18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 NİSAN 2019 CUMARTESİ [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler İsimler değişiyor, sonuç değişmiyor! Necdet Saraç Saldırı, linç, yakma eylemlerinin cezasız kalması bir yana, ödüllendirilmesi, yalnızca isimleri, tarihleri ve şehirleri değiştiriyor. Sanki araya bir karbon kâğıdı konulmuş gibi isim bazen Ogün, bazen Osman, bazen Madımak, bazen Çubuk oluyor ama sonuç değişmiyor! Katliama “hadise”, linç girişimine “meşru protesto”, “o evi yakın” bağırmalarına “tepki”, bu işe taş atarak, yumruk vurarak ya da slogan atarak katılanlara da “Sevgili arkadaşlarım” dedikçe sonuç değişmez. Yapılan her ne ise ona “ağır tahrik sonucu ortaya çıkan münerit bir olay” denir ve bir sonraki beklenir! Üç beş kişi değil, binler! Katliamla neticelenecek linç girişimlerinin “kitlesel katılımı” ise asla görülmek istenmez. Bu işi yapan hep “üçbeş çapulcudur”! Sanki sorun bir tek yumruk atan ya da “o evi yakın” diyen kişideymiş gibi davranılır. Polis rakamları Madımak’ta oteli yakanlara “yakın ula yakın” diye bağırarak destek verenlerin sayısını 15 bin kişi olarak veriyor. Bu sayı 1993 Sivas’ında yetişkin her 10 kişiden birinin katliama katıldığı anlamına geliyor! Aynı polis rakamları Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’nun sığınmak zorunda kaldığı eve taş atan, “o evi yakın” diye bağıranların sayısını da 23 bin kişi olarak veriyor. Çubuk Akkuzu’nun nüfusunun yaklaşık 3 bin kişi olduğunu yazayım, gerisini siz hesap edin! İş burada kalsa yine de “iyi”! Herkes orada! Bunlar olurken bir de cinayete, katliama, linç girişimine katılanlar cezalandırılmaz, bazen hemen serbest bırakılarak, bazen de büyük bir “avukatlar Ordusu” ile savunularak bir süre tutup bırakarak ödüllendirilirler ve bu “ödüllendirme” sonucu kahraman yaratılır! Bakınız: Mehmet Ali Ağca, Ogün Samast, Maraş ve Madımak sanıkları ve son olarak “eli öpülesi” ilan edilen Osman Sarıgün! Çok açık ki, bu gerçeklerle yüzleşilmediği sürece söylenen her şey havada asılı kalır. Her şey orta yerde herkesin gözü önünde olmuştur. Tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanında ya da Yakup Kadri’nin Yaban romanında anlattığı gibi... Herkes oradadır: Milli Savunma Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Eğitim Bakanı, Vali, Kaymakam, yüzlerce resmi ve sivil polis, asker oradadır. Kuşkusuz istihbarat elemanları da... Olacak her şey de sanki bellidir: CHP’yi ve liderini terörle ve terör gruplarıyla birlikte hedef gösteren, nefret ve kutuplaştırıcı dili sürekli geliştiren, “CHP’lileri şehit cenazelerinde protokole almayın” diyen siyasi aktörler, seçim sonuçları için “darbe”, şehitler sonrası “Mutlu musun Ekrem” manşeti atan gazeteciler, “Kılıçdaroğlu da idam edilmeli” diyen televizyoncular... Ve her şey kameralar önünde olur. Tıpkı Madımak gibi... Çubuk dediğin yer ise Ankara merkeze 40 dakikadır. Herkesin bildiği ‘sır’lar! İstense anında kalabalık dağıtılır, saldırı engellenirdi! Ama devletin en yetkili isimleri orada olmalarına rağmen, linç girişimini seyretmeyi tercih ederler. Yetmez, Kılıçdaroğlu’nun sığınmak zorunda kaldığı evde 2 saat beklemesini ve “Bay Kemal” bağırmaları arasında evin taşlanmasını sağlarlar. Sonra da Kılıçdaroğlu’nu itibarsızlaştırmak için ona “kamuflaj” giydirerek çıkarılması teklif edilir! Hepimizin bildiği bu gerçekleri “sır” olarak kabul etmekten Her şey orta yerde herkesin gözü önünde olmuştur. Tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanında ya da Yakup Kadri’nin Yaban romanında anlattığı gibi... vazgeçmezsek hiçbir sonuç alamayız, her seferinde başa döneriz! Lafı eğip bükmeye gerek yok: 1) Kılıçdaroğlu’na saldırı anlık bir provokasyon değil, açık ve planlı bir saldırıdır! 2) “Yakma” eylemi ve “linç kültürü” bu topraklarda hep oldu! Yalnızca Madımak ve Kılıçdaroğlu’na yapılana bakıp değerlendirme yapmak da eksik kalır. Son dönemlerde HDP yöneticilerine, Kürt işçilere ve Suriyelilere yönelik linç girişimleri hafızalardadır! 3) İstihbarat güçlerinden, dolayısıyla devletten destek almadan bu tür eylemler olamaz! 4) İnsan yakma ve can alma talebi de, girişimi de suçtur ve ceza gerektirir ama yargı şiddeti cezalandırmıyor, ödüllendiriyor! 5) Mevcut siyasal iklimin bir sonucu olarak, ahlak ve adalet çöktüğü için vicdan da çöktü! Çünkü siyasi iklim haklıyı değil, güçlüyü besliyor. Vicdansızlık çok hızlı yayılan bir virüse dönüşmüş durumda! 6) Siyasal güç dengesi olmayınca, yüzleşme de olmuyor, toplumsal çürüme hızlanıyor. Hak, hukuk, adalet kavramları iktidar gücünün karşısında önce soyut kavramlara dönüşüyor, sonra da kıyaslamalarla anlamsızlaştırılıyor! 7) Vicdanın dine, dinin de iktidara tabi kılınması kaçınılmaz bir şekilde ahlakı ve erdemi de ğil, riyakârlığı ve zalimliği üretiyor! 8) Nerdeyse bütün büyükşehirlerin el değiştirdiği 31 Mart seçim sonuçları, siyasal dengeleri değiştirerek, yeni bir siyasal iklimi ortaya çıkaracağı için Çubuk hamlesi bu dengeyi bozma hamlesi olarak ortaya çıkmıştır! Çok açık ki, siyasal iktidar 17 yıldır, hatta 25 yıldır kendi lehine olan bu güç dengesinin bozulmasını istemiyor! 9) Kılıçdaroğlu’na yumruk atan Osman Sarıgün serbest bırakılarak, “eli öpülesi” yapılarak kahraman gibi yapılmaya çalışılsa da, Türkiye’nin normalleşmesinin yolunu açacak yeni siyasal iklimi bozamaz! 10) 31 Mart sonuçlarıyla AKP’nin çözülme süreci başlamıştır ve bu linç girişimine alınan tavırla daha da hızlanacaktır. Sertleşme de, Kılıçdaroğlu’na saldırı da bunu durduramaz. Sistem tutmadı, tıkandı, yol alamıyor! Din üzerinden de, milliyetçilik üzerinden de iktidar kurgusunda sona gelindi. Erdoğan’la iki partili sistemi de tutmadı. Bu sistem kendisini 4.5 yıl daha taşıyamaz. 25 yıldır ülkeyi yöneten AKP de kendisini yenileyemeyeceği gibi MHP’yi de daha fazla sırtında taşıyamaz! “İsimlerin değiştiği ama sonuçların değişmediği” bu sonucu değiştirecek en önemli güç, eğer üzerine düşen rolü oynarsa CHP’dir! 23 Nisan’ı doğru anlamak Mert Taşçılar / Gazeteci Çocuklar, geleceğin ön izlemesidir. Toplum olarak sorunlara bakış açımız aslında hep bulunduğumuz noktadan konuşmaya dayalı. Çocukların sorunlarına empati kurarak bakmak gerekirken bizler, güç yarışı içerisinde siyasi çekişmelere kurban edilmiş nesiller yetiştiriyoruz. Tam da bu sırada 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Gerçek adıyla, 23 Nisan Milli Bayramı ya da Hâkimiyeti Milliye Bayramı... Ulusal Egemenlik Bayramı’nın çocuklara verilmesine yönelik karşı açıklamalar oldu. 23 Nisan’ın anlam olarak en başında ilan ediliş şekliyle içinin boşaltıldığı nitelendirmesi yapıldı. Kamuoyunda tartışma yaratan bu fikirleri karşı tezle çürütmek zor değil. Önceden liberaller, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı stadyumlara sıkıştırıldı” diyerek Cumhuriyet anlayışının içini boşaltmak isterken bugün de benzer tartışmalar, meselenin özünü kaçırmamıza neden oluyor. Çocukların elinden kitapları, bayrakları, balonları alıp ne verebilirsiniz ki? Çocukların kutlamadığı bir devrimin gelecekte ayakta kalma ihtimali var mı? Hâlbuki 23 Nisan, çocuklara seçim mitingi sırasında otobüs 23 Nisan’ı koruyarak devrimleri gelecek nesillere ze kadar geldi. balonlarla, şarkılarla, türkülerle anlatmamız, ulusal egemenlik bilincini kuşaktan kuşağa aktarmamız Yani, bayramın yorumlarını yapmak yerine önce, 23 Nisan’ın anlamını eğitimde ya gerekir. şanan bu çürümeyle değerlen dirmek daha doğruydu. ten atılan oyuncak bebekler gibi bir hediye değildi. Hatta hediye la MEB arasında protokoller imzalandı. Ulusal egemenlik... de değildi. Bu bayram çocukların, Aslında çocuklarımız ele geçiri Çünkü Cumhuriyet devrimi, küçük yaşlardan itibaren tarihte liyordu. Ortaya öyle bir tablo çık Köy Enstitüleriydi, millet mek arkalarına dönüp baktıklarında tı ki 16 yılda 5 farklı eğitim sis tepleriydi, medreselerin kapatıl Cumhuriyet devrimlerini görme temine 6 bakan harcadık. İki bu masıydı, dil devrimiydi. Anado leri için ilan edildi. çuk yılda bir gelen her bakanla lu topraklarında fikren kurulmuş 23 Nisan kutlamalarındaki an birlikte değişen yeni bir eğitim bir egemenlik anlayışını örgütle lamı kaybettiğimizi söylerken bu sistemiyle tanıştık. yerek tesis etmekti. noktaya nasıl geldiğimizi de an Anlayamadığımız tek nokta Bu anlayışı gerekirse balon latmak gerekiyor. Çünkü toplum Türkiye’de bir eğitim sisteminin la, gerekirse kutlamayla anlat olarak çok yıprandık. 100 yıl bo olmadığıydı. Hep bir eğitim sis mak 23 Nisan’ın esas amacını ta yunca yaşamımıza girmeyen kav temi varmış gibi yapan iktidar mamlar. ramlar son yıllarda büyük bir dö lar, kurulu bir kaos sistemi yarat Sonuç olarak yıllardır eği nüşümle hayatımıza sokuldu. tı. Bugüne geldiğimizde çocukla timdeki bunca dönüşüme, geri “Reform”, “normalleşme”, “çö rın ezildiği, para yutan bir cana ye gidişe eleştiri getirmeden, 23 züm”, “atılım”, “hizmet” gibi keli var yarattık. Nisan’ı yorumlarla “gereksizleş meleri çok duyduk. “Milli Eğitim” devrimden saptı. tirmek”, geçmişte takılı kalmak Savrulduk! Var olan bozuklukların üzerine tır. Bizim Cumhuriyet devrimKuran kursları, sıbyan mekteple lerini hatırlayabildiğimiz 23 Ni Ama yaşadıklarımızı anlatan ri ve imam hatip okullarının sa san’larımız çok yok. Bu nedenle, tek gerçek kelime şu: Savrulduk. yısında patlama yaşandı. İnsanla 23 Nisan’ı koruyarak devrimleri Şimdilerde unutsak da haya rın, “lütfen çocuğumu eğitin” di gelecek nesillere balonlarla, şar tımızda tüm bu kavramları kap ye yalvaracak noktaya gelerek kılarla, türkülerle anlatmamız; sayan değişiklik eğitim alanın her yıl milyonlarca lirayı, belli ulusal egemenlik bilincini kuşak daki 4+4+4 hamlesiyle geldi. Pe gruplara ait özel okullara akıtma tan kuşağa aktarmamız gerekir. ki, AKP iktidarı tarafından 4+4+4 sı sağlandı. Atatürk’ün de dediği gibi: “Eği düzenlemesi neden yapıldı? Artık mevcut eğitim sisteminin timdir ki bir milleti ya hür, ba Amaç çocuklarımızın eğitimin yetiştirdiği tek bir insan modeli ğımsız, şanlı, yüksek bir topluluk de ulusal egemenlik anlayışının var. “Güçlü olmak için başkaları halinde yaşatır; ya da esaret ve vakıflara, cemaatlere, dernekle nı sömüren” insanlar büyüyor ve sefalete terk eder.” re, “adama” devredilmesiydi. Bu aynı amaca yönelik çocuklar ye Önce devrimi anlatmayan eği düzenlemeden sonra art arda ce tiştiriyor. Bu döngü sağ iktidarlar tim sistemine odaklanalım sonra maatlerin hâkim olduğu vakıflar boyunca desteklenerek günümü balonlarla ilgileniriz. Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel, profesyonel askerlik tartışmalarını değerlendirdi ‘Amaç, Türk ordusu ile Türk halkının bağını koparmaktır’ Balyoz kumpasında 18 yıl ceza alan ve yakla da örgütlenmiştir. Bu anlamda mükellef askerlerin var şık 4 yıl cezaevinde ya lığıyla da tam bir halk ordu tan emekli Kurmay Albay su görünümündedir. Türk or Mustafa Önsel, bir süredir gündemde olan profesyonel askerlik tartışmalarını Çağdaş Bayraktar dusunun bu yapılanması, ordumillet kavramının beyinlere kazınmasına vesile ol farklı bir açıdan değerlen muştur. Vatan savunması sade dirdi. Vatan savunmasının sadece ce bir grup tarafından üstlenile bir grup tarafından üstlenilemeye mez. İçinde herkesin payı olma ceğini belirten Önsel, profesyonel lıdır. Vatan, bu coğrafyada yaşa ordu modeli ile hem askeri hem yan herkesindir. Bedeli de, külfe toplumsal yapımızda telafisi ol ti de beraber karşılanmalıdır. He mayacak hasarlar oluşacağının al le etrafı ateş çemberi olan böyle tını çizdi. Önsel, yeni askerlik sis bir coğrafyada bu bir zorunluluk temine ilişkin Cumhuriyet’in soru tur. Ayrıca Batılı ordular demiş larını yanıtladı. ken eski Fransa Büyükelçisi’nin n Sayın Önsel, yeni modelle bu konudaki sözlerini de anımsa beraber bedelli askerliğin kalı talım: “Mükellef askerlik sayesin cılaşacağını görüyoruz. Bunun de Fransız gençleri belli seviyede ne gibi etkileri olur? vatandaşlık bilincine ulaştıkları ve Bedelli askerliğin daim hale ge ülke çapında birlik beraberlik ru tirilmesi, vicdan yaralayan, as hunu oluşturabildiler. Ancak pro kerliğin ruhuna darbe vuran, fesyonel askerlik uygulama anayasanın eşitlik ilkesi sıyla mükellef askerliğin ne de aykırı bir uygula kaldırılması sonucu, Fran ma olacaktır. Bu zama sız gençliği darmadağınık na kadar en azından as halde ve birlik duyguları ker ocağında insanımıza zayıfladı.” eşit davranılıyordu. Zengin, Batılılar bize bu sistemi fakir ayrımı yapılmadan bü dayatırken kendileri bin piş tün gençler, ailelerinin sosyal sta man! tüsüne bakılmadan, memleketleri gözetilmeden, aynı şeyleri giyip, aynı şeyleri yiyor, aynı muamele ‘Kadınlarımıza da temel eğitim verilmeli’ ye tabi tutuluyordu. Bu uygulamanın hayata geçirilmesiyle, insanımızın artık hiçbir anlamda eşitleneceği saha bulunmuyor, mükellef (zorunlu) askerlik anlayışı büyük zarar görmüş oluyor. Bu saatten sonra hiçbir birlik komutanının mükellef askerleri motive etme şansı yoktur. Vatan savunmasına bundan daha büyük darbe olur mu? n Daimi bedelli askerlik, profesyonel orduya geçişin bir aşaması mıdır? Bedelli askerliğin daim hale gelmesiyle, profesyonel askerliğe geçişin yolunun açılmaya çalışılmakta olduğunu değerlendiriyorum. Profesyonel askerlik aslında çok uzun süredir ülkenin gündemine ısıtılıp ısıtılıp getirilen bir yaklaşım. Yurt dışında AB ve ABD, yurtiçinde liberal tayfa, Fetullahçı çete, bölücüler ve hükümete yakın olan bir kısım insan, konuyu fırsat buldukça gündeme getirirler. Bunu da Batılı ülkelerden örnekler vererek tartışılmaz kılarlar. Genelde de işini “profesyonelce yapmak”tan hareketle, işini iyi yapan anlamı yüklenir profesyonel askerliğe. Mükellefler ise amatördür.  n O halde profesyonel askerlik daha doğru bir tercih değil mi? Profesyonel ordudan kasıt, işi daha ehil yapmaksa Türk ordusu işini zaten profesyonelce yapıyor. Mükellef asker, ancak gemide yapılması gereken temel hizmetleri görürken, Hava Kuvvetleri’nde de en fazla uçağın çekildiği hangarın ağzında nöbet tutuyor. Deniz ve Böylesi bir coğrafyada profesyonel de olsa sadece 300 bin kişilik bir orduyla kendinizi savunmanız mümkün değildir. Elbette bunun süresi daha makul olmalıdır. Ve belli periyotlarla kısa süreli tazeleme eğitimlerine de tabi tutulmalıdır. Önümüzdeki süreçte bugün de örneklerini gördüğümüz biçimde, savaşlar, cepheden ziyade gerideki sivil insanları etkileyecek. Herkesin en azından bulunduğu mahalde küçük çaplı silahları, savaşma tekniklerini öğrenmesi çok önemli. Gayri nizami harp türü savaşlar artarak devam edecek. Bu nedenle oldukça kısa süreli de olsa kadınlar dahil tüm yurttaşlarımız bu eğitimden geçmeli, belli bir süre sonra tazeleme eğitimine de tabi tutulmalıdır. Türkiye gibi ateş çemberinin ortasındaki bir ülke için bu şarttır. Teritoryal (bölgesel) savunma esas alınmalıdır. n O halde TSK’de ‘profesyonel ordu’yu savunanların esas amacı nedir? Profesyonel ordudan amaç, Türk ordusu ile Türk halkının bağını koparmaktır. Bu çok açık! Eski sistemin düzeltilmesi gereken, aksayan yönleri mutlaka ele alınmalı, uzmanlarca üzerinde çalışılarak daha uygun bir sistem geliştirilmelidir. Ama aksaklıkları bahane edip profesyonel ordu kandırmacasıyla bağışıklık sistemimizin yok edilmek istendiği ortadadır. Profesyonel askerlik ile “Mehmetçik” gibi, tarihin imbiğinden süzülüp gelmiş bir büyük ruh halinin formülü çöpe atılmak isten Hava Kuvvetleri profesyonelliğini mektedir. Mehmetçik, milli ordu tamamlamıştır. Kara Kuvvetleri ve nun; milli ordu, Milli egemenliği Jandarmada da benzer durum söz mizin olmazsa olmazıdır. Unutul konusudur. Batılı ordular, profes masın ki o Mehmetçik sayesinde yonelliğe geçebilir. Onlar emper dir yazılan Türk tarihi. Bunu pro yal hedefler doğrultusunda fark fesyonellikten ziyade yüreğine lı ülkelerde bir nevi lejyoner as borçludur. Mehmetçiği diğer ül ker durumundadırlar. Türk ordu ke askerlerinden farklı kılan en su ise vatanı savunma noktasın önemli şey de bu yürektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle