28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 5 NİSAN 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Aydınları bekleyen görev METIN AYDOĞAN Ülkenin içinde bulunduğu koşullar açık biçimde dile getirilecek olursa, bugünkü durum şudur: Türkiye, askeri değil ama askeri işgalin amacı olan, siyasi ve ekonomik işgal altındadır. Sevr, toprak paylaşımı dışında hemen tüm maddeleriyle, üstelik daha kapsamlı olarak uygulanıyor. Topraklar silahla el değiştirmiyor ancak, yabancıların toprak satın almasıyla, Anadolu’da hızlı bir mülkiyet değişimi yaşanıyor. Dış karışma, ulusu ilgilendiren önemli karara yön veriyor. Ulusal sanayi çöküyor, tarım yok oluyor. Yeraltıyerüstü varsıllıklar, halk için kullanılmıyor. Ulusal değerler korunmuyor, kültürel bozulma yaygın. Emperyalizmin yön verdiği “dinci” siyaset devlete yerleşiyor, laiklik yok ediliyor. Ayrılıkçı terör yok edilemiyor. Parayla donatılmış yerli ya da yabancı misyonerler, bu ülke için bir şeyler yapmaya çalışan yurtseverlerden daha geniş olanaklarla serbestçe çalışıyor. Ulusal haklara saldırmada sınır tanınmıyor. Vatanseverlik baskı altında; hıyanet, getirisi yüksek bir meslek durumunda. Halk, yoksul ve umutsuz, karamsar bir edilgenlik içinde. Basın ihaneti yayıyor. Sanki işgal İstanbul’u yeniden yaşanıyor. Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı tehdit eden kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun farkına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyanlar ise, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Yoksullaşan örgüt Yaşam en iyi öğretmendir ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez. Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. süz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur. Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en iyi öğretmendir ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez. Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. Ancak, uygar olmak, ya da daha doğru söylemle insan olmak olayları önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve sonrasında bu yapılmıştı, bugün de bu yapılmalıdır. Yine yeniden Kuvayı Milliye ruhu... Bu koşullarda yapılması gereken, benzer koşullar altında geçmişte verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır. Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu, Müdafaa Hukuk örgütleri, önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde, yeniden gündeme geliyor. Kurtuluş Savaşı, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır. Ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal’e başvurmak, mücadelesinden ders almak zorundadır. Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır. Bir değerin nasıl kazanıldığını bilmeyen, onu koruyamaz, geliştirip uygulayamaz. Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda, nasıl ve kimlere karşı kazanıldığını, ne bedel ödendiğini, ulusu ayakta tutan kalkınmanın nasıl sağlandığını bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak olanaklı değildir. Atatürk’e yönelim artıyor Günümüz koşulları, nitelik olarak Osmanlının 20. yüzyıl başında yaşadığı koşullardır. Bunu artık herkes görmelidir. “Dünü unutursan, yarın hatalara düşmekten kurtulamazsın” diyen Atatürk’ü güncel kılan da budur ve doğaldır ki, emperyalist boyunduruktan kesin olarak kurtulana dek bu güncellik sürecektir. Her kesimden yurtsever, bu nedenle Atatürk’e yöneliyor; Kuvayı Milliye ruhu bu nedenle yayılıyor, Müdafaa Hukukçular bu nedenle yeniden ortaya çıkıyor. Ülke için önemli olduğuna inanılan konular öne çıkarılmalıdır. Milli mücadelenin hazırlanmasına, kullanılan mücadele yöntemlerine, halkın örgütlenmesine, meşruiyet anlayışına ve bu yöndeki tartışmalara öncelik verelmelidir. Mustafa Kemal’in bu konularla ilgili söz ve davranışlarını koşullarıyla birlikte dikkatlice inceleyelim. Bu söz ve davranışların, bir tarih araştırması değil, Kemalist bir eylem önerisi olarak değerlendirelim. Ülkenin kurtuluşu için mücadele edenler ve edecek olanlar, Mustafa Kemal’in karşılaştığı engellerin benzerleriyle karşılaşacaklar dır. Özellikle onlar, aktarılan bilgileri, eleştirici gözle incelemeli, bugüne uyarlamalı ve girişilecek mücadelede nelerle karşılaşacaklarını bilerek hareket etmelidirler. Çıkış yolu belli... Atatürk’ü anlamak ve “izinden gitmek” bilinçli olmayı gerekli kılar; yaptığını yapmak, insana, üstelik en ağırından sorumluluk yükler. Atatürk öldükten sonra, Atatürkçülerin başına gelmedik kalmamıştır. Bu sorumluluğu yüklenmek isteyenler, eyleme geçtiklerinde bu işin, “karga kovalamak” ya da “sarı saç mavi göz” edebiyatından çok ayrımlı bir iş olduğunu görürler. Emperyalizmle doğrudan ve sürekli mücadele demek olan Atatürkçülük, sert mücadelelere her zaman hazırlıklı olmayı gerekli kılar. Kemalist olmak, kolay bir iş değildir. Ülkesi için herkesin yapabileceği bir şey vardır. Abartmadan ve küçük görmeden, herkes elinden geleni bu ülkeye vermelidir. Ayrılıklara izin verilmemeli, halkı içine alan yeni birliktelikler oluşturulmalıdır. Nelerin yitirilmekte olduğunu ve gelecekte nelerin yitirileceğini herkes görmelidir. Çıkış yolu vardır ve elimizin altındadır. Türk ulusunun gerçek gücünün ne olduğu bilinmeli, bu güç harekete geçirilmelidir. Bu yolda geç kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen gelecekteki mücadele günlerinde, çekilecek acıların artmasına neden olacaktır. Kendi gücüne dayanılmalı; dış isteklere, siyasi ve ekonomik oyalamalara izin verilmemelidir. Gerçekdışı sanlar, aldatıcı sözvermeler ve sanal ereklerle halkın kandırılması önlenmelidir. Bunun tek yolu, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türk devrimini öğrenmek ve buna göre davranmaktır. Seçimler âdil ortamda yapılmadı ki... Değerli okurlarım, seçimler ne yazık ki yine adil ve eşit bir propaganda ortamında yapılamadı: Bu nedenle belediye başkanı seçilen bütün muhalefet adaylarının, özellikle de Ekrem İmamoğlu’nun ve Mansur Yavaş’ın başarıları, normal koşullarda yapılan seçimlerin sonuçlarına göre çok daha önemlidir. HHH Seçimler sanki ortalık güllük gülistanlık iken, her şey kuralına göre uygulanmış ve son derece âdil ve demokratik bir ortamda gerçekleştirilmiş gibi çözümlemeler, irdelemeler, tartışmalar yapılıyor. Oysa seçim gecesi yazıp gazeteye yetiştirdiğim 1 Nisan tarihli yazımda da belirttiğim gibi, Türkiye’de seçimler, 12 Eylül 2010 Halkoylaması’ndan beri âdil ve eşit koşullarda yapılmıyor, yapılamıyor: 1) Çünkü seçimler, Anayasa’ya göre yargı denetiminde yapılır ama yargı 2010’dan beri iktidarın siyasal etkisine açık hale getirilmiştir. 2) Üstelik, Olağanüstü Hal, OHAL koşullarında yapılan Halkoylamaları ile Anayasa değiştirilip yetkiler icranın başındaki tek kişinin eline verilince, farklı partilerin/ görüşlerin bazı propaganda olanakları bile, vali ve kaymakamların iznine bağlanmıştır. 3) Bırakınız iktidarın medyanın tümüne yakın kısmını doğrudan kontrol ederek kendi halkla ilişkiler bülteni gibi kullanmasını, demokratik devletin tarafsızlık ilkesine uygun davranması gereken ve halkın vergileriyle finanse edilen TRT ve Anadolu Ajansı bile doğrudan iktidar taraftarı olarak hareket etmişlerdir. 4) Tarafsızlık yemini etmiş olan Cumhurbaşkanı, doğrudan propaganda etkinliklerine çok yoğun ve en sert biçimde liderlik etmiş, bununla da yetinmemiş, muhalefet adaylarını doğrudan muhatap almış ve eleştirmiştir. 5) Bazı partilere ve adaylara “ihanet” ve “terör” suçlamaları yönetilmiştir. 6) İktidarın İstanbul adayı, Meclis Başkanlığı’ndan ayrılmadan makamının bütün olanaklarıyla kampanyaya başlamış, “Seçim siyasal faaliyet değildir” diyerek bu tavrını meşrulaştırmaya çalışmış, bunun hukuken olanaklı olmadığını anlayınca, ancak adaylığı resmen onaylandıktan sonra görevinden istifa etmiştir. 7) Üstelik 2019 seçimleri, iktidarın değişmeyeceği, seçilecek belediye başkanlarının ise bu iktidarla çalışmak zorunda olduğu, dolayısıyla zaten iktidarın avantajlı olarak girdiği seçimlerdi. HHH İktidar bundan önceki seçimleri de: 1) Açıkça eşitsiz ve adaletsiz koşullarda... 2) YSK’nin mevcut yasalara açıkça aykırı olan bazı kararlarıyla... 3) Çeşitli şaibe iddialarıyla... 4) Üstelik de bazılarını OHAL baskıları altında... Yaptırdı ve sonuçlara olan itirazları da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diye alaya aldı. Bu açıdan iktidarın tamamen kendi denetimi ve egemenliği altında yapılan bu seçimlerin sonuçlarına, kaybettiği yerlerde yaptığı itirazları ve bu sonuçların, dalkavuk medya tarafından “darbe” diye nitelenmesini nasıl yorumlamalı bilmiyorum... AMA DİRENEN DEMOKRASİNİN ELBETTE KAZANACAĞINI BİLİYORUM. Jacinda Ardern: Küçük ülkenin büyük lideri Kütahya Çiniciliği, 2018 Anadolu’nun zanaatları korumamız altında. Nesilleri bir araya getiren Bir Usta Bin Usta projesinin 10. yılını tamamlıyoruz. Kaybolmakta olan geleneksel mesleklerimizi yaşatacak yüzlerce genç yetiştirmenin haklı gururunu yaşıyoruz. Çünkü Anadolu Sigorta’yla kaybetmek yok. İSMAIL ÖZCAN / EğitimciYazar İnsanlığın yakın bir gelecekte, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern gibi, “insanlık ölmedi ve ölmeyecek” dedirten; kendisiyle yürekten gurur duyacağı bir kadın, bir insan, bir devlet insanı daha tanıyacağı şüphelidir. Jacinda Ardern, dilimizdeki o güzelim, “Acılar paylaşıldıkça azalır” deyiminin gerçekliğini; en başta her türlü samimiyet testinden on numara alarak çıkacak yüz ifadesiyle; başörtüsü takıp Müslüman kadınlara annesine, bacısına, öz kızına sarılır gibi zerre kadar riya barındırmayan sarılmasıyla; bir milim daha üzerine çıkılamayacak empatisiyle dört dörtlük ispatlayan bir insan ve bir liderdir. Jacinda Ardern, derin acılara maruz kalan insanların, dinsel ve etnik toplulukların acıları nasıl paylaşılır, söz konusu kesimler en inandırıcı şekilde nasıl teselli edilir, teoride ve pratikte bunun en somut örneğini vermiştir. Yaptığı iş, günümüz insanlığının çok muhtaç olduğu bir duruş, bundan sonrası için bir modeldir. Yeni Zelanda toplumu da başbakanlarının açtığı yola girmekte bir an tereddüt etmemiştir. Özellikle Yeni Zelandalı kadınların, “Biz biriz, aynıyız!” diyerek Müslüman kadınlar gibi başlarını örtüp onlarla dayanışmaya girerek; onlara yönelecek tehdide kendilerini de hedef yaparak verdikleri mesaja günümüzde en uygarları da dahil ihtiyacı olmayan tek bir toplum yoktur. Günümüz toplumlarının en derin sorunu, en büyük sancısı; etnik ve dinsel ayrımcılığın yükselerek sürmesidir. Farklılıklara saygının hep teoride kalması, bir türlü pratiğe yansımamasıdır. Yeni Zelanda halkı ayrımcılık karşıtlığının, farklılıklara saygının en güzel örneğini vererek dünya toplumlarına rehber olmuştur. Yeni Zelandalıların bu tutumu bundan sonraki bütün zamanlarda dünyanın bütün eşitlikçi insanları için referans olacaktır. Bilimsel, teknik, teknolojik, kültürel her bakımdan inanılmaz gelişmişliğiyle bilinen, tanınan çağımızda ve özellikle 21. yüzyılda insanlık; anılan bu gelişmişliklerin hiçbirine sahip olmayan önceki yüzyıllarda dahi şahit olmadığı katliamlara, soykırımlara, vahşi cinayetlere şahit oluyor. Ne yazık ki mevcut insanlık bu katliamları, soykırımları, vahşi cinayetleri sadece seyretmekle kalıyor. Önleme ve engelleme konusunda sonuç alıcı hiçbir karar ve eylem ortaya koyamıyor. Sadece son elli yıldır dünyanın şurasında burasında yaşamakta olan zayıf ve yoksul Müslüman toplumlara yönelik olarak Yeni Zelanda’dakinden çok daha ağır zulüm ve katliamlar gerçekleştirildi. On yıla yaklaşan Suriye’deki iç savaş sebebiyle binlerce insan Batılı ülkelere iltica etmek için bindikleri eski gemilerin, motorların, botların batması sonucu Akdeniz ve Ege sularında can verdi. Aylan bebeklerin cesetleri sahillerden toplandı. İsrail askerlerinin kurşunlarıyla birçok Filistinli genç hayattan koparıldı. Karabağ’da, Bosna’da binlerce insan soykırıma uğradı. Bütün bunlar olur, onulmaz acılar yaşanırken Müslümanların acılarını yürekten paylaşan, namuslu bir eylem ortaya koyan bir tek Jacinda Ardern çıkmadı. İngiliz şarkıcı Yusuf İslam, Jacinda Ardern için, “O benim kahramanım” demiş. Doğrusu Jacinda Ardern hepimizin, barış ve kardeşlik yanlısı herkesin kahramanıdır. Geçmişte ve günümüzde birçok büyük ülkenin küçük liderleri olmuştur. Jacinda Ardern ise küçük bir ülkenin çok büyük lideridir! C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle