Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 16 EYLÜL 2019 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: EMİNE BİLGET Savarona ‘müze gemi’ Mustafa Kemal Atatürk’ün “Denizciliği Türkün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız” olmalıdırsözleri çerçevesinde tarihe ve denizciliğimize karşı sorumluluğumuzu bir nebze de olsa yerine getirmeliyiz. N. İsmet Hergünşen Emekli Deniz Kurmay Albay Gemiler, diğer ulaşım araçlarından çok farklıdır. Ruh taşırlar, denize inişleri ayrı bir seremonidir ve her zaman özgürlüğün simgesi hayal dünyamızın besin kaynağı olmuşlardır. Umut vardır, aşk vardır, şefkat vardır. Gizemli ve büyüleyici güzelliğiyle tüm dünyayı kendine hayran bırakan gemiler vardır. Ancak bazıları vardır ki, devleti ve milletiyle özdeşleşmiş bir çeşit sembol olmuştur. Bunlardan biri de Savarona’dır. Atatürk’ün manevi gücünü taşıdığına inandığımız Savarona’da görev icra etmek, bizim okuduğumuz yıllarda Deniz Harp Okulu mezunu her subayın en büyük hayali olarak görünmekteydi. Elbette ki bu hayalimize rağmen, benim de Savarona’da fiili olarak görev icra etmem mümkün olmamıştı. Bununla birlikte, ulu önder Atatürk’ün yatında yaklaşık 3 ay süreyle, staj maksadıyla da olsa bulunmak, hem benim hem de tüm arkadaşlarım için ayrıcalıklı ve ayrıcalıklı olduğu kadar yaşantımızın unutulmazları arasında yer almıştır. Bugün bile onun gururunu taşıyabiliyorduk. Savarona’nın hikâyesi Peki, “Atatürk’ün en sevdiğim oyuncağım dediği Savarona”nın hayat hikâyesi neydi, ülkemize nasıl kazandırılmıştı, bugünlere kadar nasıl gelmişti ve gelecekte ne olabilirdi? William Francis Gibbs tarafından tasarlanan ve 1931 yılında denize indirildiğinde dünyanın en büyük yatı olan Savarona’nın ilk sahibi Amerikalı Mrs. Emily Roeb ling Cadwalader’dir. Ulu önder Atatürk’ün izniyle, Ertuğrul yatının yerine 1938 yılında satın alınan Savarona, adını Afrika’da yaşayan bir kuğu kuşundan almaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna tahsis edilen bu yatta Atatürk, vefatına kadar sadece 6 hafta kalabilmişti. Atatürk’ün ölümünden sonra Türk Denizcilik İşletmeleri’ne devredilen ve uzun süre Kanlıca önlerinde hareketsiz kalan bu yat, II. Dünya savaşı sonrası dönemde Deniz Harp Okulu öğrencilerinin eğitimi için okul gemisi olarak kullanılması maksadıyla 1952 yılında Türk Deniz Kuvvetleri’ne devrolunmuştur. Restorasyon süreci Misyonunu tamamladığı ve hizmet dışına ayrılması planlanan Savarona, 1989’da 49 yıllığına özel sektöre kiralanmıştır. 136 metre boyunda, 2 bin 300 ton saç ağırlığına sahip lüks transatlantik yat, 425 uzman zanaatkâr, 450 işçi ile yaklaşık üç yıl içerisinde restorasyona tabi tutularak tek rar denizlere açılma fırsatını yakalamıştı. Duyarsızlık sorunu 2013 yılından beri Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bulunan ve bir süredir Kuruçeşme limanı’nda tutulan Savarona, bakım ve onarım maliyetlerindeki yükseklik nedeniyle geçtiğimiz aylarda İstanbul Tersanesi Komutanlığı’na teslim edilmiştir. Ulus olarak şanlı tarihimizle övünmeyi, gurur duymayı pek sevmemize rağmen ona saygı göstermeyi becerememiş ve nedense tarihi değerlerimizi gelecek kuşaklara aktarmamız her zaman mümkün olmamıştır. Gerek ekonomik nedenler, gerekse kültürel eksikliklerden dolayı; Ertuğrul yatını 1933, Yavuz zırhlısını 1975 ve “Çanakkale Geçilmez” veciz ifadesini Türk tarihine altın harfler ile yazdıran Nusret mayın gemisini 1990 yılında hizmet dışına çıkararak efsaneleşmiş bu ve buna benzer tarihe mal olmuş önem atfedilen gemilerin yok olmasına göz yummayı be cerebilmişizdir. Yunanistan’daki Averof zırh lısı, İngiltere’de Victory, Cutty Sark, ABD’de Texas, Intrepid gibi deniz müzeleri; o ülkelerin insanları üzerinde denizle, gemilerle, rüzgârla, denizdeki canlılarla içli dışlı olarak bir farkındalık yaratmaktadır. İşte bu müzeler, topluma kazandırdıkları deniz kaynaklı bilgi birikimi, deniz bilinci, örf ve adetleri çerçevesinde, kendi ülkelerinin denizci millet ve denizci devlet ülküsü doğrultusunda, küresel dünyada hâkimiyet kılmalarına olanak sağlamaya devam etmektedirler. Ulusal ülkü denizcilik Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak ve sahip olmaktan geçer” ve “Denizciliği Türkün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız” sözleri çerçevesinde, tarihe ve denizciliğimize karşı sorumluluğumuzu bir nebze de olsa yerine getirmeliyiz. Denizi daima halkın düşünce alanında tutabilmek için zorunlu halk eğitimi yaklaşımı çerçevesinde, Savarona’nın deniz ve tarih kokan, denizle iç içe kent olan İstanbul’da “müze gemi” haline getirilmesi, başta biz denizciler olmak üzere, ulusumuzun her ferdininin en büyük arzusu ve dileği olmalıdır. Türkiye’nin en yakışıklı devrimcisi: Tarık Akan OLCAY BAĞIR Yazar Salon filmlerinin yakışıklı ve parlak çocuğu Tarık Akan’ın romantik komedi ve melodramlardan kopup politik filmlerde oynayarak nasıl bir dönüşüm yaşadığı ve devrimci bir sinemacı olduğunun hikâyesi, 1970’lerin ortalarında Vasıf Öngören ile tanışmasıyla başlar. Tiyatro yazarı ve yönetmeni, tiyatro kuramcısı Vasıf Öngören, Tarık Akan’ın hayatına yön veren hocası ve arkadaşıdır. Yıllarca ona oyunculuk dersi vermiş, kitaplar önermiş, Akan’ın hayatında ve kariyerinde kırılma noktaları yaratacak konuşmalar yapmıştır. Kartpostal yakışıklısı bir jönden muhalif bir sanatçı yaratmıştır Öngören. Ona kartpostal çocuğu Tarık Akan isminin 40’lı yaşlarına geldiğinde, genç kızlar büyüdüğünde biteceğini söylemiştir. Anlatsın Tarık Akan: Gerçek hayat bu değil! “Hayatımda ufkumu açan hocaların en önemlisidir Vasıf Öngören... O, hayatıma girmeseydi ben belki aysbergleri kırmakta zorlanabilirdim. Oyunculuğun ‘o’sunu bilmeden, fizik farkıyla sinemaya girmiştim. Halk beni bir yere getirmişti. Tramplenden atlar gibi atlamıştım sinemanın ortasına... Ama bir süre sonra eksiklerimi fark etmeye başlamıştım. İşte o aşamada teslim ettim kendimi Vasıf Hoca’ya... O, bana kitap okumanın disiplinini öğretti önce. Oradakileri tartıştı benimle...” Akan’ın ilk dönemlerinde oynadığı filmlerden artık memnun olmadığı da bir gerçektir, oynadığı rollerden rahatsızdır. “Gerçek hayat” bu değildir. Her şey güllük gülistan değildir ki. Zaten kendisi de öyle bir hayattan gelmemiştir. Bütün çocukluğu Anadolu’da geçmiş, kıt kanaat geçinen bir subay çocuğudur. Denizi bile İstanbul’a yerleştiklerinde, 16 yaşında görür. Babası emekli olunca türlü işlerde çalışır. Cankurtaranlık yapar mesela, sandalcılık, bilet karaborsacılığı... Üniversitede okurken gündüzleri kâğıt işportacılığı, geceleri öğrencilik yaptı. Ancak oynadığı rollerde hep zengin çocuğudur, fabrikatör babasının parasını yiyen şımarık bir genç. O, öyle bir hayattan gelmemiştir, içine sinmez artık. Sorgulamaya başlar, düşünmeye, kitaplar okumaya. İşte böyle bir dönemde tanışır Öngören’le. Ustası ve dostu Öngören’in oyunculuğuna katkısını da şöyle anlatır Akan: “Bana oyunculuğu anlattı. Mesela Beyoğlu’na çıkardık, yolda yürüyen bir kişinin hali, tavrı, kıyafeti, mimiklerinden yöresini, sosyal sınıfını, mesleğini tahmin etmeye çalışırdık. Senaryoda bir karakteri tahlil etmeyi, Brechtyen oyunculuğu böyle öğrendim.” Maden’deki cici çocuk Yeşilçam’a başkaldırması da bu dönemde olur Tarık Akan’ın. Filmleri para ba san, neredeyse ayda bir salon filmi çeken Akan, Ertem Eğilmez’in karşısına çıkar ve “Beni bırak” der. Bırakmaz Ertem Eğilmez, tehdit eder, “Seni mahvederim, aç bırakırım seni” der ona. Dediğini de yapar, 2 yıl hiçbir filmde oynayamaz Akan. Çünkü diğer film şirketlerinden de ambargo yemiştir, aralarında anlaşmış ve Akan’a kapıları kapatmışlardır. Maden filmine kadar böyle gider. Cüneyt Arkın ile oynadıkları ve ikisinin de beş kuruş para almadıkları Maden, o dönemde ilk sendikal haklarını elde etmiş işçilerin hak savaşını konu edinen bir filmdir. Yeşilçam'ın “cici çocuğu” olarak bilinen Tarık Akan’ın yerinde artık çok daha farklı bir Tarık Akan vardır izleyicinin karşısında. Maden, Sürü ve Yol Maden filmiyle Yılmaz Güney’in de dikkatini çeker. Tanışırlar, dost olurlar. Maden filminden sonra gelen ve Güney’in hapishaneden direktiflerle yürüttüğü bir filmdir Sürü. Filmde Akan’ın babasını Tuncel Kurtiz oynar. Güney, Akan ve Kurtiz... Tarık Akan’ın Yılmaz Güney ile tanışması, artık toplumsal içerikli filmlerde oynamaya başlamasının da önünü açar. Sürü’den sonra Adak, Yol, Pehlivan, Ses ve daha nicesi... Onlarca politik filmde oynamış ve birçok ödül almıştır Akan. 12 Eylül darbesinde 12 yıl hapis cezası ile yargılanır, iki buçuk ay hücre hapsinde kalır, işkenceler görür... Tarık Akan’ın geçirdiği dönüşüm, hem hayata ve sanata bakışı ve durduğu yeri daha da netleştirmiş hem de oyunculuğunu üst seviyelere taşımıştır. Barikatın en önünde O, her dönemde gerçek aydın tutumundan taviz vermedi. Ergenekon tertibinin daha başlarında Türk ordusu ve yurtsever aydınların hedef olduğu günlerde sanat dünyası çıt çıkarmazken Akan yine dik durdu. Davanın düzmece olduğunu söyleyerek 2008’de, “Yurtsever Aydınlar Serbest Bırakılsın” kampanyasına imza verdi. 2009’da, “Beni de alın” kampanyasında çalıştı. Ağzını açanın “darbeci, Ergenekoncu” ilan edildiği günlerde, “12 Eylül 1980 ülkemde karanlığın başladığı bir an, ama 2011 Silivri, Ergenekon, Balyoz, YÖK, adalet, gençlik. 2011 ak mı kara mı siz karar verin” deme cesaretini gösterdi. 2012’de on binlerin Silivri kapılarına dayandığı gün o da barikatı yıkanların en önündeydi. Tarık Akan, 16 Eylül 2016’da aramızdan ayrıldığında Türkiye sadece çok iyi bir oyuncusunu değil; okul kurarak çocuklar yetiştiren çağdaş bir eğitimcisini, toplumsal ve politik gelişmelere kayıtsız kalmayan yurtsever bir aydınını ve en yakışıklı devrimcisini de kaybetti. olaylar ve görüşler İstanbul’da bir akşam yemeği... Papandreu Dilek İmamoğlu Ekrem Sevinç İnönü İmamoğlu Canan Altan Öymen Hikmet Çetin Şule Bucak Kaftancıoğlu Anımsayalım... Erdoğan, “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” de bir vefa ödülü vermiş, ben de şahsen gelip bu onurlu ödülü elinden almıştım. Şimdi İstanbul Belediye mişti... Partisini, örgütünü bu söz Başkanlığı’na seçilmiş olmasından, lerle ayakta tutmaya çalıştı. Ön bir sosyal demokrat olarak mutluluk ce 31 Mart’ta, sonra 23 Haziran’da duyuyorum. Bizler hepimiz bu gece İstanbul’u kaybetti... Bu ağır seçim demokratlar, sosyal demokratlar, in yenilgisinden sonra Türkiye’nin si san hakları savunucuları olarak, uğ yasi atmosferi başka bir havaya bü runda mücadele ettiğimiz evrensel ründü... AKP’den kopuşlar başla değerlerin, hakların, demokrasi ve dı. Davutoğlu, ihracı beklemeden hukukun üstünlüğü fikirlerinin, küre partisinden istifa etti. BabacanGül mizin sürdürülebilir korunabilirliğinin ekibiyle birlikte, AKP içinden iki ye güçlendirilmesi ve demokrasi kar ni parti yakında siyasi hayata “mer şıtı eğilimler karşısında küresel da haba” demeye hazırlanıyor. yanışmanın pekiştirilmesi bakımın Erdoğan, Türkiye’deki siyaseti ne dan Ekrem İmamoğlu’nun seçimin Bahçeli’nin ne de Akşener’in yön den umutlandık ve güç aldık. Ken lendirmesini istiyor artık. Son bir disine başarılar diliyorum. Önemli aydır yaşananlar “siyaseti kendisi işlere imza atacağına eminim. Keza, nin şekillendirmek istediğini” orta burada bir araya gelen bizler Türkler ya koyuyor. Erdoğan, İYİ Parti ka ve Yunanlar olarak aramızdaki Kıbrıs nadından Millet İttifakı’nı zayıflat gibi bazı büyük sorunlar hâlâ sürse mak, HDP’nin bu ittifaka olan des de, barış ve dostluk içinde geçmiş teğini en aza indirgemek istiyor. ten çok daha yakın ve dayanışma Erdoğan’ın söylemleri, stratejileri içinde hissediyoruz. Bunda dostla buna endekslenmiş durumda. Ya rım Erdal İnönü ve İsmail Cem ile şananlar da... başlattığımız yakınlaşmayı daima İşte Erdoğan bu süreçte farklı bir minnetle anıyorum.” adım attı: Büyükşehir belediye baş Sevinç İnönü, Ekrem İmamoğ kanlarını Saray’da topladı. O bu lu ve Papandreu’nun konuşmaları luşmada yaşanan “kırık sandalye” nın ardından İmamoğlu ailesi, Se olayı Türkiye’nin gündemine otur vinç İnönü’yle birlikte masaları gez du. Ve herkes kendisine yönelik di. Ahmet Türk’ün masasına gelin mesajı almış görünüyor... diğinde birbiri ardına “mesajlar” ve Evet... Hemen söze girelim... Ön riliyordu. Geceye katılan konukla ceki gece İstanbul Kandilli’de önemli rın en fazla alkışladığı isim Ahmet bir buluşma yaşandı. Ev sahibi, Türk Türk’tü... Türk, Celal Doğan’la bir siyasetinin saygın ve renkli ismi Er likte aynı masadaydı. İmamoğlu, dal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü’ydü. bu masaya, Diyarbakır’daki ziyareti Yemek, Ekrem İmamoğlu’nun İstan anımsatarak, “Ahmet Türk’ü bir kez bul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı daha kucaklamak istiyorum” diye kazanması onuruna, İnönü ailesinin rek geldi. İçişleri Bakanlığı’nca Mar Kandilli’deki yeni evinde veriliyordu. din Büyükşehir Belediye Başkanlı İmamoğlu ve eşi ğı görevinden Dilek İmamoğ alınan Ahmet lu, İnönü ailesiyle Türk ise İnönü birlikte ev sahibi ailesiyle, Se konumundaydı... vinç Hanım’la Konukları birlik bir anda geç te karşıladılar... mişe, 1990’lı Yemek, Se yıllara gittiğini vinç İnönü’nün belirterek şun konuklara hita ları söylüyordu: ben konuşma “Demokra sıyla başladı. tik bir ortam Sevinç Hanım, da yeni bir dö İmamoğlu’nun nemin kapısının İstanbul’daki seçim gezisi sırasında iki kez kendisini ziyaret ettiğini anımsa Gecede kimler yoktu ki... CHP Genel Başkan Yardımcıları Faik Öztrak, Oğuz Kaan Salıcı, yabancı diplomatlar, CHP milletvekilleri ve bazı ilçe belediye başkanları davetliler arasındaydı... açılmasını umut ediyorum...” Bu sözler üzerine İmamoğlu’nun yorumu, “Her tarak “İstanbul’u kazandığında lafla atışılır, bu lafla atışılmaz” olu onuruna bir akşam yemeği vere yordu. Devamında, “Türkiye’yi bir ceğim...” sözünü verdiğini aktardı. avuç insanın iradesi yönetemez. Bir tarafında Ekrem İmamoğlu ve İstanbul’da bunu gösterdik. Kazan eşi Dilek İmamoğlu, diğer tarafın dık, bunu değiştirdik. Türkiye’yi yö da Yunanistan’ın eski başbakanla neten bir avuç insanın iradesini de rından ve eşi Erdal İnönü’nün yakın değiştirebiliriz” sözleri yine konukla dostlarından Yorgo Papandreu’yu rın alkışlarıyla kesiliyordu. oturtan Sevinç İnönü, yemek ön Sanatçılar Müjdat Gezen ve Su cesi sandalyeleri kontrol ettikleri nay Akın’ın olduğu masa gecenin ni söyledi. “Biz de artık balkon ko en renklisiydi. Sunay Akın’ın, Türki nuşmaları yapalım” diyerek İstan ye Cumhuriyeti’nin simge ismi İs bul’daki seçim zaferinin taçlandırıl met İnönü’yle ilgili anlatımı son ması mesajını verdi. Bu sözler ge dönemde yolsuzluklarla boğuşan ce boyunca “kırık sandalye” esp Türkiye’ye bir mesajdı. Akın, şöyle risinin havalarda uçuşacağının gös anlatıyordu: tergesiydi. “Gazi, bir gün Başbakan İsmet Sevinç İnönü’nün ardından sö İnönü’yü canı çok sıkkın görmüş. zü Ekrem İmamoğlu aldı. İmamoğ Bakmış Paşa’nın suratından düşen lu, “demokrasi, hukuk ve vicdan” bin parça. Kurtuluş Savaşı’nı birlikte kelimeleriyle mesajını veriyordu. yaptıkları en umutsuz günlerde bile “Demokrasiyi, hukuku ve vicdanı canını bu kadar sıkkın görmediği ar yanından ayırmayan yönetimler ol kadaşına, dayanamayıp sormuş: malı” diyen İmamoğlu’nun, Saray’a ‘Paşa Hazretleri, nedir canını bu yönelik, “Sandalyesi sallanıyor de kadar sıkan olay?’ diler, senin de koltuğun sallanıyor” Paşa, Gazi’nin suratına bir süre cümlesi büyük alkış alıyordu. Ge bakmış, sonra düşünceli düşünce cede en uzun konuşmayı Papand li anlatmış: reu yaptı. İmamoğlu’na “zeytinya ‘Türk Hava Kurumu toplantısın ğı” hediye eden Papandreu, konuk dan geliyorum. Hesaplarda kırk pa lara özenle seçtiği kelimelerle ses ra (bir kuruş) açık var. Çok üzül leniyordu: düm. Başkanı sıkıştırdım, bu bir ku “TürkYunan dostluğuna büyük ruşu nereye verdiklerini bulamadı katkısı olan İnönü ailesinin ve sosyal lar. Çok canım sıkıldı.’ ” demokrasinin hem Türkiye’de hem Gecede Celal Doğan’ın Antep’ten Avrupa’da gelişiminde belirleyici ro getirdiği baklava yenildi, konukların lü olan dostum Erdal İnönü’nün de ağzı tatlandı. Sevinç İnönü’nün ev ğerli eşi Sevinç Hanım’ın davetlisi sahipliğinde İmamoğlu onuruna ve olarak aranızda bulunmaktan onur rilen yemeğin hem Ankara’da hem duyuyorum. Bu davetin dostum Ek İstanbul’da yankısı olacaktır. Erdo rem İmamoğlu’nun başkan seçil ğan ne demişti: “İstanbul’u kaybe mesi vesilesiyle düzenlenmiş olması den Türkiye’yi kaybeder...” Söylem da benim için çok anlamlı. Zira Ek artık, “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi rem Başkan, iki yıl önce Beylikdüzü kazanır” sloganına mı gidiyor? Kı Belediye Başkanlığı sırasında bana sacası 14 Eylül yemeği, hem iktidar uluslararası sosyal demokrasiye ve hem muhalefet cephesinde konu barışa yaptığım katkılar nedeniyle şulacaktır.