18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 24 MART 2019 PAZAR [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Güvenli gıdaya erişimde yerel yönetimlerin rolü Zafer ŞENYURT / Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şb. Yk. Başkanı Teknolojik gelişmeler ve neoliberal politikaların sonucu değişen toplumsal yapımız ve ekonomik dönüşüm, üretim tüketim süreçlerini de etkilemekte, buna bağlı olarak gıda güvenliği risklerini ve güvenli gıdaya erişimde yaşanan sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Dünya genelinde bir tarafta açlık, diğer tarafta obezite sorunu yaşanırken, gıdaya bağlı hastalıklar ve ölüm vakaları da ciddi seviyelere ulaşmış durumdadır. Gıda güvenliği ve güvenli gıdaya erişim, kısaca gıda egemenliği sadece bugünün değil gelecekte de dünyanın en önemli ve öncelikli konularından olmayı sürdürecektir. Gıda güvenliğini sağlamada ve güvenli gıdaya erişimde konuyla ilgili diğer birimler gibi yerel yönetimlere de önemli görevler düşmektedir. Gerek ilgili bakanlıklar, gerekse belediyeler gıda güvenliği konusunda daha etkin çalışmalar yapmalı, halkın güvenli gıdaya erişimi konusunda sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getirmelidir. Son dönemde yaşanan önemli sorunlardan biri bilgi kirliliğidir. Gıda konusunda eğitim almamış bazı kişilerin yanlış bilgilerle halkın kafasını karıştırmalarının ve güvensizlik ortamı oluşturmalarının önüne geçilmelidir. Bilgi kirliliğini önlemede gıda konusunda eğitim almış, başta gıda mühendisleri olmak üzere ilgili diğer meslek disiplinlerinden mutlaka yararlanılması son derece önemlidir. Gıda güvenliği konusunda meslek odaları, üniversiteler, ilgili bakanlıklar ve belediyelerin içinde yer alacağı kurumlar arası işbirliği zemini oluşturularak birlikte çalışma zemini sağlanmalıdır. Altyapı sağlanmalı Gıda güvenliğini sağlamada öncelikli ve temel konulardan biri işyeri ruhsatlandırma aşamasıdır. Asgari teknik ve hijyenik altyapısı olmayan, zorunlu kriterleri yerine getirmemiş işletmelere ruhsat verildiği, ruhsatı olmayan gıda işletmelerinin ise faaliyetten men edilmedikleri maalesef bilinen gerçeklerdir. Gıda üretimi ve satışı yapan işletmelerin ruhsatlandırılmasında gerekli teknik ve hijyenik altyapının oluşturulması mutlaka sağlanmalıdır. Gıda işletmelerine ‘işyeri açma ve çalışma ruhsatı’ verilirken yapı ruhsatı ve iskân izinlerinin olup olmadığı dikkate alınarak, mevzuat hü Gıda güvenliği konusunda meslek odaları, üniversiteler, ilgili bakanlıklar ve belediyelerin içinde yer alacağı kurumlar arası işbirliği zemini oluşturularak birlikte çalışma zemini sağlanmalıdır. ce az olduğu görülmektedir. Hal böyle iken kamuda kadro bekleyen binlerce gıda mühendisi ve ilgili diğer meslek mensupları için Tarım ve Orman Bakanı Sn. Pakdemirli’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalar ve konuya yaklaşımı ise düşündürücüdür..! kümleri eksiksiz ve kararlılıkla uygulanmalıdır. İşyeri açma ve çalışma ruhsatı talep eden işletme sahiplerinin temel hijyen kuralları konusunda yeterli bilgi ve donanıma sahip olup olmadıkları mutlaka araştırılmalı, eksik olanların gerekli eğitimi alması sağlanmalıdır. Eğitimsiz personel var Burada asıl konu yerel yönetimlerin gıda güvencesi ve gıda güvenliği konularına bakış açılarının ne olduğudur? Bu güne kadar yaşananlar, bu konuda ciddi eksikliklerin olduğunu göstermektedir. Belirlenen etik kurallara uyuluyor mu? Yasal mevzuat hükümleri herkese aynı şekilde ve eksiksiz uygulanıyor mu? Öncelikle bu sorulara cevap aramak gerekiyor. Birçok belediyede gıda ile ilgili bir birim bulunmadığı gibi, gıda konusunda eğitim almış personel bulunmayan belediye sayısı da azımsanmayacak kadar fazladır. Semt pazarları kurulurken halkın güvenli gıdaya erişim olanağı sağlayacak nitelikte gerekli teknik altyapı düzenlemeleri ile gerek pazarcı esnafının gerekse alışveriş yapan halkın sağlıklı koşullarda yararlanabileceği sıhhi altyapının bulunması sağlanmalıdır. Kısaca; halka sağlıksız koşullarda gıda satılmasının önüne geçebilmek için gerekli her türlü planlama, uygulama, denetim ve yaptırım zincirinin eksiksiz ve kararlılıkla hayata geçirilmelidir. İlk defa 1995 yılında yürürlüğe giren 560 sayılı kararname, gıda hizmetlerini tek elde toplamak üzere hazırlanmış ve bunda da kısmen etkili olmuştu. Kararname, değişik otoritelerce yürütülen yetkileri, Tarım ve Köy İşleri ile Sağlık Bakanlıkları’nın bünyesinde toplamıştı. İki fark lı otoritenin farklı uygulamaları nedeni ile karışıklıklar meydana gelmiş  ve gıda hizmetlerinde tüm yetkileri tek elde toplama gerekçesi ile kararname değiştirilerek TBMM’ye sevk edilmiş ancak gıda denetimlerinin, ne olduğu net olarak ifade edilmeyen ‘ilgili kurum ve kuruluşlarca’ yerine getirileceği hükmü getirilmişti. Kararname bu haliyle kanunlaşarak “Gıdaların Üretimi, Tüketimi Ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun” olarak yürürlüğe girmişti. Daha sonra yürürlüğe giren 5216 sayılı “Büyükşehir Belediyesi Kanunu” ve 5393 sayılı “Belediye Kanunu”, belediyelere de gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerine yönelik olarak gıda denetimi yapma yetki ve görevi vermişti. Son olarak 13.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile gıda işletmelerinin denetim görev ve yetkisi sadece Tarım ve Orman Bakanlığına verilmiştir. Ülkemizde bulunan 675 bin civarında kayıtlı ve onaylı işletmenin denetimleri Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı çalışan gıda mühendisleri, kimya mühendisleri, ziraat mühendisleri ve veteriner hekimlerin ağırlıkta olduğu denetim personelleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Kanun kapsamında oluşturulan denetim ekibinde uzman mühendisler ve veterinerlerden oluşan yaklaşık 6.800 denetim personeli bulunmaktadır. İşletme sayısı dikkate alındığında bu sayının yeterli olmadığı görülmektedir. Meslek disiplinleri arasındaki dağılıma bakıldığında ise konunun birinci derecede muhatabı olan ve gıda konusunda eğitim almış gıda mühendisi sayısının ise son dere Kontrolsüz gıda için önlem alınmalı Belediyelerin aşağıda belirtilen konularda çalışmalar yapmaları, var olan çalışmalarını ise nitelikli bir yapıya dönüştürmeleri gıda güvenliğinin sağlanmasında ve güvenli gıdaya erişimde önemli katkılar sağlayacaktır: Belediyeler sorumluluk alanlarında ihtiyaca göre modern pazaryerleri oluşturmalı, pazaryeri planlaması gıda güvenliği kriterleri dikkate alınarak yapılmalıdır. Sokaklarda halkın sağlığını tehdit edecek şekilde kontrolsüz gıda satışına karşın önleyici tedbirler alınmalıdır. İşyeri açma ruhsatı verilirken titiz davranılmalı, güvenli gıda üretimine uygun olmayan yerlerde üretim yapılmasının önüne geçilmelidir. Gıda güvenliğinin sağlanmasında belediyeler, ilgili bakanlık birimleri, üniversiteler ve meslek odalarıyla işbirliği yapılmalıdır. Tarım alanlarının korunması ve tarımsal üretimin teşvik edilmesini temel alan imar planları oluşturulmalıdır. İçilebilir su kaynaklarının korunması için kirliliğe yol açan işletmelerin tespit edilerek engellenmesi, kirliliğin önlenmesi için kalıcı tedbirler alınması gerekir. Şebeke suları içilebilir kalitede olmalı ve hiçbir sağlık riski oluşturmadan halka ulaşması sağlanmalıdır. Halkımızı güvenilir gıdaya erişim hakkından yoksun bırakabilecek tehditler konusunda bilinçlendirici eğitimler düzenlenmeli, Bilinçli Gıda Tüketimi konusunda farkındalık yaratacak etkin çalışmalar yapılmalıdır. Güvenli gıdaya erişimde, gerek altyapı çalışmaları ve gerekse bilinçli gıda tüketimi konularında yapılması gereken eğitim, toplantı, iletişim araçları, basılı materyaller vb. çalışmaları planlayacak ve gerçekleştirecek konusunda uzman kişilerden oluşan birimler mutlaka oluşturulmalı ve etkin çalışmaları sağlanmalıdır. Ekonomik kriz dönemlerinde işten çıkarmalar üzerine Engin Uysal Adına ister ekonomik kriz, ister ekonomik duraklama (stagnation) denilsin ülke bir ekonomik darboğazda ve bunun bedelini en çok işçiler ödüyor ve daha da fazlası ile ödeyecek çünkü çalışma ortamında müthiş bir işten çıkarma gerçeği yaşanıyor. İşsizler havuzunu taşıracak bu oluşumun akışını yavaşlatmak ve önlemek mümkün ve bu konuda hem işverenlerin hem de işçilerin bilgilendirilmesinde yarar var. 4857 sayılı İş Yasası 29 ve 100. maddelerinde bu durumu düzenlenmiştir. 29. maddeye göre işverenler ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile varsa işyeri sendika temsilcilerine yoksa ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumu’na bildirmek zorundadır. 20100 işçi çalıştırılan işyerlerinde 10 işçinin, 101300 arası işçi çalıştırılıyorsa bunun yüzde10’unun ve 301 den fazla işçi çalıştırılıyorsa 30 işçinin işten çıkarılması toplu işten çıkarmadır. Bu durumda işveren mutlaka yukarıda değindiğimiz usulü uygu Kriz bahane edilerek gerçek olmayan toplu işten çıkarmalar için cezai yaptırımlar ve işten çıkarma zorunluluğunu kanıtlayan raporların ibrazı istenebilir. Ayrıca toplumun sağlığını korumak yöneticilerin görevidir lamalıdır. 4857 sayılı yasanın hükmü ne aykırı olarak işçi çıkaran işveren veya işveren vekillerine çıkardıkları her işçi için, işçilerin yasal hakları saklı kalmak kaydı ile, 450 lira idari para cezası verilecektir. İşten çıkarılan işçilerin çoğu, koşulları yerine getirmediği için işsizlik ödeneği alamayacaklar ve topluma ağır yükler getireceklerdir. Bu nedenlerle işten çıkarmaların çok yakından denetlenmesi ve koşullara uymayan çıkarmaların engellenmesi için işçi sendikalarına ve Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlükleri’ne çok önemli görevler düşmektedir. İşten çıkarmalarda 29. madde hükmüne uyulduğu kanısında değiliz. Uyulmadığında Çalışma ve İş Kurumu Bölge müdürlükleri işten çıkarmaları durdurmak zorundadırlar. Keyfi çıkarmalar toplumda mutlaka sosyal patlamalar meydana getirebileceğinden yetkililerin uyarılması ve aman dikkat denil mesi gerekmektedir. Sendikalar denetlemelidir Yasanın öngördüğü sadece bildirim değildir. İşverenler sadece bildirimi yapmak zorunda değildir. Toplu işten çıkarmanın gerekçesini de bildirmek ve belgelemek zorundadırlar. İşkur İl Müdürlükleri’nin yeterli elemanı yoktur bu nedenle bu müdürlük sendikalardan yardım istemeli ve toplu işçi çıkartacak işyerleri denetlenmesini ve durumun bir raporla kendisine bildirilmesini istemelidir. İşverenlerin toplu işten çıkarmaları mutlaka denetlenmeli ve işverenlerin kriz bahanesi arına sığınmalarına izin verilmemelidir. Yasalar lafzı ve ruhu ile uygulanır. İş Yasası’sın 29. maddesi her ne kadar İşkur il müdürlüklerinin denetim yetkisinden söz etmiyor ama ruhu böyle bir denetimi mutlaka öngörüyor. Böyle olmasa neden sadece bil dirim zorunluluğu getirilsin? İşkur yapılan bildirimin gerçek olup olmadığını mutlaka denetlemeli ve doğru olmayan toplu çıkarma gerekçeleri nedeni ile işverenlere durumu bir yazı ile bildirerek işten çıkarmaları önlemelidir. Yasanın ihlalinin belirlenmesi aynı zamanda bir takım cezai ve hukuki davaları da gündeme getirebilir. Neden bir KHK çıkarılmaz Olur olmaz her konuda bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) enflasyonu yaşanan ülkemizde Cumhurbaşkanlığı neden sosyal felaket olan yaygın işten çıkarmaları önlemek için önlem düşünmez ve bu konuda bir KHK çıkarmaz anlamak mümkün değil. Kriz bahane edilerek gerçek olmayan toplu işten çıkarmalar için cezai yaptırımlar ve işten çıkarma zorunluluğunu kanıtlayan raporların ibrazı istenebilir. İşçilerin yoğun biçimde sefaletin ve belirsizliğin içine itilmesini önlemek hem işçinin hem toplumun sağlığını korumak konusunda ülke yöneticilerinin bir görevi vardır. Sendikacı dostlar toplu işçi çıkarmaların önlenmesi için derhal bazı somut adımlar atmalıdırlar. Haftaya bugün: Kimin ‘beka’sı? Haftaya bugün Türkiye bir Demokrasi sınavından daha ge İşte bu nedenle önümüzdeki Pazar günü yapılacak olan yerel seçimler, halkın çecek: bu yeni “Tek Kişi Rejimi”ni Seçmen Parlamenter ne ölçüde benimsediğini Rejim’e dayalı “Demokratik, ya da benimsemediğini de Laik ve Sosyal bir Hukuk gösterecek. Devleti”nden yana mı oy HHH kullanacak, yoksa onun İktidarın 17 yıl sonra yerine konulmaya çalışılan ülkeyi getirdiği yer, 17 yıl ve “Cumhurbaşkanlığı Hü öncesine göre, daha mü kümet Sistemi” diye garip reffeh ve daha demokratik bir adla anılan “Tek Kişi bir nokta değil. Yönetimi”nden yana mı? Kötü yönetim ve yanlış po HHH litikalarla gelinen bu olum Biliyorsunuz, Türkiye’de suz noktanın telafisi adına rejim değişti; Parlamenter önerilen “Tek Kişi Yönetimi”, Rejim “Tek Kişi Rejimi”ne bir çare değil, tam tersine dönüştürüldü. bu olumsuz noktaya gelişin İktidarın 17 yıldır yavaş sebebi olduğu için, iktidar yavaş uygulamaya başladığı bakımından işler daha da bu “Tek Kişi Rejimi” nihayet kötüye gitmiş durumda. 16 Nisan 2017’de, hem bas İktidarın elinde bulunan kı altında eşitsiz koşullarda belediye başkanlıklarının hem de yasalara aykırı YSK muhalefet tarafından kaza kararlarıyla yapıldığı için, nılması: meşruluğu tartışmalı bir Hal 1) Sadece, tepeden inme koylamasıyla kabul edilmiş kararlarla yönetilen bu kent sayıldı. lerin yönetimlerini demokra “Kabul edilmiş sayıldı” tikleştirmek, halkla bütünleş diyorum, çünkü bu Halkoy tirmek bakımından değil... laması ve onun tartışmalı 2) Aynı zamanda, “Tek Kişi biçimde elde edilen sonuç Rejimi”nin seçmen tarafın ları, en azından seçmenin dan benimsenmediğini gös yarısı tarafından, hem meşru termesi bakımından da... sayılmadı, hem de kabul Önem taşıyor. görmedi. HHH 16 Nisan Halkoylaması ile İktidarın ülkeyi getirdiği ilgili aynı itirazlar ve sorunlar olumsuz yer düşünüldü daha düşük düzeyde olmak ğünde, iktidarın “Beka” la birlikte 24 Haziran 2018 sorunu ile ülkenin “Beka” Cumhurbaşkanlığı seçimin sorunu birbirinin zıddı gibi de de yaşandı. görünüyor: Sonuç itibarıyla, şu anda Seçmenlerin en az yarısı, “Cumhurbaşkanlığı Hükü iktidarın “Beka”sı sağlanırsa, met Sistemi” denilen “Tek ülkenin “Beka”sı tehlikeye Kişi Rejimi”, seçmenlerin en girecek diye kaygılanıyor. azından yarısının benimse Onlar, ülkenin “Beka”sını mediği ve hatta meşruiyetini sağlamak için iktidarın tartıştığı bir düzen. “Beka”sını engellemek gere Bu düzenin en önemli kir diye düşünüyorlar. ayakları ise, İstanbul ve An İşte bütün bu nedenlerle kara başta olmak kaydıyla, gelecek Pazar, biri ötekinin Erdoğan/AKP iktidarının zıddı olan, hem iktidarın hem yönetiminde olan belediye de ülkenin “Beka” sorunları da başkanlıkları. oylanacak diyebiliriz. Kuvayı Milliye kahramanı Makbule Efe Av. EROL TÜRK Makbule Efe, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın sayısız kadın kahramanlarından birisidir. 1902 yılında Manisa Gördes’de çiftçilik ve tarımla uğraşan kalabalık bir aile içinde dünyaya gelmiştir. O dönemde yaşayan Gördesli her kadın gibi Makbule de ata binmesini ve silah kullanmasını çok küçük yaşlarda öğrenmişti. On iki yaşındayken babasını yitirdi. Ağabeylerinin koruması altında büyüdü. 1920 yılının eylül ayında Ustrumcalı Halil Efe ile evlendi. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusu İzmir’i işgal ettikten sonra diğer Batı Anadolu illerini de işgal etmeye başladı. Makbule, 7 Kasım 1921 tarihinde henüz on dokuz yaşında ve iki aylık evliyken eşi Halil Efe ile birlikte Demirci kaymakamı İbrahim Ethem Beyin komutasındaki Kuvayı Milliye kuvvetlerine katılarak dağa çıktı. Halil Efe ile birlikte Gördes, Simav, Demirci, Bigadiç ve Sındırgı dağlarında Kuvayı Milliye birlikleri ile düşman kuvvetlerine karşı düzenlenen baskınlarda görev aldı. Cesareti ile kendisiyle beraber savaşan Kuvayı Milliye askerlerinin saygısını kazandı. Ev kadını Makbule artık Makbule Efe namıyla ün saldı. Düşmanla girdiği her çatışmada kahramanca savaştı. Kuvayı Milliye birlikleriyle Yunan ordusunun ikmal yollarını keserek düşmana ağır kayıplar verdirdi. Türk birlikleri, Demirci’ye doğru çekilmek zorunda kalınca, Halil Efe’nin önerisi ile birlik komutanı, İbrahim Ethem Bey’den onay alarak kocasının yönettiği savaşçı grubuna katıldı. Yunan birlikleri ile çatışmaya girdi ve askeri birliklerimizin güvenle geri çekilmesini sağladı. 1921 yılında kocası Halil Efe ile birlikte iki kez pusuya düşürülmelerine rağmen Makbule Efe’nin cesareti ve direnci sayesinde pusulardan kurtulmayı başardılar. Yunanlılar, Sakarya savaşında bozguna uğrayınca Afyonkarahisar’da ki mevzilerine çekilmeye başladı. Makbule Efe, Kuvayı Milliye birlikleri ile geri çekilen düşmana karşı yapılan bütün baskınlara katıldı. Yunan birliklerine epey kayıplar verdirdiler. Gördes SındırgıAkhisar bölgesinde Yunan birliklerine karşı düzenlenen saldırılarda en önde savaştı. Makbule Efe, siyah pantolonu, üstüne giydiği uzun mantosu, ayağında mahmuzlu çizmeleri, başında yüzünü gizleyen siyah başlığı ile düşmanın yüreğine korku salan tam bir gece süvarisiydi. Düşmandan ele geçirdiği doru atının üstünde elinde Japon filintası ile hep en önde savaştı, bazen de savaşçıların artçısı olarak kalırdı. Makbule Efe, birliğindeki savaşçıların hemen hepsinden daha iyi ata binerdi. Tehlike anında silahı en önce eline alan o olurdu. Makbule Efe dağ hayatının sıkıntılarına zorluklarına ve tehlikelerine karşın kocası Halil Efe’nin yanından hiç ayrılmadı. 17 Mart 1922 tarihinde ani bir düşman baskını sırasında bozulan ve geri çekilen arkadaşlarına cesaret vermek için her zaman yaptığı gibi hızla öne atıldı. AkhisarSındırgı sınırında Koca Yaylada Yunan ordusuyla en ön saflarda savaşırken başından vurularak şehit düştü. Makbule Efe, şehit düştüğünde henüz 21 yaşındaydı. Gözyaşları arasında Koca Yayla da toprağa verildi. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında önemli roller üstlenen Türk kadınları, ulusumuzun şanına yakışan kahramanlıklar göstermişler ve bu vatanın kazanılmasında çok yararlı hizmetlerde bulunmuşlardır. Onların bazılarını askerlerimize erzak taşırken, bazılarını sırtında bebesiyle cephane taşırken, bazılarını da Makbule Efe gibi karda, çamurda ve ateş altında dağlarda erkeklerle beraber düşmanla savaşırken görüyoruz. Onlar Kuvayı Milliyenin kahraman kadınlarıdır. Ne mutlu onlara ki bize bu güzel vatanı armağan ettiler. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle