15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 ŞUBAT 2019 ÇARŞAMBA [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ermeni soykırımı iddialarınaHocalı katliamının 27. yılında Ermenistan işgali altındaki Azerbaycan toprakları... ilişkin politikamız ne olmalı? PROF. DR. HAKKI KESKİN Batı Kafkaslar’da barış sağlanamamıştır. Bu bölgede kalıcı barışı isteyen ve istemesi gereken ülkelerin başında Azerbaycan ve Türkiye gelmektedir. Barışın en temel dayanağı, çözümü gereken sorunların ivedi olarak barışçıl yoldan giderilmesidir. Azerbaycan ve Ermenistan arasında sürmekte olan gerginlik, her an yeniden bir çatışma ortamına dönüşecek tehlikeleri içermektedir. Türkiye ve Azerbaycanlı iki kardeş ülke insanları olarak bizler, ülkelerimizin Ermenistan’la her alanda iyi komşuluk ilişkileri içinde olmasını elbette istiyoruz ve istemeliyiz de. Ancak bu bölgede, barışın ve iyi komşuluk ilişkilerinin kalıcı biçimde sağlanabilmesi için, aşağıda özetleyeceğimiz, son derece doğal olan uluslararası hukuk koşullarının Ermenistan tarafından benimsenmesi ve kabul edilmesi gerekmektedir. Ermenistan, kendi kontrolünde kalan ağır Sovyet silahları ve Rus askerlerinin de yardımıyla, Dağlık Karabağ’ı ve çevresindeki eyaletleri 19921994 yıllarında işgal etmiştir. Bu savaşta 20 binin üzerinde insan ölmüş ve bir milyona yakın Azerbaycanlı işgal edilen topraklardan, evini barkını, malını mülkünü bırakarak Baku ve çevresine kaçmak zorunda kalmıştır. Azerbaycan topraklarının beşte biri günümüze değin Ermenistan’ın işgali altındadır. Ermeni diyasporasının ve Ermenistan’ın özellikle son yıllarda “sözde soykırımla” ilgili olarak birçok ülkede yoğunlaşan çabasının önemli bir nedeni vardır. n Ermeni diyasporası ve lobisi, Azerbaycan topraklarının işgalini, Dağlık Karabağ sorununu ve Hocalı katliamını unutturmak için, sürekli olarak 1915 olaylarını gündeme taşımaktadır. Böylece 27 yıl önce işgal edilen Azerbaycan topraklarını, bir milyona yakın, evinden barkından kovulan Azeri Türk’ünün büyük dramını unutturmak ve gündem dışı tutmak istemektedir. n 2526 Şubat 1992’deki bu işgal esnasında Hocalı kasabası tanklarla yerle bir edilmiş, çoğu kadın ve çocuk 613 kadar Azeri Türkü katledilmiştir. Silahsız kadın, çocuk ve yaşlılara bu insanlık dışı, hunharca yapılan Hocalı katliamının unutulması asla mümkün değildir. İşte Ermeni lobisinin ve Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de bulunan Türkiye ve Azerbaycan Türkleri sivil toplum kuruluşlarının, bu konularla sürekli ilgilenmelerini sağlayacak bir örgütlenme ağı kurulmalıdır. Türkiye ve Azerbaycan bu örgütler tarafından yapılacak çalışmalara maddi ve manevi destek sağlamalıdır. Bizler ısrarla ve kararlılıkla Hocalı katliamını ve Azerbaycan topraklarının işgalini dünya kamuoyunun gündemine taşımalıyız. Ermenistan’ın, 104. yılına girdiğimiz sözde soykırım iddiaları üzerinde, bu yoğunlukla durulmasının en önemli nedeni, dünya kamuoyunun dikkatlerini, Azerbaycan topraklarının işgali ve Hocalı katliamından uzaklaştırıp, 104 yıl önceki tehcir olaylarına yoğunlaştırmaktır. Bizler ısrarla ve kararlılıkla Hocalı katliamını ve Azerbaycan topraklarının işgalini dünya kamuoyunun gündemine taşımalıyız. Ermenistan işgalci bir devlettir Ermenistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nun 1993 yılı nisan, haziran, ekim, kasım aylarında aldığı kararların aksine, Azerbaycan toprakları ve Dağlık Karabağ işgalini sürdür mektedir. Ayrıca: 1996 yılında Avrupa Güven liği ve İşbirliği Teşkilatı Lizbon zirve toplantısında, 2005 yılında Avrupa Konseyi tarafından alınan kararda, 2006 yılında ABD ve Almanya Dışişleri Bakanlığı açıklamalarında, 2006 yılında Riga NATO zirve toplantısında, 2009 yılında benim de girişimlerimle Almanya Parlamentosu kararında, 2010 yılı Avrupa Parlamentosu kararında, 2013 yılı Chicago NATO zirve toplantısında ve 2013 yılı Avrupa Parlamentosu kararında, Azerbaycan toprak bütünlüğüne vurgu yapılarak Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekil mesi istenmektedir. Ermenistan tüm bu uluslararası kuruluşların kararlarını hiçe sayarak, Azerbaycan topraklarının beşte birinin işgalini sürdürmektedir. Tarihçiler komisyonu önerisi 1915 olaylarının, tüm arşivler ışığında ortak bir tarihçiler komisyonu tarafından incelenmesi fikrini ben 2001 yılında kamuoyuyla paylaştım. Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’e bu önerimi 2001 Almanya ziyaretindeki görüşmemizde yazılı olarak şahsen ilettim. Türkiye de ortak bir tarihçiler komisyonu kurulması önerisini gündemine alarak 10 Nisan 2005 tarihinde, Başbakan Erdoğan tarafından, ana muhalefet partisi başkanı Deniz Baykal’ın da onayıyla, Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan’a yazılı olarak iletmiştir. Ermenistan, Türkiye’nin “eşit sayıda tarihçilerden oluşacak ortak bir tarihçiler komisyonu kurulsun, tüm arşivler araştırılsın ve varılan sonuca herkes uysun” önerisine yanaşmadığından, Türkiye’nin bu önerisine yanıt gelmemiştir. Çünkü Ermenistan ve Ermeni lobisi, konunun araştırılmasını ve gerçeklerin ortaya çıkmasını istememektedir. Ermeni diyasporası bu soykırım iddialarını tartışmaya asla yanaşmamakta ve bu iddialarının tek gerçek olarak kabul edilmesini, dayatmacı bir strateji ve zihniyetle sürdürmektedir. Neden mi? Çünkü Ermenistan’ın yanlış, sahte iddia ve belgelerle dünya kamuoyuna 104 yıldır, hem de büyük bir başarıyla, anlattığı ve bazı ülkelere de kabul ettirdiği “sözde soykırım” iddialarının, böyle bir araştırma sonunda gerçek olmadığı kanıtlanacaktır da ondan. BIZLER NE YAPMALIYIZ! 1. Malta duruşmasını ve AİHM üst mahkeme kararını, dünya kamuoyuna taşımalıyız. 2. Ortak bir tarihçiler komisyonu önerimizi, dünya kamuoyu gündemine sürekli olarak taşımalı ve işlemeliyiz. 3. Üniversitelerde, doktora çalışmalarıyla Türkiye, Almanya, Fransa, İngiltere, ABD arşivleri, örneğin Rus ve Sovyet arşivleri, Dr. Mehmet Perinçek ve Prof. Dr. Musa Qasımlı tarafından tarandığı gibi, araştırılmalı ve birkaç dilde ya yımlanmalıdır. 4. Sözde Ermeni soykırımını ka bul eden ülkelere, onların anlayacağı biçimde ve dilden yanıt verilmelidir. Başta ABD, Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkelerin yaptıkları, gerçek soykırım olayları, bilimsel çalışmalarla kanıtlanmalıdır. Bu konularda yazılı ve görsel yayınlar yapılmalı ve konferanslar düzenlenmelidir. 5. Ermenistan tarafından gasp edilen Azerbaycan toprak soru nu, bir milyona yakın göçmen konusu ve Hocalı faciası, sürekli olarak ve kararlılıkla gündemde tutulmalı ve dünya kamuoyuna taşınmalıdır. Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de bulunan Türkiye ve Azerbaycan Türkleri sivil toplum kuruluşlarının, bu konularla sürekli ilgilenmelerini sağlayacak bir örgütlenme ağı kurulmalıdır. Türkiye ve Azerbaycan bu örgütler tarafından yapılacak çalışmalara maddi ve manevi destek sağlamalıdır. Gençliğin örgütlenmesi zorunludur CEVAT TURAN/Yazar ve Şair Son zamanlarda sosyal medya’da TÜGVA Vakfı gençliğinin bir videosu dönüyor. Yapılacaklar ve yapılmayacaklar tek tek sıralanarak yumruklar havada hep birlikte yemin töreni yapıyorlar. Herkesin inandığı değerler üzerine yemin etmesinde bir sorun yok. İnanç ve düşünce özgürlüğünün varlığı konusunda fikir birliği içinde isek bu kimseyi ilgilendirmez diyebiliriz. Ancak işin gerçeği öyle değil. Dün, gençliği özel tarikat yurtları ve yatılı okulları üzerinden örgütleyenlerin yerini bugün iktidarın kontrolündeki kimi vakıflar ve iktidarla sarmaş dolaş tarikatlar almaya başladı. Anlayış, aynı anlayış. Sadece gençliğin kullanılmasına yönelik araçlar el değiştirmiş durumda. Devrimciler ne yapıyor? İyi de karşıdevrim kendi geleceğini yeniden yapılandırırken demokratlar ve devrimciler ne yapıyor? Esas sorunun kaynağı burada yatıyor. Bu soruyu şunun için sorma gereğini duyuyorum. Bir dönem ülkenin geleceği için hiç tereddüt etmeden canını feda eden, idealleri uğruna dünyevi fırsatları elinin tersiyle iten bizim gençlik hareketlerimiz vardı. Bu gençliğin yarattığı siyasi dinamizm, aydınlık bir Türkiye’nin gelecek beklentisine yol gösterici oldu. Ve bu süreç ne yazık ki iki kişinin yan yana gelme Gençliğin her alanda örgütlenmesi zorunludur. Üniversitelerde, işyerlerinde, sokakta, kültürde, sanatta, siyasette örgütlü bir şekilde hayatla müdahale etmeleri gerekmektedir. Gençlik kendi geleceğine sahip çıkmazsa hiçbir zaman gelecek gençlikte olmayacak. sini örgütlü bir suç olarak gören ve cezalandıran 12 Eylül faşizminden itibaren başka bir “şeye” dönüştü. Bu yıllardan beri de apolitik bir nesil oluşmaya başladı. Siyasetle ilgili bir kesim gençlik varlık göstermeye çalışsa da onların da sesi cılızlaşarak etkisiz hale geldi. Değişen dünya ve ülke konjonktürünün gerçeğine teslim oldu. Öğrenci gençliği, işçi gençliği ve bir bütün olarak yurtsever devrimci gençlik örgütlü bir varlık gösteremiyor. Oysa örgütlenme için sosyal medya araçları ve teknoloji buna çok fırsatlar sunabiliyor. Çevre konusundaki duyarlılığa ve olumsuz politikalara karşı çıkışı bir istisna olarak görüyorum. Ne sınıfsal ne de ideolojik perspektifi olan çıkışlar iyi niyetli tepkiler olarak tarihteki yerini alacaktır. Sol neden umut olamıyor? Bugün sol partilerin neden kurak düşünce iklimine sahip olduklarını, neden topluma umut olamadıklarını, iktidar seçeneği olabilecek “güven” unsurunu neden yaratamadıklarını anlamak zorundayız. Bu partilerde uzun süreden beri arkadan gelecek “yeni liderler” çıkamadığının yanıtı, gençliğin bu partilerde yaşam alanı bulamamasında saklı. Bir de lider kültü partilerin, antidemokratik örgütlü yapıları, delege ağalığı modelleri buna cevap vermiyor. Bakın Türkiye’de lider profillerine 65 yaşından aşağı pek lider yok. (Biri hariç o da hapiste.) Belki biraz konunun dışında kalacak ama aklıma takıldığı için sizinle paylaşayım. Örneğin 65 yaşında veya onu biraz geçtiğinizde bir notere gidip vasiyetname hazırlamak isterseniz veya şahsınıza ait bir gayrimenkulünüzü satmak isterseniz tapu sicil memurları ve noterler çoğunlukla sizden akıl sağlığınızın yerinde olup olmadığı konusunda doktor raporu isteyebiliyorlar. Komik olan şu ki 814 milyon 578 bin metrekare büyüklükte olan ülkemizin gayrimenkulünü yönetenler veya onun geleceği hakkında söz ve karar sahibi olanlardan böylesi bir doktor raporu istenmiyor. Konumuza dönecek olursak dünyada Yunanistan, Kanada, Fransa ve başka ülkelerde gençler söz ve karar sahibi olarak iktidara gelebiliyor. Hat ta geçen hafta Orta Amerika ülkesi El Salvador’da bile Osmanlı döneminde Filistin’den göç eden bir ailenin çocuğu olan 37 yaşındaki Nayib Bukele başkanlık seçimlerini kazanarak başarıya ulaşabildi. Demek ki önü açılırsa bizim gençlerimiz de ülkemizi başarı ile yönetebilir. Liderlerin tutumu Muhalefette olan bir partinin genel başkanı koltuktan gitmeye kalksa (ki bu olmadık bir mucize demektir) “yerine adam yok ki” denilecek kadar toplumda umutsuzluk örtüsü egemen olmuştur. Çünkü bugünün liderleri etraflarında düşünen, sorgulayan, eleştiren bağımsız kişilikler istemiyorlar. Parti disiplini adı altında aşağıdan yukarıya gelme potansiyeli taşıyan gençliğin önü kesilmektedir. Benim eleştirim muhafazakâr partiler için değil, kendini demokrat ve devrimci gören partileredir. Gençliğin her alanda örgütlenmesi zorunludur. Üniversitelerde, işyerlerinde, sokakta, kültürde, sanatta, siyasette örgütlü bir şekilde hayatla müdahale etmeleri gerekmektedir. Gençlik kendi geleceğine sahip çıkmazsa hiçbir zaman gelecek gençlikte olmayacak, “dönülmez akşamın ufkunda” olanların kararları ile yönetilmeye mecbur kalacaklardır. Bırakın artık, bu koca çınarın filizleri güzel yurdumuzun üzerinde dal budak sarsın ve hayat kendi ırmağında yatağına aksın. 74. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2019 Cumhuriyet gazetesinin kültür ve sanat ödülleri kapsamında düzenlenen karikatür yarışmasına, uluslararası karikatür sanatçılarının yarışma sergisi ve albümüne desteği devam ediyor. Ivailo Tsvetkov / BULGARİSTAN Yerel seçimde işçi oyları DR. ENGIN ÜNSAL Beka devamlılık, eski durumda kalma demektir. Söylenenin aksine Türkiye’nin beka sorunu yok ama çalışanların çok ciddi bir beka sorunu var. 3008 sayılı ilk İş yasasının çıktığı 1936 yılından bu yana çalışanlar hiçbir dönemde bugün yaşadıkları ateş çemberinin içinde kalmamışlardı. Ülke yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik krizi yaşıyor. TUİK verilerine göre 2018 Ekim ayında dar tanımlı işsizlik 3 milyon 788 bine, geniş tanımlı işsizlik 6 milyon 351 bine yükseldi. İş yerleri kapanıyor, sanayi ciddi boyutlarda daralıyor, yerli ve yabancı sermaye yurtdışına taşınma telaşında, yeni yabancı sermaye yatırımı yok, genç işsizlik yüzde 23.6 dolayında, sendikalı işçi kıyımı artmakta ve sendikalı işçi sayısında ciddi düşüş yaşanmakta, kayıt dışı çalışmalar ve 4 milyonluk Suriye’li göçmen çalışanların iş güvencesi için büyük tehlike oluşturmakta, İş Mahkemeleri ve İcra Dairelerinde dava dosyaları koridorlara taşmakta. Bu ateş çemberinde hükümet hukuki dayanağı olmayan grev ertelemeleri ile işçinin son sığınağı grev hakkını da yok etmekte bir sakınca görmemektedir. Alman Barolar Birliği 18 Şubat’ta Türkiye Barolar Birliği (TBB) Alman Barolar Birliği (ABB) ile, bizim de katıldığımız, bir toplantı yaparak Yargı Bağımsızlığında AB Standartları, Hukuk Devletinde Bağımsız Savunma ve Yabancı Yatırımlar ve Ekonomik Refah için Hukuk Devleti konularını masaya yatırdı. ABB Başkanı yaptığı değerlendirmede yargıç bağımsızlığının önemine ve Almanya’da yargıcın kendisi istemedikten sonra yerinin değiştirilemeyeceğine, Avukatların özgürce savunma yapabileceğine ve keyfî olarak gözaltına alınamayacağına, yabancı sermayenin bir ülkeye ancak hukuk devletinin varlığı halinde gelebileceğine ve bütün bunların ancak hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirebilmesine bağlı olduğuna değindi ve “Türkiye’nin durumunu not ediyoruz” dedi. Türkiye’de iş sözleşmesi ile çalışan 18 milyon işçi, 3 milyon memur var. SGK kapsamında 65 milyon çalışan, emekli ve bakmakla yükümlü oldukları aile bireyleri var. Yok edilmek istenen sosyal hukuk devletinin varlığı için doğru yolda kullanılacak bu oy gücünün demokrasi adına çok büyük önemi var. İşsizlerin oyu Siyasal olumsuzlukların çalışanlar üzerindeki etkileri emekçileri yaşamsal bir gelecek korkusu ile baş başa bırakmaktadır. İşçinin, memurun iş güvencesi ailesinin geçim endişesi inanılmaz boyutlardadır. Bunun temel nedeni hukukun üstünlüğü yerine ülkede tek adam hukukunun varlığıdır. Sosyal hukuk devleti bir dar boğaza sokulmuştur ve buradan çıkmak ancak çalışanların oy gücü ile mümkün olacaktır. İşçiler, memurlar ve onların aile bireyleri, işsizler yerel seçimlerde yaşanan tüm olumsuzlukların sorumlusu iktidar partisine oy vermeyerek demokrasi adına çok önemli bir uyarı yapmış olacaklardır. Sendikaların görevi Din sosuna batırılmış siyasete kanıp oy vermeleri yaşadıkları sıkıntıların devamı olacaktır. Yapacakları uyarı kendilerinin ve toplumun kurtuluşunun ilk adımı olacaktır. Ülkemiz sendikaları siyasetten korkar durumdadır. Üyelerini kendilerini etkileyen olumsuz ekonomik ve sosyal konularda uyarmaktan ve iktidar partisini eleştirmekten korkmaktadırlar. Şu bilinmelidir ki kurulmak istenen İslami devlet anlayışında özgür sendikacılığa yer olmayacaktır ve hiçbir İslam Devletinde sendika yoktur. Sendika yöneticileri açık ya da örtülü olarak üyelerinin ve işçilerin oy verme eğilimini etkilemek, yönlendirmek ve iktidar partisine oy verdirmemek zorundadır. çünkü bu iktidar işçi oyları ile iman tazelerse bunun en büyük zararını gene emekçiler görmeye devam edecektir. Verecekleri oyların işçi sınıfına işsizlik, geçim sıkıntısı, sendikasızlık, grev ertelemeleri ve gelecek korkusu olarak geri döneceğinden hiç kuşkuları olmasın. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle