24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 27 NİSAN 2019 CUMARTESİ TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. BİLİM TEKNİK Spermdeki değişiklikler, daha uzun yaşama olanağı sağlayan DNA kodunu ortaya çıkarıyor İleri yaşta baba olanların çocukları uzun yaşıyor ABD’de yapılan bir araştırma ileri yaşta baba olan kişilerin çocuklarının daha uzun yaşadığını ortaya çıkardı. “Proceedings of the National Academy of Sciences” dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, erkeklerin yaşla birlikte spermlerinde meydana gelen değişiklikler, daha uzun yaşama olanağı sağlayan bir DNA kodunun ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu özellik, kişinin çocuklarına aktarılıyor. Washington Üniversitesi’nden Dr. Dan Eisenberg ve arkadaşları inceledikleri deneklerin telomerleri üzerinde yürüttüler çalışmalarını. Telomer her bir DNA sarmalının ucunda bulunan ve kromozomları koruyan parçalara deniyor. Daha önce yapılan araştırmalarda insanın ya şam süresinin, bu telomer adlı yapıların uzunluğu tarafından belirlendiği ortaya çıkarılmıştı. Kromozom uçlarının hasar görmesini engelleyerek yaşam süresini artıran telomerler, yaşlanmaya bağlı olarak kısalıyor. Bir kadının yumurtaları doğmadan önce oluşur; ancak erkeklerin testislerindeki hücreler yaşamları boyunca bölünür. Bizi yapan yumurta ve sperm hücrelerinin telomer uzunluklarını miras aldığımız için, yaşlı babaların çocuklarının teorik olarak daha kısa telomerlere sahip olduğu düşünülüyordu. Ancak Eisenberg ve ekibi, spermlerde bu durumun tam tersine olduğunu ve telomerlerin yaşla birlikte uzadığını or taya çıkardılar. Deneklerden alınan örnekle ri incelediklerinde ileri yaşta baba olan kişilerin çocuklarında telomerlerin daha uzun olduğunu keşfetti. Peki bunun nedeni neydi? Bunun nedeni muhtemelen telomerlere daha fazla DNA ekleyerek onların uzamasını sağlayan telomeraz adındaki enzimin testislerde çok aktif olması. Zaten bazı araştırmalar, yaşlı erkeklerden gelen spermlerin ortalamadan daha uzun telomerlere sahip olduğunu göstermekteydi. Erkekler DNA’larını çocuklarına spermleri ile geçirdikleri için sahip oldukları telomerler de sonraki nesillere aktarılıyor. İşte, telomerazın kromo zoma DNA eklemesi sayesinde uzamış olan telomerleri de çocuklarına aktarılmış oluyor. Araştırmalarını yaklaşık 3 bin büyükbaba, oğulları ve torunları ile yürüten Eisenberg, erkeklerin çocuk sahibi olmayı ertelemesiyle uzun telomerlerin sonraki nesillere aktarılarak insan ömrünün uzamasına neden olacağını belirtiyor. Telomer uzunluğu, kişinin dedesinin de ileri yaşta baba olması durumunda çok daha fazla oluyor.  Bilim insanları yaşlı babalardan miras alınan uzun telomerlerin bağışıklık sistemi, sindirim sistemi ve cilt gibi hızlı hücre gelişiminin görüldüğü doku ve biyolojik fonksiyonlarda son derece olumlu etkilere yol açabileceğini iddia ediyor. Darüşşafaka’nın Tenten’i dünyanın en iyisi Darüşşafaka Lisesi’nin robot kulübündeki öğrenciler, kendi ürettikleri ve “Tenten” adını verdikleri robotla ABD’de 40 ülkeden 15 bine yakın öğrencinin kıyasıya yarıştığı uluslararası FIRST Robotics Competition (FRC) finallerinde Engineering Inspiration Award’un (İlham Veren Mühendislik Ödülü) sahibi oldu. “Sultans of Türkiye” adını taşıyan kulübün, yarışmanın dünya finallerinde bu seviyede ödül alan ilk Türk takımı olduğu belirtildi. Masrafları NASA karşılayacak Yapılan açıklamaya göre, Tenten, kurgusal zemindeki bir uzay gemisine nesne fırlatabilme, disk yerleştirebilme ve belirli yükseklikteki platformlardan inme ve platformlara tırmanma gibi farklı beceri kıstaslarının tamamında başarılı oldu. Siemens Türkiye'nin desteklediği Darüşşafaka Robot Kulübü'nün, aldığı bu ödülle önümüzdeki yıl bölgesel yarışmalara katılmadan doğrudan şampiyonaya gitmeye ve Amerikan Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) desteğini almaya hak kazandığı kaydedildi. Takımın, 2020’de yine Houstan’da düzenlenecek şampiyonaya katılım bedelinin ise NASA tarafından karşılanacağı bildirildi. Neden uyumadan önce su içme ihtiyacı duyarız? Bedenimizin bol miktarda sıvıya ihtiyacı var, sonuçta önemli ölçüde sudan oluşuyor. Hücrelerimizin ve dokularımızın su kıtlığı çekmemesi için beynimiz, susuzluk anında alarm veren bir ölçüm sensörüne sahiptir. Buna reaksiyon olarak da susama hissi duyarız. Fakat anlaşıldığı üzere saate bağlı bir susama hissi de var: Birçok insan yatmaya gitmeden kısa bir süre önce susadığını hisseder. Peki ama neden? Bundan bedendeki bir su kıtlığı mı sorumlu, yoksa bu susuzluk bedenimizin uzun uyku evresinde son bir kez “şarj” olduğu bir tür önlem mi? McGill Üniversitesi’nden (Montreal) Claire Gizowski bu sorunun yanıtını bulabilmek için farelerle bir deney gerçekleştirince ilginç bir şekilde farelerin de uykudan önce benzer bir susama hissi duyduğunu görmüş. Nörofizyolojik, iç saat ve susuz luk kontrolü açısından fareler bize çok benzediği için bilim insanları akşam susuzluğunu fareler üzerinde araştırmış. Fareler, bedenlerinde yeterli miktarda su bulunması halinde bile uykudan önce daha fazla su içiyor. Bu fazladan su içmenin fizyolojik susuzlukla bir ilgisi yok, bu davranış daha çok gereksiz gibi görünüyor diyor Gizowski. Peki ama fareler ve insanlar uykudan önce niçin daha fazla su içiyorlar? Bilim insanları akşam susuzluğunun iç saat tarafından çalıştırıldığını düşünüyor. Sonuçta iç saatimiz, metabolizmamızın gecegündüz ritmine göre değişmesini sağlıyor. Olası bir sebep şu: Uzun uyku evresi sırasında bedenimiz su takviyesi almıyor, bu yüzden daha önce alınanla idare etmesi gerekiyor. Bu yüzden bedenimiz, akşamları bize susama hissi vererek, susuz kalmamak için bir önlem alıyor. Araştırmacılar gerçekleştirdik leri deneyler sırasında, akşamları su içmesi engellenen farelerin, uyku evrelerinin sonlarında gerçekten de susuzluk çektiğini görmüş. İç saatin önlem niteliğindeki susuzluğu ne şekilde tetiklediğini bulmak isteyen araştırmacılar, iç saatin bulunduğu suprakiazmatik çekirdeği (SCN) ve farelerdeki susama merkezini analiz etmiş. Sonuçlara göre iç saatin bazı hücreleri uyku evresinden kısa bir süre önce çok etkin ve özellikle de su dengesi ve kan basıncını etkiyen bir peptit hormonu olan vazopressinin salgılanmasını sağlıyor. Vazopressin ise susama hissini uyandırıyor. Uzmanlara göre bu çalışma uykudan önceki susuzluğun gerçekten de iç saat tarafından tetiklendiğinin ve büyük bir olasılıkla da bedeni gece susuzluğundan koruduğunun bir kanıtı. Kaynak: www.nature.com/nature/journal/v537/n7622/full/nature19756.html Depreme dayanıklı boya geliştirildiCam liflerinden oluşan boya tuğla yapıları depreme dayanıklı kılıyor Tuğla yapıların bir boya ile kaplanması onları depreme dayanıklı kılabilir. Söz konusu boya cam liflerinden oluşuyor ve yapının direncini artırmanın yanı sıra, sarsıntılarda esneklik kazanmasına da olanak sağlıyor. Tuğla yapılar daha ucuza mal olmakla birlikte, bunlar depreme pek de dayanıklı değildir. Tokyo Üniversitesi’nden Kenjiro Yamamoto ve arkadaşları tuğla yapıların güçlendirilmesi amacıyla, standart akriliksilikon boya reçinesi ve cam liflerinden oluşan ve bu tür yapılara esneklik kazandıran bir boya geliştirdiler. Bu boya yapının genel direncini artırıyor ve aynı zamanda da yapının bükülmesine ve parçalanmadan enerjiyi dağıtmasına da olanak tanıyor. Yamamoto ve arkadaşları bir tuğla yapı örneği üzerinde yaptıkları deneyler sonucunda boyanın yapıya 1995 Kobe depreminin iki katı şiddetinde bir sarsıntıda ayakta kalabilmesine olanak tanıyacak bir dayanıklılık kazandır dığına tanık oldular. Bir başka deneyde rin ilgisini çekebileceğine inanıyor. bu boyayla kaplanmayan başka bir ör nek yapının çok daha küçük bir sarsıntı Derleyen: Rita Urgan da çöktüğünü gören araştırmacılar önü Earthquakeresistant müzdeki aylarda deneylerini tam ölçek paint could help brick bu li tuğla yapılar üzerinde uygulayacakla ildings survive tremors rını belirtiyorlar. New Scientist Tech Yapıların depreme daha dayanıklı du nology ruma getirilmelerini sağlayan çok az yön tem var. Güçlendirilmiş plastikten yapıl mış duvar kaplama levhalarından yarar lanılabiliyor, ama bu tür levhalar yapıya olsa olsa onların duvara iliştirilmesine ya rayan yapıştırıcıya eşit oranda bir güçlen dirme sağlıyor. Yamamoto ve arkadaşları geliştirdik leri bu yeni boyanın maliyetinin metre kare başına yaklaşık 9 ile 14 dolar ara sında değişebileceği yönünde bir öngö rüde bulunuyorlar. Oysa, başka seçe neklerin günümüzdeki maliyetleri bu nun 10 katına ulaşabiliyor. Yeni Zelanda Üniversitesi’nden Jason Ingham, boya nın özellikle de maliyetlerin ciddi bir so run oluşturduğu gelişmekte olan ülkele EN PAHALI 10 CEP TELEFONU 1) Black Diamond iPhone 5 (15.3 milyon $) 2) Diamond Rose iPhone 4 (8 milyon $) 3) Supreme Goldstriker iPhone 3G (3.2 milyon $) 4) iPhone 3G King Button (2.4 milyon $) 5) GoldVish Le Million (1.3 milyon $) 6) Diamond Crypto Smartphone (1.3 milyon $) 7) Gresso Luxor Las Vegas Jackpot (1 milyon $) 8) Vertu Signature Cobra (310.000$) 9) BlackDiamond VIPN Smartphone (300.000$) 10) iPhone Princess Plus (176.400$) Kaynak: WonderList.com, 2018 Araştırmalar teknolojinin belleğimizi değiştirmekte olduğuna işaret ediyor. Giderek içeriğin kendisinden çok, o içeriğe nasıl ulaşacağımızı anımsama gereğini duyuyoruz. Yoksa teknoloji belleği zayıflatıyor mu? Siz en son ne zaman bir sorunun yanıtını bulmak için hemen internete koşmak yerine, düşünüp kafa yordunuz? Bir zamanlar belleğinizde tutmaya çalıştığınız telefon numaraları, dost ve yakınlarınızın yaş günleri gibi bilgiler, şimdilerde elinizden eksik etmediğiniz akıllı telefonlarınızın belleğine kaydedilmiş durumda. Artık bilim insanları belleğimizin bu durumdan ötürü zarar görüp görmediğini merak etmeye başladı. Princeton Üniversitesi’nden Diana Tamir ve arkadaşları insanları gezilere gönderdiklerinde, kendilerinden resim çekmeleri istenen kişilerin sonradan geziyle ilgili birtakım ayrıntıları anımsama konusunda gerçekte daha başarısız olduklarını gördü. Tamir’e göre, iletişim araçları yoluyla bir deneyimin basılı kopyasını oluşturmak, kafamızdaki kopyanın netliğini azaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Yol bulmak için uydu seyir sistemlerine bel bağlayanların da bulundukları yeri kestirebilme konusunda, haritalardan yararlananlara kıyasla, çok daha başarısız oldukları görülüyor. Londra University College uzmanlarından Sam Gilbert, “Araştırmalar teknolojinin belleğimizi değiştirmekte olduğuna işaret ediyor. Giderek içeriğin kendisinden çok, o içeriğe nasıl ulaşacağımızı anımsama gereğini duyuyoruz” diyor. Görünüşe bakılırsa, bilişsel yükün boşaltılması beynin insanların yeni bilgileri daha kolay ezberlemelerine olanak tanıyan önemli kaynaklarına yer açıyordu. Gel gelelim, aygıtlara fazlasıyla bel bağlamak insan belleğinin gerçekte ne denli güçlü olduğunun değerini yeterince kavramamızı önleyebilir. İnsanlar sü rekli olarak neyin bellekte saklanmaya değer olduğu konusunda düşünüp karar veriyorlar. Ertesi gün neleri anımsamaları ve neleri not etmeleri gerektiğine karar veriyorlar. Bireyin kendi belleğinin kapsamı, süreçleri ve doğası konusunda sahip olduğu bilgiye metabellek adı veriliyor ve teknoloji görünürde metabelleğe zarar veriyor. Gilbert, “Dış kaynaklara erişebildiğiniz sürece ilk bakışta göze çarpmayan bu tür yanılmalar insana pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak bu kaynaklardan yoksun kaldığınızdaörneğin, bir sınavda, acil bir durumda, ya da teknolojik bir felaket durumundaonlarsız ne denli yoğun bir çaba harcamanız gerektiğinin ayırdına varabilirsiniz. Belleğinizin gerçekte ne denli güçlü olduğu konusunda kesin bir görüşe sahip olmak, en az güçlü bir belleğe sahip olmak kadar önemlidir” diyor. Görünüşe bakılırsa, teknoloji şimdilik kişinin bellek gücünü olumsuz yönde etkilemekten çok, düzenleyici ve iyileştirici bir etki yaratıyor. Ancak Londra Üniversitesi Bellek ve Hukuk Merkezi’nin başkanı Martin Conway, kişiyle araçlar arasındaki arayüzün gelecekte daha da iç içe geçmesi durumunda beynin şimdiden öngörülmesi olanaksız biçimlerde uyum sağlamaya başlayacağına inanıyor. Hemen telefona sarılmak yerine, öncelikle kafanızın içindeki ansiklopediye başvurmayı bir deneseniz daha kârlı çıkarsınız. Derleyen: Rita Urgan https://www.newscientist. com/article/mg24032011000memoryspecialistechnologymakingyourmemoryworse/ Buzulların içinden nükleer atıklar çıkıyor Buzullarda yüklü miktarda radyoaktif kalıntılar olduğu ortaya çıktı. Radyoaktif izotopların yapılan nükleer silah denemelerinden ve nükleer kazalardan kalma olduğu belirtiliyor. Buzulların erimesiyle beraber bu atıklar denizlere karışacak ve tehlike yaratacak. İngiltere’de Plymouth Üniversitesi tarafından yapılan yeni bir araştırma sonucunda eriyen buzullar, patlama zamanı giderek yaklaşan bir nükleer bombaya benzetildi. Araştırmacılar farklı bölgelerden aldıkları 17 farklı buzulu inceledikten sonra buzun yüzeyindeki tortuda “cryoconite” denilen serpinti radyonüklitlerine (FRN) rastladı. Bazı örneklerde radyoaktif madde yoğunluğu buzul olmayan bölgelere göre daha fazlaydı. Aslında bu durum Çernobil ve Fukushima facialarından sonra atmosfere yayılan radyoaktif serpintilerin, buzulların erimesi ile başka bir probleme yol açabileceğini de gösteriyor. Radyoaktif serpintiler karın ve buzun üzerinde ağır bir tortu meydana getiriyor. Radyoaktif maddeler buz eriyinceye kadar cryoconite içinde tutuluyor. Araştırmada bulunan tehlikeli radyoaktif maddeler arasındaysa sezyum ve amerikyum yer alıyor. Radyoaktif parçacıklar çok hafif maddeler oldukları için atmosfere karıştıklarında çok uzun mesafeler kat edebilir. Eğer yağmur yağarsa maddeler su ile birlikte yeryüzüne iner ancak kar varsa bu maddeler karın üzerinde tortu oluşturup kar eriyinceye kadar onlarca yıl kalabilir. Ekibin şimdiki amacı bu maddelerin çevreyi ve besin zincirini nasıl etkilediğini öğrenmek. Ayrıca ekipten bazıları, cryoconite kullanılarak nükleer kazalardan etkilenen bölgelerin temizlenebileceğini iddia ediyor. Araştırma raporları 2019 Avrupa Yerbilimleri Birliği Genel Kurulu (EGU) toplantısında yayımlanacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle