19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 2 TEMMUZ 2019 SALI [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Siyam ikizleri: S400 ve F35 Teknik olarak, S400’lerin üstünlüğü tartışılmıyor. Bu alanda F35’lerle ilgili çeşit gören görüşler de var. Bu görüş sahiplerinin dillendirdiği, “kendi uçağımızı yapma li eleştiriler mevcut. Hatta mızı hızlandırır” düşüncesi F35’lerin alınamayacak ol ortak bir kanaate dönüşürse AHMET YAVUZ masını Türkiye’nin hayrına kıymet kazanır. Bu iki konu biri diğerinin ayrılmaz parçası haline geldi. O yüzden ikisini bir likte ele almak gerekiyor. Önce konuyu etkileyen faktör lere yüzeysel de olsa göz atalım. Ülkenin hava savunmasına ih tiyaç vardır. İhtiyacı belirleyen mevcut kuvvet yapısı ve tehdit değerlendirmesidir. Mevcut kuvvet yapısı Hava Kuvvetleri’nin elindeki F16 ve pilot sayıları dikkate alındığında, uzatmak mümkün ama kestirme vaş gemisinin anılan harpteki iş na bir etmen midir? Cevabı ilgi hava savunması bakımından hız den gitmek gerekirse, ABD’nin levi hatırlandığında soru işareti lilerde... lı bir tedariki gerekli kılmaktadır. dümen suyunda gitmek müm büyüyor... S400’lerin kurulması konu Çıplak gözle bakıldığın kün değildir. Suriye’de dümen Konunun ayrıca hukuki boyu su artık bir egemenlik mesele da Rusya, İran, İsrail ve Doğu suyundan gidildi. Sonuç ortada. tu var. Rusya ile S400 konusun sinden öte bir itibar meselesidir. Akdeniz’de konuşlu her askeri Gelinen yer felaket halidir... da anlaşma yapılmıştır. F35’e Rubikon geçilmiştir... varlık potansiyel tehdit demek Komşumuz Irak’a yaptıkları, ilişkin ortak üretim ve tedarik Ekonomik yaptırımlar büyük tir. Demek ki, ihtiyaç vardır. An İran’a yapmak istedikleri belli sözleşmeleri mevcuttur. bir yük oluşturacak olsa da bel cak bunların her biri varlık ola dir. Başarırsa BOP’u gerçekleş Hukuki boyuta, daha ön ki ülkenin hayrına olacaktır. rak tehdit olmakla birlikte, niyet tirmesine ramak kalacaktır. ce ülkenin üstlendiği sorum Geçmişteki ABD ambargosunun leri de dikkate alındığında, için O halde tehdit vardır ve yok lulukları da eklemek gereki ASELSAN, ROKETSAN, HAVEL de bulunulan durum itibarıy sayılamaz. yor. NATO’nun 2010 Lizbon SAN, İŞBİR, TAİ’yi doğurduğunu la gerçek tehdide dönüşmüş mü Meselenin ekonomik boyutu Zirvesi’nde alınan karar gere anımsamak yerinde olur. dür? Bu soruya cevap aramalıyız. vardır ve tayin edici role sahip ği, ortaklarca hava ve füze sa Son olarak iki hususu be Rusya ve İran güncel olarak tir. Bu konuyu Hazine’yi elinde vunmasının ortaklaştırılması ta lirtmeliyim: ülkeyi yönetenler tehdit değil. Geriye Doğu Akde bulunduranlar değerlendirecek ahhüt edilmiş, bunun bir parça amaçaraç dengesini rehber edi niz ve Suriye cephesi kalıyor. tir. S400 alınması halinde eko sı olarak KürecikMalatya radarı nerek hayallerini yorganına gö Burada tehdit var mı? Hem var, nomik yaptırımlar uygulanması tesis edilmişti. Üstesinden gelin re uzatmalı ve ülkenin kurumla hem de yok... ve F35’lerin tedarikinin durdu mesi gereken bir faktör olarak rının yeniden kendisi olmasını Suriye ile barış yapmak ken rulması tehdidin mahiyeti hak durmaktadır. ve karar süreçlerinde yer alma di elimizde. Elimizi bağlayan kında ipuçları vermektedir. S400’lerin Akkuyu Nükleer larını sağlamalıdır. da yok. İsrail ile ilişkileri ister Teknik olarak, S400’lerin üs Santralı ile bağlantılı olduğuna Siyam ikizleri yaşatılabilecek sek başka bir boyuta taşıyabili tünlüğü tartışılmıyor. Bu alanda ilişkin yazılı bir kaynağa rastla mi? Yaşatılabilirse bedeli ne ola riz. AB ülkeleriyle çatışma ris F35’lerle ilgili çeşitli eleştiriler madım. Ancak bir yerlerde bu cak? Bir yönetim basiret deneyi ki yok denecek düzeyde. Ancak mevcut. Hatta F35’lerin alına nun dillendirildiğini duydum. olarak önümüzde duruyor... Yunanistan’ın kışkırtmalarına mayacak olmasını Türkiye’nin Tabii böyleyse Ruslar için de bü karşı diplomatik önlem almayı hayrına gören görüşler de var. yük avantaj sağlıyor demektir. zorunlu kılıyor. Geriye ABD ka Bu görüş sahiplerinin dillendir Çünkü Lazkiye’nin hava savun lıyor. ABD tehdit mi? Hem evet diği, “kendi uçağımızı yapma masıyla birlikte kazanılan bir hem de hayır. mızı hızlandırır” düşüncesi or imkân ve kabiliyet anlamı ta Eğer ABD’nin dümen suyunda tak bir kanaate dönüşürse kıy şır. S400 alınmasında tek başı gidilirse tehdit yok demektir. Gi met kazanır. Bu mümkün olma dilmezse var... yacaksa, hem yeni uçak tedarik Dümen suyunda gitmek müm riski doğurması, hem ortak üre kün mü? İsterseniz sayalım: tim girdilerinden yoksun kalın 1975’te ambargo koyan, 2003’te ması hem de bugüne kadar yatı Irak’ta Türk askerinin başına rılan 1.250.000.000 doların he çuval geçiren, 15 Temmuz’da ba edilmesi söz konusu olacak FETÖ’nün arkasında saf tutan, tır. Ayrıca aynı uçağı çevrede Suriye’de PKK/PYD’yi silahlandı kullanan ülkelerin varlığı, dik ran ve bölge halklarını birbirine kate alınması gereken diğer düşürerek etnik köken ve mez bir husustur. Balkan Harbi hebe dayalı devlet kurma arayı öncesi Osmanlı’nın almayıp şını kesmeyen bir ABD. Bunları Yunanistan’ın aldığı Averof sa İnsanlığa karşı suçlar Parlamenter rejime geri dönülecektir! Ucube “Tek Kişi Rejimi” iflas etmiştir. Türkiye için tek çıkış yolu Demokratik Parlamenter Rejimin yeniden kurulmasıdır. HHH 1) Rejimin ve iktidarın ekonomi politikası iflas etmiştir. İşsizlik artmış, zamlar almış yürümüş, enflasyon fırlamış, Türk Lirası’nın değeri olağanüstü düşmüş/ düşürülmüş, insanlar geçim sıkıntısının pençesine terk edilmiştir. 2) Rejimin ve iktidarın dış politikası iflas etmiştir. Her şeyi bir yana bıraksak bile, yanlış iç ve dış politika kararlarından dolayı ülkemiz AB’den kopmuş, 4 milyon kadar Suriyeli “sığınmacı”ya da ev sahipliği yapmak zorunda kalmıştır. 3) Rejimin ve iktidarın iç politikası iflas etmiştir. Temel Hak ve Özgürlükler sınırlanmış ve kısıtlanmış, Hukuk Devleti, bağımsız adalet tahrip edilmiş, medya özgürlüğü ortadan kaldırılmış, halk birbirine düşmanlaştırılmış, rejim şaibeli oylamalarla değiştirimiştir. 4) Rejimin ve iktidarın eğitim politikası iflas etmiştir. İlk, orta ve lise eğitimi çağdaşlıktan uzaklaştırılmış, Milli Eğitim Bakanlığı, işlevlerini tarikat ve cemaatlerle paylaşır hale gelmiş, çocuklarımız İmam Hatip eğitimine mahkum edilmiş; yükseköğrenim uluslararası rekabetçi özelliklerini yitirmiş, üniversite özerkliği yok edilmiş, evlatlarımızın gelecekleri karartılmıştır. HHH Bu başarısızlıklar doğrudan doğruya “Tek Kişi Rejimi”nin yetersizliklerine bağlıdır. 1) Hiçbir “Tek Kişi”, bu karmaşık dünyada, herhangi bir ülkeyi, hele hele Türkiye gibi girift sorunları olan bir ülkeyi “Tek başına” yönetemez. 2) Mevcut Anayasa, tutarsız değişikliklerle ucube bir yamalı bohça haline getirilmiş, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, Temel Hak ve Özgürlükleri korumakla görevli olan Yüksek Yargı Organlarının işlevleri sınırlanmış, kısıtlanmış ve siyasetin etkisine açılmıştır. 3) Meclis yetkisizleştirilmiş, etkisizleştirilmiş ve devre dışı bırakılmıştır. 4) Ülke yönetimine bırakın halkın katılımını, Sivil Toplum Kuruluşlarının ve hatta Anayasal Kurumların bile katılımı olanaksızlaştırılmış; muhalefet ise genellikle ihanetle suçlanarak dışlanmıştır. 5) Bütün bunlara ek olarak, iktidarın/rejimin kadroları, yetersiz, bilgisiz ve niteliksizdir. HHH “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen bu ucube “Tek Kişi Rejimi” ve bu yetersiz kadrolu iktidar, açıkça başarısız olmuş, ülkeyi duvara toslatmıştır. Mutlaka, ama mutlaka, bir an önce değiştirilmelidir, değiştirilecektir: Ne zaman ve nasıl değişecektir, değiştirilecektir; değişme iktidarın içinden mi başlayacaktır, koalisyon mu bozulacaktır, yoksa yeni bir seçim zorunlu mudur bilemiyorum... Ama benim bu yazıda belirttiğim acı gerçekleri rejim/iktidar mensuplarının da gördüğüne ve birtakım çıkış yolları aradıklarına hiç kuşkum yok; çünkü ülkenin kaderinden vicdani ve siyasal olarak asıl sorumlu olanlar zaten onlardır. Kanımca er veya geç, mutlaka bu ucube rejim terk edilecek ve Parlamenter Demokratik Rejime geri dönülecektir. Bu dönüş ne kadar hızlı ve ne kadar geniş bir siyasal mutabakat ile yapılırsa, ülke o kadar az zarar görecektir. Not: BUGÜN BİR KEZ DAHA MADIMAK KATLİAMINI LANETLE ANIYORUZ. Av. Kemal AKKURT Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkanı Bundan 26 yıl önce, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’da bir katliam yaşandı. 33 sanatçı, aydın ve 2 otel çalışanı, gözünü kan bürümüş yaklaşık 15 bin kişilik bir “güruh” tarafından bulundukları Madımak Oteli’nde yakılarak bir “insanlık suçu” işlendi. 20 yıl süren davadan, ölenlerin yakınlarını, müdahil avukatlarını ve vicdan sahibi kamuoyunu tatmin eden bir karar çıkmadı. O zamanki adı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) olan olağanüstü mahkeme, gerçek suçluları ortaya çıkaramadı. Bir kısım sanıklar, çeşitli hapis cezaları aldılar. Yakalanamayan 5 sanığın davası ise 20 yıldır devam ediyordu. Hiç değilse bu 5 sanığın cezası zamanaşımına uğramasın, “insanlığa karşı suç” kapsamında cezalandırılsınlar şeklindeki savunmalara, mahkeme maalesef itibar etmedi. Firardaki bu sanıklar yönünden davayı zamanaşımı nedeniyle düşürdü. Zamanaşımı işlemez Bu vesile ile “insanlığa karşı suç”  kavramı, hukukçular arasında ve kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Eski Ceza Kanunumuzda yer almayan, bu suçu, yeni Ceza Kanunu (TCK) açık ve net bir şekilde düzenledi. Buna göre siyasi, felsefi, ırki ve dini düşüncelerle toplumun bir kesimine karşı, bir plan doğrultusunda sistemli olarak işle Sivas Davası da yakın tarihimizde aydınlatılmayan katliamlar arasındaki yerini almıştır. Aydınlatılmayan tüm katliamların sorumlusu devlettir. nen suçlar, “insanlığa karşı suçlar” olarak kabul edilir. Bu suçlardan dolayı zamanaşımının işlemeyeceği de yasada açıkça düzenlenmiştir ( TCK. madde 77). Tartışılan konu, 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK’deki bu hükmün geriye yürüyüp, 1993 tarihinde işlenen bu katliama uygulanıp uygulanamayacağıdır. Tarafı olduğumuz ve mevzuatımızın bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 7. maddesinin 1. fıkrasına göre, hiç kimse  ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Davanın devredildiği Ankara Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi de sözleşmenin bu fıkrasına dayanarak davayı zamanaşımından düşürdü. Ancak aynı maddenin bir de 2. fıkrası var ki, mahkeme tüm ısrarlarımıza rağmen bu fıkrayı görmedi ve uygulamadı. 2. fıkraya göre, “Bu madde, işlendiği zaman  uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir”. Yani insanlığa karşı işlenen bir fiil, evrensel hukuk kurallarına göre suç ise böyle bir  suç iç hukukta dü zenlenmese bile, o kişi veya kişiler her zaman yargılanabilir, cezalandırılabilir, zamanaşımı söz konusu olmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu yöndedir. Diğer sorumlular... Birleşmiş Milletler’in 1968 tarihli “Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşmesi”ne göre, hangi tarihte işlenmiş olursa olsun, insanlığa karşı suçlar yönünden zamanaşımı süresi uygulanmaz. Bu sözleşmeye göre, insanlığa karşı suçları teşvik eden, katılan devlet yetkilileri, özel şahıslar ve bu suçların işlenmesine hoşgörü gösteren kamu görevlileri yönünden de zamanaşımı uygulanmaz. Sözleşmeye göre, işledikleri ülkenin iç hukukunu ihlal etsin veya etmesin, siyasal, ırksal veya dinsel sebeplerle zulüm veya katliam yapanların, zamanaşımı söz konusu olmaksızın cezalandırılacağı kararlaştırılmıştır. Nitekim İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Nazi katliamlarının yargılandığı Nürnberg Uluslararası Mahkemesi de Birleşmiş Milletler’in kararıyla zamanaşımı söz konusu olmaksızın yargılama yapmış ve insanlığa karşı suçları işleyenleri cezalandırmıştır. Anayasamızın 90. maddesi ışığında, uluslararası bu sözleşmeler bağlayıcıdır ve yasalarımızın üzerindedir. Sivas katliamı sanıklarının da zamanaşımı söz konusu olmaksızın yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekir. Sadece yakalanan 100 civarındaki caninin yargılanması ve cezalandırılmasıyla bu kara sayfa kapatılamaz. Dönemin iktidar gücünü kullanan tüm yetkililerin, ihmali bulunan asker ve Emniyet mensuplarının da yargı önüne çıkarılmaları ve olayın aydınlatılması gerekir. Aksi takdirde ülkemiz bu ayıptan kurtulamaz. Yargılama, adaleti tecelli ettirme işlemidir. Adalet ise, adil bir yargılama ile sağlanır. Sivas Davası’nda da adalet tecelli etmemiştir... Sivas Davası da yakın tarihimizde aydınlatılmayan katliamlar arasındaki yerini almıştır. Tıpkı Dersim, Maraş, Çorum, Diyarbakır Cezaevi ve Roboski katliamları gibi. Aydınlatılmayan tüm katliamların sorumlusu devlettir. “Hukuk devleti”nin varlık nedeni, öncelikle  katliamları engellemek, buna rağmen gerçekleşirse, tüm failleri ve azmettirenleri ortaya çıkarmaktır. Aksi takdirde devletlerin varlık sebebi kalmaz... Dileğimiz, Türkiye’nin bir daha o karanlık dönemleri yaşamamasıdır. Bunun da yolu, daha fazla demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarından geçiyor. Bir daha bu katliamların yaşanmaması dileğiyle, Madımak Oteli, acilen bir “İnsan Hakları Müzesi” ne dönüştürülmelidir... bir tavsiyedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle