18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 10 ARALIK 2019 SALI [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İnsan ve Dünya Hakları İnsan var oldukça, hakları için uğraşmaya adanmış sanat da hep var olacaktır. Çünkü haklarıyla yaşamayı bilen insan erdemli ve adaletli olmaya da gayret edecektir. METIN PEKER KARIKATÜRCÜLER DERNEĞI BAŞKANI Dünya dönüyor. Gerçekten dönüyor dünya. İyi yönleri ve kötü yönleriyle dönüyor dünya... Bilimsel buluşların baş döndürcülüğünde küçümen bir “yöre”ye çevirdiğimiz dünya, bizden şekvacı, bize kızgın, bizden derin bir hayal kırıklığı duymuş olmanın hüznünü yaşıyor bu hazan mevsiminde... Bir yandan iklim değişikliği ile dünyayı boğan, dünyadaki tüm canlı ve bitki türlerini tehlike içinde tutan, öte yandan uzayın ücralarına yönelen bir insanlığa evrildik zira. Hırsları, insanlığına galip gelmiş; tüketici oluşunu, gösterişçi tüketici oluşunu her yerde deklare eden insanlığa evrildik zira. Peki, bu gerekli mi? Değil. İnsanız biz. Sadece insan... Dünyanın gidişatına yönelik bu her şeyi tüketme histerisi, dünyanın dengesini bozduğu gibi, insanı dünya ve kendisi içinde delice bir kayboluşa sürüklemektedir. İnsan olmak ve insan kalmak. Asıl güç olan bu? Dünyanın dört bucağında yazılı anayasalar, pek süslü bir biçimde insandan, onun doğuştan sahip olduğu haklarından bahseder durur. Kağıt üzerinde iç serinleten insana dair veciz kalıplar içindeki bu sözlerin fiiliyatta çoğu zaman boşlukta sallanmaya yargılı ve yazgılı olduğu bilinir, bilinmektedir. Hak denince gözyaşı hakkı, zulmetme hakkı, yoksul bırakma hakkı, hapsetme hakkı gibi çeşit çeşit usandırıcı ve utandırıcı “hakların” içinde yüzdüğümüz bir evreden geçmekteyiz. Somut, iç açıcı, kapsayıcı ve kucaklayıcı, insana yakışır ve yaraşır haklar retoriğinde bir gerileyiş hüküm sürmektedir. Kâğıt üzerinde, anayasal maddeler içinde beyaz görünüm kazanan bu haklar, yaşamın odasında karanlığa dönüşmektedir. Adeta, Tevfik Fikret’in zulmeti beyza dediği bir beyaz karanlık ortalığı sarmış durumdadır, insan denince, onun yaşamını çoğaltan ens Olena TsuranovaUkrayna trümanlar denince. Bu sorunlu, bekleyiş ve belir sizliklerle dolu dönemden çıkış için sanat, ruhuna uygun bir biçimde sahnede almayı bir görev bellemektedir. Sanat nerede umutsuzluk varsa, nerede umursamazlık varsa, nerede hak ihlali, ezilmişlik, eşitsizlik varsa oradadır... ve hep de orada olacaktır... İnsanın hakkı, gezegenimizin hakkıdır, üstünde var olan her türden canlıya dair hakların bir parçasıdır... insan ve ötekiler diye bir ayırımı reddeden, dünyaya bütünselci bakan yeni bir evrede, insanı doğa ve iyilik için uyaran bir insan hakları yaklaşımı gereklidir artık... sanat tüm gövdesini bu uğurda mücadele sahasına sürmüş ve sürecektir. Karikatür, sanatın haşarı, ele avuca sığmaz, asi ve öncü çocuğu her türden insanlık kaybı ve ayıbı karşısında bir direnç öğesi olarak durmaktadır... çünkü, karikatür günceli belgeleyerek, tarihçilerden ödünç alıp söylersek, “uzun zamanlar tarihi” için uğraşır, safını onların safı sayar ve gayesinin okunu geleceğe çevirmeyi iş edinir... İnsanın iç işlerini sembollerle donatmak, eğitmek, değiştir Mojmir MihatovHırvatistan mek sanatla mümkündür. Karikatür işte sembolleştirici, imaj oluşturucu ve bunları akılda ve duyuda kalıcı biçimde tutuşuyla insanlığın yorulmak bilmez hizmetçisidir. Yaşam ilericidir Aslında, yaşam tüm devingenliğiyle daima ilerici, ilerleticidir... düşünceler, ne kadar hızlı ve geniş bakışlı olursa olsun, hep yaşamın gerisinden gelir, gelmek zorundadır. Zira, düşünme en yeni yaşam örneklerini yakaladığı anda bile, yaşamın yeni numunelere doğru gidişi karşısında kısmi bir kabullenişlik içine girer. İşte sanat burada da sürprizini yapar, maharetiyle, maharetindeki ütopik tezlerle yaşama gideceği yönü fısıldar. Hele ki, bu sanat karikatürse, çizgilerinin kıvrımlarında dolaştırdığı acı ve bu acılara yönelik tepki, yaşama, tedbir alması gereken şeyleri önceden haber verir. Günümüzde gıda, eğitim, tıp, iklim, konut, siyaset, emek, toplumsal arzular gibi pek çok konuda talepler artıyor ama bunların yerine getirilme hızı ve duyarlılık eşiği, hükümetler nezdinde düşük kalmaktadır. Çünkü liberal çılgınlık ve insafsızlık, insafsızlığı ve çılgınlığı kendisine hak, insanlara ise bu inceden inceye yok oluşu, adım adım yok oluşa sürüklenişi ilerleme olarak sunmaktadır. İnsanın acı çektiği her konu, insan hakkıdır ama bir ağacın, bir sincabın yaşam evreninin sınırlanması da bir dünya hakkıdır ve insan, dünya haklarını savunduğu ölçüde kendi hakkını hakiki manada alabilecektir. İnsan dünya içindedir, hakları da dünyanın hakları içindedir. Tüm coğrafyalar, tarihler, toplumsal gelişmeler, ekolojik değişimler bu dünyasallığın içindedir. İnsan dünya içindir, çünkü hülyaları, değişim sancıları bu dünyanın içindedir. Bu dünyanın içindeyiz, dışımızdaki pek çok şeyle beraber dünyalıyız. Hükümetlere karşı dünyanın haklarını sanat aracılığıyla dile getirmek ve bir meydan okuyuşa çevirmek, insanları iyileştiren, iyileştirici bir iksir işlevini de görecektir. Yerkürenin her noktasındaki direniş, arayış, insanal boyutlarıyla bizimdir. Evrendeki her atom, en düşük enerji halini kullanıp kendi başarı ve süreklilik halini sağlarken, insanların onca enerji kullanımına rağmen, bir türlü hakların çoğaltılma ve çeşitlendirilmede engellerle karşılaşması ironi değil mi? Aklın yegâne kullanıcısı canlı olmakla övünmekle, ahmakça bir insan ve doğa tahribatına girişmek nasıl bir bir bedbahtlıktır? Karikatür, bize karmaşık tablolar, uzun ve dolambaçlı laflar eşliğinde sunulanı sadeleştirir, doğrudanlaştırır, tersyüz eder ve hedefine geri çevirir, güdümlü ve etkili bir biçimde fırlatır. Her türden hokkabazlığı, cin fikirliliği, insana en uzak olanı, en yakın gösteren gariplik ve hileleri, kaleminin gücüyle doğrultur, dikleştirir; merhamet ve adaleti işler kılar. Yönetenleri zorda, ezilenleri esenliğin soluyuşları içinde bırakır. Sanat sürdükçe, insanın ileriye doğru yürüyüşü de devam edecektir. Elbette bu yürüyüş, kimi zaman geriye çekilişler ve duraksamalarla kesintiye de uğrayacaktır. İnsan var oldukça, hakları için uğraşmaya adanmış sanat da hep var olacaktır. Çünkü haklarıyla yaşamayı bilen insan erdemli ve adaletli olmaya da gayret edecektir. Çünkü sanat, erdem ve adaletin hakiki iz sürücüsüdür. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 71.yılı Cehaletin egemenliği çok kötüdür! Cehalet, cahil olduğunu bilmez... Sadece bozmayı, yakıp yıkmayı bilir! HHH Cehalet, bilimi, sanatı, edebiyatı, kültürü, tarihi, insanlığı, bilmez... Ama, insanları nasıl cahil bırakacağını bilir; okumuş yazmışları, diplomalıları küçümser, dışlar; kendini ve kendi gibi olanları sever, yüceltir. HHH Cehalet, soru sormayı, sorgulamayı, daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu aramayı bilmez... Ama, ezberi, itaati, emri, azarı, cezayı bilir. HHH Cehalet, Demokrasiyi, Laikliği, Hukuk Devletini, Sosyal Devleti, Temel Hak ve Özgürlükleri bilmez, gördüğü yerde ezer, yok eder... Din, mezhep, ırk, milliyet gibi kendi mukaddes değerlerini de doğru dürüst bilmez... Ama, hem Demokrasiyi, Laikliği, Hukuk Devleti’ni, Sosyal Devleti, Temel Hak ve Özgürlükleri, yozlaştırır, sınırlar ve kısıtlar... Hem de yalan yanlış ve eksik bildikleri adına, kendi mukaddes değerlerine değişik bakanları ve kendisinden farklı yaşayanları ve başka kimlik sahiplerini aşağılar ve baskılar. HHH Cehalet, bilimin, eğitimin, kitabın, kütüphanelerin değerini bilmez; İskenderiye Kütüphanesi’ni yakar, üniversiteleri yıkar... Ama, bilimi, eğitimi, kitap okumayı, kütüphaneyi bilmez; yeni üniversiteler ve kütüphaneler kuramaz; bina yapsa bile içlerini dolduramaz! HHH Cehalet, Hukuku, Adaleti ve Yargıyı bilmez, bilmediği için saygı da duymaz, yıkar, yok eder... Ama bu kavramları bilmediği için, yeni bir Hukuk, adalet ve Yargı Düzeni de kuramaz. HHH Cehalet, iktisat ve maliye de bilmez; piyasanın işleyişinden bile haberi yoktur; Sosyal Adalet nedir hiç bilmez; ekonomiyi de, piyasayı da, sosyal adaleti de garip emirlerle bozar, yozlaştırır, geriletir. Vergi koymayı, borç almayı, yoksul ezmeyi, milli servet satmayı, zengini daha zenginleştirmeyi, kendi cebini doldurmayı bilir; ekonomiyi bozar, halkı ezer. HHH Cehalet, Anayasa’yı da bilmez, bilmediği için, saygı da duymaz, yozlaştırır, parça parça eder. Bilmediği ve saygı duymadığı için, yeni bir Anayasa da yapamaz, ucube metinlerle hem kendisini hem toplumu perişan eder. HHH Cehalet, sadece yakmayı, yıkmayı bilir.... Ama yapmayı bilmez... O nedenle de yaktığı, yıktığı şeylerin yerine yenilerini koyamaz! Cehalet çok kötü bir şeydir... Cehaletin egemenliği ise, herkesi cahilleştirdiği, tüm toplumu cehalete kurban ettiği için, hem kendisi hem de toplum için çok daha kötüdür: Çünkü uzun dönemde, hem kendisini yok eder, hem de kendisini yetiştiren toplumu daha bile geriletir. AV. KEMAL AKKURT SOSYAL DEMOKRAT AVUKATLAR DERNEĞI BAŞKANI Bundan 71 yıl önce, 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) kabul edildi. Bildirge ile insanın sahip olduğu onur ve değerin insan haklarının kaynağı ve bu hakların evrensel olduğu fikri temel alınmıştır.  İHEB’nin başlangıç bölümünde, insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünmez ve devredilmez hakların tanınmasının dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu vurgulanmıştır. Bu hakların korunması, herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalmaması için, insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının zaruri olduğu kabul edilmiştir. Henüz oluşmadı  Bugün, dünyada ve Türkiye’de Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı bir düzenin kurulduğunu söylemek, maalesef mümkün değildir. Batılı bazı demokratik ülkelerde büyük ölçüde kurulan insan haklarına dayalı bu düzen, dünyanın diğer bölgelerinde, özellikle Ortadoğu’da ve Türkiye’de bir türlü kurulamamıştır. “İnsan insanın kurdudur” sözü, adeta bu ülkeler için söylenmiştir. Egemenlerin lüks ve konfor içinde yaşadığı bu ülkelerde, halka zulüm, kan ve gözyaşı reva görülmektedir. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, si yasi ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, sırf insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri, bu bölgelerde henüz koruma bulamamıştır. Bir daha dünyada savaşlar olmasın, insanlar ölmesin, herkes barış ve huzur içinde yaşasın diye kurulan BM de gerek yaşam hakkının korunmasında, gerekse diğer insan haklarının sağlanmasında çok pasif kalmıştır. Savaşların ve iç savaşların önlenmesinde ve sonlandırılmasında, mülteci krizlerine müdahalede kuruluş amacına uygun davranamamış, egemen devletlerin dümen suyuna girmiştir. İnsanlık krizi Bugün huzur ve refah içinde yaşayan bir avuç insan dışında kalanlar, büyük bir insanlık krizi içindedir. Bu krizin dünya genelinde ve Türkiye’deki yansıması ise her türlü şiddetin sistematikleşmesi, yaygınlaşması ve hatta sıradanlaşmasıdır. Daha birkaç yıl önce, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde İstanbul’da masum 44 kişinin, Ankara’da Gar Katliamı’nda 102 kişinin teröre kurban verilmesini unuttuk, yeni terör olaylarının olmaması için dua etmeye başladık. “Yurtta barış, dünyada barış” söyleminden “yurtta savaş, dünyada savaş” konseptine yönelmiş bulunuyoruz. İçeride ve dışarıda sürdürülen savaş politikaları sonucu, ülkemi zin temel sorunları giderek ağırlaşmıştır. Siyasal otoriterleşme tırmanışa geçmiştir. Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, siyasal gücün tek elde toplandığı, ana yasaya aykırı, fiili bir sisteme geçilmiştir. Kazanımların gerisinde Ülkemizin bu ağır koşulları yetmezmiş gibi, yaşadığımız 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, ardından ilan edilen OHAL uygulamaları ve çıkarılan KHK’ler sonucu, insan hakları ihlalleri zirve yapmış, insan hakları mücadelesinin kazanımları onlarca yıl geriye götürülmüştür. İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 2017 yılı insan hakları raporuna göre, “OHAL KHK’lerle işinden atılan, hiçbir yerde çalışma hakkı tanınmayan, sosyal haklarına ve malına mülküne el konulan, keyfi gerekçeler ile gözaltına alınan, işkence gören, sonu belirsiz sürelerce tutuklu kalan, her türlü hukuki koru ma ve savunma haklarından yoksun bırakılan, ne anayasa yargısından, ne de idari yargıdan cevap alabilen yüz binlerce “medeni ölü” yaratılmıştır. Medeni ölüler yaratılarak “sosyal infaz” uygulanmaktadır”. Tehlikeli dönüşüm Darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen OHAL ve çıkarılan KHK’lerle, tıpkı askeri darbe dönemlerindeki gibi, içerik bakımından insan hakları hukukuna aykırı mevzuat ve uygulama dönemine geçilmiştir. OHAL’in gerekçesi darbe teşebbüsü ile mücadelede iken, çıkarılan KHK’ler ile toplumsal muhalefet üzerinde ağır baskı kurulmuştur. Kapatılan “muhalif” TV’ler, gazete ve dergiler, tutuklanan gazeteci, milletvekilleri ve belediye başkanları ile güzel ülkemiz adetâ demokrasi ve hukukun olmadığı üçüncü dünya ülkelerine dönüşmektedir. Dünyanın en çağdaş insan hakları belgesi olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. yılında da dünyada ve Türkiye’de evrensel insan haklarının yaşama geçmesi idealinin maalesef çok uzağındayız. Türkiye’de, insan haklarının hayata geçmesinin tek koşulu, acilen “barış”ın tesis edilmesidir. Başta yaşam hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, temel insan hakları ancak barış ortamında ve ikliminde hayata geçirilebilir ve içselleştirilebilir. Barış içinde, insan haklarımızı koruyacağımız ve kutlayacağımız güzel günler yakın olsun...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle