28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
kültür EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Antalya Film Festivali öncesi etkinliğin danışmanlarından Hülya Uçansu ile konuştuk Tecrübeli festival yöneticisi Hülya Uçansu, geçen haf ‘Bu topraklardataSİYAD’ınbaşlat tığı tartışmaya da değindi ve “2014’te yaşananlarla yüzleşmek bence de gerekli” dedi ve ekledi “Ancak bazıla sansür bitmez’rınınniyetiüzüm yemek değil” Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) geçen hafta gündemde yer bulan ve başta Antalya olmak üze re tüm film festivalleri yönetimlerine yaptıkları çağrı sinema caimasında ge niş yankı buldu. Yerel yönetimin de ğişmesinini ardından yeniden yapılan ma yoluna giden ve Ulusal Yarışma’yı yeniden düzen leyeceği açıklanan festival öncesi SİYAD, yukarıda emrah kolukısa bahsi geçen açıklama çerçevesinde, 2014 yılında Antalya’da yaşanan san sür skandalını hatırlatarak bu konuda bir yüzleşme yapılmadan hiçbir şeyin yeniden başlayamacağını ileri sürdü. 2014 yılında festivalde danışman ola rak görev yapan ve bu yıl yeniden ben zer bir göreve getirilen Hülya Uçansu, konunun en önemli muhataplarından biri şüphesiz. Biz de uzun yıllar İKSV bünyesinde İstanbul Film Festivali’nin direktörlüğünü üstlenen ve bu süre zarfında sansürün muhtemelen her çe şidiyle baş etmek durumunda kalan Uçansu’yu aradık ve konuyla ilgili ge niş bir mülakat yaptık. n Sansür sinemamızın bitmeyen belası... Siz de bu meselenin en ya kın tanıklarından birisiniz şüphe siz. Son günlerde yeniden gündeme gelen sansür tartışmalarına değine ceğiz elbette ama öncelikle geçmiş te nasıl bir uygulamayla karşı karşı ya kaldı sinemamız, ondan bahsede lim. Sansürün en sert olduğu dönem ler hangileriydi örneğin sizce? Ülkemiz sinemasında sansürün ta rihi Cumhuriyetin kuruluş yıllarına hatta daha öncesine uzanır. İlk san sürü İngilizler 1919’da Hüseyin Rah mi Gürpınar’ın Mürebbiye oyunun dan uyarlanan filme uygulamışlar. Esas kurumsal sansür “toplumun ah lakını koruma” amacıyla 1932’de ha zırlanan Polis Vazife ve Selâhiyetleri Kanunu’nun içine sokulunca başlamış ve günümüze kadar sinemacılarımıza kan kusturdu. Esas kan kusan kuşak 1950’ler ve 60’larda Soğuk Savaş’ın sertleştiği dönemde film yapanlardır. O dönemde yapımcılar önce kılıfına uygun bir sansür senaryosu hazırlar, çekim iznini onunla alır, sonra gerçek senaryolarını çekerlerdi. Behiç Ak’ın “Sinemada SansürSiyah Perde” belge selini izlemeyenlere tavsiye ederim. n Sansür çeşitli biçimlerde hâlâ devam ediyor. En son ‘Bakur’ filmi nin yönetmenlerine verilen hapis ce zası (üstelik son savunmaları dahi alınmamışken) bunun en bariz ör neklerinden. Sizce sansürün bu top raklarda bitme ihtimali var mı? “Bakur” filminin yönetmenlerine ve rilen hapis cezası “sinemaya” uygu lanan sansürden daha öte, ülkemiz de son yıllarda giderek sertleşen, öz gür ifadeye verilen bir cezadır. Bunun artık pek çok alanda görüldüğünü bi liyoruz. Hayır, sansürün ne yazık ki bu top raklarda biteceğine inanacak kadar iyimser olamıyorum. Hele de son yıl larda içinden geçmekte olduğumuz ve giderek sertleşen politik koşullarda. Elbette mücadelesi de koşut olarak sürecek. Özgür düşünce ve ifadenin her alanında, yalnız sinemada değil. ‘Onayım alınmadı’ n Gelelim son tartışmalara... Antalya Film Festivali’nde 2014 yılında yaşanan sansür skandalının ardından yaşanan gelişmeleri az çok herkes anımsıyor. Siz o zaman festivalin danışma kurulundaydınız ve festival sırasında değil ama bittikten sonra istifa ettiniz. Bu yıl yeniden yapılanan festivalin de danışma kurulundasınız. Öncelikle 2014’te ne olmuştu Ve bu yıl yeniden danışma kuruluna girme kararını nasıl aldınız, neler değişti? 2014 yılı gerek sinemamız, gerek Altın Portakal, gerekse o yıl o olayların içinde yer alanlar açısından her şeyin birbirine karıştığı, bulanık, karmaşık, sonuçları itibarıyla de çok talihsiz bir yıldır. Bana göre her şey öncelikle idari açıdan yapılan vahim bir hatayla başlatıldı. Hiçbir sanat etkinliği belediye avukatından icazet almaz. Yirmi dört yıllık festival direktörlüğüm süresince böyle bir şey yapmak aklımdan geçmedi. Görevdeki bir danışman belgesel yarışmadaki filmlerin hepsini avukata gönderme kararı alıyor. Belgesel ön jürisindeki üç belgeselci avukata gönderilen listeyi imzalayarak gönderiyor. Festivalin direktörü de tecrübesizliğinden maalesef bunu onaylıyor. Bu vesileyle bildirmek isterim ki, Uçansu, Antalya’da yeniden yapılanan Altın Portakal Film Festivali’nin danışmanları arasında alınan bu karar benim şahsıma bildirilmeden alındı, benim bilgim ve onayım olmadan uygulandı. O günlerde ailevi nedenlerle İstanbul dışındaydım. O yılı yaşayan ekipten bunu doğrulatabilirsiniz. Avukatın, Reyan Tuvi’nin filmindeki “fuck you” duvar yazısının 2 yasaya göre (Özlük haklarına hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret) suç kabul edildiğini bildirmesi üzerine film programdan çıkarılınca olaylar patladı. Daha sonra avukat “fuck you da kalabilir ama bilet satılan seansta gösterilebilir, halka açık değil,” dediyse de kimse kulak asmadı, başlatılan linç kontrol dışına çıkmıştı. Unutmadan hatırlatmak isterim ki, o sene ilk sansür ön jüri tarafından Haluk Ünal’ın “Küçük Kara Balıklar” belgeseline uygulandı. O günlerde ben orada olmadığım için bu filmle ilgili ayrıntılar Ünal’ın kendisinden öğrenilebilir. Belgesel, kısa film ve sinema yazarları jürileri çekildi, o yarışmalar iptal oldu. Buna karşılık ulusal ve uluslararası yarışma jürileri konumlarını korudular ve yarışmalar yapıldı. Ödüller kazananlara sunuldu. SİYAD jürisi yeniden derlendi, onlar da törende ödüllerini verdiler. Festival bittikten sonraki ilk toplantıda dönemin direktörü, belediye başkanının ulusal yarışmayı kaldırmayı düşündüğünü söyleyince, bu düşünceye şiddetle itiraz ettim ve danışma kurulundaki görevimden hemen ayrıl dım. İyi de yapmışım. Bir sonraki yıl artık belgesel ve kısa film yarışmaları Altın Portakal’ın çatısı altında yer almıyordu. Çok şaşırtıcı buldum ama sektörden buna ne 2015’te ne 2016’da genel bir tepki geldi. Üç yıl sonra da 2017’de aynı belediye başkanı ulusal yarışmayı iptal etti. Sektörü temsil eden çok sayıda örgüt bir araya gelerek 2018 ve 2019’da Altın Portakal’ı boykot etti. Antalya belediyesinin el değiştirdiği, ulusal, belgesel ve kısa film yarışmalarının yeniden başlatılacağı bu sene, 2019 yılında, Altın Portakal’ın çok başarılı gerçekleştirilmesinin önemine içtenlikle inandığım için sektörden güvendiğim sinemacılarla 3 ay çok uğraştık. Sektör temsilcileri Gezici Festival ve diğer çalışmaları nedeniyle tecrübeli festivalci Ahmet Boyacıoğlu’nu Belediye yönetimine Altın Portakal direktör adayı olarak önerdiler. Belediye yönetimi de bu öneriyi kabul etti. Ahmet Boyacıoğlu ve ayrılmaz partneri Başak Emre çalışmalarına güvendiğim iki arkadaşımdır. Normalde dokuz ayda ancak toparlanacak bir festival çalışmasını iki buçuk ay gibi kısa bir sürede toparlamak zorundalar. Çok zor bir görev. Benden uzun yıllardaki tecrübem nedeniyle destek istedikleri zaman onları reddetmeyi doğru bulmadım, yardımcı olabileceğimi düşünerek davetlerini kabul ettim. Ancak bazı sinema yazarlarının kimi yaklaşımlarıyla hakikaten üzüm yemeyi hedeflediklerinden kuşkuluyum. Bu yaklaşımla yeni belediye ve festival yönetiminin bu ilk yılına gölge düşürmelerinden çok kaygı duyduğumu bu vesileyle bildirmek isterim. Eleştiri mi, linç mi? n Onu da sorayım... SİYAD’ın açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Festival bu konuda nasıl adım atmalı, bir özeleştiri yapılır mı? Arkamda bıraktığım sinema sektörü için verdiğim kırk yıllık emekten sonra SİYAD yönetiminin bana “sansürcü” muamelesi yapmasını en hafif ifadeyle “şuur dışı” buluyorum. Sinema yazarları arasında belli bir kesimde “eleştirelim” derken uyguladıkları linç kültürünün izlerini gözlemlemek maalesef üzücü. Onlar için her şey nedense ya ak ya kara. Benim yukarıda ayrıntılarıyla aktarmaya çalıştığım olaylar dizisini bugün bu bildiriyi kaleme alan kaç sinema yazarı biliyor, ya da işin doğrusunu öğrenmek için gayret sarf etti? Bir insanı ya da bir olayı değerlendirirken onu araştırmanın, soruşturmanın ve de analitik düşünmenin asgari bir çaba olduğunu bilmelerini isterdim. Söz konusu meselelere vâkıf olmadan yöneltilen bu suçlamanın tek muhatabı haline getirilmiş olmamı da sadece bilgisizlikle açıklamakta güçlük çekiyorum. 2014 yılında yaşananlarla, özgürlük ve sansür konusu çerçevesinde yüzleşilmesi gerektiğine ben de inanıyorum ve destekliyorum. O açık yara başka türlü iyileşmeyecek. Bu konser hayvanlar hakkında Sanatatak, BInspired serisinin ikinci konseri için bu kez ilhamını 16. İstanbul Bienali’nden alıyor. 25 Eylül Çarşamba günü saat 21.30’da Babylon’da düzenlenecek Sanatatak BInspired serisinin ikincisi, Bienalin kavramsal çerçevesi olarak açıklanan “Yedinci Kıta: Tekillikler, Göçler ve Kültürel Yeniden Tanımlamalar”dan esinlenen Ayşegül Sönmez’in müzik küratörlüğünde, Türkiye müziğindeki hayvanlara adanıyor. Afiş Moran’dan Yakuti köyünden Şaman geleneklerine uygun şarkılar söyleyen UUTAİ Olena’nın onur konuğu olacağı konserde, Ağaçkakan, Debdebe, Document I, Göksenin Blues Band ft. Deniz Türkali, Güç Başar Gülle, Kırkbinsinek ve Volkan İncüvez de sahne alacak. Hayvanlar Hakkında Bir Konser’in afişi ise Türkiye’nin ilk kadın fotoğrafçısı Yıldız Moran’ın arşivinden. Moran’ın, 1952 yılında Lizbon’da çektiği kare, insanın hayvanlar üzerinde kurduğu egemenliğe dair hem bir belge hem de hayvan haklarını savunan aktivist bir imge değerinde. l Kültür Servisi İstanbul’un otoparkları Brezilya’da sergilenecek Dünyanın en saygın mimarlık bienalleri arasında gösterilen Sao Paulo Mimarlık Bienali’ne, Türkiye’den davet edilen ilk proje IPL (Informal Parking Lots of İstanbul) projesi oldu. KPM kerem piker mimarlık tarafından fotoğraf sanatçısı Emre Dörter’in ve mimar Ekin Erar’ın işbirliği ile hazırlanan IPL araştırma projesi, bienalde sergilenecek 50 proje arasında yer alıyor. 10 Eylül9 Aralık 2019 tarihleri arasında düzenlenecek benal’in küratörleri Vanessa Grossman, Charlotte MalterreBarthes ve Ciro Miguel, 12. Bienalin temasını ‘Everyday’ (Her gün/Gündelik) olarak belirledi. Bienale katılmak için dünyanın farklı ülkelerinden yapılan 760 adet proje başvurusunu değerlendiren seçici kurul, yaklaşık 50 projeyi sergilenmeye değer buldu. İstanbul’da otoparkların mimari bir tasarım problemi olduğunu vurgulayan KPM Mimarlık’ın kurucusu Kerem Piker, “Kent, özellikle de tarihi kent, içerisinde otopark barındıracak şişmanlıkta boşluklara sahip olmayacak kadar değerli; bir başka deyişle otoparkın mekân ekonomisi bu kez kentin mekânsal ekonomisine yenik düşüyor. İstanbul’da gündelik hayat, irrasyonelin ras yonelleştirilebilmesi diyebileceğimiz özgün çözümleri üretmek konusunda son derece mahir. Salt iki “vale” ile yönetilen açık alan otoparkları, kentin en kritik bölgelerinde yer alan parsel artıklarını içerisine rasyonel bir otopark sığdırmanın fiziksel olarak neredeyse imkânsız, mekan ekonomisi açısından ise anlamsız olduğu noktalarda birer otopark vahasına dönüştürebiliyorlar.” dedi. l Kültür Servisi 1320 AĞUSTOS 2019 SALI TAKSAV Bodrum’da Mine Söğüt söyleşisi Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için Vakıf (TAKSAV) Bodrum Temsilciliği 18 Ağustos Pazar günü kahvaltı ve söyleşi düzenledi. “TAKSAV BULUŞMALARI” adı altında TAKSAV Bodrum Temsilciliği’nde düzenlenen “İTİRAZ CESARETİ” konulu söyleşiye konuk olarak gazetemiz yazarı Mine Söğüt katıldı. Söyleşiye yoğun bir katılımın olduğu gözlemlendi. BirGün’ün haberine göre söyleşi başlangıcında Mine Söğüt ve eserleri hakkında kısa bir bilgilendirme yapıldı. Mine Söğüt, boyun eğildiğinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini, boyun eğildiğinde bireyin herhangi bir etkisinin olmayacağını, itiraz etmenin önemli olduğunu belirtti. Söğüt, boyun eğdiren bir sistem içinde karşı durmanın ne anlama geldiğini bilmemize karşın neden karşı durmadığımızı ve temel sorunun bu olduğunu, korkularımız ile yüzleşmemiz gerektiğini vurguladı. Katılımcıların soruları Mine Söğüt tarafından yanıtlanarak söyleşi sonlandırıldı. TAKSAV Bodrum Temsilciliği eylül ayında da gazetemiz yazarı Orhan Bursalı ile bir söyleşi düzenleyecek. Zorlu’da Nova Norda konseri ZthAtltğarıcedZeFremleolılıainaaoredmrrnbkoankdrsıMmsieğl2ı.noleıtkiunaa’rsıiGe1lnrsiveanaasmtliCyiduaelcernatAhdaNeaılnüelfnl2Cağeçaüieknçkzorm0urınecriidtl.kvikemies.nnreinaZl.0Kkretartitvoü io0,aektkNaeMhrizssZ’trairçldoinıia’aouhestziıÇernPlnznriyyiçdpCkaıklaeadsruseAaralelrnnahaeeaşkçkCnih,norasdelıie,keesnmpınKmnle’dHetbasaekiaateanvıtNlvsaagPaloemüavErnraitkneükNddaisneioloyalnrionnkdrbılaz.neia,ri, l Kültür Servisi ‘Layla’daki gitar rekor fiyata satıldı Duane Allman’ın rock müziğin klasikleri arasında yer alan “Layla” adlı parçanın kayıtları sırasında çaldığı gitarı açık artırmada 1 milyon dolara alıcı buldu. Eric Clapton ve Jim Gordon tarafından yazılan parçayı Derek and the Dominoes grubu 1970 yılında kaydetmiş ve 1971 yılında piyasaya sürmüşlerdi. Rolling Stone dergisinin En İyi Gitaristler listesinde 9. sırada yer alan ve 1971 yılında erken bir yaşta hayata veda eden Duane Almman’ın bu parçanın kayıtları sırasında çaldığı 1957 yapımı Gibson Les Paul Goldtop gitar geçen hafta içinde yapılan bir açık artırmada tam bir milyon dolara satıldı. Allman “Layla”nın kayıtlarından çok kısa bir süre sonra gitarını 1959 model bir Les Paul ile değiştirmişti. Gitarın yeni sahibinin adı ise müzayede evi tarafından gizli tutuluyor. l Kültür Servisi f8il0m’liedriinzipoolpuüyloerr çizgi HeMan anime zisi olarak di Netflix’te yayım lanacak. 1980’lerin sevilen çizgi filmlerinden biri olan HeMan, Netf kvCtcMnhotoyiMeaSrla.ıaiiilaafnalkxamdrHedMaytnrândeHmndihıeaizyamtlöi’iedaseiheliezrMdnenckilcsi,lUzaseüeaoiiaPkiamnnBirny,l,ndöoaniioaeoçinTnlevctwieclrdrimieüaezanm.ardyeigrrizkaAeoğkei:arsiin.rSıdsavmKkendCfdeliarahi:enıiliaoeezmkmnesRşidKkrkninlürsiieauigtrfüikenpidt)easvnyialodboeraeenatuaçlpeüirlınnldlrcİöaaalscbdyrkaıaarzt,nkeöauaarküinSDoeıyğşn.kh.mtetlnoaiiıe“reSnaysrN”srMalttvaeışmiımunmoel(ıinbaıKynMsdrtiemesaitf’auaisauhlntilniciisieenx,mnrHahEKmHr’tyatkmserlreeeeeaiivşcürin
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle