24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ECE KURTULUŞ ‘Klasik müzik ticari 1330 NİSAN 2019 SALI olmaya başladı’ ‘POLİTİKDEĞİLİM’ n Türkiye’nin gündemi sizi nasıl etkiliyor? Gündemi muhakkak ki takip ediyor sun, hatta etkileniyorsun fakat daha fazla odaklandığım şey kendi yap Ünlü piyanist İdil Biret Paris’te tığım işi iyi yapmaya çalışmak… İşi konser verdi. Konser sonrası sohbet ettiğimiz Biret, “Maalesef klasik müzik hikâyesi bugün fazla ticari olmaya başladı. me odaklanmak... Bu kadar yoğun gündem arasında bir yerde mecbursunuz kendinizi biraz izole etmeye çünkü başka türlü tüm bunlarla uğraşırsanız üretemezsiniz. Paris’te 1900’lerde klasik mü Çok politik değilim. Takip ediyo zik için insanlar dövüşür, birbirine girerlermiş” diyor. Ünlü piyanist İdil Biret, şu sıralar Paris’te. Aynı zamanda bir ayağı Paris’te olan İdil Biret’in bu se rum, izliyorum ama mecburum enerjimi yaptığım işe konsantre etmeye. Öbür şeyleri de yapmaya çalışırsam iyi olamayacağımdan çekiniyorum. Zaten derinlemesine bilmediğim konularda konuşmayı tercih et ferki gelişinin ise özel bir nedeni var. Biret,1949’da, TBMM’nin çıkardığı “Hari ka Çocuk” adlı özel kanunla, Fransa’ya gönderilişinin ve Fransız Radyosu’na (RTF) verdiği ilk röportajın 70. yıldönümü olması dola Notre Dame için İdil Biret, Paris’teki konserine, yangın nedeniyle dünyanın üzüntü içinde olduğu Notre Dame’a ithafen, Bach “Koral BWV 307” ile başladı. mem. Bildiğim şeyleri de daha derinleştirmeye çalışırım. Yorum yapmam için bir dönem politikayla uğraşmam lazım. n Peki, sanat politik olmadan bugünün izleyicisine ulaşabilir mi? Evet, klasik müzik için öyle. CEREN ÇIPLAK DRILLAT yısıyla Paris Salle Gaveanuda bir resital verdi. Resital sonrası, Paris’teki üç katlı, küçük ve şirin evine konuk olduk. Bi ze çay demleyen İdil Biret’le, İstanbul fotoğraflarıyla süslü mutfağında soh bet ettik... n ”Harika Çocuk” yasasıyla Paris’e geliş hikâyeniz nasıl başladı? Üç yaşında piyano çalmaya başladım, çünkü annem amatör piyanistti ve evde onu duyuyordum... Ailede herkes mü zikle meşguldü, ama hepsi amatördü. Evde toplanıp, oda müziği yaparlardı. O zamanlar Ankara’ya gelen birçok Fran sız piyanist vardı, Lazare Levy, Lelia Gousseau, Madeleine de Valmalete, Mo nique Haas gibi... 1940’lı yılların ikinci yarısıydı, müthiş bir devirdi. O dönem, Ankara, idealist bir devirdi. İsmet Paşa her konserde en ön sıra tim. 1948 yılında ben ve keman sanatçısı Suna Kan için, yurtdışında eğitim almamızı sağlayacak, özel bir yasa çıkarıldı. “Harika Çocuk” yasası... Ve Paris’e, Nadia Boulanger ile çalışmak üzerine gönderildim... n Kaç yaşında Paris’e geldiniz? Sekiz yaşında. İlk başta Nadia hoca tereddüt etti. Çocuk çalıştırmak istemiyordu. Fakat, bir gün evinde beni dinledikten sonra kabul etti ve dersler başladı. n Aldığınız tüm eğitimlerden kulağınıza küpe olan en önemli şey nedir? Dürüst olmak. ‘Müzik bir meslek değil misyondur’ n Az önce Ankara’nın bir dönem n Siz bugün idealist misiniz? Müziği ticari bir meslek olarak görmedim hiçbir zaman. Esasen, hocam Wilhelm Kempff, Fransa’da yaptığı bir radyo söyleşisinde “Müzik bir meslek değil bir misyondur” demiş. Ben de böyle düşünüyorum. n Klasik müzik için sevmek yeterli mi? Sevmekten çok daha ileri bir şey. Bu bir yetenek. Bir işi yaptığınız zaman o bir misyon olmalı. Klasik müzik, belli bir yetenek istiyor, bu yetenek varsa sonuna kadar kullanmalısınız, giderek daha iyi olmalısınız, öğrenmelisiniz. Daha fazla derinleşmelisiniz. Budur idealizm. Maalesef her devirde maddiyat ön plana çıktı. Maddiyat, muhakkak lazım ama ön plana geçmemeli. Bir an ön n Milyonlarca mı? Piyanist olmak bugün moda mı? Benim için moda olup olmaması hiç önemli değil. Bu bir hissetme meselesi. n Türkiye’de bugün klasik müziğe verilen değer nedir? Türkiye’de çok yetenek var hem de inanılmayacak kadar iyi müzisyenler yetişiyor fakat ne yazık ki konser verme, plak yapma imkânları yok! Çok yazık... Milliyetçi bir şey söylemek istemiyorum ama bu yetenekler, yabancı hocalarla çalışmamış, hep Türk hocalarla çalışmış! Demek ki bu kadar ilerledik. Son zamanlarda birinci sınıf hocalar var ülkemizde. n Rap, pop dinler misiniz? Rap müzik beni rahatsız ediyor, o mikrofonlar ve gürültü... Öyle bir kon da otururdu. Viyolonsel çalardı, çok idealist olduğunu söylediniz. Peki bu ce konseri bitirip, gideyim olmaz, bu sere gidemem, bu imkânsız, baygınlık meraklıydı müziğe. Konserlerin birin gün? korkunç bir şey! Liszt zamanında da geçirebilirim. de bana “Bir şey çalar mısın” dediler. Birçok konser yapılıyor fakat o zaman bu vardı şimdi de var, ama bugün da n Sizin heyecan duyduğunuz tek Ben de Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye ki insanlar idealistti. Her şeyi en ince de ha fazla çünkü artık insanları bir se müzik türü klasik müzik mi? sinden Do Minör Prelüd ve Füg’ü, son tayına kadar bilen bir izleyici vardı. Maa ne için lanse ediyorlar ve ertesi yıl ye Hayır, caz müziğini de sever, dinle ra Beethoven’in Op. 49 No. 2 Sonatının lesef aynı şeyi bugün tam görmüyorum, ni bir isim çıkarıyorlar. Çünkü çok faz rim. Hatta birkaç kere eşimin karde ikinci bölümünü çaldım. Bunun üzeri iyi niyet var fakat o eski insanlar en ufak la insan aynı mesleği yapmaya çalışı şi ve arkadaşların “Renkler” adlı küçük ne İsmet Paşa ve dönemin Kültür Ba detayların farkına varacak insanlardı... yor. Mesela, hepsi profesyonel olmasa orkestrasıyla Dave Brubeck’in eserleri kanı Hasan Âli Yücel’in ilgisini çek Bu çok değişik bir duygu. da Çin’de milyonlarca piyanist var... ni çaldım. l PARİS MUHSİN ERTUĞRUL ÖLÜMÜNÜN 40. YILINDA ANILDI Büyük Usta unutulmadı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, kurucusu, usta yönetmen, oyuncu, yazar, çevirmen Muhsin Ertuğrul’u, ölümünün 40. yıl dönümünde kabri başında andı. Dün, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yapılan anma töreninde;  İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Süha Uygur, Müdür Yardımcıları Ceyhun Ünlü, Mehmet Karaosmanoğlu, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdür Yardımcısı Kubilay Karslıoğlu, Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nu temsilen Didem Germen, sanatçılar Emin And, Uğurtan Atakan, Ümit Denizer, Hakan Güner, Caner Çandarlı, Can Kolukısa, Serdar Orçin, Selçuk Yüksel, Aslı Şahin, Onur Demircan, Şehir Tiyatroları çalışanları, tiyatro ve sinema sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve konuklar katıldı. Törende, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Süha Uygur, Emin And, Ümit Denizer, Aslı Şahin ve Selçuk Yüksel birer konuşma yaptı. Tören, Muhsin Ertuğrul’un sevenlerinin mezara karanfil bırakmasıyla sona erdi. l Kültür Servisi ‘Karamazov Kardeşler’den Günümüzenkara Tatbikat Sahnesi’nde bir süredir sunulan ‘Delirium’ başlıklı oyun İrlandalı A yazar Enda Walsh’un ünlü ‘Karam azov Kardeşler’den yola çıkarak günümüze uyarladığı bir ‘suratına tiyatro’ örneği. (Ya da ‘kara komedi’ deyin, isterseniz). Mehmetcan Mincinozlu’nun Türkçesiyle sunulan oyunu Elvin Beşikçioğlu yönetmiş. Işık tasarımını Mustafa Bal, dekor ve giysi tasarımını Anıl Ateş Işık yapmış. Koreografi ise Binnaz Dorkip’in. Dostoyevski’nin romanının babası Fyodor (Ünsal Coşar) bencilliğin ve sorumsuzluğun tavan yaptığı bir yaşama biçimini hiç sorgulamaksızın sürdürürken, Karamazov ailesinin yaşadığı sınırsız huzursuzluğun da ‘temel taşı’ olarak yer alır oyunda. İlk karısından olan oğlu Mitya (Metehan Kuru) ile korkunç bir çatışma içindeler. Dansçı Grushenka (Dilan Düzgüner) ikisinin de kadını. Dahası, Mitya babasından –hak ettiğini düşündüğü parayı alma çabası içinde. Fyodor ise parayı har vurup harman savurma yolunda…. Cehennemin dayanılmaz çekiciliği Fyodor’un ikinci karısından olan iki oğlundan büyüğü İvan (Melih Efeçınar) içe dönük yaradılışta bir bilim tutkunu. Mitya’nın nişanlısı Katerina’ya (Nil Ezgi Sonkuş) âşık. Oysa Katerina, Mitya’nın ahlaksızlığını seviyor. Rahip olan masum küçük oğul Alyosha (Selin Tekman) ise yalnızca video ortamında ve/ya da dış ses olarak izlediğimiz ustası Peder Zosima (Erdal Beşikçioğlu) tarafından, Karamazovlar’ın çığrından çıkmış ilişkilerini, bireylerine ‘inanç’ aşılama yoluyla onarmakla görevlendirilmiş. Oyunda bir de her işe koşan, –bozuk dünya düzeninin kurbanı uşak Smerdyakov (Kıvanç Kürkçü) var. Baba ve oğullar, kıyamet gününün habercisi olabilecek bir yozluklar ortamında cinsellik, para ve Tanrı olgularının sarmaş dolaş olduğu bir söyleşim ve var olma biçimi içinde debelenirken, yazar Walsh günümüz dünyasında –en büyük bedeli masum çocuklara ödetilenacımasızlığa vurgu yapıyor. İnsanın insana (özellikle de güçsüzlere) hiçbir sorumluluk duymaksızın yaptığı kötülüklerin altını çiziyor. Cinselliğin her türlü utanmazlığı geçerli saydığı, paranın bencilce zevklere hizmet etmek için kullanıldığı bir cehennemdeyiz. Alyosha’nı deyişiyle, ‘Ülkeler diğer ülkelerin üstüne yıkılıyorlar. Kıtalar kırılıyor (…) Deniz karayla karışıyor. (…) Ve güneş, dünya kendi kendini yerken, onun üzerine ışımaya devam ediyor. (…) Dünya bıktı bizden.’ İnsanlık için ‘son’un başlangıcı… Ne ki, olumsuzlukları geriletip kurtuluşa ve huzura yaklaşabilmek için, yalnızca birazcık ‘inanç’ gerekli, bir ‘iyilik’… Çünkü bir küçük iyilik bile kötülüğü yok edebilecek güçte olabilir. Alyosha’nın içinde yeşeren ‘umut kırıntısı’ işte budur… ‘Oyun’ içinde ‘oyun’larla bezeli bir metin Walsh, ‘oyun içinde oyun’ teknikleri kullanarak, sahnedeki ‘gerçekçi anlatım’ı kırmayı seven bir yazar. (Tiyatro Gerçek’in, 67 yıl önce Mehmet Birkiye’nin rejisiyle sunduğu ‘Annem Yokken Çok Güleriz’ başlıklı ‘trajik fars’ında da bu tür bir anlatım kullandığını anımsayalım). Oyun boyunca kukla ile oyuncu arasında ilişki kurma, sahne dışından gelen sesler, kişilerin birbirini yansılaması gibi anlatımlar yoluyla groteskleşen bir biçem kullanıyor. Yönetmen Elvin Beşikçioğlu da bu ‘oyunsu’ atmosferi yansıtacak, ‘grotesk’e yaklaşan bir hareket ve oyunculuk düzeni seçmiş. Yer yer gürültülü bir ortamda gelişen, şiirsel anlarda –kısa da olsa sessizliğe bel veren, ikinci bölümde disko müziğinin tavan yaptığı, Binnaz Dorkip’in koreografisinin de katkısıyla, günümüz dünyasının çığrından çıkmış görüntü ve seslerini sahneye taşıyan, gösteri niteliği ağır basan bir yorum oluşturmuş. Oyunda yer alan genç oyuncuların hepsi rejiye uygun, duyarlı performanslarıyla oyunu ayakta tutuyorlar. (Benim favorim Smerdyakov’u oynayan Kıvanç Kürkçü). Devlet Tiyatroları’ndan izinli olarak Fyodor’u oynayan Ünsal Coşar ise, uzun sayılabilecek tiyatroculuk uğraşı içinde sunduğu birbirinden farklı oyunculuk biçemlerine (göstermeci, dramatik, şiirsel/deneysel, ‘fars’ı kucaklayan, vb.) bir yenisini katarak kötülüğün ‘grotesk’ini getiriyor sahneye ve Sanat Kurumu En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi oluyor. Bana sorarsanız, bir yandan çok ağzı bozuk, öte yandan da çok Hıristiyan bir oyun seçmiş Ankara Tatbikat Sahnesi. Meraklıları için Ankara’da 9 Mayıs’ta bir kez daha sunuluyor. Mersin’de Yüksel yönetiminde konser... Bu yıl 18’incisi gerçekleşen Mersin Uluslararası Müzik Festivali kapsamında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yıldızlar Hafif Müzik ve Caz Orkestrası konser verdi. Mezitli Belediyesi Amfi Tiyatro’da gerçekleşen konserde orkestra, şef Bülent Yüksel yönetiminde sahne aldı. Mersin Devlet Opera ve Balesi (MDOB) sanatçılarından soprano Serin Saybaşılı ve tenor Dağhan Ergün’ün solist olarak sahne aldığı konserde, dünya klasiklerinden örnekler ile caz ve halk müziğinden öne çıkan birçok ünlü eseri seslendiren orkestra, geniş repertuvarıyla beğeni topladı. Çeşitli etkinlik, gösteri ve konserlerin yer aldığı festival 2 Mayıs’ta sona erecek. l Kültür Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle