19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 KASIM 2019 PERŞEMBE [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Tarsuslu Cavit Hoca OKAN TOYGAR (Tarsus Kültür ve Dayanışma Derneği) “Benden yarına kalacak olan namusluca yaşanmış bir hayat, çocuklarım ve kitaplarım olabilir. Sorumluluğumu hiçbir zaman unutmamalıyım.” Cavit Orhan Tütengil, 25 Mart 1955 tarihli günlüğünden Bakınca namuslu bir aydın, ömrünü yaşadığı toplumun özgürleşmesine adamış yürekli bir düşün adamı ve iyi bir insan görürüz Tarsuslu Cavit Hoca’nın parantezinde. Bundan tam 40 yıl önce, soğuk bir İstanbul sabahında bir üniversite hocası, elinde çantası otobüs durağına doğru yürürken kafası duyguları karmakarışıktır. Ülke, o günlerde yangın yeri gibidir. Çok değil, daha iki hafta önce aydınlanma karşıtları tarafından katledilen arkadaşı Prof. Dr. Ümit Doğanay’ın cenazesinde Ümit Kaftancıoğlu ile birlikte yerlerde sürüklenmişlerdir. Acısı tazedir. Diğer yandan “Onun ölüm haberini duymam beni çok yıkacak” dediği ve akciğer kanseri nedeniyle Cerrahpaşa Hastanesi’nde ölümle boğuşan arkadaşı şair Behçet Necatigil’i hatırlar ve hüznü daha da derinleşir. Levent “Sülün” Sokak’tan her gün otobüse bindiği durağa doğru yürürken yaklaşan yeni yıl nedeniyle Berlin’den gelecek olan oğlu Kaya’yı göreceğini düşünerek gülümser. Çok özlemiştir oğlunu. Evlat sevgisi kafasının içindeki kara bulutları dağıtmıştır sanki. Haftanın son günüdür o gün. Üniversiteden dönerken çiçekçiye rast gelirse eşi Şükriye Hanım’a çiçek almak geçer aklından. Saatine bakar ve otobüsü kaçırmamak için adımlarını sıklaştırır, saat dokuzda dersi vardır ve o güne kadar hiç geç kalmamıştır. Her sabah selamlaştığı tanıdık yüzlerin de olduğu, karşıdaki durağı gördüğü sırada koyu renkli bir arabadan inen dört kişinin hızla kendisine doğru yöneldi ğini görür. Duraktan gelen çığlıklar ve silah sesleri arasında her şey on saniye içinde olup biter. Ülkenin en önemli sosyologlarından olan 58 yaşındaki bu öğretim üyesi, elinde küçük çantası ve kitaplarıyla kanlar içinde yere yığılır. Hiç ölmemiş gibi Oğlu Kaya’yı göremeyecektir artık. Bir daha kızı Deniz ile kahvaltı yapamayacak, Aksu Köy Enstitüsü yıllarından itibaren hep yan yana olduğu sevgili eşi Şükriye Hanım ile dertleşemeyecektir. Öğrencileri, toplumsal sorunlara geniş ufuklar açan hocalarından aydınlanmayı, Türkiye’nin köy sorununu, az gelişmenin sosyolojisini dinleyemeyeceklerdir artık. Bu disiplinli bilim insanının derse yetişememekaygısıyla az önce baktığı saat hâlâ işlemekte ancak yüreği artık çalışmamaktadır. Düşünce düşmanları acımasızca kıymışlardır ona, tıpkı uzak ya da yakın geçmişte Sabahattin Ali, Doğan Öz, Bedrettin Cömert ve Cevat Yurdakul’a kıydıkları, gelecekte Dr. Sevinç Özgüner, Kemal Türkler, Uğur Mumcu ve daha nice aydınımıza kıyacakları gibi. Düşünce beraberliği içinde oldukları yakın arkadaşı Oktay Akbal, bunu duyar duymaz koşarak gider olay yerine. Otobüs durağına beş on adım kala yatıyordur can dostu, üstüne beyaz bir çarşaf örtülmüş olarak. Gözlükleri gözünde, eli hâlâ çantasındadır. Hiç de ölmüşe benzetemez onu. Sanki kalkıp işine gidecek, ertesi gün de hemen her hafta sonu yaptıkları gibi yürüyerek Levent’ten Baltalimanı’na inip Rumelihisarı’ndaki küçük lokantada bir iki kadeh rakı içeceklerdir. Demokrasi düşmanlarınca katledilen bu kişi, Türkiye’de sosyal bilimlerin köşe taşlarından olan Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’dir. İşçi sınıfı ve emekten yana tutum alan çağdaş, ilerici, Atatürkçü nice sanat ve düşün insanı gibi en üretken döneminde hayatımızdan çekilip alınan değerlerimizden biridir. Tarsus etkisi 1921 yılında Tarsus’ta doğan ve çocukluğu burada geçen Tütengil’in aydın kişiliğinin ortaya çıkmasında ilk çevrenin, yani on bin yıldır medeniyetin kesintisiz olarak devam ettiği bu güney kentinin etkisi elbette yok sayılamaz. Yakın arkadaşı, halkbilimci ve yazar Kerim Yund, Tütengil’in Tarsus’a özgü bazı gelenekleri İstanbul’da da yaşattığını anlatır anılarında. “Türkiye’de Köy Sorunu” isimli kitabının önsözünde de şöyle yazar Cavit Orhan Tütengil: “Köy sorunlarına ilgi duymamda, bir köy öğretmeninin oğlu olarak dünyaya gözlerimi Tarsus’un Sebil köyünde açmamın ve ilkokulun bazı yıllarını köylü çocuklarla birlikte köy okullarında geçirmiş olmanın payı olduğunu düşünüyorum.” Biz Tarsuslular, uğruna mücadele verdiği halkının gözünde, gün geçtikçe daha da anıtlaşan bu demokrat ve aydın bilim insanının isminin kentimizle birlikte anılmasından dolayı onur duyuyoruz. Kendisinden altı gün sonra yaşama veda eden arkadaşı Behçet Necatigil, “Kitaplarda Ölmek” şiirinde “Açılır parantez, doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti. Kapanır, parantez... Parantezin içindeki çizgi, ne varsa orda... diyor. İşte o çizgiye bakınca namuslu bir aydın, ömrünü yaşadığı toplumun özgürleşmesine adamış yürekli bir düşün adamı ve iyi bir insan görürüz Tarsuslu Cavit Hoca’nın parantezinde. Katledilişinin 40. yılında onu sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz. İstanbul’a ilk hançeri saplayan üç kişi Son günlerde, siyasal gündemin sıcaklığı yüzünden, Boğaziçi İmar Yasası’nda AKP iktidarının yeni yağma aracı olarak önerdiği değişiklik gözden kaçmış gibi görünüyor. HHH Doğal, tarihsel, ekonomik ve kültürel zenginliğiyle politikacıların iştihasını kabartan ve yağmalanan kent, İstanbul: DinTarım dönemindeki dört dünya imparatorluğunun başkenti... Roma, Doğu Roma (Bizans), Latin ve Osmanlı İmparatorluklarının başkentleri olarak, İpek (Baharat) Yolu’nu kontrol ettiği için, bilinen Dünyaya (Avrasya’ya) egemen olan merkez! HHH İki kıta arasındaki seçkin stratejik yeri... İstanbul Boğazı’nın emsalsiz güzelliği... Doğasının yağmalana yağmalana bitirilemeyen zenginliği... Tanıklık ettiği tarihin mimari ve kültürel birikimi... İstanbul’u bütün politikacıların hedefi haline getirmiştir. Ne yazık ki, İstanbul’un akciğerlerine ilk hançer, kendisini “Muhafazakâr” (dinci/milliyetçi) diye tanıtan ve halkı demokrasi vaadiyle aldatarak iktidara gelen Demokrat Parti döneminde, onun lideri Menderes tarafından, Soğuk Savaş bağlamında, emperyalizm tarafından saplanmıştır: Dikdörtgen biçimindeki hançer, Hilton Oteli’dir. Soğuk Savaş dönemindeki cinayeti hazırlayan beyin, emperyalizmin patronu ABD’dir. Cinayetin tetikçisi, Conrad Hilton’dur. İstanbul hedefini belirleyen, bu kenti tetikçinin aklına sokan eşi, ünlü artist Zsa Zsa Gabor’dur. Emperyalizmin maşası olarak hançeri tutan el de, ne yazık ki Adnan Menderes’tir. (Bknz: Emre Kongar, İstanbul, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2019, s. 141147.) HHH 1961 Anayasası “Planlı Dönemi” başlatınca, ülkenin ekonomik planlaması ile birlikte kent planlamaları da gündeme geldi. Bu bağlamda, uzun çalışmalarla İstanbul Nazım Planı da hazırlandı. Ne yazık ki, 1961 Anayasası’na karşı yapılan 12 Eylül 1980 darbesi, hem kent yağması hem de dinci eğitim konularında sağcı politikacıların önünü açtı: Kenan Evren yönetimi bir yandan 1981 Anayasası’na zorunlu din derslerini sokarken, öte yandan Türkiye’nin tarihsel ve doğal dokusunu koruyan Koruma Kurulu’nu da bölerek parçaladı, bu arada İstanbul Nazım Planı’nı da lağv etti; böylece hem İstanbul’daki hem de ülkedeki toprak yağmasını kolaylaştırdı. (Unutmayın, dinselleştirmeotoriterleşmebaskı ile yağma ve yolsuzluk el ele gider.) HHH İstanbul’u 25, Türkiye’yi 17 yıldır yöneten Erdoğan/ AKP iktidarı, elinden kaçırdığı İstanbul rantının hiç olmazsa bir bölümünü geri alabilmek için şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Boğaziçi İmar Planı yetkisini hükümete almak istiyor. İstanbullular, “Büyük İstanbul İttifakı”, buna izin vermemelidir! Müebbet hapis, idamdan daha etkili bir ceza, ama... 4 LASTİK ALANA 4 FİLTRE BEDAVA OPEL’DE DÖRT DÖRTLÜK LASTİK KAMPANYASI! Lastiklerini Opel Yetkili Servisleri’nde değiştiren myOpel üyeleri, periyodik bakımlarda yıl sonuna kadar diledikleri zaman ÜCRETSİZ yağ, yakıt*, polen ve hava filtresi değişimi fırsatından yararlanıyor.** * Dizel araçlarda bir sonraki bakım 30.000 km ve katları ise geçerlidir. ** Mevcut kampanya diğer indirim ve kampanyalarla birleştirilemez. Kampanyaya katılan yetkili servislerde, tüm Opeller için ay sonuna kadar geçerlidir. İşçilik ücreti kampanya kapsamı dışındadır. Kampanya, 4 adet Continental markalı lastik değişiminde geçerlidir ve stoklarla sınırlıdır. myOpel.com.tr Opel Yetkili Servis ATM Pendik 216 354 73 55 Asal Ayazağa Sarıyer 212 289 89 06 Bostancıoğlu Kartal İstanbul 216 389 00 00 Çetaş Büyükçekmece 212 863 54 54 Çetaş Bağcılar 212 447 30 00 Değer Maltepe 444 48 16 Ekcan İzmit Kocaeli 262 311 70 20 Erdemir Beylikdüzü 212 422 08 04 Gerçek Beşiktaş 212 315 91 00 GTC Global Altunizade 216 428 35 35 Mar Eyüp 212 417 29 29 Odak Bayrampaşa 212 467 13 13 Odak Topkapı 212 449 13 13 Öztek Çekmeköy İstanbul 216 621 05 00 İsmail Özcan Eğitimci Yazar İdam cezasının 2003’te AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırılması Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için çok ileri ve çok radikal bir adımdı. Ama toplum genelinde bu düzenleme ile ilgili olarak o günden beri tam bir uzlaşma sağlanamadı. Yazarlar, aydınlar, akademisyenler, yargı mensupları, daha kapsamlı ifadeyle okumuş çevrelerin büyük çoğunluğu çağdaş bir devlet için bu düzenlemenin doğru ve gerekli olduğu konusunda hemfikirken halk çoğunluğu bundan pek memnun olmadı. İdam cezasının kaldırılmasından bu yana geniş toplum kesimlerinde büyük tepkilere neden olan cinayetlerin, katliamların, kalkışmaların hemen sonrasında halkımız ısrarla idam cezasının geri getirilmesi, bu eylemlerin faillerinin hiç tereddüt etmeden idamla cezalandırılması talebinde bulundu. Onları bu taleplerinden dolayı eleştirmek ve suçlamak aceleci bir tutum olur. Çünkü geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde idam cezası yerine uygulanan müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları da diğer sıradan cezalar gibi yozlaştırılmış, çeşitli bahanelerle çıkarılan af yasaları sebebiyle ders olan, ibret olan niteliğini kaybetmiştir. İşte halk; toplumu sarsmış, ayağa kaldırmış cinayet ve katliamların cani ve faillerine verilmiş müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının tam, ödünsüz, firesiz bir şekilde uygulanacağına olan inançsızlığından dolayı idam diye tutturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde sürekli olarak af yasası çıkarmak gibi bir popülizm olmadığı için oralarda hiç kimse idam cezası peşinde koşmamaktadır. Halk da çok iyi bilir ki, aksine hiçbir ümide sahip olmadan ömrünü hapishanede tamamlayacağına inanan birisi için her gün yeni bir ölümdür. İdam cezası konusunda şu değerlendirmeyi yapmak önemlidir: Günümüzde hangi ülke için olursa olsun, idam cezasını kaldırmış olmak toplumsal ve hukuksal bir evrimin, bir gelişmişliğin sonucudur. Yüzyıllar boyunca nerede uygulanmış olursa olsun, idam cezalarının çoğu, hele düşünce suçları için uygulananları ve siyasal olanları; sonsuz tartışmalara, toplumsal kamplaşmalara, daha da önemlisi düşmanlık ve çatışmalara yol açmış tır. Çok gerilere gitmeden, bizim ülkemizde bile 27 Mayıs darbesinden sonra Adnan Menderes ve iki bakanının, 12 Mart muhtırasından sonra da meşru anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla, üç solcu gencin idam edilmesi her zaman tartışmalara sebep olmuştur. Toplumun geniş bir kesiminde ise her iki idam için de “Keşke yapılmasaydı!” pişmanlığı noktasına gelinmiştir. Günümüz dünyasında, idam cezasını kaldırmış olan ülkeler, söz konusu cezayı kaldıracak anlayışa ancak idamla ilgili birçok acı ve pişmanlık ve telafisi imkânsız yanlışlıklar yaşadıktan sonra ulaşmışlardır. Gelişmişlik ölçütü Bugün AB ülkelerinde idam cezasının kaldırılmış olması, idam cezası uygulamalarının AB müktesebatına ve kriterlerine aykırı bulunması çok açık bir çağdaşlık ve gelişmişlik ölçüsüdür. “Hukuk devleti” ve “hukukun üstünlüğü” inancının somut sonucudur. Çünkü daha 150 yıl önce Victor Hugo, idam cezasının aracı olan darağacından, “Ulusların ve devrimlerin kökünden sökemediği tek ağaç darağacıdır” diye şikâyet ediyordu. Ama günümüz Avrupası bu ağacı kökten sökmeyi başarmıştır. Bu, kimilerinin yaptığı gibi eleştirilecek değil, takdir edilecek bir gelişmedir. Avrupa, bu gelişmeyi sağlarken hep bir evrim içinde olmuştur. Bunun yüzyıllara dayanan bir arka planı, bir zemini bulunmaktadır. Dünya hukuk tarihinde suç ve ceza üzerine yazılmış anıt bir kitap olan “Suçlar ve Cezalar”ın yazarı Beccaria (17381794), idam cezası aleyhine bugün bile tazeliğini koruyan düşünceler öne sürmüştür. İşte size Suçlar ve Cezalar’dan idama ilişkin iki cümle: “İnsanlığın kafasında en büyük etkiyi yapan şey, cezanın şiddeti olmayıp ceza müddetinin uzunluğudur.” (Beccaria, Suçlar ve Cezalar, İnkılap ve Aka Kitabevi, İst. 1964, s. 188) “Biraz düşünebilen bir insan, işleyeceği suçtan elde edeceği menfaat ne olursa olsun, bütün ömrü boyunca hürriyetinden mahrum olmak pahasına o suçu işlemeye eğilim göstermez. Şu halde özgürlükten sonsuza dek yoksun bırakma cezası, suç işlemekte en inatçı kimseleri bile ölüm cezası kadar caydırıcılığı haizdir.” (Age. 189)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle