19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 19 TEMMUZ 2019 CUMA [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kadın üniversiteleri; 2023’e beş kala RAZİYE KARABEY Tek adam Japonya ziyaretinde bu ülkeden alınacak tek örnek olarak kız üniversitesini seçti. G20 toplantısı için gitmişken “yapma fırsatı bulduğu” ve 27 Haziran 2019 tarihli iradeyi şahane ile duyurduğu bu “yeni tespit”, 2018 yılında hazırlanmış olması gereken 11. Kalkınma Planı’na jet hızıyla yerleştirildi ve 8 Temmuz’da Meclis’e getirildi. Böylece: 1) Ülkemizin beş yıllık uzun vadeli sosyal hedefleri arasında kadın üniversiteleri yer aldı. 2) Kız çocuklarının okullaşma oranını yükselten, erkek çocuklarla aynı eğitim kurumlarında ve eşit şartlarda eğitim almalarını sağlayan Tevhidi Tedrisat yasası delinmiş oldu. Muktedir ilki 2004 olmak üzere kim bilir kaç kez gitti Japonya’ya. Ne oldu da şimdi bu ülkeden bir örnek devşirme ihtiyacı duydu acaba? Neden şimdi? 1960’lardan günümüze kadar çok sayıda akademisyen ve araştırmacının Japonya’nın kalkınma modelini ve özellikle de eğitim alanındaki rol model potansiyelini irdeleyen külliyattan zinhar bihaber bir tek adam, Mukogawa Kadın Üniversitesi kürsüsünden “Bugün Japonya’da yeni bir tespit yapma fırsatı bulduğu” keşfini dünyaya muştularken, YÖK Başkanı’na da “Japon kız üniversiteleri bizde de tez kurula” buyruğunu veriyor. Neden şimdi? O Japonya ki Ode döneminde atılan temellerin üzerine inşa edilen 18681914 Meiji Restorasyonunda tüm kurumlarını radikal şekilde baştan yenileyerek bugünkü hukuk ve eğitim sistemine yatırım yapmış, ilköğretimi 1872’de zorunlu kılmış, 1889’da anayasasına bilinçli bir seçimle laiklik maddesini koymuş, 1930’larda teknoloji yaratma kapasitesini kazanmış, okuryazarlık seviyesi Bu girişim kadınların talebi değil, onlar adına konuşma yetkisine sahip olduğunu sanan bir tek adamın, Cumhuriyete vurduğu bir tekmedir sadece. ni 1873’te yüzde 15’ten 1923’te yüzde 99’a yükseltmiş ve daha sonra 2. Dünya Savaşı’nın ağır yıkımından silkinip yükselerek 5.1 trilyon dolarlık milli geliriyle en büyük üç ekonomi arasında yer almış bir ülke. Kadının adı yok Ancak Japonya kadının statüsünde yerlerde sürünüyor. World Economic Forum 2018 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu gösteriyor ki, kadın eşitliğinde 149 ülke arasında 110. sırada. Abe kabinesinde halen tek kadın bakan var, kadın oranı parlamentoda binde bir, icracı pozisyonda yüzde 3.7. Japonya, OECD ülkeleri içinde G. Kore’den sonra ikinci en büyük ücret eşitsizliğine sahip. Kadınlar erkeklerin kazandığının yüzde 53’ü kadar kazanabiliyor, benzer işlerde bile erkeklerin ücretinin yüzde 70’ini alabiliyor. Yani, önceleri karma eğitim kuralken, Japon kültüründe kadının toplumdaki yerine ilişkin ağır kısıtlamalar nedeniyle, kızları okula teşvik etmek için kız üniversitelerinin açılması olumlu sonuç vermiş görünmüyor. Bunun bir nedeni kadını eve bağlayan ailedeki köklü işbölümü geleneği iken, diğer nedeni cinsiyetçi okul ayrımının müfredata da yansıyarak kızları düşük vasıflı ve düşük ücretli iş alanlarına yönlendirmesidir. Örneğin Mukogawa Kadın Üniversitesi’nin mimarlık dışındaki diğer beş bölümü şunlar: edebiyat, sağlık ve spor, müzik, eczacılık, hemşirelik. Durum böyleyken sen tut, tüm dünyanın takdirini toplayan Japon ekonomik yükselişini, iş ahlakını, ve eğitim düzeyini bırak, Japonya için utanç kaynağı olan cinsiyet eşitsizliğine katkı veren kadın üniversiteleri yapılanmasını örnek al sadece. Niye acaba? Bu girişimin zamanlamasına ve içeriğine ilişkin üç olasılık görünüyor: l Senei devriye kutlaması: Muktedir, üçü bir arada kahve gibi “kız bizim oğlan bizim” rejiminin birinci senei devriyesini, Cumhuriyetin üç temel direğinden Tevhidi Tedrisat’a meydan okuyarak taçlandırmak istemiş olabilir. Tüm kurum ve kuruluşların tek adam karşısında hazır olda beklemesinin ve arkasında saf tutmasının sağlandığı yeni rejim, bu girişimle artık cepheden Cumhuriyete saldırdığını göstermek istemiş olabilir. l Fıtrat gereği: Tek adam, “fıtratları farklı olan kadın ile erkeğin eşit tutulamayacağı” buyrultusunu fiiliyata geçirmek için uygun zamanın geldiğine hükmetmiş olabilir. Mukogawa vb. kız üniversiteleri, iktidarın kadınlara uygun gördüğü okuma ve çalışma alanlarına iyi bir örnek teşkil ediyor. Kadınları “Başörtülerini bahane ederek kamudan dışlamaya yönelen” eski Türkiye’yi suçlayan tek adam, şimdi kalkmış kızları fıtratlarına uygun kız üniversitelerine yönlendirerek, görünürde “yaradılış tan gelen becerilerini gözetmeden erkeği ve kadını aynı kefeye koyma adaletsizliğini” önlemek amacıyla, “kadın kadına ve erkek erkeğe eşitliği” yerleştirmeye çalışıyor kendince ! l Telafi ihtiyacı: Dünyanın en büyük üçüncü ekonomisiyle hiç olmazsa bir konuda paralellik kurarak seçim yenilgisini unutturacak bir malzeme oluşturmak istenmiş olabilir. Yalnız unutuyorlar ki, OECD ülkeleri arasında üniversite mezuniyet oranının erkeklere kıyasla kadınlarda daha düşük olduğu sadece iki ülke var: Japonya ile Türkiye. Ve bunlar kadınerkek eşitliği sıralamasında sonunculuğa yarışıp, 110 ve 130. sıraları paylaşıyor! Yani Japonya, bozacının şahidi şıracı misali, bu konuda örnek alınacak en son ülke. Talep mi var? Artık yeni rejimde başkanlık kararlarına bile gerekçe yazılmamasına rağmen yine de, yukarıdaki olasılık varsayımları bir yana açıkça soruyorum iktidara: Size bu yönde bir herhangi bir talep geldi mi Türk kadınlarından? “Cumhuriyet tarihinde, bizim anayasada yapmış olduğumuz kadınlar lehine değişikliği hiçbir iktidar yapmamıştır” buyurduğunuza göre bu üniversitenin gerekçesi nedir? Kızlar hangi okula isteyip de gidemiyor? Sözün özü: Muktedirin “Kadın kadına ve erkek erkeğe eşitlik” gibi dünya sosyal/siyasal bilimler literatüründe eşine rastlanmayan inanılmaz inovatif bir eşitliği amaçlayan kadın üniversiteleri girişimi, kadınlarımızın talebi değil, onlar adına konuşma yetkisine sahip olduğunu sanan bir tek adamın, kadınları yüzyılların ezikliğinden kurtararak erkeğin statüsüne yükselten hakları altın tepside kadınlarımıza sunan Cumhuriyete vurduğu diğer bir tekmedir sadece. Temel Cumhuriyet devriminin bu kazanımından hiçbir Türk kadını vazgeçmeyecektir. Böyle biline. 89 değil, 94 sendromu! Kaftancıoğlu, örgütünü itiraf etti! Kaftancıoğlu, “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme”, “Silahlı terör örgütü propagandası yapmak”, “Kamu görevlisine hakaret”, “Türkiye Cumhuriyeti devleti askeri teşkilatını aşağılamak” iddialarıyla 4 yıl 10 aydan 17 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor. Dünkü duruşmada tarihsel bir savunma yaptı. Bu savunmanın örgüt üyeliğini itiraf ettiği son bölümünü aşağıya alıyorum. HHH “Benim iki örgüt üyeliğim var: Biri üyesi olmaktan onur duyduğum meslek örgütüm... Diğeri ise yöneticisi ve İstanbul’da başı olmaktan gurur duyduğum Cumhuriyet Halk Partisi örgütüdür. Vatandaşının temel hak ve özgürlüklerine, etnik ve inançsal aidiyetlerine ve hatta yaşam haklarına saygı göstermeyenlerin, her vesile ile anayasal suç işleyenlerin devletin kamusal otoritesini bireysel ve partisel menfaatlar için pervasızca ve partizanca araç edinenlerin olduğu bir iklimde, geçmişte sizlerin şu an oturduğu makamlarda hukukun üstünlüğüne değil üstünlerin hukukuna sığınanların geldiği durum ortada. Heykeli dikileceği söylenen savcılar vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Kumpas davalarında hukuka göre değil, aldıkları emir ve talimatlara göre karar veren hâkimler vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Cezaevinde öldükten sonra suçsuz olduğu tescillenen hukuk mağdurlarını yargılayanlar vardı. Neredeler? Hatırlayın. Vatandaşın üstüne gaz sıktıran Valiler vardı. Bugün nerede? Güvenliğimizi sağlamakla görevliyken, cinayetlerin parçası olan Emniyet Müdürleri vardı. Bugün nerede? Hatırlayın. Hatırladıklarımızı yaşamamanın tek yolu hukuka sadece hukuka sığınmaktır. Ve ben Toplumsal Bellek Platformu kurucularından biri olarak bunları hatırlatmakla sorumluyum. Karar vermemiz gerekiyor: Eşit yurttaşlık temelli demokratik toplum düzeninin ve Cumhuriyetin aydın birikiminin ilke ve gereklerine uygun bireyler olarak mı yaşayacağız? Yoksa her türlü hak ve hukuk kavramının siyasi iktidarın tercih ve takdirlerine terk edildiği, düşünüp ifade etmenin her türlü izansız ve terazisiz yaptırımlara maruz bırakıldığı, otoriter rejiminin kulları olarak mı yaşayacağız? Ben, Cumhuriyetin aydın birikimine ihanet etmeden, evrensel insan hakları kurallarını sonuna kadar içselleştirmeye çalışan, hukukun üstünlüğünü olmazsa olmazım sayan eşitlik, özgürlük, kardeşlik hayalinden asla vazgeçmeyen: Bir kadın, bir hekim, bir siyasetçi, bir anne, geçtim tamamını; vicdanlı ve onurlu bir insan olmayı, insan kalmayı tercih ediyorum. Beni buraya, bu mahkeme salonuna bir hayal getirdi, demiştim. Ve hayalleri nedeniyle yargılanan ilk kişi olmadığımı biliyorum, ama son olmayı umut ediyorum. Bunun için de mücadele edeceğim!” HHH Öyle anlaşılıyor ki Erdoğan/AKP iktidarı  giderayak, toplumda yeni “Demokrasi Kahramanları” yaratmaya çalışıyor. Bakalım ne kadar başarılı olacak! MUSTAFA ÖZYÜREK Eski CHP Milletvekili / MYK Üyesi 1989 Mart yerel seçimlerinde SHP büyük bir başarı kazanmış, Ankara, İzmir ve İstanbul dahil 42 il belediyesinde sosyal demokratlar iktidara gelmişti. İstanbul’da Adalar, Şile ve Büyükçekmece dışında tüm ilçelerde seçimi SHP kazanmıştı. Büyükşehir Belediye Başkanlığında ANAP’lı Başkan Bedrettin Dalan’a karşı SHP adayı Nurettin Sözen zafer kazanmıştı. 5 yıl sonra, 1994 yerel seçimlerinde SHP İstanbul ve Ankara dahil, pek çok büyük il ve ilçe belediye başkanlığını kaybetmiş ve son 2019 seçimlerine kadar yerel seçimlerde başarılı olamamıştı. Son seçimde Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirleri CHP’li adaylar kazanınca, beş yıl sonraki seçimlerde “1994’teki gibi bir hezimet yaşanır mı?” korkusu konuşulmaya başlandı. Kemal Kılıçdaroğlu da “1989 sendromuna fırsat vermeyeceğiz!” şeklinde açıklama yapınca bir “sendrom” tartışması başladı. Sendrom değil zafer Aslında, 1989’da bir “sendrom” değil bir zafer vardır. Ancak 1989’daki başarı sürdürülemeyince 1994 seçimleri CHP açısından bir hezimet olmuştur. Bu başarısızlığın nedenleri üzerinde ciddiyetle durmak, 5 yıl sonra yapılacak seçimlerde benzer bir durumla karşılaşmamak için gerekli önlemleri almak CHP’nin ve seçilen başkanların sorumluluğundadır. 1989 seçimlerini İstanbul İl Başkanı olarak yönetmiş, 5 yıl Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi olarak görev yapmış bir siyasetçi olarak o dönemdeki eksikleri ve yanlışları gözlemleme fırsatım oldu. Bugünkü durumdan farklı olarak, büyükşehir ve ilçe belediye meclislerinde büyük çoğunluğumuz vardı. Ancak, hükümet, bugünkü gibi, muhalefetteki partilere mensup belediyelerin elini kolunu bağlamak ve başarıları Halk Cumhurbaşkanını bir yıl önce ülkeyi adil bir şekilde yönetsin diye seçmiştir. Daha üç ay önce halkın seçtiği belediye başkanlarını engellemek ve iş yapamaz hale düşürmek “milli iradenin gaspıdır”. nı engellemek için çalışıyordu. 89’da seçilen belediye başkanla rının bir kısmı deneyimsizdi. Kadro oluşturmada, büyükşehirle, diğer belediyelerle ve parti örgütleriyle koordinasyon ve uyum sağlamada zorluk yaşanmıştı. O günlerin medyası gözden geçirilirse, SHP’li belediyeler arasındaki tartışmaların çok yer aldığı görülür. Büyükşehir belediye başkanının en önemli görevi, ilçe belediyeleri ile uyum içinde çalışarak seçimde söz verilen politikaların hayata geçirilmesidir. 89’da seçim kazanan kadrolar enerjilerinin büyük bir kısmını iç çekişmelerde harcamışlardır. Seçim kampanyasında gündeme getirilen yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gidilememiştir. Yolsuzluklarla ilgili başlatılan bazı girişimler yargıda sonuçlandırılamamıştır. Eski belediye başkanının oluşturduğu vakıflara aktarılan belediye mülkleri geri alınamamıştır. Doğal olarak bu gibi başarısızlıklar seçmende güven kaybına neden olmuştur. Yapılan iyi işler ve halkın lehine olan icraatlar konusunda kamuoyuna yeterli bilgiler verilmeyince sadece belediyelerin olumsuzlukları konuşulmuştur. Belediyelerde verilen hizmetler kadar, o hizmetleri halkla paylaşmak da önemlidir. Özellikle, büyük ilçelerde bir mahallede verilen bir hizmeti ve yapılan yatırımı duyuramazsanız diğer mahallelerde yaşayanların haberi olmaz. Verilen hizmetlerin duyurulmasında parti örgütlerine de görevler düşmektedir. Maalesef ki, 19891994 döneminde medya ve parti örgütleri etkin bir şekilde değerlendirilememiştir. O dönemdeki ANAP iktidarı, muhalefet partilerinin kazandığı belediyeleri engellemek ve elini kolunu bağlamak istediği için, özellik le İstanbul’da, başta metro ve içme suyu barajlarının yapımı gibi büyük projelerde gecikmeler yaşanmış, bu durum sosyal demokrat belediyelere karşıt çevrelere eleştiri fırsatı vermiştir. 89 belediyeciliğinde verilen pek çok olumlu hizmet, özellikle İstanbul’da, parti içi dağınıklık nedeniyle, 94 seçimlerinde parti yönetimi ve adaylar tarafından sahiplenilmemiştir. Karşı adayların İSKİ yolsuzluğu ve grevler nedeniyle biriken çöpler ve benzeri suçlamalarına da cevap verilememiştir. 89 sonrası başarısızlıkta en önemli etkenlerin başında belediye başkanlarının kongrelerde taraf olmaları gelir. Parti içi konular il ve ilçe başkanlarına bırakılmalı, belediye başkanları halka verdikleri sözleri yerine getirmeye, daha çok hizmet vermeye ve daha çok yatırım yapmaya çalışmalıdır. CHP genel başkanı tüm belediye başkanlarının parti içi sorunlarda ve seçimlerde taraf olmalarını engellemelidir. Bu yapılmazsa, tüm belde halkının başkanı olması gereken kişi, parti içinde bir hizbin başkanı durumuna düşer. Geçmişten ders almak 2019 Martı’nda yapılan seçimlerde, CHP büyük bir başarı sağlamıştır. 94 sendromuyla karşılaşmamak için, yukarıda kısaca değindiğim hataları iyi incelemek ve değerlendirmek gerekir. Belediye başkanlarına, parti örgütlerine ve Genel Merkez’e düşen görev ve sorumlulukların gereğinin yerine getirileceğine inanıyorum. Ancak AKP’den ve hükümetten gelmekte olan engelleri aşmak kolay görünmüyor. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, bazı belediyelerde AKP Meclis’lerde çoğunluğu elinde bulunduruyor. Halkın doğrudan seçtiği baş kanların icraat yapması engellenmeye çalışılıyor. Belediye meclisi çalışmalarının canlı yayımlanması bir ölçüde caydırıcı olabilir. Ancak bu yeterli değildir. Başka caydırıcı yöntemler de aranmalıdır. Cumhurbaşkanlığı’ndan ve hükümetten gelen engellemeleri aşmak daha zor görünüyor. Şimdiden, genel sekreter ve özel kalem müdürü gibi bakanlık onayına bağlı atamalar yapılamamaktadır ve bu nedenle başkanlar kadrolarını kuramamaktadırlar. Bazı önemli projelerin onayında ve finansman sağlanmasında sıkıntılar yaşanabilir. Demokratik mücadele Belediyelerin ortak olduğu şirketlerdeki AKP yandaşı yöneticiler yerine yeni seçilen başkanla uyum içinde çalışacak yöneticilerin görevlendirilmesi engellenmektedir. Bakanlıkların çıkardığı genelgelerle, yetmezse Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle mevcut yandaşlarını korumak ve belediye başkanlarını etkisiz kılmak için hukuk dışı yollara başvuracaklardır. Ne yazık ki iktidarın hukuk dışı uygulamalarına “dur!” diyecek tarafsız bir yargı yok. Daha önce yaşanmamış bu engellemeleri aşmak için demokratik mücadele yollarına başvurulmalıdır. Yapılacak çalışmalara, demokratik kitle örgütlerinin ve meslek odalarının kurumsal olarak dahil edilmesi, katılımcı bir yönetim ortaya konmalıdır. Belediye başkanlarını seçen halka gidilmelidir. Halka “senin oylarınla göreve getirdiğin başkanın eli kolu bağlanarak beklediğin hizmetler engelleniyor. Senin oyun, iraden yok sayılıyor” denilmelidir. Engellemeleri yapan bakanlıkların önüne yüz binler yığılmalıdır. Halkın demokratik iradesinin karşısına kimse çıkamaz. Halk Cumhurbaşkanını bir yıl önce ülkeyi adil bir şekilde yönetsin diye seçmiştir. Daha üç ay önce halkın seçtiği belediye başkanlarını engellemek ve iş yapamaz hale düşürmek “milli iradenin gaspıdır”. Halk buna müsaade etmez! bir tavsiyedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle