19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 5 TEMMUZ 2019 CUMA [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Gazetenizin 10.01.2019 tarihli nüshasında 2. sayfasında, “HAYALETLER SEÇMEN OLDU” başlığı altında verilen haber gerçekdışı olup Enis Coşkun’un “bizim bina” dediği bina da bizler Savaş Furtuna, Funda Furtuna ve anne ve babamız Halime İşleyen TEKZİP METNİ ve İbrahim İşleyen ve halamız Fikriye Akkemik oturmamaktayız. Nüfus müdürlüğünden adres araştırması yapılmış olsaydı kolaylıkla görüleceği gi bi yazar 11 numarada oturmakta, bizler ise 5 numarada oturmaktayız. Bina numaralarının değişmiş ve yazarın buna dikkat etmemiş olması ne deni ile yayınlanan haberin gerçekdışı olduğunu, bizim ve haberde ismi geçen ailemizin hayalet seçmen olmadığımızı, 28 yıldır Büyükada’da yaşayan ve tanınan esnaf olduğumuzu kamuoyuna saygı ile duyururuz. Savaş Furtuna Funda Furtuna Yeni askerlik yasası içinize sinecek mi? Erol Ertuğrul Ordumuzun tarihi onur duyduğumuz sayısız kahramanlıklarla doludur. Çanakkale savaşları tam bir destandır. 57. Alay’ın kahramanlığı unutulamaz. 25 Nisan 1915 günü 57. Alay Çanakkale Gelibolu Kanlısırt’ta kendisinden dört beş kat büyük bir orduyu durdurmuş ve savaşın gidişini değiştirmiştir. Mustafa Kemal’in “Size ölmeyi emrediyorum” emri üzerine gözlerini kırpmadan 57 Alay er ve komutanları yaşamlarını yitirmişlerdir. Atatürk bu olayı Söylev’de “...birinci sıradakiler gözlerini kırpmadan ölüme gidiyorlar, ikinci sıradakiler biraz sonra sıranın kendilerine geleceğini biliyorlar, ancak hiçbirisi bir pişmanlık, bir korku duymadan bekliyorlar...” Bu sözlerle anlatıyor ve ordumuzun kahramanlığından övgüyle söz ediyor. 57 Alay’ın kahraman subay ve erleri bugün Gelibolu Kanlısırt Şehitliği’nde yatıyorlar. Albay Reşat Çiğiltepe Çanakkale savaşlarında Ezineli Yahya Çavuş’un kahramanlığı ayrı bir destandır. Yahya Çavuş, 67 arkadaşı ile birlikte Çanakkale Alçı tepe eteklerinde 3 bin kişilik düşman ordusunu Ertuğrul Koyu’nun sularına gömmüştür. Düşmanı bütün gün oyalamış, onlara geçit vermemiş akşama hepsi şehit olmuştur. 28 yaşındaki Yahya Çavuş, kopan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağlamış, Alçıtepe eteklerinde 27 Nisan 1915 günü şehit olmuştur. Vali Nail Memik’in dörtlüğü bu kahramanları anlatmaktadır. “Bir kahraman takım ve Yahya Ça Ülkemizin çevresi tam bir ateş çemberidir. Öyle anlaşılıyor ki AKP yabancı güçlerin Sevr ile yapa madıklarını TBMM eli ile yapmaya çalışıyor. vuştular/Tam üç alayla burada gönülden vuruştular/Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri /Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular” En büyük destanlardan birisi de Kurtuluş Savaşımızdır. Mustafa Kemal’e söz verdiği saatte Çiğiltepe’yi alamadığı için 27 Ağustos 1922 günü canına kıyan Albay Reşat Çiğiltepe’yi unutmadık, unutmayacağız. Cumhuriyet ordusunun niteliği değişiyor Ulusumuz ordusunun kahramanlıklarını da, değerini de çok iyi bilir. O yüzden gençlerimiz askere giderken düğüne gider gibi gülerek giderler. Analar çocuklarını askere gönderirken onlara kınalı kuzum diye övgüler dizerler. Sevgililer birbirlerine şiirler yazarlar. “Yine yakmış yâr mektubun ucunu /Askerlikte sevda çekmek zor diyor” şarkı sözü olur. Bekir Sıtkı Erdoğan “Kışlada Bahar” şiirinde “Bahar geldi koyun kuzu koklaştı / ki aşık senelerdir bekleşti /Kara gözlüm düğün dernek yaklaştı / Vatan borcu biter bitmez ordayım” diyor. Bizde askerlik onur duyulan bir vatan borcudur. Yeni bir askerlik yasasının AKP yönetimi tarafından hazırlanıp TBMM’den geçtiğini biliyoruz. Ancak çıkan yeni yasanın bizim ulusumuzun gelenekleri, çıkarlarıyla örtüşmediği anlaşılmaktadır. Öncelikle asker sayısı azaltılıyor. 140 bin asker terhis ediliyor. Askerlik altı aya indiriliyor. Altı ayda savaşçı asker yetişir mi? Paralı askerlik kalıcı duruma getiriliyor. Parası olanlar askerlik yapmayacaklar. Cumhurbaşkanı istediği kişileri Genelkurmay’ın onayı ile askerlikten ayrı tutabilecekmiş. Böyle bir yetki padişahlarda bile yoktu. Güzel yurdumuz kimsenin babasının çiftliği değildir. Güçlü bir ülke olabilmek için öncelikle güçlü bir orduya sahip olmak gerekmektedir. Bu yasa Cumhuriyetin ordusunun niteliklerini değiştiriyor, ordumuzu etkisizleş tiriyor. Ülkemizin çevresi tam bir ateş çemberidir. Bir yanda Lozan Antlaşması’na aykırı olarak 18 adamızı işgal etmiş ve silahlandırmış ve Ege kıta sahanlığında her an yeni sorunlar çıkarmaya hazır bir Yunanistan, öte yanda doğu bölgemiz de hak isteyen bir Ermenistan. Ülkemizi ABD ve AB’nin desteği ile bölmeye çalışan bir PKK, bir FETÖ. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ta karşımıza çıkarılan sorunlar. AKP’nin yanlış politikaları nedeni ile içerisine düştüğümüz dış sorunlar karşısında güçlü bir orduya sahip olmak bir zorunluluk iken kim ordumuzu terhis etmeye kalkabilir. Kim ordumuzu paralı askerlik yasası ile güçsüzleştirebilir. Sevr ile yapılamayanı Meclis’te yapmak Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın Sevr kentinde Sevr Antlaşması’nı imzalamıştı. Ülkemizi bölüp parçalayan bu antlaşmanın önemli maddelerinden birisi de askerlikle ilgiliydi. Ordumuz terhis edilecek, yalnızca padişahın korunması için 700 kişilik bir asker kalacak, jandarma olarak 35 bin kişilik bir güç bulundurulacaktı. Bu antlaşma, Mustafa Kemal’in önderliğinde ulusumuzun verdiği Kurtuluş Savaşı ile tarihin çöplüğüne atıldı. Öyle anlaşılıyor ki AKP, yabancı güçlerin Sevr ile yapamadıklarını, TBMM eli ile yapmaya çalışıyor. Ancak ordumuzu güçsüzleştirmeye, ordumuzun geleceğini bir kişinin iki dudağı arasında bırakmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu yasa, ulusumuzun içine sinmez. Kimlik politikası demokrasi ve kalkınma düşmanıdır Erdoğan/AKP iktidarını zayıflatan faktörlerin başında “Kimlik Politikası” gelir. Çünkü “Kimlik Politikası” hem Demokrasinin hem de “Kalkınma” ve “Gelişmenin” düşmanıdır. HHH 1) “Kimlik Politikası” Demokrasinin düşmanıdır; çünkü “Temel Hak ve Özgürlükleri” sadece belli kimlikler için ister. İktidarın en çok şikâyet edilen hatası, halkı bölmek, seçmeni ayrıştırmak, milleti birbirine düşman etmek değil midir: İşte bu yanlışın arkasında yatan temel güdü (saik, motivasyon) “kimlik politikasıdır”: Kimlik Politikası “Temel Hak ve Özgürlükleri” sadece belli dinselmezhepsel veya etnik gruplar için istemek gibi bir yanlışı içerir. İktidar hem “kimlik politikası” gütmüş, hem de bu kimlik politikasını birdenbire 180 derece değiştirerek, değişik kimliklere göre uygulamıştır: Esas olarak laikliğe karşı DinciMüslümanSünni bir kimlik politikası gütmüştür. Buna ek olarak, başkanlık sistemini önce Kürtlerin desteğiyle hayata geçirmek isterken, “Milliyetçiliği ayaklar altına aldık” demiş, laiklikle birlikte Türklüğe de karşı çıkmış, “MüslümanlığıSünniliğiÜmmetçiliğiKürtçülüğü” öne sürmüştür... Ama daha sonra Kürtler Başkanlık sistemine karşı çıkınca, bu kez, “Kimlik Politikasının” ibresini 180 derece terse, “SünniDinciTürkçülük”e çevirmiş, bu kez de Kürtleri ve yine laikleri dışlamıştır. Her iki yaklaşım da “Kimlik Politikasına” dayalı olduğu, vatandaşlara ayrımcı muamele yaptığı için, Demokrasiye karşıdır, yanlıştır. HHH 2) “Kimlik Politikası” kalkınmaya, gelişmeye de karşıdır; çünkü kadroları liyakata, yeteneğe, bilgiye, beceriye göre değil, kimliklere göre doldurur. Böylece insan faktörünü yani beyin gücünü istihdam açısından liyakate göre değil, kimliğe göre irrasyonel kullanarak hem kalkınmanın hem de gelişmenin önünü keser. İktidarın dini ve etnik kimlikler üzerinden izlediği siyasal “Kimlik Politikası” elbette istihdamı da etkilemiş, özellikle de yönetici seçiminde, etnik ve dinselmezhepsel kimliklere ek olarak bir de “AKP’li olma” yani “Parti Kimliği” ölçütünü devre sokmuştur. Böylece “Kimlik Siyaseti” ile bozulan “Siyasal Eşitliğe” paralel olarak toplumdaki “Fırsat Eşitliği ve Sosyal Adalet” de “Partili Kimliği” ile iyice zedelenmiş, “Ekonomik Kalkınma, Toplumsal Gelişme” hedefleri ise bütünüyle ulaşılmaz olmuştur. HHH Bütün bu yanlışları yapan iktidar, 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile kabul edildiği iddia edilen ama Eski Yargıtay Başkanı Prof. Sami Selçuk’un “Yok Hükmünde” dediği “Ucube Anayasa” ile kişiselleştirilmiştir. Elbette sadece Parlamenter Demokrasiye dönüş, bu hataları ortadan kaldırmaz, ama hiç olmazsa ülkeyi tek bir kişinin hızla yaptığı ve birbirinin etkisini artıran büyük yanlışlara anında kurban olmaktan kurtarır. Üzerine yatılan 3600 ek gösterge İsmail Özcan Eğitimci/Yazar Türkiye’de şu anda uygulanmakta olan 657 Sayılı Devlet Personel Kanunu, Mart 1971’de yürürlüğe girmişti. Bu kanun, o zaman da şikâyet konusu olan kamu personelinin maaş ve ücretleri, diğer bir ifadeyle özlük hakları arasındaki adaletsizlikleri gidermek; eğitim, kıdem, makam vb. farklarını bir dengeye oturtmak amacıyla hazırlanmıştı. Bu kanunda maaş basamaklarıyla ilgili olarak yukarıdan aşağıya 15 derece, bu dereceler için de yana doğru ilerleyen 9 kademe bulunuyordu. Her derece için o dereceye uygun temel bir göreve başlama rakamı belirlenmişti. İlkokul mezunları 15., lise mezunları 12., üniversite mezunları da 10. dereceden işe başlıyorlardı. İlkokul mezunları 7. dereceye, lise mezunları 3. dereceye, üniversite mezunları da 1. dereceye kadar yükselebiliyorlardı. İlkokul mezunları 5, lise mezunları 4, üniversite mezunları da 3 yılda bir derece yükseliyorlardı. Zamanla yozlaşan kanun Maaşlarda belirleyici temel unsur, eğitim durumu ve kıdemdi. Hangi branşta eğitim almış olursa olsun, bütün üniversite mezunları aynı maaşı alıyorlardı. Akademisyen, mühendis, hâkim, avukat, öğretmen vb. fark etmiyordu. Bu kanun 1520 yıl kadar amacına uygun bir işlevi yerine getirmişti. Zaman içinde bu kanun yoz Bugün öğretmenlerin çalışanı da sözünü ettiğimiz diğer kamu personeline göre mağdur olmakla beraber, öğretmenin emeklisi temelli mağdurdur. laştırıldı. Devlet katında etki ve yetki sahibi olan her kesim bu kanunla amaçlanan adalet ve eşitliğe aykırı ayrıcalıklar elde etmeye başladı. Bazı kesimlerin lehine, bazı kesimlerin aleyhine yüksek gelir farkları ortaya çıktı. Devlet kendisi de bazı alanlarda iyi yetişmiş eleman istihdamı gerekçesiyle “iş güçlüğü”, “iş riski”, “teminindeki güçlük” gibi adlar altında bir bölüm personele yüksek maaşlar ödemeye başladı. 3., 2., 1. dereceye yükselmiş devlet memurlarına uygulanan “ek gösterge” de bunlardan biriydi. Ek gösterge üzerinden yapılan ödeme otomatikman emekliliğe de yansıyordu. Ek göstergenin önemi biraz da bundan kaynaklanıyordu. Bu uygulamalar sonunda bir an geldi ki, hem çalışanların kendi aralarındaki, hem de bunların emeklileri arasındaki gelir farkı insaf ve adalete sığmaz bir boyuta ulaştı. İşte bugün bu noktadayız. Günümüzde başta akademisyenler olmak üzere hâkimler, mühendisler, doktorlar, avukatlar ve bunların emeklileri ülkemiz standartlarında hiç de fena olmayan bir gelir elde edebiliyorlar. Unvan sahibi memurlar arasında bunun tek istisnası öğretmenlerdir. Bugün öğretmenlerin çalışanı da sözünü ettiğimiz diğer kamu personeline göre mağdur olmakla beraber, öğretmenin emeklisi temelli mağdurdur. 1015 yıl önce din görevlileri ve emeklileri, aynı eğitim ve kıdem seviyesindeki öğretmen ve emeklisinden yüzde 20 kadar daha az maaş alırken, bugün onların çalışanı da emeklisi de öğretmenin çalışanından da emeklisinden de daha fazla maaş alır hale gelmiştir. Kısaca öğretmeni sollamayan unvanlı memur kalmamıştır. Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar emekli bir öğretmen, çalışırken aldığı maaşı aynen alırken bugün çalışandan yüzde 4045 eksik almaktadır. Çalışanla emekli arasındaki bu fark hiçbir kamu personelinde yoktur. Bunun nedeni, bir bölüm kamu personeline çalışırken yapılan ek ödemeler emekliliklerine yansıtılırken, öğretmenlere bu hakkın tanınmamış olmasıdır. Akademisyenler, hâ kimler, mühendisler, doktorlar emekli olduklarında çalışırken aldıklarının yüzde 20, en fazla yüzde 25 eksiğiyle emekli olurken, öğretmenler yüzde 4045 gibi bir gelir kaybıyla emekli olmaktadır. Söz lafta kaldı Son zamanlarda ek göstergelerinin yükseltileceği sözü verilen polislere, öğretmenlere, hemşirelere ve din görevlilerine şu anda 2200 ile 3000 arası ek gösterge rakamı uygulanmaktadır. Bu rakam söz verildiği gibi 3600’e çıkarıldığında söz konusu devlet memurlarının emeklilerinin aylıkları yaklaşık 525 lira ile 700 lira arasında artacaktır. Bu, ülkemiz koşullarında hatırı sayılır bir artışa karşılık gelmektedir. İşte bu yüzden ek göstergelerin yükseltilmesi en çok öğretmenler için önem arz etmektedir. İşte en tepelerden verilmiş sözlere rağmen üzerine yatılmış olan “3600 ek gösterge”, başka birçok mağdurla birlikte öğretmenlerin ve emeklilerinin uğradığı bu açık seçik mağduriyetleri gidermede çok önemli bir adım olacaktı. Ne yazık ki çok görüldü! bir tavsiyedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle