24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 21 EYLÜL 2019 CUMARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler FETÖ’nün inlerine neden giremiyoruz? Türkiye’de çok geç kalınan bir alan olarak kült örgütlere dikkat çekmek gerekiyor. Bu tür örgütlerin üyelerinin çeşitli düşman istihbarat kuruluşları tarafından kullanılarak terör ve casusluk eylemlerine yönlendirilebilmeleri, bu soruna karşı alınması gereken önemlerin milli güvenlik açısından ne kadar hayati olabileceğini vurguluyor. YAĞIZ AKSAKALOĞLU 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Teostrateji Araştırmaları Merkezi Başkanı Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), görüntü olarak kendini bir cemaat, hizmet hareketi ya da sivil toplum kuruluşu olarak tanıtıyor. Fakat 1980’lerden günümüze terör, casusluk, şantaj, tehdit, hırsızlık, kundakçılık, illegal kayıt ve dinlemeler, rüşvet, gasp ve hâkim kiralama gibi suçları işliyor. Özellikle 2000’li yıllar itibarıyla FETÖ’nün askeri okullarda kendilerinden olmayan öğrencilere yaptıkları işkenceler, kumpas davaları ve “Kamu Personeli Seçme Sınavı” gibi sınavlardaki soru hırsızlıkları, FETÖ’nün önlem alınmadıkça çok daha büyük, güçlü ve saldırgan bir yapı haline evrildiğini gösteriyor. Büyük soru işaretleri 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan Fethullahçı darbe girişimi ardından bugüne kadar çok geç kalınmış bir mücadele hayata geçmiş vaziyette. Öyleki bu mücadele, Türkiye’nin en büyük iç düşmanı olan FETÖ’ye karşı yürütülüyor. Fakat en başından itibaren mücadelede görülen fahiş hatalar, “FETÖ ile mücadele” konusunda zihinlerde büyük soru işaretleri bırakıyor. Bugün gelinen noktada, FETÖ konusunun hızla gündemden düşmesi, cezaevlerinin FETÖ’nün yeni okullarıymış gibi işlev görerek örgüt mensuplarının buralarda radikalleşmesi, FETÖ’nün üst düzey mensuplarının serbest bırakılabilmesi, yargı içerisinde birçok örgüt mensubunun gizlendiğine dair izlenimler ve FETÖ’nün siyasi ayağına dokunulmaması gibi hususlar zihinleri iyice bulandırıyor. Şüphesiz FETÖ konusundaki yanlış teşhisler, bizleri içinden çıkılmaz daha ağır sonuçlara götürecek yanlış tedavilere sürüklüyor. FETÖ ile mücadelede Fethullahçı terörist ve casusların peşinde koşuyoruz. Bu sırada mücadelenin fikri, psikolojik, iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel ve dini birçok boyutunu gözden kaçırıyoruz. Böylece bizler, her ne kadar FETÖ’nün inlerine giriyoruz sansak da aslında örgütü daha fazla güçlendiriyoruz. Mensuplarını radikalleştiriyoruz. Kısa vadeli çözümlerin peşinde koşarken, uzun vadede gelecek olan tehlikeleri göz ardı ediyoruz. Sıkışmışlık hissi FETÖ ve benzeri tarikatlar dünyanın pek çok yerinde faaliyet gösteriyor. Bu tür yapıların mesihlik/ mehdilik iddiasındaki liderlerini sorgusuz sualsiz takip eden milyonlarca insan bulunuyor. Bu tarikatlar etik dışı ikna ve kontrol yöntemleri kullanıyor. Mensuplarını giderek ailelerinden, arkadaşlarından, sosyal yaşamlarından uzaklaştırıyor ve köleleştiriyor. Mensupları üzerinde çok güçlü grubu terk etme korkusu yaratıyor. Eleştirel düşünmeyi yasaklıyor. Mensupları tarikat içini en korunaklı yer, dışını ise çok korkunç ve ölümcül sanıyor. Bu tür yapılara karışan insanlar korku, suçluluk ve utanç arasında sıkışıp kalıyor. Kült örgütler FETÖ ve benzeri tarikatlar hakkında yukarıda verdiğim bilgiler, aslında genel düzlemde “kült örgütleri” anlatıyor. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimiyle daha net ortaya çıkan FETÖ gerçeği, kült örgütler konusunda büyük bir zafiyetimizin olduğunu açıkça gösteriyor. Türkiye’de FETÖ sorunuyla ilgili olarak her ne kadar kült örgüt konusuna olan ilgi artmış olsa da henüz yeterli düzeyde değil. Oysaki ABD’de kült örgütlerde yaşanan psikolojik manipülasyonlar ve tacizlerle ilgili eski üyelere yardımcı olma, ailelere rehberlik etme, halkı bilinçlendirme, konuyla ilgili araştırmaları destekleme ve ilgili uzmanlara yardımcı olma amacıyla kurulan Uluslararası Kült Araştırmalar Derneği (International Cultic Studies Association – ICSA) 1979’dan beri faaliyet gösteriyor. İngiltere’de faaliyet gösteren Kült Bilgilendirme Merkezi (Cult Information Centre – CIC) ise 1987 yılında kurulmuş. Bunlarla birlikte özellikle İngilizce literatürde kült örgütlerle ilgili birçok araştırma, makale, kitap bulunuyor. Hatta bu tür örgütlerden ayrılmayı başarmış birçok mağdurun anılarını derleyen çalışmalar ile bu örgütlere karşı nasıl korunmamız gerektiğine dair birçok popüler yayın da mevcut. Kullanılmaya müsait yapılar Bu noktada Türkiye’de çok geç kalınan bir alan olarak kült örgütlere dikkat çekmek gerekiyor. Bu tür örgütlerin üyelerinin çeşitli düşman istihbarat kuruluşları tarafından kullanılarak terör ve casusluk eylemlerine yönlendirilebilmeleri, bu soruna karşı alınması gereken önemlerin milli güvenlik açısından ne kadar hayati olabileceğini vurguluyor. Gerçekten de FETÖ’nün inlerine girmek ve bu mücadelede başarılı olmak istiyorsak, FETÖ ve benzeri tarikatların teorik boyutu olan “kült örgütler” üzerine titizlikle eğilmeliyiz. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü tarafından yayımlanan “Kült Örgütler Kapsamında FETÖ ile Mücadele” özel raporu, bu hususta attığımız önemli bir adımdır. Bu raporla birlikte FETÖ’yü terör ve casusluk örgütüne evrilen bir kült örgüt olarak tanımlıyoruz. “FETÖ’cülerle mücadelenin” yeterli olmadığına; ideolojisi, yöntemleri, yapısı ve dinamikleri tam olarak anlaşılmış ve bunlara karşı stratejik bir mücadele doktrini geliştirilmiş bir “FETÖ ile mücadelenin” acilen gerekli olduğuna dikkat çekiyoruz. Diyanet’in M. Kemal düşmanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı M. Kemal düşmanlığı ile anılıyor. Varlık nedeni olan Cumhuriyetin kazanımlarına, aydınlığına ölçüsüz saldırıyor. Üzücü olan ortaçağ değerlerini korumak adına, inananlar zümresi oluşturmak ve “zihinleri tutsak”, “kindar ve dindar” gençlerin yetişmesine katkı yapar duruma gelmesidir. İrfan O. Hatipoğlu Yazar Diyanet İşleri Başkanlığı siyasal İslamcılar/karşıdevrimciler ile Mustafa Kemal düşmanlığında örtüştü. Karşıdevrimin yükselmesine koşut, Cumhuriyetin kurumu olmaktan çıktı, devrimin yüklediği görevlerden uzaklaştı. Arap öykünmeci, aydınlanma karşıtı kuruma evirildi. En geri İslami öğretiyi aktaran; dini vakıf ve yurtlar ile din eğitimi veren kurum ve Kuran kurslarıyla birlikte hareket ediyor. Yasadışı çalışmalarına görünmez kılan/koruyan kollayan bir kurum haline geldi. Bununla yetinmiyor. Ülkemizde laik, demokratik Cumhuriyetin, çağdaş yaşamın, akıl/ bilimin, uygarlık değerlerinin örselenmesi/ yok edilmesinde engel gördükleri Mustafa Kemal’in itibarsızlaştırılması/görünmez kılınması için de yoğun çaba harcamakta. Yok sayılan yasa Siyasal İslamcıların M. Kemal düşmanlığının kaynağı; İslamiyetin siyaset aracı olmaktan çıkarılması, akıl/bilimin İslama egemen kılınmanın önünü açan 429 sayılı –devrim yasanın kabul edilmesidir. Yasa dindevlet ilişkisini, yönetimini düzenler. Nedense yasa kamuoyunda gündeme getirilmez, yok sayılır. Oysa Cumhuriyetin ruhunu oluşturması, Cumhuriyet kurucu ön Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın; 15 Temmuz firarisi ve kanlı kalkışmada “Akıncı Üssü”nün beyni olan Adil Öksüz’ün “Doktora” savunmasında jüri üyesi olduğu ortaya çıktı. Ayrıca Erbaş’ın aynı zamanda FETÖ Platformu “KADİP” (Kültürlerarası Diyalog Platformu) yönetim kurulu üyeliği ve FETÖ’nün “Abant Platformu”nun daimi katılımcısı olduğu da bilinmekte. derlerinin düşüncelerinin; hem devlet yapısına hem de zihniyet değişikliğine yansıtması açısından son derece önemlidir. Yasa ile din ve devlet işleri kesin olarak birbirinden ayrıldı. Din hizmetleri genel idare hizmetleri içine katılarak, sıkı bir devlet denetimi altına alındı. İslam dininin itikat, ibadet ve ahlaka dair sorunlarıyla, cami, mescit, tekke ve zaviyelerin idaresi, imamhatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların tayin ve azilleri ile görevlerin yürütülmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Kısacası din hizmetleri tarikat/cemaat, türbedarlık, mürşitlik, şeyhlik vb. oluşumlardan alınıp, Cumhuriyetin aydınlığında yürütülmesinin önü açıldı. Yasanın kapsamı 429 sayılı yasanın katkısı, din hizmetlerinin devlet tarafından kontrol/denetim altına alınması ile sınırlı değildir. Din hiz metlerinin yeniden örgütlenerek kontrol/ denetim altına alınmasıyla İslami öğretide/ uygulamada reform/aydınlanma girişiminin önü açıldı. İslam günlük yaşamı müdahale etmekten çıkartılıp, bireyin inanç düzeyinde kalması uğraşına girildi. Din eğitimi, ibadet yerleri kontrol altına alınarak, gettolaşan tarikat/cemaatlerden kurtarılıp özgürleştirildi. Dönemin simgesel uygulaması ise Kuran ve ibadet dilinin Türkçeleştirilmesidir. Siyasal İslamcılar Kuran’ın ve ibadet dilinin ezanın, ayinlerin, duaların, hutbelerin Türkçeleştirilmesi Türkçe okunmasını kabullenmediler, egemenliklerine saldırı olarak aldılar. Bu nedenle M. Kemal aydınlığına karşı, utkularının başlangıcını ezanın yeniden “Arapça” okunmasıyla başlatırlar. Diyanet’e göre kırılma noktası (!) Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyetin/ devrimin kurumu olmasına karşın, siyasal İslamcılar gibi Kuran’ın ve ibadet dilinin Türkçeleştirilmesine kırılma noktası olarak görüyor. Kurucu önderin yüklediği uygarlık ödevini içselleştiremedi. Geleneksel olarak aktarılan İslami öğretiyi set çekemedi. Zihinsel altyapısını oluşturan ortaçağ öğretisini aşarak, kurumda akıl/bilimi egemen kılmadı. Geleneksel öğreti sürdürülmediğinde inanalar üzerindeki egemenliklerinin aşınacağı algılamasını/korkusunu yenemedi. Üretilen kaygılar Diyaneti siyasal İslamcılarla aynı izdüşümünde örtüştürdü. Karşıdevrimin yükselmesiyle de, takiyyeci görünümlerini bir yana iterek siyasal İslamcılarla ortak değerler üretir duruma geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı M. Kemal düşmanlığı ile anılıyor. Varlık nedeni olan Cumhuriyetin kazanımlarını, aydınlığını ölçüsüz saldırıyor. Üzücü olan ortaçağ değerlerini korumak adına, inananlar zümresi oluşturmak ve “zihinleri tutsak”, “kindar ve dindar” gençlerin yetişmesine katkı yapar duruma gelmesidir. Yazık. ’vearan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle