21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 20 AĞUSTOS 2019 SALI [email protected] olaylar ve görüşler Deprem Vergisi mi, Deprem Fonu mu? Doç.Dr. Murat BATI Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mali Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin ardından ortaya çıkan bütçe açığı sorunlarını çözmek adına çeşitli düzenlemeler yapıldı. 26 Kasım 1999 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4481 sayılı “17.8.1999 ve 12.11.1999 Tarihlerinde Marmara Bölgesi ve Civarında Meydana Gelen Depremin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpları Gidermek Amacıyla Bazı Mükellefiyetler İhdası ve Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile yeni vergiler getirildi. Ek gelir, ek kurumlar, ek emlak, ek motorlu taşıtlar ve özel işlem vergisi gibi yeni vergiler konuldu. Bunlar içinde “elektronik haberleşme vergisi” olarak da bilinen özel iletişim vergisi halk arasında “deprem vergisi” adıyla anılmaya başlandı. Geçici bir süreliğine getirilen özel iletişim vergisi 31.07.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5228 sayılı “Bazı Kanunlarda ve 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 6102 sayılı Gider Vergileri Kanunu’nun 39’uncu maddesine eklenerek kalıcı ve sürekli hale gelmiştir. Halen devam ediyor Özel iletişim vergisi bir yıllığına getirildi ama bugün itibarıyla 20 yıldır devamlı surette tahsil edilmektedir. Aşağıda tabloda 1999 yılından bu güne özel iletişim vergisi tahsilatı yer almaktadır. En yüksek tahsilat 4.990.373.000 TL ile 2016 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu gelirin tamamı hazineye doğrudan gelir yazılmaktadır. Bu vergi, cep telefonu ve sabit telefon faturaları, dijital ve kablolu TV yayınları ve internet hizmeti faturalarından yüzde 7.5 oranında alınmaktadır. Bu hizmetler karşılığında hesaplanan faturalarla birlikte tahsil edilen bu vergi, hiz Toplanan bu vergilerin depremde zarar görenlere kullandırılması mümkün değil mi? Mümkün elbet. Bunun formülü özel iletişim vergisini genel bütçeye gelir kaydedilen bir vergi türü olmaktan çıkarıp bir “fona” dönüştürmektir. meti sağlayan tarafından vergi dairesine yatırılmaktadır. Şu ana kadar basit vergi hukuku dersi gibi gelmiştir eminim siz okuyuculara. Ancak bu yazıyı yazma sebebim basında sıklıkla yer alan “Deprem vergisi toplanıyor ama deprem için ne kadar kullanılıyor? Bu verginin ne kadarı bu amaç için kullanılıyor” gibi sorulara az da olsa ışık tutmaktır. Gelelim mevzuya... Bilindiği üzere 01.01.2006 tarihinde uygulanmasına başlanan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu devletin bütçesinin nasıl yapılması gerektiğini, hangi kurallar kapsamında hazırlanacağını, kamu kurum ve kuruluşlarının listesini, harcama esaslarını ve uygulamayı içeren önemli bir kanundur. 5018 sayılı kanun, uzun yıllar kullanılan 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu’nun yerine getirilmişti. ‘Adem’i Tahsis’ 5018 sayılın Kanun’un 13/g maddesinde “Belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esastır.” İlkesine yer verilmiştir. Bu, maliye yazınında “ademi tahsis” ilkesi olarak da adlandırılır. Genel bütçeye doğrudan gelir kaydedilen bu vergiler hazinenin havuzuna aktarılır ve yine bu vergiler toplandığı yer ya da konusuna bakılmaksızın “bütçe Kanunu’nun izin verdiği ölçüde her türlü kamu hizmeti için harcanabilmektedir. Yani İstanbul’da yaşayanların tükettikleri sigaradan alınan KDV, SamsunOrdu otoyolunun yapımı için harcanabilmektedir. Bu vergi gelirinin, illa İstanbul’da yaşayan sigara tüketicileri için harcanacağı anlamına gelmemektedir. Ademi tahsis ilkesi özünde, verginin toplandığı yer ya da konusu için doğrudan harcan maması gerektiğini ortaya koyan bir kuraldır. İşte tam da bu noktada genel bütçeye gelir kaydedilen ve depremin yaralarını sarmak amacıyla getirilen özel iletişim vergisinin de sadece deprem için kullanılması 5018 sayılı Kanun’un 13/g maddesi uyarınca mümkün görünmemektedir. Bu genel bütçeye gelir kaydedilen diğer vergiler için de geçerlidir. Hatta İslami basında; bir dönem alkolden alınan vergilerin hazineye girdiğini ve diğer “helal ürünlerden” alınan vergilerle karıştığını ve bu vergilerle de dini yerlere (imamın maaşı gibi) harcama yapıldığı yönünde haberlere yer vererek bu ilkenin kaldırılması gerektiği yönünde sıklıkla beyanatlarda bulunulmuştu. 2011 yılında zamanın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e Van depremi sonrası “1999 depreminden sonra çıkarılan vergiler neticesinde yaklaşık 46 ila 48 milyar liralık gelir elde edildiği ve bu vergilerin nereye harcandığı” sorulmuştu. Şimşek, “toplanan vergilerin sağlık, eğitim, duble yollar gibi 74 milyonun ihtiyacını karşılamak için kullanıldığını, uluslararası vergi uygulamalarında da tek bir harcama için vergi toplanması mantığının doğru bulunmadığını” söylemişti. ‘Fon’ modeli Peki, çözüm nedir? Toplanan bu vergilerin depremde zarar görenlere kullandırılması mümkün değil mi? Mümkün elbet. Bunun formülü özel iletişim vergisini genel bütçeye gelir kaydedilen bir vergi türü olmaktan çıkarıp bir “fona” dönüştürmektir. Tıpkı işsizlik fonu gibi. Bu fonun teknik özelliklerini nasıl kurulacağı hususlarını iktidar partisi ve muhalefet temsilcilerine bı Deprem vergisi ile yıl yıl toplanan miktar rakayım. Esas unsur, özel iletişim vergisinin “deprem fonuna” dönüşümü sonucunda ademi tahsis ilkesi geçerli olmayacağından toplanan gelirlerin de toplanma amacına hizmet edeceği yani depremzedelere harcanacağı kaçınılmaz olacaktır. Tıpkı işsizlik fonunda olduğu gibi. İşsizlik fonunda biriken paraların denetimi, sorgulanması, amacı dışında kullanılmaması gibi kurallar deprem fonu için de getirilecek. İşte o zaman “Nerede bu para? Fonda biriken para yol için kullanıldı” gibi haklı sorgulamalar başlayacaktır. Hal vaziyet bu iken özel iletişim vergisi “deprem vergisi” olarak kaldığı sürece bu sorular yasal dayanaktan yoksun şekilde çözümsüz kalacaktır. Saygılarımla.. Amerika Türkiye’nin ‘stratejik müttefiki’ olabilir mi? Daver Darende Emekli DiplomatYazar ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından birisi olan Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations) başkanı Richard Haas’ın 2014 yılında Türkiye’ye geldiği günleri anımsıyorum. ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Colin Powell ile baba Bush’un danışmanlığını da yapmış olan Haas, o yıllarda (2014) “Yeni Amerika” adlı kitabını tanıtmak üzere ülkemize gelmişti. Bu ziyaret sırasında Richard Haas’ın “stratejik müttefik” konusunda ilgi çekici açıklaması şöyleydi: “Teknik ve hukuki olarak hâlâ müttefikiz, ancak stratejik olarak farklı noktalardayız” (Hürriyet, 11 Kasım 2014) Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haas’ın Kürt sorununa ilişkin açıklaması bir önceki açıklamasına göre daha çarpıcıdır. Haas’ın hayali! “Mini Kürdistan”ı savunuyoruz derken Suriye Kürtlerinin yani PYD/ YPG’nin kuracağı “Mini Kürdistan”ı destekleyeceğini, Türkiye Kürtlerinin bunun dışında olduğunu vurguluyor. Haas, biraz daha ileri giderek Kürtlerin bağımsız olabilmesi için de “Mini Kürdistan”ın kurulmasının tek yol olduğunu savunuyor. (Hürriyet, 11 Kasım 2014) Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Haas, açıklamasında “stratejik ortak olarak farklı noktadayız” diyerek açıkça Türkiye’nin ABD’nin “stratejik müttefik”i olmadığını vurgulamaya çalışıyor. Televizyonlarımızda zaman zaman açık oturumlara katılan kimi siyasiler ile, siyaset bilimcilerin “Türkiye, ABD’nin stratejik ortağıdır” söylemleri ne karşın ABD Türkiye’ye hiçbir dönemde “stratejik ortak” gözüyle bakmamıştır. ABD’nin stratejik ortakları İngiltere ve İsrail’dir. ABD, ne acıdır ki Türkiye’ye yönelik “müttefiklikle” asla bağdaşmayan tutumunu sürdürürken bölgede kendine yeni bir müttefik seçmiştir. PKK/PYD artık ABD’nin stratejik müttefiki konumundadır. ABD YPG ortaklığı Irak’taki en yüksek rütbeli ABD’li korgenerallerden biri olan Pavel Funk’un PKK’nin Suriye uzantısı YPG’yi kast ederek “YPG ortağımızdır” (Sözcü, 2 Şubat 2018) şeklindeki açıklamasıyla ABD YPG’yi resmen Suriye’deki ortağı ilan etmiştir. Günümüzde Ankara’ya “güvenli bölge” görüşmeleri için sık sık gelen, her gelişinde yeni bir oyalama taktiğine başvurduğu anlaşılan özel temsilci James Jeffrey’in şu sözleri dikkat çekici olduğu kadar düşündürücü değil midir? “Bir yanda çok önemli bir ABD müttefiki, bir yanda IŞİD’le mücadelede önemli bir yerel ortağın, (PYD/YPG) kaygılarını dengelemeye çalışıyoruz” (Cumhuriyet, 3 Ağustos 2019) Amaç YPG’nin “güvenliği” ABD için “güvenli bölge” stratejiktir ve pratikte YPG’nin güvenliği anlamına gelmektedir. Ortadoğu gibi çokuluslu çıkarların, şaşırtıcı ittifaklara yol açtığı kaygan zeminde ABD’nin dört parçalı Kürdistan’ın Suriye ayağını gerçekleştirmek için her türlü çabayı harcayacağı bilinmelidir. ABD’nin olası yeni girişimlerine karşı Suriye ile anlaşmak Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun tek seçenektir. Tevfik Fikret’i anımsamak Tevfik Fikret gibi insanlar onurlu isimlerini ve erdemle yıkanmış varlıklarını sonsuza kadar taşıyacaklardır. Onların gelecek kuşaklara tuttukları ışık, aydınlık günlerin habercisi olacaktır. Abdullah Tekin Meşe, ceviz, kestane ve kızılcık ağaçlarının altından geçilerek ulaşılan Aşiyan, büyük şair, seçkin ressam, çağdaş bir eğitimci ama her şeyden önce gerçek bir insan olan Tevfik Fikret’in yaşadığı yerin adıdır. Bir erdem anıtı olduğu kuşku götürmeyen T. Fikret’in yeni kuşaklar tarafından tanınması, dahası tanınıp bilinmesi gerekir. Gerçek bir insan, yanı sıra katıksız bir yurtsever ve çağdaş bir eğitimci olmanın ne anlama geldiğini Aşiyan’ın zarif donanımından anlamak mümkün. Bol güneşli aydınlık bir İstanbul göze çarptığı için şairin ünlü dizeleri unutulmuş gibi: “Sarmış yine afakını bir dudi muannid. Bir zulmeti beyza ki peyapey mütezayid..” Aşiyan’a ulaşmak için çıkılan oldukça dik yokuşta ilerlerken edebiyatımızın o dönemdeki kimi isimlerini anımsamaya çalıştım: Halit Ziya, Mehmed Rauf, Cenap Şahabet tin, Hüseyin Cahit, Recaizade Ekrem başta olmak üzere Fikret’in çağdaşları nerede bulunmaktadır acaba! Bu isimler Aşiyan örneğinde olduğu gibi koruma altına alınsalardı, hem saygı, hem edebi zenginlik hem de vefa çerçevesinde değer bulacaklardı kuşkusuz. Yücel’in ileri görüşlülüğü Atatürk’ün saygı ve hayranlık duyduğu T. Fikret’in Aşiyan adlı şirin “mabedi” bir müze konumuna dönüştürülüp korunmuştur. Döne min Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel büyük bir ileri görüşlülük örneği sergileyerek Fikret’in Eyüp’te bulunan mezarının Aşiyan’a nakledilmesini istemiştir. Bu taşınma işleminde kendisi de bulunmuş, saygın bir yaklaşımla Aşiyan’ın güzelliğine güzellik katmıştır. Öbür türlü günümüzdeki yaklaşım ve edimlere bakılarak buranın bir gökdelen yahut da yandaşlara sunulan bir yağma ürünü olarak göze çarpması kaçınılmazdı. Fikret’in ünlü şiirinde “Yağma” kültürünün pompaladığı İstanbul, gökdelenlerin oluşturduğu sisler içinde göze çarpabilirdi.. Fikret’i yüceltip üstün kılan en önemli unsur onun kötülüklere cesurca karşı çıkışında aranmalıdır.. Tevfik Fikret, Hasan Âli Yücel, Atatürk örneği büyük adamlar, tarihin akışı içindeki saygın yerlerini hep koruyacaklardır. Buna karşılık milyonlarca insan da tarihin çöp sepetinde unutulup gideceklerdir. Fikri Hür İrfanı Hür Hasan Âli Yücel ve benzeri insanları büyük yapan yaklaşımlar da bunlar olsa gerek: İleri görüşlülük, bilgi sahibi olma, yurtseverlik. Bu nitelikleri taşıyan Fikret, Yücel gibi insanlar onurlu isimlerini ve erdemle yıkanmış varlıklarını sonsuza kadar taşıyacaklardır.Onların gelecek kuşaklara tuttukları ışık, aydınlık günlerin habercisi olacaktır..“Elbet sabah olacaktır, sabah olur geceler..” Van Gölü Havzası’nda (XVI. Kolordu komutanı iken) zaman bulup yaklaşık 4000 kitap okuyan M. Kemal’in okuduğu kitaplar arasında Tevfik Fikret’i iyi yansıtması bakımından önemli ve dikkat çekicidir. FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR şairimiz ve onun değerini bilen Hasan Âli Yücel örneği tüm insanlara binlerce sevgi, binlerce saygı..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle