22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 28 MAYIS 2019 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 27 Mayıs üzerine olaylar ve görüşler bir değerlendirme Hakkı Uyar Dokuz Eylül Üniversitesi DP iktidarı açısından son kırılma noktalarından biri olan Tahkikat Komisyonu’nun kurulması (27 Nisan) ve buna karşı öğrenci olaylarının patlak vermesi (28 Nisan) üzerine Başbakan Menderes, önemli bir Anayasa Hukukçusu olan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’i arayarak Ankara’ya çağırdı. Başgil, Menderes’in daveti üzerine Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Bayar, kendisini yemeğe çağırdı. DP ileri gelenleri ile birlikte Çankaya’da yemek yediler. Tarih 29 Nisan’dı. Yemekte Başgil, Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına değil, ona verilen yetkilere karşı çıktığını, tanınan yetkilerin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi. Bu durum, Menderes ve Bayar’ın hoşuna gitmese de Başgil’i dinlemeye devam ettiler. Başgil, sertlik yanlısı politikalardan vazgeçilmesini önerdi. Basına getirilen kısıtlamaları ve TBMM görüşmelerinin yayınlanmasının yasaklanmasını eleştirdi. İstanbul Üniversitesi’ndeki olaylar sırasında Ordu ile üniversite gençliği arasındaki yakınlaşmaya dikkat çekti. Başgil, iktidarın ne yapması gerektiğine dair soruyu yemekten sonra daha dar bir gruba yanıtladı. Bu grupta Bayar, Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu vardı. Başgil şu net önerilerde bulundu: “Her şeyden önce, Menderes Kabinesi derhal istifa etmelidir. Bundan sonra, mümkün olduğu nisbette, muhalefete de birkaç bakanlık vererek, Meclis’teki mutedil şahsiyetlerden yeni bir kabine kurmalıdır. Böylece, bir nevi koalisyon kabinesi, daha doğrusu milli birlik kurulmuş olacaktır. Bu yeni hükümet, kendisinden öncekinin takip ettiği politikayı bir yana bırakarak tam serbesti içinde kararlarını alacak ve Meclis’e, Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilen kanunların, bilhassa Salahiyetler Kanunu’nun tadilini teklif edebilecektir. Bu şekilde hareket edilince, artık muhalefet, hükümeti itham etmek için bir bahane bulamayacak ve siyasi tansiyon düşecektir.” Erken seçim yapılsaydı Gerçekten de Başgil’in önerileri son derece yerindeydi. Siyasal tansiyonun düşmesinin ardından gidilecek erken seçimler, Türkiye’de demokratik yollarla iktidarın değişmesinin gelenekleşmesinin önünü açacaktı. Bayar, Başgil’in önerisine şiddetle karşı çıktı. Bunu “zaaf alameti” olarak tanımladı ve rakiplerinin cesaretlenmesine yol açacağını ileri sürdü. Bayar’a göre buhran zamanında hükümeti değiştirmek yersiz bir hareketti. Yapılması gereken sert tedbirler almaktı. Menderes ise, sorunun kaynağı kendi ise istifa edebileceğini, ancak hükümetin istifası durumunda işlerin daha kötüye gidebileceğinden endişe duyduğunu söyledi. Sokak eylemleriyle Türkiye’de istifa eden bir hükümetin olup olmadığını soran Menderes’e Başgil, yine soruyla cevap verdi: “Siz bana tarihimizde on seneden beri bu memlekette gerçekleştirilmeye çalışılan demokrasiye benzer bir demokrasi örneği verebilir misiniz?” Başgil, kendi sorusunu kendi yanıtladı. Böyle bir gelenek hiç oluşmamıştı: “Ve Sayın Başvekil bundan böyle ilk defa bu nevi bir örf ve adeti ortaya çıkarmak şerefi size düşmektedir.” Görüşmenin ardından toplanan Bakanlar Kurulu da bu isteği kabul etmedi. Dolayısıyla 27 Mayıs öncesinde iktidarın eline Askeri darbe neticede DP’yi iktidardan uzaklaştırdı. Ancak burada mağdur olan sadece DP değildi. Onun yanında Türkiye’de askeri darbelerin önü açılmış oldu. Ayrıca, yapılacak olan ilk “serbest ve dürüst” seçimlerde CHP’nin iktidara gelmesi olasıydı. Askeri darbe, bunu engelledi. geçen son fırsatlardan biri de değerlendirilemedi. Mayıs ayında da siyasal gerilim tırmanmaya devam etti. 555K olayları ve 21 Mayıs’taki Harp Okulu öğrencilerinin sessiz yürüyüşü göz göre göre gelen askeri darbenin kilometre taşları oldular. Tahkikat Encümeni üyesi Nusret Kirişçioğlu’nun hazırladığı Encümen Raporu, CHP’ye yönelik ağır suçlamalardan sonra yürütme, yasama ve yargı alanlarına dair önlemler de sıralamaktaydı. Kirişçioğlu’nun raporunda dile getirilen öneri, CHP’nin kapatılmasıydı. DP’de Tahkikat Encümeni’nin raporu yönünde değil de, Başgil’in önerileri yönünde eğilim olsaydı ve bunlar uygulanabilseydi, askeri darbenin gerçekleşmemesi olasıydı. Ordunun siyasetten uzaklaştırılması Atatürk’ün önemli başarılarından biriydi. 1924’te gerçekleşen bu politika 36 yıl boyunca sürdü. Atatürk’ün vefatı ve 1950 seçimleri gibi tarihi olaylar sırasında da devam etti. Bu, Atatürk’ün ve halefi İnönü’nün başarısıydı. Ordunun siyasetle uğraşarak darbe sürecine yönelmesinin ana sorumlusu DP’dir. Darbe bunu engelledi Askeri darbe neticede DP’yi iktidardan uzaklaştırdı. Ancak burada mağdur olan sadece DP değildi. Onun yanında Türkiye’de askeri darbelerin önü açılmış oldu. Ayrıca, yapılacak olan ilk “serbest ve dürüst” seçimlerde CHP’nin iktidara gelmesi olasıydı. Askeri darbe, bunu engelledi. Nitekim 1961 seçimlerinde CHP askeri darbeyle özdeşleştiğinden 1957’ye nazaran oy kaybetti. Dolayısıyla gelinen noktada CHP’nin hem DP’nin otoriterleşmesi ve demokrasiden uzaklaşarak serbest ve dürüst seçim yapmak istememesi ve hem de askeri darbe nedeniyle iki ayrı mağduriyet yaşadığını söylemek gerekir. Son olarak şunu söylemek gerekir ki, DP’nin muhalefete yönelik tahammülsüzlüğü 1954 sonrasında giderek kendini göstermeye başladı. Basına yönelik getirilen kısıtlamalar, üniversite öğretim üyelerinin bakanlık emrine alınması, hâkimlerin emekliye sevk edilmesi, muhalefet partilerinin toplantı ve gösterilerinin kısıtlan ması ve hatta yasaklanması, siyasal cepheleşme (Vatan Cephesi) gibi uygulamalar birikerek Tahkikat Komisyonu’na kadar geldi. Muhalefet partilerine yönelik tahammülsüzlük ki tarihe seçim yolsuzluğu olarak geçen 1957 seçimleri öncesinde DP’nin yayınladığı bir broşürde de kendini göstermişti. Broşürde, çoğunluk sistemi nedeniyle zaten parlamentoda çok az temsil edilmekte olan muhalefetin, 1957 seçimlerinde TBMM’de hiç olmaması isteniyordu. Aslında bu, DP’nin demokrasi anlayışını özetlemek için fazlasıyla yeterlidir: İktidarı 14 Mayıs 1950’de dürüst bir seçimle bırakan CHP’ye karşı DP, iktidarı dürüst bir seçimle bırakmaya yanaşmadı. Demokrasinin temel parametresi olan seçimle gelip seçimle gitme kuralına uymak istemedi. Oysa 14 Mayıs 1950 seçimlerinden kısa bir süre sonra (1951) ünlü siyaset bilimci Maurice Duverger, yazdığı Siyasi Partiler adlı kitabında şu iyimser satırları yazmıştı: “Türkiye, engelsiz ve sıkıntısız bir şekilde, tekparti sisteminden plüralizme (çok partili sisteme) geçmiştir. Bugün o, OrtaDoğu devletlerinin en demokratik olanı, feodal klanlar, bir avuç aydının yönettiği hayali gruplar ya da fanatik dinsel tarikatlar yerine, gerçek partilere sahip bulunan tek OrtaDoğu devletidir. (…) … Türkiye örneği, basiretle uygulanan bir tek parti yönetiminin, bir gün gerçek bir demokrasinin kurulmasını mümkün kılacak tek unsur olan yeni bir yönetici sınıfın ve bağımsız bir siyasal elitin yavaş yavaş ortaya çıkmasına imkân verebileceğini göstermektedir.” Aynı iyimserlik Atatürk’ün demokrasi devrimini tamamlamayı sağlığında başarmak isteyen İnönü’de de mevcuttu. Darbeye giden süreçte faturayı orduya da kesmek gerekir belki ama öncelikle faturanın Bayar başta olmak üzere DP ileri gelenlerine kesilmesi gerekir. İnönü’ye gelince darbeye yol açan değil, darbeleri önleyen ve bastıran adamdır: 1962 ve 1963’teki Talat Aydemir darbe girişimlerini hatırlatmakta yarar var. Kaynak: Hakkı Uyar, Demokrat Parti İktidarında CHP (19501960), Doğan Kitap, İstanbul, 2017. Menderes’in sivil darbesi Dün 27 Mayıs 1960’ın yıldönümüydü. Cumhuriyet, hem Miyase İlknur’un yazısı hem de Çağdaş Bayraktar’ın bugün de devam edecek olan Alev Coşkun söyleşisi ile Menderes’in Demokrat Parti döneminde nasıl bir baskı rejimi kurduğunu ve 27 Mayıs’a nasıl yol açtığını anımsatmıştı. Ne yazık ki, Demokrat Parti, İsmet İnönü’nün Tek Parti Rejimi’nden tarihte eşi görülmemiş bir biçimde Çok Partili Düzene geçişini hazmedememiş ve bu “Tarihsel devrimi” çöpe atarak Türkiye’yi bugünlere kadar getiren darbelerin ve büyük çalkantıların içine sokmuştur. Elbette bu hazımsızlıkta, dünyada Demokrasinin kurucusu olan çağdaş sınıfların (özellikle de emekçi sınıfların) Türkiye’de henüz gelişmemiş olması ve muhalefet görevinin Toprak Ağaları ve Din adamları ittifakına verilmiş olması temel belirleyiciydi. HHH Liderlerin ve partilerin Demokrasiye olan inançsızlıkları, diktatörce davranışları, güçlerini kaybetmeye başladıkları, seçimleri yitirme olasılıkları ortaya çıktığı zaman belirginleşir. Menderes ve Demokrat Parti açısından da bu süreç aynen böyle yaşanmıştı: 1957 seçimlerinde gücünü yitirdiğini gören Menderes, yeni seçimleri kaybetme olasılığına karşı bir sivil darbe yapmış 1960 yılında, basını susturmak ve muhalefeti yok etmek için “Tahkikat Encümeni Kanunu” çıkararak sivil bir darbe yapmıştı. 17 Nisan 1960’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, muhalefetin ve basının “yıkıcı, gayri meşru ve kanundışı” faaliyetlerinin tahkik edilmesi için 15 milletvekilinden oluşan bir Tahkikat Encümeni kurulması kararı alındı. 27 Nisan’da da bu Encümen’in “Vazife ve Salâhiyetlerine” ilişkin kanun yayımlandı. Dün, bu olaylara tanık olan Alev Coşkun’un gayet güzel özetlediği bu “Vazife ve Salâhiyet Kanunu”nun Resmi Gazete’deki orijinal kopyasını aşağıda yayımlıyorum. Görüldüğü gibi “Kanunun” birinci maddesi Demokrat Parti Milletvekillerinden kurulacak olan “Encümen”e, hem askeri hem sivil mahkemelerin, üstelik de hem savcı hem de yargıçların hak ve yetkilerini veriyordu. Dokuzuncu madde ise “Encümen” kararlarına karşı temyiz hakkı olmadığını belirtiyordu. “Kanunun” hedef ve amacı yeterince açıktı: Basını susturmak ve muhalefeti kapatmak. Politikacılara, temyizi olmayan bir biçimde, her türlü yargı yetkisini vermek ve bunu muhalefeti ve basını susturmak için kullanmak DOĞRUDAN DOĞRUYA BİR SİVİL DARBE idi. Kanun metni aşağıda, buyurun kendiniz bakın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle