18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 6 AĞUSTOS 2019 SALI [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler AYM’nin ‘bildiri’ kararı Hamdi Yaver AKTAN Yargıtay Onursal Daire Başkanı Kamuoyunda “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi” ya da “Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi” olarak isimlendirilen bildiri ile ilgili olarak ceza mahkemelerinin kararlarının kesinleşmesinden sonra konu bireysel başvuru bağlamında Anayasa Mahkemesi’ne taşınmış ve Mahkemece 26/07/2019 tarihinde karar verilmiştir. (Başvuru No: 2018/17635) Kararın açıklanmasından sonra karara karşı, “karşı bildiri” yayımlanmış ve Anayasa Mahkemesi’ne ağır eleştiriler yapılmıştır. Kuşkusuz ki hiçbir mahkeme kararı eleştiriden muaf değildir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı da eleştiri yapılabilir. Beklenen yaklaşım Bu yazıda yapılacağı gibi!... Yargıçlar statüleri gereği eleştiriye yanıtta veremezler; vermemelidirler de!... Hatta karar gerekçeleri de olası eleştirileri karşılamak için yazılmamalıdır. Hemen belirtilmelidir ki yargı kararlarının uygulanmasında zorunluluk vardır. Hukuk devleti ilkesinin doğal sonucu budur. Anayasa Mahkemesi, “yıkım”, “katliam”, “işkence”, “sürgün”, “kasıtlı ve planlı kıyım” gi Ülkemizde mahkeme kararlarına “taraftarlık” tutumuyla yaklaşıldığı ne yazık ki öteden beri yerleşmiş olumsuz bir tutumdur. Eleştiriler bilimsel düzlemde ve düzeyde yapılmamaktadır. bi ifadelerin yerel mahkemelerce eleştirildiği saptamasını yaptıktan sonra bildirinin dilinin sert, suçlayıcı ve kamu otoriteleri açısından rahatsız olduğu değerlendirmesini yapmış ancak “ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu”nun yinelenmesi gerekliliğine işaret etmiştir. (Paragraf:102) Esas eleştirilmesi gereken Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun “...gerek rapor nedeniyle, gerekse basın açıklaması sonrasında ortaya çıkan somut bir tehlike de söz konusu değildir. Toplum kesimleri arasında oluşmuş ve ortaya çıkan bir infial, herhangi bir taşkınlık saptanmamış, kamu güvenliğini bozan herhangi bir somut olgu da meydana gelmemiştir.” şeklindeki kararıyla benzerlik taşımaktadır. (2007/8244 E., 2008/92 K., 29/04/2008) Öte yandan ifade özgürlüğüne ilişkin ka rarlarda temel referans oluşturan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Handyside v. United Kingdom Kararı (Başvuru No:5493/72, Tarih 07/12/1976) da bu bağlamda anımsanmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal görmemesi olasılığında AİHM’nin ihlal kararı vermesinin ülke açısından olumsuzluk olacağı unutulmamalıdır. Evrensel hukuka uyma yükümlülüğümüz gözetildiğinde (Anayasa M.90/Son) ulusal uygulama takdirle karşılanmalıdır. Evrensel hukukta artık ifadelerde “tahrik” öğesi de yeterli görülmemekte, tahrikin şiddete çağrı yapması aranmaktadır. Yargıtay uygulaması bu yönde olup, Anayasa Mahkemesi de kararında bu tür kararlara gönderme yapmıştır. (Paragraf 5457) Anayasa Mahkemesi’nin bildiri kararına esasen bir başka açıdan eleştiri getirilmelidir. Mahkemenin bildirinin içeriği ile ilgili değerlendirmesi bir bakıma, olası eleştirilere karşı bizatihi kendisini savunması şeklinde tezahür etmiştir. (Paragraf:125) Sözgelimi karardaki “Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin hiçbir şe kilde içeriğine katılmadığı sözlerde ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir... Bir bütün olarak bakıldığında içeriği Anayasa Mahkemesi’nce paylaşılmasa bile...” (Paragraf:126/127) gibi ibareler mahkemenin kendisini savunması olarak değerlendirilebilir. Oysa savunma durumunda kalındığı algısı yaratacak gerekçe değil Anayasa Mahkemesi hiçbir mahkeme tarafından yazılmamalıdır. Mahkemeler, bağımsız olarak karar vermeli, yerindelik eleştirilerinden kendilerini soyutlamalıdırlar. Yıpratıcı tutum Ülkemizde mahkeme kararlarına “taraftarlık” tutumuyla yaklaşıldığı ne yazık ki öteden beri yerleşmiş olumsuz bir tutumdur. Eleştiriler bilimsel düzlemde ve düzeyde yapılmamaktadır. Son kararla ilgili eleştirel yaklaşımların savunulamaz ve kabul edilemez boyuta ulaştığı görülmektedir. Diğer yandan üyelerin seçilme tarihleri itibarıyla konumlandırılmalarının yıpratıcı olacağı da belirtilmelidir. Anayasa Mahkemesi üyelerinin de hiçbir kaygıya kapılmadan ve savunma durumunda kalmadan evrensel hukukun ölçütleriyle karar verdikleri bilinciyle hareket ettikleri sürece hukuk dünyasında ve adalet tarihinde onurlu yerlerini alacaklarına kuşku bulunmamalıdır. Zamanı iyi kullanmak üzerine müthiş bir kitap! AHMET KEMAL ŞENPOLAT Hukukçu Bu dünyaya bir Aziz Nesin uğradı ve geçti gitti. Bir rüzgâr gibi, bir kasırga gibi, “Yeter artık gerçeklere gözünüzü açın , çok fazla uyudunuz, uyanın” diye diye... Merak etmeyin, bu yazı onun o hepimizin bildiği yanları, o ütopik dünyası, gerçekleri tespit ediş açısını anlatmak için kaleme alınmıyor. Tam tersine O büyük insanın bugüne kadar kimse tarafından fazlaca bilinmeyen iç dünyasını, oğlu Ali Nesin ile yapmış olduğu yıllar süren mektuplaşmaları değiniliyor. Aziz Nesin Ali Nesin Mektuplaşmalarını adını taşıyan Türkiye’nin kısmen yakın tarihine ışık tutan bu belge kitap sizi müthiş bir zaman yolculuğuna çıkartıyor. Bu mektuplaşmalar ile yıllar öncesinden bir babanın olanca içtenliği ile oğul Ali Nesin’in lise yıllarından başlayıp Sivas olaylarına kadar geçecek sürede, baba oğul arasındaki tüm şeffaflığı, samimiyeti ve masumiyeti ile ve gelecekte yayımlanma olasılığı düşünülmeyerek kaleme alınmış nefis bir başyapıtın ortaya çıkmasına neden oluyor. Dünya mektup edebiyatının en büyük eksikliği belki bu kitap sayesinde tek taraflı ve monolog olmaktan çıkıyor ve okuyucu karşı taraftan gelen yanıtı da aynı kurgu içinde okuduğu için soluksuz bir eğitim periyoduna ister istemez o da katılıyor. Mektuplarla eğitim Oysa yıllara dayanan baba oğul mektuplaşmaları Aziz Nesin’in yurtdışında tek başına yaşamak zorunda kalan bir genci mektuplarla oya gibi işleyip nasıl aydın bir insan olarak dünyaya kazandırdığını göstermekte. Tabii ki Ali Nesin’in de delikanlılık çağından bir bilim insanı olana dek mektuplar yolu ile de olsa babasından almış olduğu ilham, öğütler, sorumluluk duygusu onu mektuplaşmaların sonuna gelindiğinde bugünkü bilim insanı Ali Nesin yapmakta. Şunu da belirtmekte fayda var ki, Aziz Nesin’in kimilerince uç fikirler olarak algılanabilecek dünya görüşlerine mektuplarında asla rastlanmamakta ve oğul Ali’ye asla bu yönde bir telkinde bulunulmamakta. Bir genç hiçbir şekilde baskı altında kalmadan yetişirken bu mektuplar bugünün genç anne babalarına yol göstermekte ve hatta birinci derecede eğitim kitabı olmaya aday olduğunu kanıtlamaktadır. Nesin Usta’nın para kazanmak için karşılaştığı arabesk Türkiye gerçekleri ve zorluklarına karşı bitmez tükenmek bilmez diren ci, sonunda onun en büyük hayali Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın temellerinin atılmasını sağlıyor. Zaten kendisi de Ali’ye yazdığı mektuplardan birisinde “halkın durumunu gördükçe bu kadar çok para kazanmaktan utanıyorum. Vakıf ancak beni bu utançtan kurtarıyor” der. Ama düşündüğünüz zaman Aziz Nesin gibi bir aydının Türkiye gibi bir ülkede hem para kazanıp hem böyle bir yatırıma kaynak ayırması ve bu çocuk cennetini zaman içinde yoktan varetmesi zordur, mücadele ve direnç gerektirir. Kendisine alçaklık yapanlara kızar, sinirlenir ama onları asla suçlamaz. Ali Nesin ile olan mektuplaşmalarda bir oğulun babaya verdiği manevi destek ve bir babanın iç dünyasını ona en samimi en gerçekçi durumu ile açması belki de tüm mektuplaşmalar boyunca okuyucuyu hırslandıracak ve vakfın bir an önce bitmesi için sayfaları nefessiz çevirmesini sağlayacaktır. Okuyucu tüm mektuplaşmalar boyunca vakfın bir an önce tamamlanmasını ve Aziz Nesin’in rahata kavuşmasını sabırla beklerken, Ali Nesin’in de yurtdışındaki başarılarının sona ermemesini diler. Aziz Nesin için tek para kazanma yolu olan daktilonun tuşları onunla dünyanın birçok otel odasında, seminerde, panelde, kiralık evlerde, bürosunda, vakıfda hep onunla beraberdir. Vakfı tamamlamak için sistemle mücadeleye kendini adamak zorunda kalmış ve tesbit ettiği bir çok konuda da zaman onun haklılığı ortaya çıkarmıştır. Tüm mektuplaşmalar boyunca okuyucu Aziz Nesin’in çalışma temposunu gördükçe zamanını nasıl boşa harcıyor diye kendisine bile kızar. Aziz Nesin’in deyimi ile o artık yolun sonuna doğru geldiği için onun zaman kaybetmeye tahammülü yoktur. Bir yandan gazete çıkarır, bir yandan aydınlar dilekçesini hazırlar, bir yandan yazarlar sendikasında yönetici olur, yurdışında yurt içinde panellere katılır, vakfı tamamlamaya oraya her sene biraz daha yetiştirebildiği kadar çocuk almaya çalışır. Yaşı ilerledikçe daha az uyuyup temposunu daha da artırır, zamanını daha tasarruflu kullanmaya çalı şır. Çünkü yazacak çok kitap, yapılacak çok iş vardır. Mektuplarının bir yerinde “Yorulmaya hakkım var ama dinlenmeye hakkım yok; pazarlığım ölüme kadar” der. Ali Nesin en sonunda Yale Üniversitesinden mezun olup Berkley Üniveristesinde profesör olana kadar aslında yanında hep Aziz Nesin’in eğiticiliği eşlik etmiştir. Mektuplarında hep vurguladığı üzere, bir bilim insanı yetişirken teori içinde kaybolup yok olmamalı aksine pratik hayatta da insanın ihtiyaçlarına da yanıt vermelidir. Üniversitede kendi kendine soyut kavramların peşinde koşan akademisyen topluma faydalı olamaz diyerek kendisinden kilometrelerce uzaktaki Ali’ye bunu mektupları ile işler. Sorgulatıcı arayış Burada vurgulanması gereken satır aralarında söylediği şudur belki de: Bugünkü genç kuşaklarda gördüğümüz modaya uyup parayla yurtdışında sırf kuru bir eğitim alarak üniversite diploması almayı hedefleyen bir genç bir bilim insanı olmamalıdır o....!. Babasından ve ülkesinden kilometrelerce uzakta olmasına rağmen sırf adı olan kuru bir okul eğitimi ile değil ama toplumsal sorumluluğu olan , felsefeden, edebiyattan, sinemadan, sanattan anlayan bir bilim insanı ye tişmektedir. Çünkü uygar ve okumuş bir genç sorgulamalı, düşünmeli yaşadığı topluma borcunu ödeyebilmelidir. Bugünün anne babalarına baktığınızda ise verdikleri onca paralarla aslında çocuklarına eğitim adı altında nasıl onlara boşa zaman geçirttiklerini, sırf başlarından uzaklaşsın ele ayağa dolanmasın diye ana okuldan başlayıp ilerleyen yaşlarına kadar özel okullarda, kurslarda, öğretmenlerde para harcadıkça velilik görevini yaptığını düşünen bir aile türü ile karşılaştıkça bu mektuplaşmalardan sonra okuyucu iyice kahrolmaktadır. O çocukların, kendilerine bir yol gösteren olmadığında nasıl moda kültürü filmlerin, kitapların, arkadaşların peşinde koştuğunu, bir hobi ve çok sesli müzik zevki olmadan ve daha da önemlisi yanlış Türkçe kullanımları ile dolu bir hayatta yaşadıklarını gördükçe bu mektuplaşmalardan sonra insan belki 2030 yıl sonraki Türkiye’yi düşünerek daha çok üzülüyor. Karşılıklı öğretmek Aziz Nesin mektuplarında yeri geldikçe Ali’den bir şeyler öğrenir. Tek yanlı öğretici değil ilerlemiş yaşına rağmen kendini geliştiren meraklı bir öğrencidir de. Dogma kalıplara bağlı olmadığı için oğlunun bildiği her şeyi o da bir şekilde ondan öğrenmek ister. Fakat yaşı artık ilerlemiştir ve acı gerçeği mektuplarından birinde bir kez daha söyler “Unutma” der “Ali’ye” “Ne yazık ki bu dünyada herkes için bir gün yirmi dört saattir!” Bu mektuplaşmalardan sonra okuyucu görecektir ki aslında bizim Aziz Nesinimiz Ali’si ile küllerinden yeniden doğmuş ve yaşamaya devam etmektedir. Aziz Nesin’ini tekrar keşfedecek ve tekrar hayran olacaktır. Bir insanın gerçek ölümü onun biyolojik ölümü ile değil onun hakkında dünyada en son konuşacak kişinin ölümü ile olur demesini teyit eder gibi oğul Ali Nesin ve Nesin Vakfı da önümüzde dimdik ayakta durmakta ve hayatınızda görebileceğiniz belki ender kitap kahramanlarından biri de sizi , orada Çatalca’daki çocuk cennetinde beklemektedir. Terörle mücadele 4: Basit ilkeler 1) Genel olarak halka, özel olarak hiçbir gruba veya kişiye zulmetmeyeceksin. 2) Demokrasiyi, Laik ve Sosyal Hukuk Devletini, Temel Hak ve Özgürlükleri, herkes için geçerli, işler, hemen ve rahat kullanılır ve güvenilir kılacaksın. 3) Özel olarak hiçbir siyasal, kültürel, sınıfsal, etnik, milli, dinsel, mezhepsel, cinsel, grubun kimliğini dışlamayacak, reddetmeyecek, düşmanlaştırmayacaksın. 4) Hiçbir zaman, hiçbir kimlik ve hiçbir kimse için nefret söylemi kullanmayacaksın. 5) Vatandaşların ifade özgürlüklerini, barışçı yollarla kullanmalarına, her türlü açıklama, gösteri ve yürüyüş yapmalarına izin vereceksin. 6) Toplumun genel tutum ve davranışlarına, inançlarına aykırı da olsa, barışçı yöntemlerden ayrılmadıkları sürece bütün ifade özgürlüğüne dayalı söylem ve eylemleri devlet olarak koruyacaksın; güvenlik güçlerinin veya karşı grupların ifade özgürlüğüne karşı şiddet kullanmalarını önleyeceksin. 7) Devletin ve hükümetin, yani iktidarın sana tapulu olmadığını, o makamlarda seçmenler uygun gördüğü için oturduğunu hiç unutmayacaksın. 8) Devletin, hükümetin, partinin, bütün söylem ve eylemlerinin yargı ve kamuoyu denetimine, eleştirisine açık olduğunu bileceksin ve buna uygun davranacaksın. 9) Barışçı yollardan sapmadıkları sürece, her grubun her eleştiri ve uyarısına tahammül edeceksin. 10) Senden tarafa veya sana muhalif olsun, hiçbir grubun şiddet eylemine, hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir gerekçeyle izin vermeyecek, özellikle sana destek için şiddet kulla nanları, seni şiddete bulaştırdıkları ve töhmet altında bıraktıkları için derhal cezalandıracaksın. 11) Teröristlerin, seni ahlak dışına, hukuk dışına çekmek istediğini, kendilerine benzetmeye çalıştığını hiç unutmayacak, hiçbir zaman, teröristlerin kullandıkları ahlak dışı, hukuk dışı şiddet yöntemlerini kullanmayacaksın; bu tuzağa düşmeyeceksin. 12) Güvenlik güçlerinin ahlaktan ve hukuktan ayrılmalarına, orantısız şiddet kullanmalarına asla izin vermeyeceksin. 13) Terör eylemlerini bahane ederek, temel hak ve özgürlükleri sınırlamayacak ve kısıtlamayacaksın. 14) Terör örgütlerinin gerekçelerini ortadan kaldırmak için, iç ve dış nedenleri kamuoyunun önünde, meşru siyaset zemininde tartışmaya açacak, partiler arasında ve Meclis ortamında çözümler arayacaksın. 15) Başta komşuların ve müttefiklerin olmak kaydıyla, terör örgütlerine destek veren bütün devletlerle ilişkilerini gözden geçirecek, ilişkilerini terörü engelleyecek önlemler için zorlayacaksın. 16) Bütün dünyada hiçbir terör örgütüne, terörün en saf biçimi olan haksız ve hukuksuz hiçbir işgal savaşına, emperyalist amaçlarla, sömürü için devletlere müdahale edilmesine destek vermeyeceksin. 17) Sadece kendi ülkende değil, bütün dünyada, özellikle de Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninde istikrarı koruyacak, yukarıdaki ilkelerin her yerde her zaman geçerli olması için tavır koyacaksın. HHH KAHROLSUN TERÖR: YAŞASIN DEMOKRATİK VE LAİK SOSYAL HUKUK DEVLETİ... YAŞASIN DEMOKRATİK CUMHURİYET! Atatürk 6 Ağustos 1929’da Tuzla’yı ziyaret etmişti İSKENDER ÖZSOY Gazi hazretleri yine Ankara’dan İstanbul’a gelecekti. 1929 yılının ağustos ayında gazeteler günlerce önceden yayına başlamıştı, “Gazi hazretleri yakında İstanbul’u teşrif buyuracaklardır” diye. Sonradan açıklandığında İstanbul halkı kararlaştırılan günün 6 Ağustos olduğunu öğrendi. Gazi trenle gelecekti Haydarpaşa’ya. O günün sadece İstanbul için değil Tuzla için de önemi vardı. Atatürk Cumhuriyet’in ilanından sonra ikinci kez şereflendirecekti İstanbul’u. Mustafa Kemal ve beraberindeki kalabalık heyeti, İstanbul’a getiren özel tren 5 Ağustos 1929 Salı günü saat 17.00’de Ankara Garı’ndan uğurlandıktan sonra Ahimesut (Etimesgut) ve Polatlı’yı geçip gece yarısı Eskişehir’e, ertesi gün de gün doğarken İzmit’e vardı. Dönemin İzmit Valisi Eşref Bey tarafından Arifiye İstasyonu’nda karşılanan Mustafa Kemal, kentten top atışlarıyla uğurlanıp özel tren Tuzla’ya doğru yola çıktığında önce Hereke’de dönemin Gebze Kaymakamı Ragıp Bey tarafından karşılandı. Tren Gebze’ye vardığında Gazi, özel vagonunun penceresinden kendisini karşılayanları selamladı. Özel tren Tuzla’ya geldiğinde Mustafa Kemal, daha önceden Haydarpaşa’dan Tuzla’ya gelen dönemin İstanbul Valisi Muhittin (Üstündağ) Bey, Kolordu Komutanı Şükrü Naili Bey ve parti müfettişi Hakkı Şinasi Paşa tarafından karşılandı. O günün tanığı Eskişehir’den sonra trenden ilk kez Tuzla’da inen Gazi gri takım elbise giymiş, aynı renk kravat takmıştı. Ayakkabıları da sarıydı. Önce istasyonda kendisini karşılayanların hatırını soran Mustafa Kemal daha sonra tören kıtasını selamladı ve eratın hatırını sordu. Karşılayıcılar dan kadınların ve öğrencilerin de hatırını soran Gazi, bir çocuğa adını sordu, “Mustafa” yanıtını alınca başını okşayarak “Sen benim adımı almışsın” dedi. İkinci Tuzla ziyaretinde Mustafa Kemal’i karşılayanlar arasında olan mübadil çocuklarından Ali Eren, bu büyük ziyareti yıllar sonra şöyle anlatmıştı: “Onu görünce çok heyecanlanmıştım. Sarıya çalan saçları, çakır gözleri vardı. Yanımıza geldi, arkadaşımız Mustafa’yla konuştu. Ona adını sordu, başını okşadı.” Mustafa Kemal Tuzla’ya ilk kez 5 Haziran 1928 tarihinde gelmiş, istasyonda dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve yaveri Cevat Abbas Gürer tarafından karşılanmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle