28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 28 NİSAN 2019 PAZAR gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: İLKNUR FİLİZ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 28 Nisan 1960 üniversite öğrenci olayları Raşit Osmançavuşoğlu (Çelik) Jeofizik Y. Mühendisi 1957 seçimlerinden sonra Demokrat Parti (DP) hükümeti, muhalefet partilerine ve üniversite hocalarına baskı kurmayı artırmıştır. Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Cumhuriyet gazetesinin 02 Ocak 1958 Perşembe günkü nüshasında “Meclis İç Tüzüğündeki Değişiklikler Yasal Değildir” başlığı altında bir yazısından dolayı zamanın Milli Eğitim Bakanı tarafından bakanlık emrine alınmıştır. İnönü’ye saldırı 1 Mayıs 1959’da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı İsmet İnönü, Uşak’ta DP’liler tarafından taşlı saldırıya uğrayarak başından yaralanmış, Kurtuluş Savaşı’nda kumandanlık yaptığı Karargâh’a sokulmamıştır. 4 Mayıs 1959 günü İstanbul’a gelen İsmet İnönü’yü Topkapı’da karşılamaya giden vatandaşlar, DP’nin siyasi milisleri ve polisler tarafından saldırıya uğramış, yüzlerce vatandaşı linç edilmekten askeri birlikler kurtarmıştır. DP Hükümeti tarafından Vatan Cephesi adıyla bir örgüt oluşturulmuştur. Güya Vatan Cephesi’ne üye olanların adları radyo aracılığı ile sabahtan akşama kadar anons edilmeye başlanmıştır. 1960 yılının nisan ayında ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yargının tüm yetkilerine sahip, tamamı DP milletvekillerinden oluşan 15 kişilik Tahkikat Encümeni kurulmuştur. Bu komisyonun kuruluşuna tepki olarak zamanın muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Sayın İnönü’nün 18 Nisan 1960’da TBMM’de yaptığı konuşmaya sansür konarak, ne yazılı basında ne de radyoda duyulmasına imkân verilmiştir. Bütün bu gelişmelerin ardından, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), İstanbul Üniversitesi (İÜ), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Talebe Cemiyetleri yönetim kurulu üyeleri ve bir grup üniversite öğrencisi Nuri Yazıcı (Kastro Nuri) liderliğinde görev bölümü yaparak 27 Nisan akşamı İstanbul’daki tüm özel ve devlet yurtlarını dolaşmış: “....yarın saat 09:00’da İÜ merkez binasının bahçesinde Tahkikat Encümeni’ni telin mitingi yapılacağını....” duyurarak, İsmet 59 yıl geçmesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti, ünlü matematik hocamız Ord. Prof. Dr. Cahit Arf’ın (19101997) o zaman dediği gibi “aritmetik demokrasisi ile yönetilmektedir”. Ne yazık ki bir türlü “matematik demokrasisine” geçemedik. Paşa’nın teksir ettirilmiş 18 Nisan Meclis konuşmasını el altından dağıtmışlardır. 28 Nisan sabahı 28 Nisan sabahı, öğrenci liderleri İÜ bahçesinde toplanan binlerce öğrenciye konuşma yaparken, Kapalıçarşı tarafından bahçeye giren bir grup polis yakaladığı öğrencileri coplayarak ve sürükleyerek polis otobüslerine doldurmaya başladı. Biz öğrenciler de, yeni bellenmiş üniversite bahçesindeki toprak parçalarını polislere atarak kurtulmaya, bir taraftan da Beyazıt tarafındaki ana kapıdan dışarıya çıkmaya çalışıyorduk. O anda, bir grup polisin ana kapıdan üniversite bahçesine giren İÜ Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami ONAR’a “....bütün bunlar senin başının altından çıkıyor....” diyerek bağırdığını, Sayın Rektör’ün tartaklandığını ve zorla polis aracına bindirildiğini gördük. Sonradan öğrendiğimize göre Rektör’ümüzü Sirkeci’deki polis karakoluna götürmüşler. Kanlı gömleğini değiştirerek, öğrencilere dağılmaları için konuşma yapmasını istemişler. Rektörümüz gömlek değişikliğini kabul etmeden geldi ve dağılmamız için gerekli konuşmayı yaptı. Daha sonra ana kapıdan Beyazıt Meydanı’na çıktığımızda atlı ve silahlı polislerle karşılaştık. Atları üzerimize sürüyor, coplarla dövüyorlardı. Turan Emeksiz polis kurşunu ile öldürüldü, Hüseyin Onur ise yaralandı ve ömür boyu sakat kaldı. 29 Nisan akşamı İÜ bahçesinde binlerce öğrenci toplandık. Konuşmalar yaparak “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu, kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?” sloganını atarak sabahlamaya karar vermiştik ki; 03:00 sularında Bölge Sıkıyönetim Komutanı Tuğgeneral Refik Tulga geldi. Üniversite bahçesinin dışında askeri araçların beklediğini, hiçbir direnme ve taşkınlık yapmadan araçlara binmemizi emretti. Öğrenci liderleri ve komutan arasında yapılan görüşmelerden sonra araçlara binmeye karar verdik. Benim bindiğim araç, bizi Da vutpaşa Kışlası’na götürdü. Gün ağarmıştı, araçtan indiğimde eğitim alanında binlerce öğrencinin bulunduğunu gördüm. Bir kısmı top oynuyor, bir kısmı kaçmaya çalışıyordu. 1015 dakika sonra kışlanın üzerinde bir helikopter dolaşmaya başladı. Kışladaki subaylar sıkı tedbirler alarak kaçmaları önlediler ve tekrar araçlara bindirerek İstanbul’daki askeri birliklere dağıttılar. Sonradan öğrendik ki helikopterin içinde zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun varmış. Ve 27 Mayıs Ben ve 400 kadar öğrenci HadımköyAkpınar kışlasına götürüldük. Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan birer hafta arayla gelen savcıların teksir edilmiş ifade tutanaklarını, Hukuk Fakültesi son sınıfındaki arkadaşlarımızın uyarısı ile imzalamadık. Garnizon Komutanı Alb. Edip Kırtıloğlu’na şikâyet edilmemize rağmen en ufak bir baskı görmedik. En nihayetinde askeri savcı Yzb. Aydoğan Karslıoğlu’nun Hukuk Fakültesi’ndeki arkadaşlarımız ile birlikte düzenledikleri ifade tutanaklarını imzaladık. 27 Mayıs 1960 sabahı Garnizon Komutanı’nın getirdiği radyodan “...dikkat, dikkat. Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresine el koymuştur....” diyen Alb. Alparslan Türkeş’in sesiyle uyandık. Saat 11:00 sularında, Milli Birlik Komitesi Başkanı, TSK Başkomutanı, Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in “...tutuklu bütün öğrenciler serbest bırakılacaktır....” talimatıyla, 27 gün önce alındığımız Beyazıt Meydanı’na askeri araçlarla götürülerek serbest bırakıldık. 1961 Anayasası ile Anayasa Mahkemesi, DPT (Devlet Planlama Teşkilatı), çift meclisli (Senato ve Millet Meclisi) parlamento oluşturulmuş, çalışanlara sendikal haklar vb. gibi özgürlükler getirilmiştir. Sayın Yakup Kepenek’in (25 Mayıs 2015 Cumhuriyet) yazdığı gibi “..özgürlüğün en güzel on yılı” 12 Mart 1971 Muhtırası’na kadar yaşanmıştır. Bugün aradan geçen 59 yıldan sonra hâlâ “27 Mayıs Askeri Müdahalesi bir Darbe midir? Yoksa bir Devrim midir?” tartışmaları yapılmaktadır. 12 Mart 1971 Muhtırasına kadar 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı harfiyen uygulanmış, kalkınma hızı ile enflasyon baş başa (%6.57) gitmiştir. Muhtıradan sonra kalkınma planları hedeflerinden saptırılmış, maalesef siyasilerimiz plan yerine pilavı tercih etmişlerdir. Çoruh (bugünkü Artvin ili) Lisesi’nin ilk mezunlarını verdiği 1957’de, İstanbul’da Çoruh Yüksek Tahsil Talebe Yurdu’nu açarak, yüzlerce Artvinli üniversite öğrencisine barınma imkânı sağlayan değerli işadamı merhum Ali Rıza Çarmıklı’yı rahmet ve saygıyla anıyorum. Zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Ferit Sözen başta olmak üzere, Zeki Şahin, Bumin Yamanoğlu ve isimlerini bilmediğim polis şeflerinin İstanbul Üniversitesi öğrencilerine ve İÜ Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’a karşı saldırganca tutumu, hükümetin üniversite hocaları için “Kara cüppeliler” gibi beyanları, bence 27 Mayıs Askeri Müdahalesi’nin ilk kıvılcımını oluşturmuş, en azından askeri müdahalenin gerçekleşme zamanını öne çekmiştir. Arf ve aritmetik demokrasisi Aradan 59 yıl geçmesine rağmen Türkiye Cumhuriyeti: ünlü matematik hocamız Ord. Prof. Dr. Cahit Arf’ın (19101997), o zaman dediği gibi “aritmetik demokrasisi ile yönetilmektedir”. Ne yazık ki bir türlü “matematik demokrasisine” geçemedik. 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası’ndan sonra tutuklanan, Ziverbey Köşkü zindanlarında gördüğü insanlık dışı işkencelerden psikolojisi ve sağlığı bozulan, ölünceye kadar (30 Ağustos 1987) devrimci ruhunu kaybetmeyen Doğu Karadenizli (RizeÇayeli) hemşehrim, arkadaşım Avukat Nuri Yazıcı’yı (Kastro Nuri) ve 29 Ağustos 2015 günü sonsuzluğa uğurladığımız hemşehrim, arkadaşım Elk. Yük. Müh. Engin Dağıstanlı’yı rahmetle anıyorum. Alb. Edip Kırtıloğlu ve Askeri Savcı Aydoğan Karslıoğlu’na yaşıyorlarsa kendilerine, yaşamıyorlarsa çocuklarına ve torunlarına saygılarımı sunarım. Yaban dil ya da Calvinleşmek 2017, 2018, 2019 İstanbul: Sayısal fotoğraf 2017 Anayasa Halkoylaması, 2018 CB ve Genel Seçimler, 2019 Yerel Seçimler açılarından İstanbul’un sayısal ve siyasal fotoğrafını çekmeye çalıştım. HHH Kayıtlı seçmen 2017 2018 2019 10.529.030 10.573.543 10.570.939 Kullanılan oy 2017 2018 2019 9.340.205 9.304.207 8.865.086 2017 2018 2019 Geçerli oy 9.207.590 9.155.118 8.549.838 Katılım oranı 2017 2018 2019 Yüzde 88.71 Yüzde 87.99 Yüzde 83.89 2017 Halkoylaması sonuç Evet 4.479.272 Yüzde 48.6 Hayır 4.728.318 Yüzde 51.4 2018 CB ve parti oyları Erdoğan 4.578.454 Yüzde 50 (AKP 3.882.775 (MHP) 757.238 (AKP+MHP) 4.640.013 İnce 3.378.021 Yüzde 36.9 (CHP) 2.448.244  Demirtaş 661.761 Yüzde 7.2 (HDP) 1.146.449 Akşener 435.558 Yüzde 4.8 (İYİ PARTİ) 743.920 Karamollaoğlu 86.147 Yüzde 0.9 (SP) 137.726 (Millet İttifakı+HDP) 4.476.339 2019 Belediye Başkanlığı İmamoğlu 4.169.765 Yıldırım 4.156.036 Yüzde 48.77 Yüzde 48.60 HHH Yukardaki fotoğraf neler gösteriyor: 1) Her üç seçim arasında, kayıtlı seçmen sayısı bakımından, 2018 seçiminde 50.000 dolayında olan seçmen artışı dışında, anlamlı bir fark yoktur. 2) Seçime katılım açısından 2019 yerel seçimlerin deki oran en düşüktür. Öteki seçimlerdeki ortalamalara göre yaklaşık 500.000 kişi bu seçimde oy kullanmamıştır. 3) Geçersiz oylar öteki seçimlerde 150.000 dolayındayken, 2019 seçimlerinde 300.000 kadardır. 4) 2018 CB seçiminde Erdoğan’ın aldığı oylar Anayasa Halkoylamasındaki “Evet” oylarına göre 100.000 kadar bir artış göstermiş, buna karşın aynı seçimdeki AKP+MHP oylarının toplamından 70.000 kadar geride kalmıştır. Yani aynı seçimde Erdoğan, AKP+MHP’nin toplam oyundan daha az oy almıştır. 5) İnce, 2018’de CHP’den 1.000.000 kadar fazla oy almıştır. Onun dışındaki bütün muhalif adaylar, partilerinden daha az oy almışlardır. Buradan AKP+MHP dışındaki partilerden, İnce’ye önemli miktarda oy gittiği açıktır. 6) Belediye Başkanlığı seçimlerine düşük katılım, her iki aday açısından da sahip oldukları potansiyelin altında oy almalarına yol açmış görünmektedir. İmamoğlu bir önceki seçimlerin gösterdiği potansiyele (CHP+İP+SP+HDP) göre yaklaşık 300.000, Yıldırım ise (AKP+MHP) 500.000 kadar az oy almıştır. İmamoğlu’nun potansiyelinin gerisinde kalmasını, sol kesimde seçimlerin boykot edilmesine yönelik kampanyaya, Yıldırım’ın potansiyeline erişememesini ise seçmenin AKP+MHP ittifakından yüz çevirmesine bağlayabiliriz. HHH Son söz olarak, AKP+MHP ittifakının İstanbul’u yitirmesinin zaten (burada alıntılamadığım) 2015 Haziran ve Kasım seçimlerinde ve 2017 Anayasa Halkoylamasında “Hayır” biçiminde ortaya çıkan eğilimlerle tutarlı olduğunu, öncesine ve sonrasına göre görülen istatistiksel tutarsızlığın ise  sadece Erdoğan’ın CB seçildiği 2018 seçim sonuçlarında göze çarptığını söyleyebiliriz. Feridun Andaç Gelinen değil, sürüklenilen bir yerdeyiz. Burası kesin. Zorbalığın egemen kılındığı çağ ötelerde kaldı denilse de, nafile! Gözümden gitmeyen fotoğraf karesi işte zorbalığın resmi. Oysa gidilen yere, atılan adım şiddete karşı bir duruş... Yani; “hoşgörüsüzlüğe karşı hoşgörü, vesayete karşı özgürlük, fanatizme karşı hümanizm, mekanikleşmeye karşı bireysellik ya da zorbalığa karşı vicdan”ın sesi olabilmek adımıdır.Bu bakışı, bilinci yok sayan vandalizm, yaban dili egemen kılarak güç ve söylem tiranlarının ateşleyicisi olmuştur. Hatırlayalım 1993 Sivas Yangını’nı gerçekleştiren güruhun Madımak Oteli’ne yürüyüşünü... İçeridekilere ula şamayınca o mekânı gözü karalıkla ateşe vermelerini. Bu kez de gene zorbalık yürüyordu. Tetikleyicileri oradaki kitle psikolojisinden aldıkları destekti elbette. Orada din tiranlarıyla ırkçılığı bayrak yapanların galeyanı vardı. Açıkçası bir yas törenine yapılan saygısızlık kudret gösterisine dönüşüyordu. Üstelik seyircisi olan, ellerine alev tutuşturulsa sıkıştırdıkları insanları hiç düşünmeden yakabilecek bir güruhun saldırısı... Zorbalığın dili İşte bu noktada zorbanın egemen dili ötede, karşı kıyıdan konuşmaya başlıyor: “Gitmeseydiniz...” “Bana mı sordunuz...” “Provokasyon bilgisi yok...” Yalan söyleyen görüntüler düzme ce olmalı, tanıkların dile getirdikleri de akılcılıktan uzak! Öyledir, zorba yürüdü mü yeşile kesen ağaçlar kurur. Gök kararır, sular bulanır, bakışlar da tıpkı sözler gibi yabancılaşır. Ululanan ölümlerden beslenen zihniyet için yeni bir alan açılmıştır orada, durmak niye? Susmak niye? Güruhu galeyana getirmek varken... Ateşe körükle giden kim sahi? Kaos yaratmak tiranların bayramıdır. Şanlı Roma da, alevler içindeki Berlin de, yaralı İspanya da tanığı oldu insanlık bunların. İşte bu dönemeçte sözü acımasız kılan; ölüm acısını derinden yaşayan, genç oğulunu yitiren aileye yapılan saygısızlık. Taziye için varılan yer, bir inancın kutlu yeri olması gerekirken; vandalca insana saldırma özgürlüğünü kendinde gören o “zavallı” ruhun hezeyanı... Aslında bu, öteden beri toplumda yaratılmak istenen çatışma zihniyetinin bir sonucudur. Çünkü bundan beslenen bir siyaset argümanı kitleleri böylece manipüle ederek, adeta zihin körelmesi yaşatarak var olmak derdindedir. Çubuk provaydı İşte bu karanlığa dur diyen bir bakışın Çubuk’taki yas evine adımı; aslında zorbalığın her türlüsüne karşı duruştur. Şunu da göz ardı etmeyelim ki; o galeyan bir “prova”ydı. Şiddet ve terör bazen tasarlanmadan gelir. Tıpkı yangın gibi. Unutmayalım Notre Dame yangını küçük bir kıvılcımla başlad,ı yüzlerce yıllık mekânı bir anda yerle bir etti. Evet, büyük olaylar küçük kıvılcımlarla başlar. Vicdanının sesi, bakışı, bilinci Çubuk’taki provalı oyuna gelmedi. Ama bunu bir uyarı gibi de almalı derim. Ya Calvinleşmek isteyenlere yol açıp yangınları çoğaltıp yalancı peygamberler yaratacağız ya da Sebastian Castellio olup vicdanımızın sesiyle her türlü zorbalığa karşı dur diyeceğiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle