21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 2 NİSAN 2019 SALI [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Kıbrıs’a dikkat ediniz Ahmet Göksan Yüce Atatürk, Kıbrıs’ın Türkiye için önemini yukarıdaki sözleriyle tanımlıyordu. Türkiye’ye olan uzaklığının 40 deniz mili olduğunu söylersek bu söz daha bir anlam kazanıyor. Yunanistan’a 800 mil İngiltere’ye ise 1500 mil uzak olmasına karşın adı geçen ülkeler Kıbrıs’ın kendileri için stratejik önemi olduğunu söyleyebiliyorlar. Bu yaklaşımlarına koşut her iki ülkenin de adadaki askeri varlıkları olduklarını da kaydetmek gerekiyor. Bu ülkelerin askerleri yeterli değilmiş gibi Ocak 2019 ayında Rum Yönetimi ile Fransa arasında yapılan görüşmelerden sonra onlara da üs verilmesi konusunda uzlaşının sağlandığı belirtiliyor. Bu unsurların adada asker bulundurması işgal sayılmazken Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları ve soydaşlarının can güvenliğini sağlamak ve stratejik çıkarları için asker bulundurması işgal olarak tanımlanmaktadır. Doğalgaz kaynağı Stratejik öneminin yanı sıra çevresinde bulunan hidrokarbon rezervleri de ayrı bir tartışma konusu oluyor. Akdeniz’e kıyısı olan FransaİtalyaİspanyaPortekiz ve Malta’nın liderleri MED 7 toplantısı için geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’ta idiler. AB’ne üye olan bu ülkelerin MED 7 toplantısında öne çıkardıkları önemli husus enerji güvenliğinin sağlanması için çalışma yapılması konusu idi. Bu toplantı öncesinde Kahire’de yapılan toplantıda ise Rum YönetimiYunanistanİsrailÜrdün İtalya ve Filistin temsilcileri bölgedeki rezervin üretimi ve tüketiminin nasıl sağlanacağı konusundaki anlaşmaya imza atıyorlardı. Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgazın üretimi ve tüketimi konusunda, “Doğu Akdeniz Gaz Formu” merkezinin Kahire’de olması kararı alındı. Yapılan açıklamada formun öncelikli hedefinin istem ve sunu sağlayarak üyelerin çıkarlarına hizmet edecek bölgesel bir gaz piyasasının kurulması olduğu kaydediliyor. Bu durum Türkiye’nin Akdeniz’e sınırı olan ülkelerle müzakere ederek bu konuya müdahil olmasını gerekli kılıyor. Bununla da yetinmeyerek kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni de ilan etmesini zorunlu kılıyor. Çünkü yapılan bu çalışmalarla karşı taraflar bölgede zemin kazanmaya devam ediyor. “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için önemlidir.” 1937 Antalya Mustafa Kemal Atatürk Adada yaşanmakta olan uyuşmazlığın çözümü konusunda yarım asrı aşan süredir yürütülmekte olan müzakere sürecinden sonra gelinen nokta ortalık yerlerde duruyor. Bugüne değin “iki bölgeli iki toplumlu” bir yapının kurulması 1977 yılında gerçekleşen “DenktaşMakarios”, Makarios’un ölmesi üzerine 1979 yılında “DenktaşKipriyanu” arasında yapılan görüşmelerden sonra yukarıdaki tanımlamadan yola çıkılarak çözümler arandı. Herhangi bir sonucun alınamamasına karşın BM bu görüşünde ısrar etmeyi sürdürüyor. Bu süre zarfında ortaya konan “Gali Fikirler DizisiGüven Artırıcı Önlemler Paketi ve son olarak da Annan Planı”nın çözüme katkısının olmadığı biliniyor. O zaman ne yapılması gerekiyor? Bugüne değin sürdürülen müzakerelerde Kıbrıs Türkleri ‘Toplum’ olarak kabul edilirken karşı taraf görüşme masasına 4 Mart 1964 gününde BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 186 sayılı karara bağlı olarak ‘Devlet’ olarak oturmaktadır. Eğer gerçekten çözüm isteniyorsa öncelikle bu haksızlık düzeltilerek görüşmelere yeniden başlanmalıdır. Aksi halde yine boşlukta duracak çalışmalara devam edilir. Bu yaklaşımın değiştirilmemesi halinde sonuçsuz müzakereler sonsuza dek devam eder gider... Devlet statüsünde kabul edilen karşı taraf beğenmediği öneriler sunulduğunda Crans Montana’da olduğu gibi görüşmeleri terk edebiliyor. Bir dönem aynı siyasi düşüncede olan siyasetçilerin (M.A. Talat ve Dimitris Hristofyas) görüşmelerinden de sonuç alınamadığı bilini yor. Bu örnekleri çoğaltmak olanaklıdır. O zaman bugüne değin yapılan görüşmelerin dışında çözüm önerileri ile masaya oturulması gerekiyor. Tanımayanlar sorunlu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası hukuka göre varlığını sürdürmektedir. Buna karşın siyasi olarak tanınmamaktadır. Tanınmama olgusunu tanımayanların bir sorunu olarak değerlendirmenin doğru bir yaklaşım olacağını paylaşmak istiyoruz. Tanınmamış olmasına karşın 30’u aşkın ülkede ve merkezlerde temsil edilmektedir. (Birleşmiş MilletlerWashingtonLondraBerlinFransa ve AB ülkelerini sayabiliriz) Bu nedenle Filistin Devleti örneğinde olduğu gibi uluslararası veya bölgesel kuruluşlara alt düzeyde de olsa üye olarak alınması gerekmektedir. Tanınmama konusundaki olguyu ortadan kaldıran AİHM’nin 2 Nisan 2013 günü aldığı kararına işlerlik kazandırılmalıdır. Güney Kıbrıs’ta oturmakta olan bir Rum, Türkiye toprağını işgal ettiği için kullanamadığı savı anılan mahkemede açtığı dava sırasında mahkemeye belge sunması istendi. Bu kişi malı için güneydeki yönetimden aldığı belgeyi mahkemeye sundu. Mahkeme belgeyi “Kuzeyde de ayrı bir otorite bulunduğunu ve belgenin oradan alınması gerektiğini” söyleyerek tazminat istediği davayı reddetti. Ara çözüm önerileri Bu karar gerekçe gösterilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Filistin Devleti örneğinde olduğu gibi tanınmasını veya uluslararası kuruluşlara alt düzeyde de olsa üye olarak alınması için yapılan çalışmalardan sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti İslam İşbirliği Teşkilatı’na Annan Planı’nda tanımlanan devlet statüsünde üye olarak kabul edilmiştir. Mısır’ın dönem başkanı olduğu dönemde bu uygulama askıya alınmıştır. Son dönemde adadaki uyuşmazlığın çözümü konusunda ara çözüm yapılması öneriliyor. Bu yaklaşımın uyuşmazlığın bütününün gözlerden kaçırılarak karşı tarafın amaçlarına hizmet edeceğini düşünüyoruz. Böyle bir uygulamanın başlatılması karşı tarafın uygulamak istediği salam politikasına hizmet edecektir. Burada bir hususa da açıklık getirmek istiyoruz. Uyuşmazlığın çözümü konusunda tam uzlaşı sağlanmazsa yapılacak ara anlaşmaların geçersiz olacağını belirten BM’nin ilkesine de aykırıdır. Mısır’a karşı tavır AİHM kararından sonra Türklerin de benzer karşı davaları açması gerekiyor. BM arşivlerinde konuya ilişkin araştırmalar ve raporlar vardır. Kişisel malların dışında Türk vakıflarına ilişkin mallar içinde kullanım hakkı karşılığı olarak dava açılması öneriliyor. Bu konuda çalışmalar yapılması konusunu ayrı bir yazı konusu olarak ileride paylaşmak istiyorum. Mısır’ın tanımam diyerek askıya aldığı karara da işlerlik kazandırmak ve çalışmalar yapmak konusunda Dışişleri Bakanlığı ile Kıbrıs Türk yöneticilerine büyük görevler düştüğünü kaydetmek istiyoruz. Uluslararası hukuk kararlarını bir ülkenin kabul etmiyorum demesi ile durdurulamayacağının da bilinmesini istiyoruz. Silahlanma ve açlık Kim kazandı, kim kaybetti? Umutsuzluk, öğrenilmiş çaresizlik kaybetti... Umut, pes etmemek, çalışmak, çabalamak kazandı. HHH Otoriterlik kaybetti. Demokrasi kazandı... HHH Baskı kaybetti. Özgürlük kazandı... HHH Nefret, düşmanlık, kavga kaybetti. Sevgi, dostluk, barış kazandı... HHH Kaba kuvvet, baskı, tehdit kaybetti. Uygarlık, medeni cesaret Hukuk Devleti, kazandı... HHH Otoriter milliyetçilik kaybetti. Demokratik milliyetçilik kazandı... HHH Türk, Kürt, Sünni, Alevi, ayrımcılığı, düşmanlığı kaybetti. Türk, Kürt, Sünni, Alevi dayanışması kazandı... HHH Otoriter şeriatçı dinciler, dinci şeriatçılar kaybetti. Demokrat dindar laikler, laik dindarlar kazandı... HHH Otoriterliği savunan tarikatlar, cemaatler kaybetti. Demokrasiyi savunan meslek kuruluşları, sendikalar, STK’lar kazandı... HHH Türkiye’yi üçüncü sınıf bir Ortadoğu ülkesi yapmak isteyenler kaybetti. Türkiye’yi çağdaş uygarlığa taşımak isteyenler kazandı... HHH İktidar yandaşı araştırma kuruluşları kaybetti... Dürüst namuslu, profesyonel araştırma kuruluşu kazandı. HHH İktidar borazanı, dalkavuk, yalancı medya kaybetti... Özgür, bağımsız, dürüst medya kazandı. HHH Anadolu Ajansı, TRT kaybetti... TELE 1, Halk TV, KRT, kazandı. HHH SONUÇ OLARAK “DİREN!” DEDİĞİM, DEMOKRASİ, HUKUK DEVLETİ, UMUT, HER ŞEYE KARŞIN DİRENDİLER VE KAZANDILAR. (En azından şimdilik!) Zor Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen Soğuk Savaş sürecinde, Türkiye’nin NATO’ya katılmasıyla başlayan uzun bir dönemin öyküsüdür. Çok partili yaşama geçen ülkede, iktidar ve muhalefet düşman kardeşlere dönüşür; subaylar her taşın altında NATO adına düşman aramaya başlar... Erol Toy, romanında Kurtuluş ve Kuruluş döneminin idealist ordusunun, 12 Eylül’ün darbeci çizgisine kayışını usta bir dille anlatıyor. 12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce kaleme alınan ama darbe dönemi koşullarında okurla buluşamayan kitap, yeniden gün ışığına çıkıyor... Cevat Turan / Şair ve Yazar Rusya’dan alınması planlanan S400 füzeleri ve Amerika’ya sipariş edilen ABD’nin çark etmeye kurgulu F35 anlaşması gündemden düşmüyor. Bu arada Türkiye F35 için 900 milyon dolar ödeme yapmış durumda. Toplam 116 uçak için 25 milyar dolar daha ödeme yapılacak. Silahlanma, savunma harcamaları bu kadar çok gündeme geldikçe bize de bu soruna bir göz atma görevi düşüyor. Dünyada neler oluyor? Silahlanma konusunun Soğuk Savaş dönemi sonrasında azalmasını beklerken yeniden tırmanışa geçiyor olmasının ideolojik bir ötekileştirmedüşmanlaştırma politikalarının da yükselişe geçtiğinin işareti olabilir mi? Avrupa’nın birçok ülkesinde ve ABD’de milliyetçilik tırmanışa geçmiş durumda. Militarist politikalar soğuk savaşa geri dönüşü mü gösteriyor bize? Emperyalizm düşmansız var olamıyor. Mutlaka bir öteki “kötüye” ihtiyaç duyuyor. Yeni düşman artık dinsel ayrımcılık üzerine mi kurgulanıyor? Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan küresel silahlanma raporunda, dünyadaki savunma harcamalarının 1 trilyon 739 milyar dolara yükseldiği gösteriliyor. Bu sıralamada ilk başı tabii ki ABD çekiyor ve 700 milyar dolar payı var. Çin 228, Rusya 66.3, Fransa 57, İngiltere 47.2, Almanya 44.3 milyar dolar başta olmak üzere, Suudi Arabistan ise yıllık gelirinin yüzde onunu savunmaya ayırıyor. Türkiye 18.2 milyar dolarla 15. sırada yer alırken Hin Dünya, üzerinde doğan her bir insana ve her bir canlıya ait. Kimsenin diğerinden bir karış fazla hakkı olmaması gerekirken bu açlık, bu şiddet ve çatışmalar kimin iktidarını güçlendiriyor? distan, İspanya, İtalya, Brezilya, Güney Kore, Kanada da kayda değer bir silahlanma tırmanışı içinde. Kuzey Kore ve İran’ın bütçesi ise tartışmalı. Peki düşman kim? Bu ağır silahları, füzeleri, mermileri kimin bedeninde uygulamayı tasarlıyorsunuz? Hangi halkın, hangi kadının, hangi bebeğin bedenini hedef seçtiniz? Dünyada 300 trilyon dolarlık dönen finansal bir işlem hacmi varken, her 5 saniyede bir bebeğin açlıktan ölmesinin tarifi olabilir mi? Bunun adını ne koymalıyız? Savaşlar, kuraklık, iç göçler, mezhep çatışmaları nedeni ile şu ana kadar 155 milyon bebek kötü beslenme ya da hiç beslenememe yüzünden gelişimini tamamlayamıyor. Sakatlık ve hastalıklar ise bir insanlık dramı. Küresel Açlık Endeksi’ne baktığımız zaman dünyada yaklaşık 815 milyon insan açlık canavarının pençesinde yaşıyor. Ve yine 119 ülkenin 52’sinde ciddi açlık varken o ülke elitlerinin böyle bir derdi yok. Saraylar, aşırı tüketim ve lüks içinde yaşam hız tanımazken, varsıllıkla, yoksulluk arasındaki uzlaşmaz çelişki tedavi edilemez bir biçimde derinleşiyor. Bu açmaz yeniden sınıf mücadelesini bir seçenek olarak toplumların önüne koyabilir mi? Sizi rakamlarla boğmak istemiyorum ancak rakamlar vermeden de konunun yakıcılığı ne yazık ki sözcüklerle tarif edilemiyor. Rakamlar gerçekten incitici ve acı konuşuyor. Birleşmiş Milletler (BM) her yıl açlık konularında yeni raporlar yayımlıyor. Gerçekten çok çarpıcı. Kongo’da 3.8 milyon, Somali’de 2.9, Yemen’de 8.4 milyon olmak üzere Çad, Zambia, Liberya, Madagaskar, Myanmar, Bangladeş, Burindi, Nijer, Malavi, Eritre, Orta Afrika Cumhuriyeti yaşaml, ölüm ve sakat kalma arasında gidip geliyor. Daha bu tabloya yanı başımızda yaşanan Irak, Suriye, Libya, Filistin sorununu yazmadık bile. Yukarıdaki sayı ile tarif edilenler bir numaradan ibaret değil, onlar birer insan. Açlığın en can alıcı şekilde çocukları, kadınları ve etnik grupları etkilediği belirtiliyor. Bugün ne yazık ki dünyada 68 milyon kişi evinden, yurdundan, toprağından kopartılmış durumda. Bunların 22.4 milyonu kendi ülkesi sınırları dışında göçmen ve yurtsuz yaşamakta. Siz hiç toprağından, kökünden kopartılmanın acısını yaşadınız mı? Bu yeşil, yeryüzü cenneti dünya, üzerinde doğan her bir insana ve her bir canlıya ait. Kimsenin diğerinden bir karış fazla hakkı olmaması gerekirken bu açlık, bu şiddet ve çatışmalar kimin iktidarını güçlendiriyor? İnsanlık bu acı ve adaletsizlik karşısında neden örgütlenemiyor? İyilik dağınıkken, kötülük neden bu kadar örgütlü? İnsanlığa artık bir yol lazım. Ya yeni bir yol bulunacak ya da yeni bir yol bulunacak. Bu yol, hâlâ demokratik bir sosyalizm modeli olabilir mi? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle