19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 12 TEMMUZ 2019 CUMA EDİTÖR: HAZAL OCAK eposta: [email protected] ÇEVRE Vizyon, revizyon, illüzyon... On yedi yıldır dinlediğimiz ve kulaklarımızı tırmalayan, sinir bozucu bir uğultu var bu ülkenin dağına taşına, yerine göğüne yansıyan. Buna bir tür sevimsiz gürültü de diyebilirsiniz. Ülkenin başına gelmiş, can sıkıcı bir yol kazası da. Onlar buna bir “Kutlu Dava” dediler. Kimi zaman bir “Kutlu Yürüyüş” adını taktılar. Biz, yani bu Cumhuriyetin üzerine titreyenler ise bu olaya, bir “Yıkım Projesi” olarak baktık hep. Kanla, canla, tarihi ve olağanüstü bedeller ödenerek kurulmuş “1923 Cumhuriyetini yıkma projesi.” Hani insanları zorla yerlerinden, evlerinden eyleyen beceriksiz pespaye, sakil ve vahşi kentsel dönüşüm projeleri vardır ya. İşte, onun gibi bir şey.  Yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, kısacık yetişkin ömrüne sığdırdığı bir küresel başarı hikâyesini berhava etme planı. 20022019 arasında, ellerinden gelen ne varsa yaptılar başarıya ulaştırmak için bu meş’um yıkımı. Bütün güzide kurumlarını yok ettiler bu canım memleketin. Yeşiline kıydılar. Fabrikalarına, tersanelerine, tarlalarına, 80 senede alın teri ve toplumsal emek ile elde edilmiş tüm ekonomik kazanımlarına kıydılar. Şanlı Ordusu’na kıydılar. Kökleşmiş tüm kurumlarına kıydılar. Okullarına kıydılar. Kültürüne, değerlerine kıydılar. Cumhuriyetin temel taşı laikliğe kıydılar. Çünkü o kapkara “Vizyon”ları bunları gerektiriyordu. Gündemleri buydu. İç ve dış işbirlikçileri ile büyük ölçüde gerçekleştirdiler kutlu (!) projelerini. Hiç mi direniş görmediler? Tabii ki gördüler. Cumhuriyeti gözü gibi korumaya ant içmiş insanlar canları pahasına, işleri, hayatları, tüm kazanımları pahasına direnmeye çalıştılar. Ama yeterli olamadı. Ama, artık gelinen noktada kendileri de yıkmaktan, kırıp dökmekten bitap düştüler. Zaten yıkılacak, yakılacak pek fazla bir şey de kalmadı ortada. Ve geçtiğimiz 5 aylık süre içinde, bu “Yıkım Projesi”nin karşısına nihai olarak dikilmeye karar veren tüm güçlerin bir araya gelip attığı “tarihi tokat”, bu yıkım müteahhitlerinin buldozerlerinin tekerine de, paletine de iyi bir çomak (ya da bunların pek sevdiği mecazla anlatalım: Egzozuna terli fanilaları) sokuverdi. Zaten, şaşmaz bir kuraldır: Nasıl ki zaferler kaynaşma ve safları sıkılaştırma getirirse, yenilgiler de hızlı bir çözülme, dağılma ve hatta parçalanmayı beraberinde getirir. Birbirine düşer saflar. Kaçış başlar. Kimi cüretkâr kadroların da, “ayrı dükkân açmak üzere” bir zamanların muktedir odağının dışına savrulmasına yol açar. Şimdilerde, BabacanGül ya da Davutoğlu önderliğinde filizleneceğinden söz edilen oluşumları tarif getmek gerekirse, durum budur. Revizyon mu dediniz? Bir yandan da kendi ifadesi ile “Ümmet”i (ne Ümmeti ise bu? Yerel ve siyasal “ümmetler” de mi varmış!) bir arada tutabilmenin paniği içinde sağda solda “Aman gitmeyin bir yere. Bak, yemin ediyorum revize edeceğiz bu yeni rejimi” diyerek daha üç gün önce ölümüne savundukları sistemi “rötuşlamak”tan söz ediyorlar. Yerse. Kim yiyecek? Bilemem? Demokrasiden, hukuk devletinden, kuvvetler ayrılığından, laiklikten ve en önemlisi de Atatürk İlke ve Devrimleri’nden yana hiç kimsenin yiyeceğini sanmıyorum. Yememeliyiz de zaten. On milyonlarca insanın hayatını karartan bir sözde kutlu “dava”nın kadroları artık kendileri açısından utanç verici bir ricat hali içindedirler. Revizyonla filan bu düzeni sürdürebilmek için kitleleri yeniden afyonlamalarına izin vermemek gerekir. Bu “illüzyon”u yutmayacağımızı göstermek gibi bir görev önümüzde durmaktadır. Tek çözüm: Örgütlenmek  On yıllarca bu ülkenin başına çöreklenen sağ iktidarlar ve onların faşizan yönetimlerinin “umacı” gibi göstermeye çalıştıkları, şeytan görmüşçesine korktukları örgütlenme ile halkın taleplerine sahip çıkmaktır, yeniden dirilişin, iyileşmenin ve ayağa kalkmanın tek ilacı. Toplumun her kesiminin, gazetecisinden fabrika emekçisine, çiftçisinden memuruna, öğrencisinden esnafına kadar, “Yıkım Yılları”nın hesabını sora sora, ama bir yandan da yaralarımızı sara sara, bu ülkede gerçek demokrasinin icrası için kolları sıvamanın zamanıdır. Ayrılıklarımızı törpülemeye çalışarak, ama kiminle kolkola gireceğimizi de iyi hesaplayarak en sıkı ve en verimli manada örgütlenmeli ve bu yıkım ekibini bir daha iktidar yüzü görmemek üzere siyasi haritadan silmeliyiz. Yeni ve sahte umut bezirgânlarına kulak tıkamalı, tek bir satır özeleştiri yapmamış yıkım ekibinin “ıskarta oyuncularına” asla yüz vermemeliyiz. Yurdum yumuşakça liberallerinin de 2002 ve 2010’da, ardından 2017’de sahneye koydukları ihanete de aynı şekilde pabuç bırakmamalıyız. Tek çare “Ödünsüz Demokrasi”. Her yerde, her köşe başında bu talebi yükselterek başarabiliriz. Kendimize güvenmek için işaretler, çok yakın geçmişten, daha mart ayından, haziran ayından, öylece durmuş bize bakıyor. Tam zamanıdır!.. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’nden almış olduğum öğrenci kimlik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. CHANHYEOK JEONG Hançere onayKaradeniz yaylalarında büyük tahribat yapan Yeşil Yol’a karşı açılan dava reddedildi Karadeniz Bölgesi’nde 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayacak 2 bin 600 kilometre uzunluğundaki Yeşil Yol Projesi tüm hızıyla sürüyor. Bölge sakinlerinin projenin önünü açan çevre düzeni planına karşı açtığı dava reddedildi. Bölge sakin lerinin avukatı İbrahim Demir, “Yeşil Yol’un geçtiği yaylalar tanınmaz halde. Ormanlar kesilip yollar açıldı. Şimdi de beton dökülüyor. 2 bin3 bin metrede yeni kentler inşa edilmekte” dedi. Bölge sakinleri Yeşil Yol Projesi’nin önünü açan OrduTrabzonRizeGiresunGümüşhaneArtvin Planlama Bölgesi üst ölçekli Çevre Düzeni Planı Revizyonu’nun durdurulması istemiyle dava açtı. Danıştay 6. Dairesi, 9 Ocak’ta davanın reddine karar verdi. Bölge sakinlerinin avukatı İbrahim Demirci, karara itiraz ederek davayı bir üst mahkemeye taşıdı. Demirci, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’na verdiği itiraz dilekçesinde dosyadaki bilirkişi raporuna atıfta bulunarak kararın rapor dikkate alınarak verilmediğini anlattı. Ret kararının hukuka aykırı olduğuna söyleyen Demirci, “Bilirki HEMŞİN KÜLTÜRÜ YOK EDİLİYOR Bölge sakinlerinin avukatı İbrahim Demir, “Kadim Hemşin kültürü, doğasıyla birlikte yok ediliyor. İdare bu işlevi, savaş hukukunda bile yeri olmayacak kadar hunharca yerine getiriyor. Çocuklarımızın geleceği için süreci tersine çevirecek adil bir kararı hukuk kurumlarından acilen talep ediyoruz” dedi. şi raporunda bir iki istisna haricinde çevre düzeni planının şehircilik ve planlama ilkelerine aykırılığı, kamu yararı bulunmadığı, mevzuatta belirlenen temel esaslara uygun hazırlanmadığı ve ekolojik açıdan hassas bir bölge olan Kaçkarlar, Fırtına Vadisi / havzası bakımından koruma kullanma ilkelerinin göz önüne alınmadığını bilimsel ve somut dayanakları ile tespit etmişlerdir” dedi. Kaçkar Dağları Milli Parkı ve Doğal sit alanlarında yapılaşmanın mutlak surette engellenmesi gerektiğini vur gulayan Demirci, gazetemize şu açıklamayı yaptı: Yaylalar tanınmaz halde “Yeşil Yol’un geçtiği yaylalar tanınmaz halde. Ormanlar kesilip yollar açıldı. Şimdi de beton dökülüyor. Yeşil yol, yaylalarda evlerin kapısının önüne dek gelmiş. Yayla içi, o eski taş döşeme kaldırımlar, su arkları yıkılmış. Yayla mimarisi camekânlı, betonlu, tuğlalı 23 katlı evlerin arasında kaybolmuş. 2 bin 3 bin metrede yeni kentler inşa edilmekte.” LALEHAN UYSAL, TOHUM FOTOĞRAFLARI SERGİSİYLE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE AYNA TUTUYOR Menengiç Uysal’ın tohum fotoğrafları sergisi bugün ve yarın 11.00– 18.00 arası gezilebilir. Ağustos ayı boyunca Bodrum Gümüşlük’teki Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali merkezinde bulunan Toprak Ev’de, eylül ayında ise Ogliv Platformu’nun İstanbul Çengelköy Yerleşkesi’ndeki Sarı Köşk’te olacak. Dört sergiden bir seçki Kıbrıs akasyası Lalehan Uysal’ın Londra’da Oxford humlardan ilham alarak çektiği fotoğraflardan Üniversitesi’nin St. Catherine’s College’de te hazırladığı sergi izledi. Dördüncü sergi Düz ması tohum olan “Oxford Symposium On Food ce Üniversitesi’nin düzenlediği Ulusal Botanik And Cookery” sempozyumunda yer alan ser Bahçeleri Sempozyumu’nun bir parçası olarak gisi bir ilkti. Bunu, Gaziantep Uluslararası Gast olarak gerçekleşti. İstanbul’daki sergi, bu dört Sınır tanımayanronomiFestivali’ndeGaziantep’ehas,yerelto sergideyeralanfotoğraflarındanbirseçki. Buğday Derneği ve Feriköy Ekolojik Pazar’ın kurucularından grafik tasarımcı Lalehan Uysal’ın tohum fotoğrafları sergisi, Oxford, Gaziantep, Adana ve Düzce’den sonra İstanbul’da “Kurda, Kuşa, Aşa... Ve Göze” adıyla Cihangir’deki Ark Kültür’de açıldı. Bugün kendisini “Tohum Gözlemcisi” olarak tanımlayan Uysal bir sergiden öte iklim değişikliğine ayna tuttuğunu belirterek “Tohum sınır tanımaz” diyor. n Neden tohum? Çünkü çocukların, patateslerin nerede yetiştiklerini bilmediğini fark ettim. Sonra sadece çocukların değil, biz büyüklerin de fark etmediğini gördüm. Tohumlar küçücük, ama içinde büyük bir dünya barındıran değerli bir cevher. Babaannem ağaç tohumları, anneannem sebze tohumları, annem çiçek tohumları saklardı. Tohum bana göre kadın simgesi de bir yandan... Üreme ve üretkenlikten de yola çıkarsak bence tohum anne karnındaki bebekle aynı şey. Büyüleyici! Benim oyuncaklarımdı küçükken. Yediğimiz meyvenin çekirdeğini öyle kolay çöpe atmazdık, saklardık. Hepsinin inanılmaz hikâyeleri var. “Çekirdeği oyalı” adıyla anılan karpuz çekirdeğini gördükten sonra doğanın mücevheri bu tohumun varlığına kayıtsız kalmak benim için çok zordu. Daha da fazlası olduğunu tohumlara “yakından” baktıkça gördüm. Sözgelimi pervane tohumlar var, sınır tanımadan ülke dolaşıyor. Ortaya çıkardığım şey de bir sergiden öte gözümüzü açmak. Ben sergi değil, gözümüzü açıyorum. Tohumlar var oluşun yok olmayacağına umut kaynakları. ‘Sergim iklim değişikliğinin aynası’ n “Gözümüzü açıyorum” sözünüzü biraz açabilir misiniz? Yediklerimizin, sahip olduğumuz ya tohumlar Sarımsak çiçeği şam zeginliğinin farkında olmamız gerektiğini söylüyorum. Bir avuç tohumla ekimi azalmış bir buğday çeşidini çoğaltabiliyoruz. Aslında farkında olunmasını istediğim şey tohumdan çok daha öte bir şey. Tohum çok büyük bir değer, o değeri fark ettiğimizde daha büyük değerleri de fark edeceğiz. n Dünyanın karşı karşıya kaldığı iklim krizi tohumu etkiler mi? İklim değişikliğinden en çok etkilenen tarım olacak! Gördüğünüz gibi sıcak soğuk, kış yaz arasındaki sınırlar karıştı. Bazen hiç yağmur yağmıyor, birden çok yağmur yağıyor. Sergimdeki tohumlara bir fotoğraf gözüyle değil, bir “değer” olarak bakıp iklim değişikliği koşullarında fotoğrafladığım üzümü bulamama ihtimalimize bakıp başka bir şey yapmış gö rüyorum kendimi. Evet, benim sergim iklim değişikliğinin aynasıdır. “İklim değişikliğinde bunları göremeyebilirsiniz” diyor sergi. Dünya küçücük bir kızın, Greta Thunberg’in çağrısını nasıl duymuyor? n Sizce ne yapılabilir? Küçük örgütlenmeleri çok doğru buluyorum. Yöresel örgütlenmelere ihtiyaç var. Köy kahvesine gittiğiniz zaman, çiftçinin yaşadığı kasabaya, bir yaylaya gittiğiniz zaman tohum bulursunuz. Çünkü bu küçük örgütlenmeler kendi içerisinde bir ağ oluşturmuşlar. Bu paylaşımı büyük ölçeğe taşımak gerekiyor. Yerel tohumların kayda alınması önemli. Anadolu’nun geleneksel koruma yöntemleri kayıplarımızın büyük olmamasının nedeni. Bu yöntemleri sürdürmemiz şart. Ancak değerlerini bilirsek tohumlarımızı kaybolmaktan kurtarabiliriz. Tohumları kurtarmak da yetmiyor, çünkü iklim değişikliği kurtardığımız tohumu yeşertecek mi? Yaşatacak mı? Kaybettiğimiz tohumları tekrar bulmak, belki üretimlerini sağlamak ama tüm bunlardan önce galiba en büyük meselemiz iklim değişikliği. n Bundan sonra ne yapacaksınız? Bütün dünyanın tohumlarının fotoğrafını çekme fırsatım olmasını çok isterim. “Dünyanın Tohumları” sergisi yapmayı çok isterim. Dünyayı bu tohum sergisiyle dolaşmayı çok isterim. Tohumların sınır tanımadığını düşünürsek, modellerimin de tohum olduğunu düşünürsek, galiba ben de onların peşine takıldığımda sınır tanımıyor olacağım. Doğayı ve tohumları koruyorum gibi büyük bir kibrim yok, ama küçük tohumlarla büyük hayallerim var! YENİDEN GÜNDEMDE Termiklere 3 yıllık kıyak Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu, torba yasa ile termik santrallara çevre yükümlülüğünden 3 yıl muafiyet getirilmek istendiğini açıkladı. Komisyon, daha önce Meclis gündemine getirilen, ancak tepkiler ve seçim nedeniyle geri çekilen termik santrallara çevre yükümlülüğünden muafiyetin 3 yıl uzatılmasının “vergi kanunu” adı altında sunulan torba yasa ile tekrar Meclis gündemine getirildiğini bildirdi. Daha önceki teklifte muafiyet uzatması 2 yıl ile sınırlıydı. ‘Hayra alamet değil’ Komisyon tarafından yapılan açıklamada içinde “enerji” geçen bir düzenlemenin, özellikle bugünlerde gündeme getirilmesinin pek de hayra alamet sayılmayacağı belirtilerek “Zira, TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu olarak başından bu yana karşı çıktığımız ‘özelleştirilen termik santralların çevre yükümlülüklerinden muaf tutulmasına’ dair düzenlemede şirketlere tanınan süre 31.12.2019 tarihi itibarıyla sona ermektedir ve bilindiği kadarıyla enerji şirketleri çevre yükümlülüklerini yerine getirmek için herhangi bir adım atmamışlardır. Bu durumda ya bu santrallar kapatılacak ki kapatılmalıdır ya da yeni bir yasal düzenleme ile toplum ve ülke yararları hiçe sayılıp Anayasa Mahkemesi kararı çiğnenerek şirketlere yeni bir süre verilecektir” denildi. Almanya’dan kömüre veda Almanya Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı kömürü yürürlükten kaldırmayı planlayan yasal strateji planını yayınladı. Hangi linyit santrallarının ne zaman kapatılacağına dair müzakereleri başlatan strateji planına göre, kömüre dair taslak bir yasa sonbaharda hazırlanacak. 2019 yılının sonunda ise kömürü yürürlükten kaldıracak yasanın uygulamaya geçmesi bekleniyor. Taslağın hazırlanma aşamasında bakanlık, Almanya’nın kömür komisyonunun Ocak ayında sunduğu önerilere uymayı hedefledi. Anlaşmaya göre, 2038 yılına kadar Almanya’nın kömürü tamamen bırakacağı öngörülüyor. Hasankeyf için ‘atlayacaklar’ Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Ilısu Barajı’nın suları altında bırakılmaya çalışılan Hasankeyf için 14 Temmuz Pazar günü tüm yurttaşları Hasankeyf’te Dicle Nehri’ne atlamaya çağırdı. Temmuzun her ikinci pazarı Avrupa’nın ve dünyanın birçok yerinde akarsuların savunulması için insanların “Büyük Atlayış” adı altında etkinlikler düzenlediğini ve topluca akarsulara girdiklerini anlatan aktivistler, “Dicle Nehri Vadisi bütün canlıları ve kültürüyle Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Projesi sonucu yok olmayla karşı karşıyadır. Bu yıkıma karşı dur demek için bu yılın ikinci pazarı herkesi Hasankeyf’e bizimle birlikte Dicle Nehri’ne girmeye ve atlamaya çağırıyoruz” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle