19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 TEMMUZ 2019 PAZAR [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ONURLU DIŞ POLİTİKA: İnönü’den öğrenecekleri çok şey var... ALEV COŞKUN Geçen hafta Japonya’da dünya liderleri G20 Zirvesi’nde buluştu. Bu toplantıda ABD Başkanı Trump, Türk heyetini Hollywood setindeki oyunculara benzetti. Trump’ın Türk heyetine: “Ne kadar güzel insanlar. Bunlarla anlaşmak çok kolay. Hiçbir Hollywood setinde bu kadar güzel insanı bir arada bulamazsınız” diye seslenmesi ve Türk heyetinin “çuval” kadar incitici bu ifadeye gülümsemesi aslında acıdır. Nitekim Trump, “güzel insanlarla” kolay anlaşmasına örnek bile verdi: “Erdoğan çetin biri ama ben kendisiyle iyi anlaşıyorum. PYD’yi vuracaktı, yapmamasını istedim, bunu yapmadı.” Trump’ın bu sözleri inciticiydi. Bu sözlere ve benzetmeye karşı özellikle sosyal medyadaki eleştiriler ve tepkiler karşısında AKP cephesinden. “Ne yapacaktık, diplomasiye ters gelen bir tavır takınarak cevap vermek doğru olmaz” diye yanıt geldi. SÖMÜRGE DİPLOMASİSİ Sömürge zihniyeti taşıyan süper güçler, kendilerine bağlı ve ekonomileri zayıf olan devletlere daima yüksekten bakarlar. Onların, onurlarını zedeleyici sözler söylemekten çekinmezler. ABD’nin Kuzey Irak’ta Süleymaniye’de Türk askerlerine karşı gerçekleştirdiği çuval olayı da böylesi bir davranıştı. Emperyalist ülkelerin diplomasi nezaketine uymayan bu tavırlarına onurlu, dik duruşlu yanıt verildiğinin de örnekleri vardır. En çarpıcı örnekler 17 gün sonra 96. yıldönümünü yaşayacağımız Lozan Konferansı’nda görülmüştür. TBMM hükümetinin başdelegesi İsmet İnönü, onurlu davranışların örneklerini Lozan Konferansı’nda ortaya koymuştu. En çarpıcı örnek İnönü’nün konferansın açılış günündeki tavrıdır. İnönü’ye olur olmaz zamanlarda laf söyleyenler, her vesile ile Lozan’a saldıranların İnönü’nün davranışlarından öğrenecekleri çok ders vardır. İşte bir örnek: Lozan Barış Konferansı’nın açılış töreni için program belli olmuştu. Konferans İsviçre’nin Lozan kentinde yapılıyordu. Konferansın açılış törenine birçok başbakan, dışişleri bakanı ve delege başkanları katılıyordu. İsviçre Cumhurbaşkanı bir konuşma yapacak, konferansa katılanlara ev sahibi olarak “hoş geldiniz” diyecekti. Konferansa katılan tüm delegeler adına da, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon teşekkür edecekti. Birinci günü konferansın açılışı gerçekleşecekti. EZBER BOZAN ÇIKIŞ Program belli olunca, TBMM’yi temsil eden delegasyon başkanı İsmet İnönü açılış töreninde, “Ben de konuşacağım” dedi. İnönü’ye, “Böyle bir gelenek yok, ancak bir kişi diplomatik olarak karşılık verecek” dediler. İnönü ısrarla, “Ben de diplomatik olarak, teşekkür edeceğim” dedi. İnönü’yü ikna etmek için Fransa Başbakanı Poincare dil döktü. İnönü tüm gerekçeleri dinleyerek anlaşmış gibi yaptı. Törenin başladığı gün önce İsviçre Cumhurbaşkanı “Hoş geldiniz” konuşması ve ardından Lord Curzon “teşekkür” konuşması yaptılar. Herkes konferansın son bulacağını düşünürken, İnönü yerinden kalkıp ağır ağır adımlarla kürsüye yürüdü. İsviçre’de yayın yapan L’illustre dergisinin kapağında İsmet İnönü’nün olduğu “Lozan Barışı” başlıklı sayısı. Cebinden notlarını çıkardı ve konuşmasını Fransızca olarak okumaya başladı. İnönü ilk önce İsviçre Cumhurbaşkanı’na teşekkür etti. Daha sonra Lozan’a barış arzusuyla geldiğini, Türklerin çok haksızlık gördüğünü, işgale uğradıklarını açıkça belirtti. Barış düşüncesinin bütün konferansa egemen olması, adaletli bir barış yapılması dileğiyle sözünü tamamladı, yerine geçti, oturdu. SİMGESEL ANLAM Bu karşı çıkışıyla İsmet İnönü Türkiye’nin konferansa katılan tüm devletlerle eşit olduğunu göstermek ve vurgulamak istiyordu. Bu hareket aslında simgesel bir anlam taşıyordu. İnönü bu konferansa eşit koşullar altında katılıyoruz demek istiyordu. İnönü konuyla ilgili olarak anılarında şöyle diyor: “Ben nutkumu okuyup bitirdikten sonra konferansta ortalık bir karıştı. Bazı de legeler etrafımı sardılar. Bir aralık Mösyö Bompard (İtalyan Başdelegesi) yanıma gelmişti. ‘Anlaşılıyor, çekeceğimiz var’ dedi. ‘Venizelos da konuşacaktı, güç hal de tuttum’ diye sözlerini tamamladı. Ben kendisine sordum: ‘Niçin tuttunuz?’ dedim. ‘Konuşacaktı’ cevabını verdi. ‘Ben de tekrar cevap verirdim’ diye yanıtladım.” Bu tavır Türkiye’nin uluslararası toplumda eşitlik ilkesinin uygulanması düşüncesine önemli bir örnektir. Kuşkusuz onurlu dış politika konusunda çok önemli bir tavırdır. Türk delegesi olarak bulunduğu Lozan’da İnönü, bunun gibi milli çıkarlara dayalı başka dik duruşlu örnekler de sergilemiştir. 24 Temmuz 2019 Lozan Barış Konferansı’nın 96. yıldönümüdür. O gün yayımlanacak olan “Diplomat İnönü Lozan” adını taşıyan yeni kitabımızda bu örnekleri ibret olması için vereceğiz ve Türk milletinin can suyu, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu Lozan’ı analiz edeceğiz. İrrasyonel davranışlar, inanışlar Gerçek bir adalet reformu için öneriler Cumhuriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni, CHP milletvekili Utku Çakırözer, “Haziran Ayı Basın Özgürlüğü Raporu”nu açıkladı: 26 gazeteci hakkındaki yargılama devam etti. 3 gazeteci toplamda 13 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. 4 gazeteci hakkında daha önce verilen toplamda 41 yıl 2 ay 21 gün hapis cezası istinaf mahkemesinde onandı. HHH Çakırözer şunları söyledi: “Hiç yargılanmamaları gerekirken haksızca yargılanıp hukuksuzca hapis cezasına çarptırılan gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, avukatlar, hekimler, sivil toplumcular, siyasiler özgürlüklerine kavuşmak için yargıda reform paketini bekliyor.” Çakırözer’ni zikrettiği isimler şöyle: Cumhuriyet Gazetesi davasında ikinci kez hapse giren Musa Kart, Güray Öz, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör, Önder Çelik, Emre İper; Sözcü Gazetesi’nde Emin Çölaşan, Necati Doğru, Metin Yılmaz ve gazetenin diğer çalışanları, avukat Selçuk Kozağaçlı, sivil toplum kurucusu Osman Kavala, siyasetçiler Eren Erdem, Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder... Bu kişilerin adlarını andıktan sonra şunları ekledi: “Bunlar sadece birkaç isim. Basın ve ifade hürriyeti için yargı reformunun bir an önce Meclis’e sunulmasını bekliyoruz.” HHH Çakırözer, sadece fikirlerini ifade ettikleri için cezalandırılan aydınların yargı reformundan beklentilerini şöyle açıkladı: “Genel olarak ifade özgürlüğünü korumak için; Terörle Mücadele Kanunu’nun 6 ve 7. maddeleri ile Türk Ceza Kanunu’nun 125, 216, 220, 299, 301 ve 314 maddeleri uluslararası ölçütlere ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu düzenlemelerle ilgili içtihatlarına uygun hale getirilmelidir.” HHH Çakırözer, gerçek bir “Adalet Reformu” önerilerini 12 madde halinde özetledi. Aşağıda ilk iki maddeyi alıntılıyorum. 1. Eleştiri amacıyla yapılan ve şiddet içermeyen düşünce açıklamaları suç kapsamından çıkarılmalı. Bu yöndeki düzenleme hiçbir yorum ve takdire yer vermemeli. 2. Sadece eleştirel fikirleri nedeniyle yargılananların hiçbiri eline silah almıyor. İnsan canına kastetmiyor, şiddete çağrı yapmıyor. Ama Türk Ceza Yasası’nın kendi içinde çelişkili iki maddesi nedeniyle (220/67) terör örgütü üyesiymiş gibi cezalandırılıyor. Buna göre bir gazeteci, “örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmasa da” örgüt üyesi olarak cezalandırılıyor. Örgüte üye olmasa da örgüt üyesi olarak yargılanıyor ve cezalandırılıyor. Terör örgütünün üyesi olmadan üyesiymiş gibi cezalandırma çelişkisi ortadan kaldırılmalı. HHH İktidarın tam yerel seçimler öncesi açıkladığı sözde “Adalet Reform Paketi” hiç güven vermiyor. Çakırözer’in “Gerçek Bir Adalet Reformu” önerilerine devam edeceğim. bir tavsiyedir Dr. COŞKUN ÖZDEMİR Erdal İnönü İstanbul Tıp Fakültesi’nde verdiği bir konferansta “Türk toplumunda beyinsel merak gelişmemiştir” demişti. Bilim Tarihi adlı kitabında da 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da gelişen bilimsel buluşlar ve kilise egemenliğine karşı verilen savaşlardan söz ederken “Osmanlı’nın bunlardan haberi yoktu” diyor. Osmanlı’nın o heybetli ordusuna karşın bilimden, aydınlanmadan, sanayileşmeden uzak kalışı bizim büyük talihsizliğimizdir. Bu yoksunluk bugünlerimize yansıyan açmazımız, bilim mantığından, bilimsel düşünceden uzak kalışımızdır. Eğitimli insanlarımızda bile bu yoksunluğa tanık olmamız hiç de ender değildir. 20. yüzyıla girerken bir mucize adam, bir dâhi gelmiş bir devrim gerçekleştirmiş ve bu devrimin ana hedefi olarak bilimi göstermiştir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ilkesi bize geri kalmışlıktan sömürge kalmaktan nasıl kurtulacağımızı gösteriyordu. Atatürk’ü kaybettiğimiz yıllarda Türk toplumu henüz aydınlanmadan uzak bulunuyordu. Onu izleyenler toplumu bilim yolunda ileriye taşımak yerine halkın geri kalmışlığından, tutuculuğundan oy kapma için yararlanma yolunu seçtiler. Günahları büyüktür, tarih önünde sorumludurlar. Her alanda olduğu gibi sağlık alanında da yazık ki irrasyonel görüşler, düşünceler, öneriler topluma egemen olmuştur. Medyanın bir bölümü sorumsuzca bu bilimdışı mantıkdışı görüşleri uydurma tedavi girişimlerini yaygınlaştırmakta ve bilimsel bir mantıktan yoksun halk çoğunluğu bunlardan etkilenerek umutlanarak çok yanlış yol ve tutumları benimsemektedir. TV kanallarında kainat eczanesinden şifa dağıtan, bunamayı otlar, sebzelerle iyileştiren, nefes darlığına keçiboynuzu, multipl skleroza dereotu limon karışımı, hafıza yetersizliğine havuç (daha neler) tavsiye eden hem de doktor olmayan profesör unvanlı insanlar yer alıyordu. Ama bilimsel doğruları bugünün gerçeklerini bu tanımladığım ortamda öğrenmek olanağına sahip olmayan hasta ve yakınları rasyonelliği olmayan bir umut ve çırpınış içine giriyorlar. Onlara doğruları anlatmak çok zor, ne yazık ki bu zorlukta sözde bilim insanları önemli rol oynuyorlar. Akraba evliliğinin niçin genetik hastalıklar için bir risk oluşturduğunu anlatmak ve ikna etmenin güç olduğunu daha önce belirtmiştim. Saatler süren futbol tartışma ve yorumları arasında bunu örneklerle anlatma olanağı yok. İrrasyonel davranışlar, inanışlar öyle yerlere varıyor ki mesela o yıllarda referandum sonuçlarını yorumlayan bazı yazarlar evetçileri ilerici değişimci (nereye doğru değişim) hayırcıları statükocu ilan etmişlerdi. Yıllar sonra bu evetçiler ülkede neler olduğunu görmeye başladılar diyebilir onların içtenliğine inanabilir miyiz? Ünlü şarkıda olduğu gibi onlara “daha önceleri neredeydiniz” diye sormaz mıyız? Gerçekleri yıllardır tersine çevirerek sunmakta mahir ekran gülü bazı konuşmacılar o günlerde “hayırcılar aklını başına toplamalı” diyebiliyordu. Onlar aynı zamanda Ergenekon savunucuları idiler... Onlar bizzat kendileri irrasyonel bir konumda olmasalar da söylemlerinde toplumdaki irrasyonel inanışlardan yararlanarak taraf tutuyorlardı... Hiç utanmadan... Akıldan, bilimden, aydınlanmadan çağdaşlıktan yana insanların dünyası zorluklarla doludur bu ülkede. Fazıl Say’ın “Türkiye’de yaşanan çağ, kültürün yok edilme çağıdır” deyişi boşuna değil. Çünkü halk sanata, kültüre bilime olduğu gibi kendisine de karşı bir yönetimle baş başa olduğunu algılayamıyor. Yönetimdekilerin, iktidarın başlıca dayanağı ve güvencesi bu olmuştur. İstanbul seçimleri bize bir umut oldu. Buradan nerelere uzanabileceğimizi önümüzdeki aylar ve yıllarda göreceğiz...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle