18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 14 ARALIK 2019 CUMARTESİ TASARIM: İLKNUR FİLİZ Muzaffer İlhan Erdost, insan hakları savunuculuğunda ödenmiş en ağır bedellerin acılarını şiirle, öykülerle, kitapla, resimle, fotoğrafla, eleştiriler, makalelerle.. sanatla konuşarak paylaşan insan.. Ülkemin insanlarının sesi KURTULUŞ ARI haber Erdost, eğitimiyle üretken veterinerlik bir kenarda, gazetecilik, yöneticilik, yazıişleri müdürlüğü bile yapmış. Sol Yayınları’nın kurucusu, 1980’de kardeşi İlhan’ın ölümünden sonra Onur Yayınları yönetmeni olarak, solda üretim, çeviri yapan pek çok ünlünün kitaplarının basımını üstlenerek yollarını açmış. Yetmez, insan haklarının evrensel değerleri ile ödünsüz savaşımında, örgüt kuruculuğunda da aktif katılım yanında, sayısız etkinlikler içinde, 60 yıla ulaşan rekor bir sürece bıkmadan, yorulmadan katkıda bulunmuş.. İnanmayacaksınız ama Muzaffer İlhan Erdost ile İlhan İlhan Kitabevi’nde saatler sü ren, benim için çok özel, bir o ka dar keyifli söyleşide bırakın teyp kaydını, doğru dürüst not alma mı gerekli kılacak kadar bile ko nuşmadı. Tamam bana kıyama yarak hasta hasta gelmiş, konuk severliği ile kızını, çalışma arka daşlarını da seferberlik dozunda koşturmuştu ama... Ama saatler, “Şu kitabı da al, bunu da okuma lısın, şu dosyayı da senin için ayırdım. Şu resim, fotoğraf ser gileri katologları da senin...” di yerek benim için çok keyifle, kı zının evde yaptığı sıcak börek, durmadan tazelenen çaylar eşli ğinde şaşkınlıkla izleyip, durdu ramadığım bir koşturmaca için de geçiyordu. Muzaffer Ağabey’i durdurmak olanaksızdı. Yakarış içinde “Ga zetenin kâğıdı bir servet biliyor sun. Bir sayfaya neleri paylaşa bilirim ki..” itirazlarıma gülüm semekle yetiniyor. “Sonra ken din okursun ama bunu da ver meliyim, şunu da almalısın, bak şu yeni basılacak. Kızım fotoko pi çıkarttırsın, onu da mutlaka almalısın..”la öğleden sonra baş lamış buluşma, akşamın alaca karanlığına uzanıyordu.. Tamam sanatla özdeşleşmiş üretkenliği ni bilmez değildim ama bu kadar çok atladığımdan utançlı, ikram edilenin değerinin manevi baskı sı altında nokta koyabilmek için boşuna çırpınıyordum.. Vicdanımı hafifletmek adına o günden kafama koymuş olarak, Cumhuriyet gazetesinin, her dar be, operasyonlar süreçlerinde pek çok kez yağmalanmış, yine de tarih kokan arşivinde bir köşe açılması önerimi kendisi ile he nüz paylaşmadım. Bu köşeden, Erdost’un yanında, Nevzat Helva elbette arşivimizin emektarlarını cı, Vecihi Timuroğlu, Emil Galip da çok mutlu etmiş olarak önce Sandalcı’nın... isimleri en önler sizlerle paylaşıyorum. Birkaç ko de çok fazla tarihe kaydı alınma lilik kitapların sı gereken anı ancak kapakla lar var.. Elbet rını açmış, şöy te, solun silin le bir göze at dir gibi ezildi mış, içlerini ği yılların acı okuyamamış larının, en çok olarak söz ve cezaevi kapıla riyorum ki ben rında dik dur dahi yaratabil mayı başaran diğim zaman Muzaffer Erdost’un tahliyesi. kadınlar, ana dilimleri içinde (13 Temmuz 1974) lar, eşler, kız tek tek Arşivi kardeşlerin ça mizden alarak okumanın keyfini balarıyla insan hakları örgütlülü çıkaracağım.. ğüne dönüştüğü gerçeğinin altını Bu arada sonu gelmez gibi du öncelikle bir daha bir daha çiz ran bu inanılmaz kitap, sergi ka mek gerek. talogları ikramında, Muzaffer Ablalar, kız kardeşlerin uzun Ağabey’in her seslenişinde ki listesini paylaşmak, unutulan tap başlıklarını ezbere, eksik lara haksızlık olur. Özverile siz okuyarak istemesinin şaşkın ri, çabaları, katkıları belleğimiz lığı içindeyim. Bellek özürlü ol de.. Sonunda Derneğin kuruluş mam cabası, ülkemizdeki acıma toplantılarını noktalıyoruz. Bil sız insan hakları, sanatçılara, ül dik sol yelpazede yönetime ağır kenin aydınlanmacı her kesimin lık koyma çabaları, yönetim ku den insanlarına ödetilen bedelle rulu üyelerinin belirlenmesinde rin ağırlıklarının simgesi, kanlı bir küçük pürüz çıkaracak gibi.. olayların, baskı dönemlerinin de Sağdan da bedel ödeyenler var adlarını içinde barındıran olayla ken, Dernek çatısı altına girmede rının anlatıldığı kitapların, şiir gönüllü olamadılar. 12 Eylül’ün lerin bir bütünlük içinde besbel siyaseten sağın önünü açması li hepsini barındıran, o derinliği nın payı bilinemez, ancak sağ tu ni ancak hissedebileceğim sanat tukluların “İdeolojimiz iktidarda, çı duyarlılığı ile yoğrulması yet biz hapisteyiz” söylemleri de bel mezmiş gibi, içeriklerinden de leklerde.. not düşmeleri var ki.. Uzatmadan gerilimin kalkması Dayanamamışım, “Muzaffer adına araya girmiş, “Ben kimse Ağabey her zaman, her koşulda nin siyasi aidiyetini sorgulama hep gülümseyerek duruşunuzu, dan gazeteci olmanın ayrımcılı çok az konuşmanızı, çok az tep ğında, bir siyasetin sözcüsü gibi ki vermenizi izlemişimdir. Şim yargılanan Barış Derneği’nin bir di ancak sizin sanatınızla insan lara, en acılılarına dokunabilme nizin, ulaşabilmenizin keyfin de, konuşmak, kendinizi anlat mak gereğini bile duymadığını zın ayırımına varıyorum..” deyi vermişim. İnsan Hakları Sınavı Anıları.. İlhan Selçuk dostluğu en başta, Cumhuriyet gazetesi bağlantılı karşılaşmaların anıları bir yana.. Muzaffer Erdost’la benim için çok değerli özel karşılaşmalarımızda 12 Eylül sonrasının İnsan Hakları Derneği’nin kuruluş çalışmalarından başlayan, yönetimde alınan görevlerle beslenen, Türey Köse, Aldoğan Ekmekçi, Muzaffer Eryılmaz , Muzaffer Erdost, Halit Çelenk ve Şekibe Çelenk. İlhan Selçuk’la İstanbul sergisinde. Server Tanilli, İlhan Selçuk, Muzaffer Erdost benzeri konu ma düşmeme miz gerektiği ni düşünüyo rum..” türünden bir çıkış yap mıştım. Hukuk çu bir arkadaş yargılama sonu cunu da anım satınca, “Yargı lanma kaygısı ile değil, gerçek ten bütün insan hakları mağdurlarını kucaklayabilme adına İnsan Hakları Derneği’nin kurulabilmesi anlamı üzerinde durmuştum.” Özellikle isimlerini saydıklarımın evrensel değerlere ilişkin dik duruşları ile son dakika pürüzleri giderilmişti. Elbette Erdost’un kendi kökenlerinden pek çok siyasi hareketi kızdırmayı göze alarak evrensel insan hakları değerleri ile dik duruşu çok daha anlamlı ve değerliydi.. seçtim, çünkü kimselerin unutamayacağını biliyorum. Vecihi Timuroğlu sonuç olarak kökeniyle bağlı olduğu topraklarda, ileri yaşında faili meçhuller kapsamında katledildi. Derneğin kuruluş gecesinde yanımda oturuyordu. Keyfi yerinde kulağıma eğildi, “Şükran sen Alevi olabilir misin” sorusunu yöneltti. Elbette hiçbir fikrim yoktu. Sizi seviyorum ama olup olamayacağımı da bilemiyorum türünden bir cevap alınca da gülerek devam etti.. *** “Ne yazık ki olamazsın, doğman gerek. Biz yıllarca Aleviliği siz lere ilericilik olarak yuttururken bu gerçeği sakladık. Doğmunla ortaya çıkmış bir inancın aidiye ti, ilericilik sayılabilir mi? Bizim ilericiliğimiz bize yönelik başka mezheplerden gelen kanlı katli Sayfamızda Sol ve Onur yayın amlardan, baskılardan, mağduri larının 7 Kasım 2014 tarihli ka yetlerden. Cumhuriyet’e, Atatürk toloğunda yayımlanmış bir fo devrimciliğine, aydınlanmacılığa toğraf var. Vecihi Timuroğlu’nun gönülden bağlılıklarımız da aynı elinde karanfil. Besbelli Muzaf kökenlerden..” Gerçek aydınlan fer Ağabey’in cümleleriyle ya macı birikimleri, toplumsal bü zılmış fotoğraf altında, “33 yıl yük katkıları, dik duruşuyla da İlhan’ın sinine karanfil koyan çatışmacılığa yaramak üzere acı adam” açıklaması var. Hemen masızca katledildi. Azmettiren tetikçilerin odağın da da kuşkusuz içer den ve dışardan, en büyük merkezler den olasılıkları sa yın sayabilirseniz.. Yeri gelmişken aynı hamurdan İlhan Erdost’un öldürülmesi davası. çok yakın arkada Davada konuşan Muzaffer Erdost. 23 Mart 1981 şı Erdost’un konuş maksızın sürdürüle cek söyleşisine dö nelim. Aynı tarihli kataloğun iki sayfa öncesinde Talip Apaydın, İlhan İlhan kitabının sayfaları nın içinde, kütüphanenin önün deki fotoğrafının altına “Karan lık yolların aydınlık yolcusu” no tu düşülmüş. Bir sayfa öne geçi yorum. Vahap Erdoğdu’dan “Ay Dolandı Ardıçlığı/ Bir şair yürür ken Hakka/ Yalnız değildir,/ Sü rükler peşinden sevdiklerini!” Sayfaları çevirdikçe yürek bur kan insancıl güzelim anıları, bil ge kişilikleri, sanatçı güzellik katkıları ile aydınlanmacılar ko rosundan ünlü pek çok ismin da ha resmi geçitleri.. Nokta konula cak gibi değil.. Çiçek ve Hüzün 2007 EKONOMİK kriz, Türkiye ve işçi sınıfı Krizin ezici yükü çıkış umudu olabilir mi? Marksist Manifesto ile Sınıf Tavrı örgütlenmelerinin düzenledikleri, “Ekonomik kriz, Türkiye ve dünya, Türkiye ve işçi sınıfı” başlıklı iki ayrı oturumda, bilim insanları, uzmanlar, işçiler için yol haritası gelişmeleri paylaştılar. Şükran Soner Marksist Manifesto ile Sınıf “Tavrı” örgütlenmelerinin, Türkiye işçi sınıfının yaşamlarını karabasana çeviren, ekonomik krize ilişkin gerçeklerle yüzleşmeleri, ortaya koyacakları sınıf tavrı, hak arama, duruş, eylem, direniş, çıkış yolları.. aramalarında verecekleri kararlar için, öncelikle ekonomik krizin, Türkiye ve dünya gerçeklerini gündeme alan bir açıkoturum düzenlediler. Sınıf Tavrı yönetiminden Can Kayabal’ın moderatörlüğünü yaptığı oturumun ilk konuşmacısı Prof. İzzettin Önder, hiçbir şeyin tesadüf olmadığı vurgulaması ile söze girdi. Marksist, emek bakışıyla, kapitalizmin insanı öldürür saptamasının üzerine, “Ben de diyorum ki, emperyalizm ekonomileri krize sürükler ve batırır.” Sayısız, aralıksız büyük krizlere dönük, yaşananlar için sayılabilecek nedenlerin ötesinde belirleyicinin üretim ilişkileri olduğunun altını çiziyor. Gelişmiş ekonomilerde güçlü merkeze doğru kayışa karşı, gelişmekte olan ekonomilerin çevrede gezinerek, merkeze girmeye çalışsalar da gelişmiş ekonomilerden önce gelemeyeceklerini (o acı bir hikâye) vurgulamasıyla noktaladı. İkinci dünya paylaşım süreçlerindeki gelişmelerden örnekler verirken, sosyal demokrasi döneminin gelişmesinde Avrupa restorasyonunda sermayenin isteklerinin belirleyiciliğinde büyük bir komünist dünyanın doğmuş olması gerçeğinin etkilerinin altını çizdi. Emekçilerin gelir seviyeleri yükselirken sermaye kesiminin güçlü birikimi karşısında, nispi olarak fakirleştiklerinin altını çizdi. 2008 reel krizini, “Müthiş bir sermaye birikimi, müthiş bir üretim ama aynı oranda gelişemiyen bir piyasa..” olarak yorumladı. Liberalizmden neoliberalizme geçişte, değer yaratan emeğin haklarının, sermaye çıkarları bakış açısı ile gündemden düştüğü gerçeğinin altını çizdi. Kapitalizm kendine yeni kazanç kapılarını, vergiden kaçma yollarını açarken, sosyal demokrasiden de vazgeçtiğine işaret etti. Türkiye’yi de içine alan 2000 projesi için ise “Dünya kapitalizminin daha şiddetli sömüreceği yerlere, çevreye ihtiyacı vardı” dedi. Krizleri tesadüfi değil, organik olarak tanımladı. “Kriz sistematiktir. Krizden kurtulmanın tek yolu sistemden kurtulmaktan geçer” dedi. Doç. Bülent Hoca ise dönemin krizlerine damgası vuran gelişmeler arasında ABDÇin ticaret savaşlarına yer verdi. İki senelik geçmişi olan gelişmeleri anlamanın çok daha zor olduğuna da işaret ederek Trump’ın gerçeklerini, “Çin’in satın aldığı mal ve hizmetler, ABD’nin Çin’e sattığı mal ve hizmetlerin çok üstündedir” olarak özetledi. Marksist pencereden gelişmelere bakılınca da öngörülerin özellikle “ABD gidiyor, Çin mi geliyor?” sorgulaması kapsamında çok daha karmaşık olduğunun altını çiziyor. 2018 krizinin ise çokuluslu şirketleri sıkıştırdığını söylüyor. Kâr oranlarının düşmesiyle ciddi bir rekabet ve gerilim artışının ortaya çıktığına işaret ediyor. Krizin sermaye devlet ilişkilerine etkisini sorgulayan Prof. Ahmet Alpay ise bilim insanları arasında geçerli bir efsane söylem, eleştiri üzerinden söze girdi. Bilimsel çözümler arayışlarına dönük eleştiriler için, “Halkımızın baltalara ihtiyacı var, siz jilet takıyorsunuz” efsane olmuş suçlamasını anımsatıyor. İnsandan yana krizden çıkış yolları için çözümler arayışlarında ülkemiz ve dünya tarihinde yeri olan anlamlı birçok tartışma, çatışmalardan örnekler verdikten sonra, önemli ola nın, sistemi yıkma iradesine sahip insanlarla birlikte olunmasının altını çiziyor. Dünyada neler olduğu sorgulamasını yaparken de güncel, yaşamsal saptamalarını şöyle özetliyor: “Gelişmiş ülkeleri, Avrupa, Japonya, Amerika’yı rekabetçimiz olarak görmemiz mümkün değil. Yazılım büyük oranda açık olacak. Rus hacker’lara güveniyorum bu konuda. Amerika, Avrupa eskisi kadar para kazanamayacaklar. Yarı mamul hammaddeden kazanacaklar. Ortadoğu ve Afrika’yı hammadde deposu olarak belirlemiş durumdalar ve şimdi depoyu paylaşacaklar, savaşacaklar. Paylaşmaktalar. Dolayısıyla çok kritik bir yerlerdeyiz sosyalistler olarak.” Kriz, sermaye ve işçi sınıfı Moderatörlüğünü Marksist Manifesto’dan Hande Durna’nın yaptığı ikinci oturumun ilk konuşmacısı Prof. Gamze Yücesan Özdemir, ülkenin derin bir iktisadi ve siyasi krizin içinden geçtiği ile söze girdi. Emekçilerin şükretme eğilimleri de içinde çok dağılmış, parçalı bir konumda bu krize yakalandıklarını belirtti. Ancak sistemin kendi kendini üretemediği koşullarda ağır yükler altında olan emekçiler için de devrimci bir anın yakalanabilmesi şansının doğduğuna işaret etti. İşçilerin içinde bulundukları örgütlü ve örgütsüz yapıların olumsuz koşullarının tanımlarını yaptıktan sonra da, gerek dünya gerekse Türkiye gerçeklerinden durum saptamalarıyla, iktisadi, siyasal, ideolojik alanlarda yapılabileceklerde önceliklerin değerlendirmelerine geçti. İktisadi yapıda kamucu, üretken planlamayla demokratikleşmiş bir üretim ve bölüşümden yola çıkılmasından söz etti. Bağımsız antiemperyalist bir ülkede vazgeçilemez insan haklarını sıralayarak, ideolojik olarak da işçi sınıfının dilini, söylemini büyütecek bir dayanışma istedi. Doç. Aziz Çelik ise işçi sınıfının içinde olduğu olumsuz tabloyu, bir bütünlük içinde, en çarpıcı olumsuz sonuçlarının satırbaşlarıyla bir bir sayarak, istatiksel durumları özetleyen grafikler eşliğinde izleyenlerin bilincine kazmayı seçmişti. Sayfalara sığdırılamayacağı için, AKP döneminde işçi sınıfının durumunu “Otoriterleşen emek rejiminde, sendikal haklar, sosyal güvenlik hakları ve bireysel haklar esnetildi ve sınırlandı” olarak özetleyen saptamalarından birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle