14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 14 TEMMUZ 2019 PAZAR TASARIM: İLKNUR FİLİZ PAZAR YAZILARI Sürgünleri meşhur şehir Eceli gelen köpek… Belçika denince ilk akla gelen çikolata, bira ve çizgi roman olur sanırım. Brüksel’in sürgünleri de bu sıralamada yerini almalı mutlaka. Katalan hükümeti başkanı Carles Puigdemont’un sığınmasıyla uluslararası medyanın dikkatini tekrar çeken Brüksel, tarih boyunca aydınların ve sanatçıların bazen sürgüne gönderildiği bazen de kendi isteğiyle sığındığı sıcak bir ikinci yuva olmuş. Avrupa Birliği’nin hatta Belçika Krallığı’nın kuruluşundan daha önce Brüksel sürgünlerin cenneti olarak haklı bir ün edinmiş. Victor Hugo, Honoré de Balzac, Alexandre Dumas, Paul Verlaine ve Arthur Rimbaud gibi Fransız edebiyatının birçok büyük ismi Brüksel’e sığınıp kendilerine sıcak bir yuva bulanlar arasında. Albert Einstein 19021933 yılları arasında farklı zamanlarda Belçika’da kalanlardan. 1816 yılında İngiliz şair Lord Byron, 1871’de Fransız heykeltıraş Auguste Rodin, ustası AlbertErnest CarrierBelleuse ile Brüksel’de yaşayanlardan. İngiliz edebiyatının feministleri Charlotte ve Emily Brontë kardeşler de yolları Brüksel ile kesişenlerden. İngiliz kralları Charles II ve James 1658’de Brüksel’de sürgünü tadanlardan. Vincent Van Gogh Brüksel’de zaman harcayanlardan. Rönesans’ın önemli düşünürlerinden Erasmus da 1521 yı lında bu kentte yaşayan ve çika İşçi Partisi’nin kurulduğu ve eğitim alanlardan. Peru, modern sosyalizmin temelleri Şili ve Arjantin’in bağım nin atıldığı bir mabet aslında La sızlıklarını ilan etmesinde Maison du Cygne. Tam karşıda büyük katkıları olan devlet adamı, asker ve ulusal ERDİNÇ UTKU ise Brüksel’in diğer ünlü gönüllü sürgünü Victor Hugo yaşamış. kahraman Arjantinli José Hugo, Aralık 1851’de tren de San Martín de kendini Brüksel’e gönül le gizlice Brüksel’e gelmiş. 35 yaşın lü sürgüne gönderenlerden. da Brüksel’e ilk geldiğinde ilk görüşte Komünist Manifesto ve Sefiller’in yazıldığı yer... âşık olduğu ve mucize olarak tanımladığı kent merkezindeki tarihi Ortaçağ mey danı Grand Place’taki bina Brüksel’in en ünlü sürgünü kim diye nın ikinci katında meşhur sorarsanız, hiç düşünmeden Karl Marx Sefiller romanını 500 gün derim. Marx, Belçika’ya 1845 yılında gel de tamamlamış. İlk ola di. Devrimci düşünceleri nedeniyle, önce rak Lacroix & Verboeck Almanya’dan ve ardından Fransa’dan ko hoven yayınevi tarafından vulan Marx, Brüksel’de sürgünde yaşadı. Brüksel’de yayımlanmış. La Maison du Cygne (Kuğu Evi) Brüksel merkezindeki tarihi alanda, Grand Marx 1863 yılında ise tiyatroya uyarlanmış ve ilk olarak Place’ta, iç ve dış barok mimarisi, mo Brüksel’de sahnelenmiş. bilyaları, duvarlarda asılı tabloları ile dik Biraz da edebi magazin katmaya ne kat çeken lüks ve şık bir restoran. Marx, dersiniz yazıya... Hugo, Brüksel’de Grand 1847’yi 1848’e bağlayan gecede yılbaşı Place’a yakın Galéries Sainte Hubert’e nı kutlamış. Marx yoksullar için aşevi ve çok sık gidermiş nedense... Elli yıl süren halk kahvesi olan bu binanın arka salo aşkları ile ünlü metresi Julie Drouet bu ka nunda kapitalistlerin emekçi sınıfını na palı çarşıdaki Tropisme adlı kitabevinin sıl sömürdüğünü (artı değer teorisi) an bulunduğu binada bir odada kiracıymış. lattığı dersler vermiş. Friedrich Engels ile Brüksel’in sürgünleriyle meşhur olma birlikte 1847 yılında bu binada Komünist sında bizim ülkemizin de katkısı büyük. Manifesto’yu yazmış. 1885 yılında Bel Türk solunun önemli isimlerinden Behice Boran burada sürgünde yaşama veda etti. Son dönem sürgünlerden Barbaros Şansal da Brüksel’i sürgünleriyle ünlendirenlerden. “Mesela Zülfü Livaneli’nin ilk plağını biz yaptık. Zülfü mülteci olarak gelmişti ve henüz ünlü değildi. 1974 yılında Brüksel’de ilk çıkarttığımız plak, Zülfü’nün Türkiye’den Devrimci Türküler plağıdır” diyor Brüksel’in eşi İnci Tuğsavul’la birlikte 48 yıllık en kıdemli sürgünü Doğan Özgüden iki ciltlik “Sürgün Yazıları” kitabında. Efsane Akşam gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Doğan Özgüden’in son kitabındaki “Kavgayı sürgünde sürdürmek, sürgünde ölmek” başlıklı yazısından bir alıntıyla bitireyim: “Sürgünde can veren büyük ozanımız Nâzım Hikmet’in Benerci destanının bitiminde söylediklerini anımsadım: Çan çalmıyoruz./ Çan çalmıyoruz./ Yok sala veren!/ Giden o biten bir şarkı değildir.../ O büyük bir ışık gibi döğüştü. / Kasketli bir güneş halinde düştü/ Evet, ne cenaze töreni, ne mezar taşı... Yeter ki bu insanların yaşamlarının en üretken, en verimli yıllarını çok sevdikleri ülkelerinin ve halklarının esenliği için başka coğrafyalarda mücadeleye harcadıkları unutulmasın... Ve de arkadan gelen kuşaklar artık sürgün acısı tatmasın...” erdincutku@binfikir.be Yaşlı kadının Hesse anıları Hermann Hesse’nin annesi Marie Hesse, yaş lık ve avarelikle geçen gençlik yıllarında bu köprüde sa lı kadının dedesinin kız atlerce durur, suların akışı kardeşiydi. 2002 yı nı seyrederdi. Ördek lında tanımıştım lerin yüzüşünü, ba onu. Hesse’nin lık tutanları... Ki doğumunun mi zaman o da 125. ve ölümünün 40. yılında AHMET ARPAD atardı oltasını sulara. Genç Hes Stuttgart’a yarım se burada zaman saat uzak, şirin Karaorman öldürürken yaşıtları ya oku lar kasabası Calw’daki bir et la gider ya da çıraklık yapıp bir kinlikte... O günlerde doksa meslek öğrenirdi. Kent insan nına merdiven dayamıştı. Bir larının gözünde Johannes ile zamanlar Hesse’nin “Gençlik Marie Hesse’nin oğulları Her Bunalımları”nı (Unterm Rad) mann tembelin tekiydi, ondan çevirmiş olduğumu duyunca adam olmaz, derdi Calw insan tanışlığımız dostluğa dönmüş ları. Çok sonraları o günlerden tü. Calw’e çok yakın Bad Lie söz açıldığında, çocukluğumda benzell kaplıcasına her gidi pek sevilmezdim, diye konu şimde uğramadan edemiyor şurdu. O yılların deneyimlerini dum. Çaypasta eşliğinde yap hiç unutmamıştı. tığımız sohbetler hep çok ilginçti, çünkü yaşlı kadının ‘Haksızlık dolu bir Hesse anıları inanılmazdı. dünyada yaşıyoruz’ MarieLuise Bodamer’in villasının duvarlarını küçük Hesse tabloları süslüyordu. Her ziyaretimde onlara uzun uzun bakmadan edemezdim. Ünlü yazar yaşamının son 43 yılını geçirdiği, kadının genç kızlığında sık sık ziyaret ettiği Montaglona’daki şirin villasının pencerelerinden görünen İtalyan İsviçresi’nin doğasını çizmiş... Calw’daki duvarları süsleyenler, “Hesse Amca”nın hediyesiydi! Yaşlı kadın yetenekli bir müzisyendi. Her perşembe evinde dostlarıyla oda müziği yapıyordu, pazartesi akşamları da Calw müzik okulunda başka bir orkestranın provasına katılıp keman çalıyordu. Anımsıyorum, 2012’de Hesse’nin ölümünün 50. yılı anma töreninde Calw kilisesindeki konserde yine piyanonun başına geçmişti. MarieLuise Bodamer iki yıl önce vefat etti. 102 yaşında. Kısa süre önce yine Bad Liebenzell kaplıcasındaydım. Bu kez onu yamaçtaki tarihi villasında değil, Calw mezarlığındaki aile kabristanında ziyaret ettim. Tarihi mezarlığın kapısından içeri girince sağda, upuzun, yüksek duvardaki bronz tabelalar hemen dikkati çekiyor. Bir sürü isim, ölüm tarihleri en az yüzyıllık. Friedrich ve Emma Gundert. Hermann ve Julie Gundert. Ve Marie Hesse. Hermann’ın annesi... Bir süre öyle duruyorum. Calw’ın tarihi mezarlığı eski ağaçlarla dolu. Karşılar da yemyeşil. Dünyaca ünlendiğinde çoktan İsviçre’ye yerleşmişti Hermann Hesse. Tessin yöresinde, Montagnola’daki villası bir yamaca kuruluydu. MarieLuise Bodamer anlamıştı: “Pencerelerinden, terasından öteler, çok uzaklar, ona ilham veren, ona romanlar, öyküler yazdıran, ekspresyonist, rengârenk ve özgürlük dolu tablolar yaptıran yamaçlar, tepeler görünürdü.” MarieLuise 1930’lu yıllardan başlayarak o villaya sık sık gitmişti annesiyle. Anlatmıştı: “Aşağı bahçe kapısında yazardı, ziyaretçi kabul edilmez, diye. Annem çalışma odasının kapısını açtığında Hermann Amca ayakta karşılardı bizi, kolları iki yana açık. Ben deneyimsiz bir genç kız, o ise dünyaca ünlü bir yazar... Kimi zaman, annemin hediyesi olan bir Bach plağını pikaba koyar, bakışlarını karşı yamaçlara dikerdi. Keyfi yerinde oldu mu kuyruklu piyanonun başına geçip Bach, Mozart, Chopin çalardı bizlere. Yıllar öncesinin haylaz ve tembel delikanlısı, artık milyonların okuduğu dünyaca ünlü bir yazardı. 1933’ten başlayarak Almanya’dan kaçıp İsviçre’ye sığınan birçok dostuna yardımı esirgememişti. Aralarında Thomas Mann da vardı. Çoğu kez elinde ne varsa dostlarına harcamış, başka ülkelere sığınmalarına destek olmuştu. Naziler geldiğinde Almanya’da eserleri yasaklanıp parası suyunu çekmeye başlayınca kendini iyice tablo Haylazlıkla geçen gençlik ya vermiş, kazandıklarını da yine dostlarına harcamıştı. “Bizlere yolladığı, Nazi sansürün Sonra ağır ağır mezarlık çı den geçmiş mektupların da ar kışına doğru ilerliyorum. Kar dı arkası hiç kesilmemişti.” şı kaldırıma geçip, ırmak kıyı Savaş karşıtı Alman di sında yürüyorum. Nagold bu li edebiyatı yazarları arasında gün çok hızlı akıyor. Durup, kö çok önemli bir yeri olan Her pük köpük akan ırmağı seyre mann Hesse’ye göre hasta ve diyorum... Hermann Hesse az haksızlık dolu bir dünyada ya sonra karşımda duruyor! Na şıyoruz: “Sevgi ve kardeşlik gold ırmağının üzerindeki taş duygularının yokluğudur dün köprüde. Bronzdan ince, uzun yamızı hasta eden.” boylu, elinde şapkası, gelip ge MarieLuise Bodamer yaşa çeni pek umursamıyor, gözleri saydı 7 Ağustos’ta 104. yaşını ni ötelere dikmiş, yeşil yamaç kutlayacaktı! lara, ırmağın sularına. Haylaz mail@ahmetarpad.de KÂBİL’DE GEZİCİ KÜTÜPHANE Barış müzakarelerinde Tali ban saldırılarının hız kesmediği Afganistan’da Oxford Üniversitesi mezunu Freshta Karim’in (26) tekerlekli kütüphanesi çocukların zorlu yaşam mücadelesinde küçük de olsa bir renk oluşturuyor. Başkent Kâbil’in sokaklarını dolaşan kitap yüklü mavi otobüs, Afgan çocukları ve gençleri kitap okumaya teşvik ediyor. “Ceviz” adlı otobüs, Afganistan’ın başkentindeki ilk tekerlekli kütüphane. Otobüs, çocuklara ve gençlere hitap eden 500’den fazla kitap taşıyor. Her sabah gün doğumundan batımına kadar, Kâbil sokaklarını geziyor ve kapılarını okumanın zevkini keşfetmek isteyen herkese açıyor. Ne turistle ne turistsiz Çatıları dövercesine yağan yağmur eşliğinde, bisiklet ile işine gücüne her gün en az iki yüz el yetişmeye li bin yerli ve yabancı yol çalışan Ams cunun ziyaret ettiği Amsterdam merkez tren is Elif Günsel terdamlıların yüzüne hafif tasyonuna ulaşıyorum. bıkkınlık ve Neorönesans neo gotik ka hoşnutsuzluk ifadeleri yerleşti rışımı mimarisi ile 1889 yılın ğine tanık oluyorum. Kente akın da hizmete açılan istasyonun eden milyonlarca turist tarafın solgun renkli dış cephe tuğla dan kuşatıldıklarından nefes ala ları, yağmur sonrası cilalı yanık maz hale gelen şehrin sakinleri, toprak rengini almış. Çıkış ka pek övündükleri toleransın sınır pısına yakın bir yerde bekler larını belli ki çoktan aşmışlar! den birbirine çarpmamaya özen göstererek ilerlemeye çalışan her türlü millete mensup yüz Yeni çekim merkezi yaratma planı... lerce insanın hareketliliğini iz Avrupa’daki pek çok şehir gibi lemek bile başımı döndürüyor. Amsterdam da ucuzlayan seya Bir yanda gözleri tren saatlerin hat olanakları nedeniyle, her yıl de olan ellerinde Hollanda hari özellikle yaz aylarında yoğun tu tası sırt çantalı gençler... Diğer ristik destinasyonlardan. 2018 yanda takım elbiseli, bilgisayar yılında 18 milyon olan şehrin zi çantalı işlerine yetişmeye çalı yaretçi sayısının, 2030 yılında şan Amsterdamlılar. Ansızın bu 42 milyona yükseleceği tahmin lutların arasından sıyrılan gü ediliyor. Bu sayı, Amsterdam nü neş, yolların dar döşeme taşla fusunun 50 katı. Kentin üzerinde rının üzerine düşüyor ve ışıldatı büyük baskı yaratan turist akı yor. Hollanda’da yazın yağmurlu nından elde edilen gelir ise 82 günlerinde güneş hep böyle bir milyar dolar. Hiç de azımsana den bire çıkar, ortamı canlandı rıverir. İstasyondaki insan seli ni yararak kendimi özgürlükler ve tolerans şehri Amsterdam’ın kollarına bırakıyorum. Karşıma çıkan ilk manzarada; Amsterdam kanallarını tekne yoluyla gezmek için bilet sırası na girmiş onlarca insanın yanı sıra otobüs ve tramvay için du raklara istiflenmiş kalabalık yı ğınlar gözüme çarpıyor. Bugün cak bir rakam değil... Her ne ka lerde Avrupa’da turist olmak de dar kimilerince kitle turizmi koz mek, keyifli birkaç saat geçir mopolit kentin bedenine musal mek için müze kapılarında, tekne lat olan kötü ruh olarak değer bilet kuyruğunda ve toplu taşıma lendirilse de, ziyaretçileri ülke duraklarında beklemek mecburi den kaçırmak yerine başka tu hizmet gibi... ristik destinasyonlarına yönledir Kentin hafiften eğimli, dar ça mek üzerine çalışmalar gerçek tılı ve geniş pencereli taş binala leştiriliyor. Turist gelsin, ama sa rının bulunduğu yolun keyfini çı dece Amsterdam’a değil... Bu kara çıkara ilerliyorum. Aslında nedenle Amsterdam turizm ofisi, yavaş ilerlemem biraz da mec kenti bir turizm noktası olarak buriyetten. Dar yollarda karşılaş tanıtan reklamları durdurma ka tığım turist kafilelerinden dolayı rarı aldı. Ofisin hazırladığı “Pers bazen durup beklemek zorunda pektif 2030” başlıklı raporda, ar kaldığım bile oluyor. Tur rehberi tık destinasyonun tanıtımından nin turistleri bir bölgede toplama ziyade, destinasyonun yönetimi çabası, kentin sembolü bisiklet ne odaklanılacağı belirtiliyor. yollarını bir noktada tamamen tı Hatta geçen yıl kıyor. Kalabalık grupları geçerek, Rijksmuseum’ın önündeki “I Amsterdam” tabelası kaldırıldı. Bu tabela, gezginleri şehir merkezinden uzaklaştırmak için az bilinen bir bölgeye taşındı. Ziyaretçi akınından, kentin önemli sembollerinden lale bahçeleri de payına düşeni alıyor. Fotoğraf çeken turistler lale bahçelerine kontrolsüz giriyor ve çiçekleri eziyor. Hatta bazı çiftçiler lalelerini turistlerden korumak için arazilerinin etrafını çitlerle çeviriyor. Amsterdam “özgürlükler şehri” olarak biliniyor. Özgürlükler şehri; seks işçiliğinin ve belli oranda esrar tüketiminin serbest olması, dünyada ilk eşcinsel evliliklere izin verilmesi, ifade özgürlüğü, çok kültürlü ve dinli toplumların kucaklaşması olarak tanımlanabilir. Ancak şehirde özellikle genelevleri ve seks işcilerinin kendilerini sergiledikleri vitrinlerle ünlü Red Light District (Kırmızı Fener Sokağı), şehrin ilk kadın belediye başkanı Femke Halsema’nın yoğun kalabalıkla ilgili ilk önlem aldığı bölge. Halsema, artan turist ziyaretini neden göstererek, seks işçilerinin bulunduğu sokağa tur düzenlenmesini yasakladı. Söz konusu yasak 1 Ocak 2020 tarihinde yürürlüğe girecek. Belediye başkanı, insan kaçakçılığı ve kadınların zorla çalıştırılması konusunda hassasiyet gösteriyor. Şehirlerin ruhuna teslim olmak için küçük detayları ile göz göze gelmeniz gerekir. Benim için mevsim dönüşlerini çiçekçi tezgâhlarından anlayabildiğiniz ender dünya şehirlerinden bir tanesidir Amsterdam... Laleler, mor sümbüller, kasımpatılar tezgâhlarda görünmez olmuşsa artık bahar bitmiş, yaza adım atılmış demektir. Ne zaman ki çiçek tezgâhlarının yerini ucuz hediyelik dükkânlar alır, dünyanın en iyi kahvesini satan kafeler yerine uluslararası gıda zincirleri açılır, işte o zaman şehrin ruhu görünmeyen düşmana teslim olmuş demektir. Şehirleri bize sevdiren unsurları boğmamalıyız ki kusursuz güzelliklerini yitirmeden asırlar boyu nefes alabilsinler. elifgunsel@yahoo.com Endonezya, geçen günlerde bir garip olayla dünya gündemine konu ol du. Cakarta yakınlarda, serin yayla hava sıyla tanınan Bogor kasabasında, köpeği ile camiye giren 52 yaşında bir kadın, İs lam dinine hakaretten tutuklanarak hap se atıldı. Kadının camiye ayakkabısı ve yanında köpeği ile girdiğini gören cema at, küplere binmiş ve olaya polis mü dahale etmişti. Kadıncağız ya ka paça dışa rı atılması yet Gülseren miyormuş gibi, Tozkoparan Jordan aniden kendi sini demir par maklıkların arkasında bulmuştu. Çok geç meden dine hakaretten yargılanacağını ve girdiği yerden uzun süre çıkamayaca ğını anladı... Kadın neden dine hakaret ettiğini an lamıyordu, çünkü camiye sadece kocası nı aramaya girmişti. Aldığı duyuma göre Müslüman kocası camide üstüne kuma getirecek bir nikâh yapmak üzereydi. Bü tün amacı kocasını bulup bu nikâha engel olmaktı. Köpeğini de yanına almıştı ki ko casının kokusunu takip ederek kolaylık la bulabilsin. Katolik olan kadının bilmediği, ya da hesap edemediği şey ise köpeklerin ca miye girmesinin yasak olmasıydı. İslam dininde bazı mezheplerce haram olmala rı, kirli ve pis olarak görülmeleriydi. İnan ca göre köpek salyası çok zararlı ve pis olduğundan, salya bulaşan kişiyi Allah sevmez ve dualarını kabul etmezdi... Üs telik kadın camiye köpekle girmekle kal mayıp üstüne bir de ayakkabılarını çıkar mamıştı. Hem de yüksek sesle konuşup ortamın sükunetini bozmuştu. Olayı öğrenen kadının ailesi hemen ce maatten ve ilgili makamlardan özür di ledi. Kadıncağızın akli dengesinin yerin de olmadığını, o sebeple ne yaptığını bil mediğini ileri sürdü. Yetmedi, iki hastane den ruh hastası olduğu, tedavi gördüğüne dair rapor getirdi. Zira kadının “dine ha karet” olarak algılanan bu davranışından dolayı hapisten kurtaracak tek çözümün bu olduğu biliniyordu. Endonezya Din Adamları Konseyi, ruh hastası olan kişile rin davranışlarından sorumlu olmayacağı nı bildirmişti. Buna karşın adı açıklanma yan kadına, dava açıldığı için mahkeme devam edecek ve karar beklenecekti. Ancak bu dava Endonezya’da dine ha karetten açılan ne ilk, ne de son da va olacak gibi görünüyor. Zira halk ara sında “Pasal Karet” yanı plastik, her ta rafa çekilen kanun olarak adlandırılan Endonezya’nın Dine Hakaret Kanunu ge nellikle birçok insanın mağdur olmasına neden oluyor diye eleştiriliyor. Ceza Ka nunu kapsamında yer alan dine hakaretin cezası beş yıla kadar hapis. 106 yargılama Uluslararası Af Örgütü’nün rakamlarına göre, 20052014 arasında 106 kişi ilgili kanuna aykırı davranmaktan yargılanmış. Bunlardan birisi de eski Cakarta valisi Ahok lakaplı Basuki Tjhaja Purnama. Ahok, geçen şubat ayında iki yıllık cezasını tamamlayarak hapisten çıktı. İki yıl önce valilik seçimleri sırasında tekrar adaydı ve yaptığı bir seçim sohbetinde, rakiplerinin kendisinin Hıristiyan olması nedeniyle Müslümanlar tarafından oy verilmemesi yönündeki çağrılarına işaret etmiş “Müslümanları başka dine mensup birisinin yönetmesi Kuran’a göre uygun değil diyen bu kişilere inanmayın, sadece kendilerini düşünüyorlar” demesi üzerine, aynı kanun kapsamında yargılanmış ve ceza almıştı. Uzun süren yargılama sonunda hem valilik şansını kaybetmiş, hem de iki yıl hapis yatmıştı. Son yıllardaki diğer çarpıcı bir olay da 2018 yılında Meliana adında Budist bir kadının komşu caminin hoparlörünün çok yüksek sesli olması ve beş vakit okunan ezan ve gün boyu devam eden dua okumalardan rahatsız olduğunu dile getirip şikâyet etmesinden dolayı kendisini hapiste bulması olmuştu. Meliana, aynı ceza kanunu kapsamında yargılanıp 18 ay hapis cezası almıştı. Uluslararası Af Örgütü, bu davanın talihsiz ve absürd bir vaka olduğuna işaret etti. Kanunun daha çok dini azınlıkları hedef aldığını, özellikle son davada olayın tamamen yanlış anlaşıldığını belirtti. Kadının davranışı saygısızlık olarak adlandırılsa da, ruhsal durumu da değerlendirilerek barış içinde çözülmesi gerektiğini, mahkemeye gerek olmadığını ve devletin önceliğinin mağdurun iyiliği olması gerektiğini vurguladı. Aynı şekilde demokrasi, barış ve insan hakları alanında çalışan Endonezya Sivil Toplum Örgütü Enstitüsü de daha önce defalarca vurguladıkları gibi, yasanın bir an önce değiştirilmesi gerektiğini, son olayın da gösterdiği gibi kanun maddesinin çarpıtılabileceğini ifade etti. Diğer taraftan, olaydan birkaç gün sonra gelen acı haber kadınla birlikte camiye giren küçük siyah köpekle ilgiliydi. Zavallı köpeğin cansız bedeni cami yakınlarında belediye görevlileri tarafından bulunmuştu. Belediyenin güvenlik şefi olayı polise bildirdiklerini açıklarken ölüm sebebine ilişkin detaylı bilgi vermedi, ancak görgü tanıkları sosyal medya paylaşımlarında köpeğe bir arabanın çarptığı iddiasında bulundu... gjtozkoparan@hotmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle