18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 [email protected] 1 NİSAN 2019 PAZARTESİ EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: İLKNUR FİLİZ KÜLTÜR ŞİİR TÜKENMEZ / ATAOL BEHRAMOĞLU H asan Hüseyin’den okuduğum ilk şiir “Onüçüncü Burçta Delirmek”tir. 60’lı yılların başlarında, bir kitapta değil bir başka yerde, belki bir takvim yaprağında okuduğum bu şiir beni şaşkına çevirmişti. Şairinin adıyla ilk kez karşılaşıyordum. Attilâ İlhan şiirine benzer yanları olsa da özgün ve coşkun bir başka pınardan fışkırdığı besbelli bu şiirin yazarı Hasan Hüseyin kimdi, hangi kuşağa aitti, başka şiirleri var mıydı? Şimdi benim “Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi”ne baktığımda, sözünü ettiğim şiirin 1965’te “Temmuz Bildirisi” adlı kitabında, yani ona asıl ve ilk ününü kazandıran “Kavel”den bir yıl sonra yayımlandığını görüyorum.Fakat yine de öyle sanıyorum ki bu şiirin yazılış tarihi “Kavel”den daha önce olmalıdır. “Bu karanlık sürdükçe kendimizden kurtulamayız/ sığmıyor sığmıyor sesim bu yorgun biçimlere/çözdüm suları, bıraktım kısrakları,ardımsıra yıldızlar/onüçüncü burçtan beni gecelere dağıtacaklar” Yukarıdaki soruyu yanıtlayacak olursam, Hasan Hüseyin eğer bu dizelerin yer aldığı şiirini sürdürecek olsaydı, onu İkinci Yeni’den toplumcu şiire açılan bir çizginin şairi olarak tanımlayabilirdik. Oysa “Kavel”le başlayıp “Kızılırmak”la, “Oğlak”la devam eden Hasan Hüseyin çizgisi, tıpkı Ahmed Arif şiiri gibi, neredeyse tek başına bir özgünlüğe işaret ediyor. Her ikisi de, ayrı ayrı, Nâzım Hikmet sonrasındaki toplumcu şiirimizin iki ana kaynağının en başında yer almaktalar. Tükenmez, doğurgan birer şiir kaynağı olarak. Doğum tarihleri aynı: 1927. (Hasan Hüseyin’i nedense daha genç sanırdım.) Ahmed Arif’i 1991’de; ölümünün 35. yılında olduğumuz Hasan Hüseyin’i daha da erken , 1984’te yitirdik. Ahmed Arif çok yakın bir ağabeyimdi. Hasan Hüseyin’le daha az karşılaşmış da olsak, arslan yelesi gibi kabarık saçları, bitip tükenmek bilmez coşkusu, içtenliği, sevecenliğiyle, şu andaymışçasına gözlerimin önündedir. Nâzım Hikmet, öyle sanıyorum ki, tanımış olsa en çok bu iki şairi kendine yakın bulur, en çok onları kendi açtığı şiirin iki özgün ve büyük sürdürümcüsü olarak görürdü. HHH Şairin erkeği kadını olmazmış..Kim demiş? Furuğ kadın olduğu için Furuğ oldu. Bizim Gülten Akın’ımız, Sennur Sezer”imiz de öyle... Bu hafta “yeni yayınlar”da “Yağmur Sandım Kendimi”(Hayal Yayınları, 2018) adlı kitabında yer alan “Bahar İkindisi” adlı şiirini okuyacağınız sevgili arkadaşım, bizden bir sonraki kuşağın şairlerinden Arife Kalender’in şiirlerindeki incelik, açık sözlülük, ayrıntıcı gözlemcilik ve kimi şiirlerinde bir kadından bir erkeğe yönelik gözü pekçe erotik seslenişler, onun aynı zamanda kadın bir şair olarak özgünlüğünün belirgin yönlerini oluşturuyor. HAFTANIN ŞİİRİ KOCABEBEK bu demir divriği dağlarından ben söktüm ulan ben söktüm bu namlu divriği demirinden ben döktüm ulan ben döktüm bu ak bileklerde bu kapkara kelepçe ben dövdüm ulan ben dövdüm şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer şimdi şarap düşer kızgın bağlara şimdi sevdiğimi alır giderler güz oturur gözlerime dağlar uy! varalım diyelim ki hey diyelim nakışcana duralım korolarla diyelim hey diyelim hey yıkılır bu düzmeceler yıkılır köprüler kurulur aydınlıklara gelir bir gün kaşla göz arasında en gizli tomurcukların ucunda gelir ekmeksiz evin yalnızlığında kınasız parmakların bakışlarında uykusuz gecelerin ardında gelir gelir ulan gelir işte bal gibi gelir halaylarla çıkalım korolarla duralım hey diyelim hey bu namlu divriği dağlarından bu candarma benim kapıbir komşum bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak kelepçemin karasında bir ak güvercin ustam kessin ellerimi benim çocuk ellerimi dağlar uy! uy dağlar! (Kavel) Hasan Hüseyin YENİ YAYINLARDAN BAHAR İKİNDİSİ Yabancı dilde şarkı söylüyor kadın, “gelmesen de olur artık, gelme böyle de mutluyum,” diyor sanki sesi inatçı, sesi kanatlı sözcükler dudağına vurdukça ağzını kanatıyor akasyalar çiçek açmış ötelerde akasya bir kadının hüzünlü salkımı şarkıda kokusu var akasya kokuyor şarkı tahta bir iskemleye gövdesini yüklemiş dibini eşeliyor denizlerin dalgası bir çığlığa bin atlı binebilir gökler yere düşer, yıldırım iner ateş alır birisiyle ötekinin arası nisan ikindisi yüreğe ağır su çarpar damarlara savrulur döner başlar birazdan taç yaprakların uykusu hüzünler de bulaşır gelincik ömrü kadar kırmızı ve kısaydı o kadının şarkısı ARİFE KALENDER “Yağmur Sandım Kendimi / 2018” SALT Beyoğlu’nda ‘Perşembe Sineması’ yeni sezonu açtı ‘Tatlı’ başlangıç SALT Beyoğlu Açık Sinema’da altı yıldır devam eden Perşembe Sineması 28 Mart’ta Mike Leigh’in “Life Is Sweet (Hayat Tatlıdır)” filmi ile başladı. 4 Nisan’da Salomé Lamas’ın “Extinção (Yok Olma)” ile devam edecek olan filmler 90’ların şehir hikâyelerine odaklanıyor. Perşembe Sineması’nın 30 Mayıs’a dek sürecek ilkbahar programındaki kurmaca ve belgesel filmler, 90’lardaki kritik değişimlerin şehir ve uzantısındaki izdüşümleri aracılığıyla yakın geçmişin bireysel ve toplumsal bellekte nasıl saklandığı ve yorumlandığı, hatta silindiğini sorgulamaya kapı açıyor. Filmler orijinal dilde Türkçe ve İngilizce altyazılı olarak ücretsiz gösterilecek. Açılış konuşmasında Perşembe Sineması destekçisi Garanti Mortgage Genel Müdürü Murat Atay, kurum olarak bugüne dek dünyanın dört bir yanından şehir ve insan ilişkilerini sorgulayan filmlerin gösterimine destek sağladıklarını belirtti. SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner ise Soğuk Sa “Hayat Tatlıdır” vaş sonrası siyasi, ekonomik ve teknolojik gelişmeler “küresel kent” ve “markalaşma” etiketi altında yapılı çevreye yansıdığını, Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin dağılmasının ardından Avrupa, işbirliği politikalarıyla ortak para birimi ve vatandaşlığa dayalı bir siyasi ve ekonomik örgütlenme etra fında yeniden tariflendiğini ve bu yıllarda tüketim kültürünün gitgide yaygınlaştığını belirterek “SALT Beyoğlu’nda yer alacak ilkbahar ve sonbahar gösterimlerinde, 90’lardaki bu önemli dönüşümlerin birey ve yapılı çevreyi nasıl etkilediğine bugünün merakıyla bakacağız” dedi. l Kültür Servisi Dormen’le müzik üzerine sohbet İstanbul Araştırmaları Enstitüsü bün yesindeki “İstanbul ve Müzik” Araştırma Programı (İMAP)’ın düzenlediği “İstanbul’un Sesleri” etkinlik dizisi de Dormen vam ediyor. Usta sanatçıları ağır layan dizinin ikinci konuğu ünlü ti yatro sanatçısı ve yönetmen Haldun Dormen, Cumhuriyet dönemi operetleri ve müzikaller üzerine bir sohbet gerçekleştirecek. Etkinlik Pera Müzesi Oditoryumu’nda 2 Nisan Salı günü saat 18.30’da başlayacak. l Kültür Servisi Başkan yeniden Şeşen Müzik Yorumcuları Meslek Birliği’nin (MÜYORBİR) 10. Olağan Genel Kurulu’nda yönetime seçilen Burhan Şeşen, Belkıs Akkale, Edip Akbayram, Onur Akın, Metin Özülkü, Suzan Kardeş, Hüseyin Turan, Tolga Sağ ve Mehmet Gümüş yeni dönem çalışmalarına hızlı bir şekilde başladı. İlk haftalık toplantılarını gerçekleştiren ekip, yeni dönemin başkan ve başkan yardımcılarını da seçti. Yapılan oylama sonucunda Burhan Şeşen bir kez daha MÜYORBİR Başkanı seçilirken, Metin Özülkü başkan yardımcılığı ve Hüseyin Turan da sayman üye görevini üstlendi. Şeşen, “Lisanslama ve telif gelirlerini artırmak için elimizden geleni yapacağız” dedi. 10. Olağan Kurulu’nda ayrıca Denetleme Kurulu’na Suavi, Muharrem Temiz, İbrahim Karaca; Haysiyet Kurulu’na Nurdan İpek, Birol Yayla, Mustafa Sağyaşar; Teknik Bilim Kurulu’na Melda Duygulu, Sevinç Eratalay ve Taner Öngür seçildi. l Kültür Servisi Ulusal Tiyatro Bildirisi’nin düşündürdükleri Tiyatro sadece yazarlar, yönetmenler, oyuncular ve tiyatronun diğer tüm kadroları tarafından üretilen bir sanat değildir; tiyatronun varoluşunda eğitimin ve nitelikli eğitmenlerin, hocaların paha biçilmez bir rolü vardır. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) tarafından 1962’den bu yana kutlanan 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nün bu yılki uluslararası ve ulusal mesajlarını kaleme alanların ortak bir noktası da eğitici ve akademisyen nitelikleriydi. Önemli satır başları Uluslararası mesajı kaleme alan Kübalı yönetmen ve oyun yazarı Carlos Celdrán Argos Teatro’nun kurucusu ve yöneticisi olduğu kadar eğitmen ve akademisyen nitelikleriyle de bilinen bir tiyatro insanıdır. ITI Türkiye Merkezi Temsilciliği üyeleri (Engin Uludağ, Turhan Oflazoğlu, Savaş Aykılıç, Ayşe Emel Mesci) tarafından bu yıl ulusal bildiriyi kaleme alması istenen Prof. Dr. Hülya Nutku da uzun yıllardır tiyatro dünyasına düşünsel düzeyde yaptığı katkıların yanı sıra, yetiştirdiği sayısız öğrenciyle sanatımızı besleyen çok değerli bir akademisyen ve eğitimcidir. Bu yılki ulusal bildiri de onun eğitimci duyarlılığının yanı sıra, sanatın ve tiyatronun bir ülke için önemini altını çize çize hatırlatan sorumlu aydın tavrının izini taşıyordu. Üretimden, nitelikten, değerden değil çatışmadan beslenen tarafların ne yazık ki fazlasıyla ön plana çıktığı ülkemizin hayhuyu içinde, bu güçlü ama sakin ses belki de yeterince duyulmamıştır, duyurulmamıştır diye ulusal bildirinin bazı önemli satır başlarını sizlerle paylaşmak istedim. Tiyatronun yapıcı gücü Çok net bir tanım yapıyor Hülya Hoca: “Tiyatro sanatının ... yapıcı gü cünü reddedenler, bugünün gelişmemiş toplumlarıdır.” Niçin? Çünkü tiyatro sanatının “toplumları sağaltan, bireyleri düşündüren, topluca katılımı sağlayan, takım ruhuyla yapılan, bir o kadar da izleyenleri ortak paydada birleştiren yapıcı gücünün” farkına varmak/varmamak toplumların gelişim düzeyiyle ilgili bir ikilemdir. Bu gelişim düzeyi o toplumların yöneticilerinin taşıdıkları sorumluluk duygusuna da yansır: “Bir ülkede yaşayan insanları geliştirecek olan sanatın gücünü fark eden liderler sanatı destekler. Bu gerçeği gören Atatürk sanatı bir ulusun ‘can damarı’ olarak nitelendirmiştir ve tiyatro için ‘Bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır’ demiştir.” Prof. Dr. Nutku, şiddet eğiliminin ağır bastığı bir çağda tiyatronun sağaltıcı, birleştirici etkisini Muhsin Ertuğrul’dan bir örnekle vurguluyor: “Tiyatromuzun mimarı Muhsin Ertuğrul ustamızın dediği gibi, kısaca, ‘fırın açmayan ülkede insanlar aç kalır, ölür ama tiyatro açmayan bir ülkede insanlar ruhen aç kalır, birbirini öldürür’.” 12 Eylül’ün yarattığı içe dönük toplum Tiyatronun aşıladığı toplum bilincinin 12 Eylül’ün yaralarını doğru dürüst saramamış bir toplumda ne anlama geldiğini sorgulayan Nutku, 12 Eylül’den bu yana yaşanan sürece bambaşka bir açıdan ışık tutan çok önemli bir saptama yapıyor: “Ülkemizde 12 Eylül’ün yarattığı içe dönük bir toplum, giderek hoşgörüsüzleşmekte ve sevecen yaklaşımlardan uzaklaşmaktadır. Ve giderek bilimden sanattan uzaklaşan toplum sistemsizliği, bilgisizliği, sıradanlığı öneren bir sistem içinde uyutulmaktadır. Oysa tiyatro toplum bilinci aşılar.” Bu yazı yarın, yani belediye seçimleri sona erdikten sonra yayımlanacak. Umarım İzmir’in yeni belediye başkanı Dokuz Eylül Üniversitesi’nin çok değerli hocalarından Prof. Dr. Hülya Nutku’nun ulusal bildiriye de yansıttığı sitemini duyar, tiyatronun kentleşmede nasıl vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu dikkate alır, Türkiye’nin üçüncü büyük kenti olan İzmir’in artık bir şehir tiyatrosuna sahip olmasını sağlar. İyi ki Hülya Nutku gibi hocalarımız var, onlar geleceğe yönelik umudumuzu artırıyorlar. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle