini iç hastalıkları derslerini verdiği yıllarda büyük bir ilgi ve hayranlıkla dinledik. Benim gibi birçok meslektaşımıza mesleğimizi sevmemizi sağladığını düşünüyorum. Mesleği öğreten, sevdiren ve öğrencinin sevdiği bir hocaydı. Sığır, koyun ve keçi hastalıkları konusunda büyük bir bilim insanından bu dersleri almak benim için büyük şanstı. Biz, emekli olmadan önce son ders verdiği sınıftık. Aynı anabilim dalında akademik hayatımın sürmesi ve kurucu dekanı olduğu fakültede 8 yıl dekanlık yapmam benim için bir ayrıcalıktır. Benim için önemli olan bir konu da, hocamızın uzman olduğu alanla ilgili Çiftlik Hayvanları Hekimliği Derneği’nin kurucu başkanı olmamdır. 86 yıllık bir ömürde, sürekli okuyarak ve yenilikleri izleyerek dolu dolu geçen 60 yıllık meslek hayatı olan Prof. Dr. Cemal Nadi Atyuğ hocamızı unutmayacağız, her zaman saygıyla anacağız. Genç kuşaklara örnek olması dileği ile... Türkiye’ye dayatılan büyük oyun Sözde müttefikimiz ABD bugün Suriye’de kendi çıkarlarına daha fazla hizmet eden bir ortak seçmiştir. Bu yeni ortak YPG/PKK’dir. Atlantik ötesinden gelebilecek gönül alıcı sözlere karşı dikkatli olmanın, oynanan büyük oyunu fark etmenin artık zamanıdır. Daver Darende Emekli DiplomatYazar Milli Mücadele yıllarında emperyalizmin Türkiye için öngördüğü plan bugün gerçekleşme aşamasındadır. Türkiye’nin ulusal bütünlüğü, üniter devlet yapısı ve bağımsızlığı tehlikeye girerken Lozan’ı tartışmaya açan Sevr’i hortlatmaya çalışan sinsice hazırlanmış plan gündemdedir. “Sözde müttefik”, özgürlükçü (!) ve demokrasinin temsilcisi ABD’nin Türkiye’ye karşı tarihsel emellerini bir kez daha anımsamamız, ABD Kongresi’nin ünlü (!) raporunda ulusal bağımsızlık savaşımızı “devlete karşı isyan” şeklinde tanımlandığını, Amerika’dan Türkiye’ye “tabanca namlusu” gibi dayatılan “Doğu sorunu”nun (Şark meselesi) sü rekli olarak bugün de gündemde yer aldığını unutmamamız gerekiyor. ‘Ortaklık geride kaldı’ ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından biri sayılan Dış İlişkiler Konseyi ve onun başkanı Richard Haas’ın 13 Kasım 2018 tarihli Dış İlişkiler Konseyi raporunun önsözünde ileri sürdüğü görüşler günümüz gelişmelerine ışık tutması açısından dikkat çekicidir. Richard Haas, TürkABD ilişkileri için şunları söylemiştir: “ABD ile Türkiye’nin stratejik ortaklığı artık geçmişte kalmıştır. Washington için gerekli olan bu gerçeği kabullenmek ve Amerikan çıkarlarına daha fazla hizmet eden kısıtlı ve işlevsel bir ilişki oluşturmaktır.” (Sözcü, 25 Kasım 2018) Türkiye kıskaç altındadır. Sınırlarımızda, çevremizde ve bölgemizde ülkemizi yakından ilgilendiren yaşamsal önemde gelişmeler olmaktadır. Birkaç çekici detay Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak “güvenli bölge”nin “güvenli” olup olmayacağına ilişkin tartışmalar devam ederken ABD Genelkurmay Başkanı, Orgeneral Joseph Dunford’un 5 Eylül 2019 günü Dış İlişkiler Konseyi’nin oturumuna katılması dikkat çekicidir. Ancak asıl dikkat çekici olan ABD Genelkurmay Başkanı Dunford’un şu sözleridir: “Suriye Demokratik Güçlerinin (YPG/PKK demektir) (SDG), IŞİD kalıntılarıyla mücadele etmek için koalisyon desteğine ihtiyacı var. IŞİD’den temizlenen alanlarda güvenlik sağlamak aynı şekilde önemlidir. Dolayısıyla yapılacak daha çok iş var ve bu alanı (Suriye’nin kuzeydoğusunu) tutmak için 5060 bin yerel gücün eğitilmesi gerektiğini tahmin ediyoruz ve muhtemelen henüz bunun yüzde 50’sini gerçekleştirebildik. Türkiye’nin Suriye konusunda meşru kaygıları var. Türkiye’nin Kuzeydo ğu Suriye’ye girme ihtimali de var. Bunun ortak menfaatlerimiz konusunda faydalı olacağına inanmıyoruz.” (Sözcü, 7 Eylül 2019) YPGPKKABD ortaklığı Sözde müttefikimiz ABD, bugün Suriye’de kendi çıkarlarına daha fazla hizmet eden bir ortak seçmiştir. Bu yeni ortak YPG/PKK’dir. ABD’nin dört parçalı Kürdistan’ın öncelikle Suriye ayağını gerçekleştirmek için bugün güven duyduğu yeni müttefiki YPG’yi kendi çıkarı doğrultusunda kullanmaktan asla vazgeçmeyecektir. ABD’nin oyalama taktiği devam etmektedir. Türkiye’yi denetim altında tutan proje de gündemdedir. Bu projenin bir numaralı aktörü olan Amerika’nın Türkiye’ye yönelik dayatma ve baskı politikasından vazgeçmesi beklenmemelidir. Atlantik ötesinden gelebilecek gönül alıcı sözlere karşı dikkatli olmanın, oynanan büyük oyunu fark etmenin artık zamanıdır. Sendikacılığımızın geleceği Hem Türkiye’in hem de sendikacılığımızın şiddetle kendini yenilemeye ihtiyacı var. Umarız her ikisi de en kısa zamanda gerçekleşir Dr. Engin Ünsal Girne Amerikan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Türkİş ülkemizin en eski ve en önemli işçi konfederasyonudur. Daha sonra kurulan DİSK ve Hakİş konfederasyonları Türkİş kadar kamuoyunda öne çıkmamaktadırlar. Bu nedenle Türkİş’in çalışmaları daha çok mercek altına alınmaktadır. Bir süre önce 200 bin kamu işçisi adına yürüttüğü toplusözleşme görüşmeleri sırasında gösterdiği tutum ve açıkladığı hedeflerin çok altında bir hükümet önerisine imza atan ve bu nedenle gündeme gelen Türkİş yönetimine çok ağır eleştiriler yönetildi ve işçiyi satmakla suçlandı. Türkİş yöneticileri, işsizliğin ve enflasyonun çok yüksek olduğu bir dönemde, alabileceklerinin çok altında bir öneriye neden imza attığı konusunda kamuoyuna inandırıcı bir açıklama yapamadı. Bu gelişmeler üzerine dikkatler aralık ayında yapılacak Türkİş Genel Kurulu’na çevrildi ve konfederasyonun geleceği tartışılmaya başlandı. Bir dönem dışında her zaman dik durdu 1952 yılında kurulan Türkİş, Halil Tunç dönemi hariç, yıllar boyu masaya yumruk vuran, hükümetler önünde dik duran bir konfederasyon olarak değil sürekli uzlaşan ve hükümetlerin yanında duran bir konfederasyon olarak anıldı. Geçmişte sadece Halil Tunç döneminde Ege Bölgesi’nde kısmi bir şalter indirmeyi içeren genel grev olayı dışında Türkİş’in hanesine yazılacak işçi lehine bir davranışı yok. Türkİş, sokağı ve sokak eylemlerini sevmeyen, uyuşmazlıkları masada çözmeyi yeğleyen bir konfederasyon... Sendikal çevreler aralık ayında yapılacak Türkİş Genel Kurulu’nda konfedrasyonun genel tutumunun ve ileriye dönük politikalarının masaya yatırılacağını konuşuyor. Sendikalarımız güçlü değil Sendikacılığımız güçsüzdür. Dişleri çekilmiş, tırnakları koparılmış kâğıttan kaplan gibidir. Üye sayısı çalışan işçi sınıfına oranla eser miktardadır. An itibarıyla 18 milyon işçinin bulunduğu ülkemizde, bunların ancak yaklaşık 800 bini toplusözleşmeden yararlanan ve sendikasına aidat ödeyen sendika üyesi konumundadır. Bu zayıf örgütlenmenin yanında üstüne üstlük sendikalı işçiler 160 sendika ve üç konfederasyon arasında bölünmüştür. Hükümet üzerinde etkisi sıfırdır. Israrla susan konfederasyonlar Hükümet çalışma yaşamı ile ilgili konularda dilediği gibi at koştururken örneğin grevleri ertelerken, işsizlik fonuna el koyarken, kayıt dışı çalışmaları önleyemezken, Suriyeli işçilerin Türk işçilerinin işlerini karın tokluğuna yapmasına ve Türkleri işsiz bırakmasına göz yumarken, robotların güdümüne girecek bir sanayileşme süreci için hiçbir önlem alamazken, iş güvencesi ile ilgili yasal düzenlemeler yapmazken sendikalar ve konfederasyonlar ısrarla susmuş, demokratik haklarını kullanarak işçilerin protesto görevini yerine getirmesini önlemiş, sonunda siyasi iktidar önünde dik duran sendikacılık değil iktidara biat eden sendikacılığın yüz karası portresini ortaya koymuştur. Her üç konfederasyon da siyaset konusunda son derece korkak davranarak milyonlarca çalışanın umutsuzluk dünyasında boğulmasına neden olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Yeni kadrolar, yeni politikalar gerekli Türkİş Genel Kurulu sonrası Türkİş den kopmalar olacağını ve yeni bir konfederasyon kurulma hazırlığına gidileceğini sanmıyorum. Türk sendikacılığı için yeni bir dönemin başlangıcı, yeni siyaset anlayışı tutarlı, işçi hakları konusunda kararlı yeni bir konfederasyonun varlığı senikacılığımız için ekmek gibi su gibi hayati önemdedir. Hem Türkiye’nin hem de sendikacılığımızın şiddetle kendini yenilemeye ihtiyacı var. Umarız her ikisi de en kısa zamanda gerçekleşir. Bunun için yeni bir Konfederasyon değil Türkİş’in kendini sorgulayarak, yaptığı yanlışların cesurca altını çizerek geleceğini tartışmaya açması gerekir. Sendikalar süreci dikkatle takip etmeli Türkİş Genel Kurulu’nun tartışmalı geçeceği kuşkusuzdur. Başarısız ve çok eleştirilen Türkİş yönetimi yeniden seçilirse ve politikalarının genel hatlarını değiştirmekten, kendini yenilemekten kaçınırsa üye sendikalardan bazıları yeni bir konfederasyonu gündeme getirebilir. Eğer yönetim değişikliğine gidilirse sendikacılığımız daha fazla bölünmeden yeni bir rota, yeni bir kaptanla beklentilerle aydınlık sulara doğru seyredebilir. Akıl almaz sorunlar İşçi hareketinin akıl almaz sorunları var. Mevcut çalışma yasalarında çok önemli işçi karşıtı hükümler var. Bunların çözümü için yasa taslakları hazırlayacak, işçi eğitimine cesurca yaklaşacak bir Türkİş araştırma bürosuna ve bu büroda çalışacak gelişmeleri kucaklayacak insanlara şiddetle ihtiyaç var. Bu ülkenin geleceğinde İslam Cumhuriyeti içinde yok olacak, İslami siyasete meze olacak sendikalara değil demokrasiyi ve işçi sınıfını yüceltecek sendikalara ve yöneticilere ihtiyaç var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle