22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 KASIM 2019 PAZAR Mümtaz gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY Soysal’dan OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kimi ‘yazılmayanlar’ Erol MANİSALI Yakınlığımız Kıbrıs, Denktaş, TürkYunan ilişkileri, “ulusalcı ve antiemperyalist birlikteliğimiz” merkezinde dolandı durdu. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra hep beraber olduk. Soysal Denktaş’ın hukuki konularda “resmi danışmanı”, ben de “resmi olmayan gönüllü danışmanı” konumundaydım. 1990’da Kıbrıs Araştırmaları Vakfı’nı birlikte kurduk. Kuruluşta ben, Soysal’ın başkan olması için çabalıyordum, o ise benim başkan olmamda ısrarcı oldu. Sonunda ben kaybettim, beni başkan yaptılar (!), Soysal da başkan yardımcısı oldu, aramızdaki tek çekişme bu oldu! (*) Denktaş’ın da konuşmacı olduğu Almanya ve İngiltere konferanslarında Denktaş’la bir kürsüyü Soysal’la paylaştık. Londra’daki seminerde Rum holiganlar, KKTC Dışişleri Bakanı Kenan Atakol’a sopalarla saldırarak darp etmişlerdi. Polis, Denktaş, Soysal ve beni arka kapıdan kaçırarak kurtarmıştı. Önemli ayrıcalık 1990’ların sonları: HBB TV’de Ecevit, Denktaş, Soysal ve bendeniz konuğuz. Kıbrıs ve dış politikayı 2.5 saat boyunca konuşuyoruz, tartışıyoruz. Mahşerin 4 atlısı misali, yeri göğü inletiyoruz, herkes formunda. Ve bugünlere gelen, getirilen Türkiye, siyahla beyaz gibi. O dörtlüden kalan sadece benim, düşündükçe rüya gördüğümü zannediyorum! 19841994 yılları arasında, her yıl mayıs ayında KKTC’de düzenlediğim “Uluslararası Girne Konferansları”nın hemen hemen hepsinde Soysal konuğum oldu. Mümtaz Soysal’ın, “kendi düşüncelerinden ve inançlarından hiç ayrılmadan yoluna devam ettiğini gösteren bir örnek”: 1980’li yıllarda Çetin Altan ile Soysal’ın arası “limoni” iken Çetin Altan bana, “Sen Soysal’la çok yakınsın, ama o Galatasaray’dan mezun olmasına rağmen BJK’li kalan tek kişidir!” demişti. Altan sözüm ona, Soysal’ı eleştirmek için bunu söylüyordu: ama bana göre, Soysal’ın BJK’li kalması, “onun kendi doğrultusundan hiç sapmadığını gösteren önemli bir ayrıcalıktı.” Eğilip bükülememişti, yaşamı boyunca da bunu “kanıtladı.” Son görüşmelerimizden birinde Soysal, Beşiktaş’taki evinde bana, bunu övünerek ifade ediyordu: “biri benim, iki BJK’li çıktı” diyordu. Benim bir “ÇARŞI’lı” olduğumu bildiği için söylüyordu bunu. 19901991’de BJK şampiyon olurken mayıstaki Girne Mümtaz Hoca, “Batılı kafada idi, Batıcılardan nefret ederdi, ulusalcı ve antiemperyalist bir düşünürdü.” Onunla çok uzun yıllar beraber olarak, beraber çalışarak, uzun sohbetler ederek birebir yaşamış olmak, benim için büyük ayrıcalıktır. Konferansı’nda, hep birlikte, hem de formaları giyerek kutluyorduk. Attilâ İlhan, Ankara günlerinde Mümtaz Hoca ve Sevgi Soysal’la çok yakındı. Bana sohbetlerimizde anlattı: Sevgi Soysal malum hastalığa yakalandığında Attilâ İlhan’a, “İlhan Abi doktorlar bir yılın kaldı diyorlar, bir romana başlıyorum, ne yapacağım” der. Attilâ İlhan da “hiçbir şey yokmuş gibi devam et” yanıtını verir. Sevgi Soysal romanını büyük ölçüde tamamlar, biraz eksik kalsa bile. Bunu Attilâ İlhan’la sohbetler kitabımda yazdıktan sonra Mümtaz Soysal, bana oldukça hüzünlü bir ifade ile “Benim bundan haberim olmadı, ne Sevgi ne de Attilâ İlhan söyledi” diyordu... Ve birleştiğimiz yer Sol, ulusallık ve antiemperyalizm, Mümtaz Hoca ile bütünleştiğimiz noktalardı. Bir sohbetimizde TürkYunan ilişkileri ve Kıbrıs’ı konuşurken kendisine: “din, ulusallık ve ulusal çıkarlar ilişkisinin, Yunanistan’da bütünleştiğini”: “bizde ise dinin, ayrıştırarak kutuplaşmaya yol açan bir sonuç doğurduğunu” savundum. Yunanistan’da Helenizm ile Ortodoks kilisesinin birleştirici olduğunu söyledim. Kıbrıs’ta da Rumlar, çok eski yıllardan beri kiliselerini Yunan bayrakları ile süslerler. Bu konuyu 1970’li yılların başında değer li bilim insanı ve diplomat Suat Bilge ile sohbetlerimizde de sık sık konuşurduk. Bugün Türkiye’de “siyasal İslam yönündeki uygulamaların, ülkede kutuplaşmayı nasıl artırdığını da birebir yaşıyoruz. Bakanlığı Batıcıları çıldırttı Mümtaz Hoca, benim bu düşünceme katıldığını ve bu konuda uygulamaya yönelik araştırmalar yapılması gerektiğini ifade etmişti. Soysal, dışişleri bakanı olunca hem Washington hem de Brüksel adeta çıldırdılar. “Karşılıklılık” ilkesine, “Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ne kadar bağlı olduğunu” çok iyi bildikleri için onu indirmeye çalıştılar. Özelleştirmelere ve yabancılaştırmalara şiddetle karşı duran bir insan dışişleri bakanı oluvermişti! İçimizdeki “Batıcıları” harekete geçirerek onun bakanlıktan indirilmesini sağladılar. Mümtaz Hoca, “Batılı kafada idi, Batıcılardan nefret ederdi, ulusalcı ve antiemperyalist bir düşünürdü.” Onunla çok uzun yıllar beraber olarak, beraber çalışarak, uzun sohbetler ederek birebir yaşamış olmak, benim için büyük ayrıcalıktır. 1961 Anayasası’na katkıda bulunan bir insan, tek kişi rejimine dönüşü görerek gitti... (*) “Yüzleşme”, Cumhuriyet Yayınları, s 73, 2019 Anomi: İktidar ve intihar Sevgili okurlarım, “intihar”, insanın hiçbir sorununa çözüm getirmeyen, üstelik kendisini sevenleri çok üzen, onu intihara sürükleyen sorunları daha da artıran, çok yanlış, sonuç vermeyen bir kaçıştır. Hele bunun tüm aileyi öldürerek yapılması affedilmez bir “cinayettir” de! HHH Toplumsal ve beşeri bilimciler intihar üzerine pek çok araştırmalar yapmış, bu olayın bütün boyutlarını iyice irdelemişlerdir. Bütün bu araştırmalar sonunda, özel hastalık durumları hariç, bireyin içinde bulunduğu toplum ve/ veya grupla olan bağlarının kopmasının intihar eğilimini güçlendirdiği sonucuna varılmıştır. HHH Bireylerin toplumla olan bağları, ahlâk kurallarına ve yasalara bağlı olarak, aile, okul, arkadaş grupları, işyeri ve medya aracılığıyla oluşturulur. Ahlâk kuralları ve yasalar belirsizleştiği zaman, bireylerle toplum arasındaki bağlar zayıflar. Bireyle toplum arasındaki bağlar zayıflayınca “Anomi” dediğimiz “kuralsızlık durumu” ortaya çıkar. “Anomi” ise intihar eğilimini artırır. HHH “Anomi”nin belirtileri şunlardır: 1) Kurallar belli olmadığı için, insanlar hayatta başarılı olma yollarını tıkalı görür. 2) Bireyler, gelecek için kendilerine koydukları hedeflerin geliştiğini değil, gerilediğini düşünür. 3) İnsanlar boşluk ve hiçlik duygusuna kapılır. 4) Toplumda güven duygusu azalır; bireyler destek için kurumlara da kişisel ilişkilere de güvenemez. 5) Gelecek umudu yok olur. 6) Liderlere olan güven kaybolur. HHH Bir toplumdaki intihar eğilimini güçlendiren “Anomi”nin ortaya çıkmasından hiç kuşkusuz o toplumu yönetenler birinci derecede sorumludur: Bir iktidar, vatandaşların can ve mal güvenliklerini yeterince sağlayamamış, yargıyı hızlı ve adil bir biçimde işletememiş, adalet duygusunu zedelemişse, liyakate dayalı olan başarı ve yükselme olanaklarını yaratamamışsa, temel hak ve özgürlükleri sınırlamış ve kısıtlamışsa, işsizlik ve enflasyon artışına yol açmış ve üstelik insanların gelecek için olan umutlarını söndürmüşse, haksızlık ve yolsuzlukları yaygınlaştırmış ve derinleştirmişse, bireylerin toplumla bağları zayıflar, “Anomi” egemen olur... Ve ne yazık ki “Anomi” yani kuralsızlık, intihar ve cinayet eğilimlerini artırır! HHH Elbette hiçbir anayasa, hiçbir siyasal rejim, hiçbir iktidar, tek başına intiharları ve cinayetleri önleyemez; hele hele tek kişi yönetimi hiç önleyemez! “Anomi”, halkın “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti”ne ve ona hayat veren “Parlamenter Çoğulcu Demokrasi”ye AKTİF KATILIMI ile önemli ölçüde engellenebilir. Yönetime AKTİF KATILIM, insanların toplumla olan bağlarını güçlendirerek ve sorun çözme olanaklarını artırarak “Anomi”yi engeller... Böylece intihar ve cinayet eğilimlerini azaltır! NOT: Bugün saat 15.00’te Suadiye Remzi Kitabevi’nde kitaplarımı imzalayacağım. Beklerim. KKTC, bizlere torunlarımızın emaneti AHMET GÖKSAN “Hükümetten, dünya sulhu ve insanlı ğın emniyeti bakımından köklü tedbirlerin alınmasını birçok defalar rica ettik. Fakat ne yazık ki beklediğimiz ve özlediğimiz garantilerden çok uzak bulunuyoruz.” 1958 Dr. Fazıl KÜÇÜK Kıbrıs Adası’nın Osmanlı yönetimi tarafından İngiltere’ye 1878 yılında kiralanmasından sonra olaylar saman alevi gibi parlamasına karşın için için yanmaya devam ediyor. Adada iki ulusun uzantıları olan Türklerle Rumların yaşadıkları biliniyor. Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan en küçük bir olumsuzluktan Kıbrıs’ta yaşayan Türklerle Rumların etkilendiği biliniyor. Bir de buna İngiliz yönetiminin yanlı tutumunun da eklenmesi ile Türk’ler için adada zorluklar yaşanmasının nedeni oluyor. İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Savaş, İngiltere’nin sömürgelerini terk ederek kendi kabuğuna sığınması ile sonuçlanıyordu. Yaşanan ayrılıktan Bugünlerde Berlin’de yeni bir müzakere süreci başlatılmak isteniyor. Yapılacak olan müzakerelerden sonuç beklenmesi, Godot’yu beklemeye koşut bir davranıştan öteye geçemeyecektir. sonra terk edilen ülkelerde iç çatışmaların yaşanmasına da zemin hazırlamış oluyordu. Kıbrıs’ın da bundan etkilenmesi sonrasında Ortodoks Kilisesinin destekleri ile EOKA terör örgütünün kurulmasına karşın Türklerin de en azından savunma örgütü kurmaları kaçınılmazdı. Emperyalizmin korkusu Kıbrıs Türkleri de 1 Ağustos 1958 tarihinde Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurdular. Bir başka gerginlik ise adada kurulmuş olan komünist AKEL Partisi’nin varlığı idi. Emperyal güçler için Doğu Akdeniz’de ikinci bir KÜBA’nın kurulması endişeleri vardı. Bu nedenle EOKA’yı da bu amaçla kullanmaya başladılar. Türkler sürekli olarak saldıran taraf değil, savunmada olan taraf idi. Yaşanan saldırılar sonrasında çok sayıda Türk yaşamını yitirirken diğerleri de yaşamakta olduk ları bölgeleri terk etmek durumunda kaldılar. Bu konuya ilişkin olarak BM görevlisi diplomat Mr. A. Ortega’nın, Mayıs ve Haziran 1964 döneminde hazırladığı ve ismi ile anılan raporda, Rumların saldırıları ayrıntıları ile yer alıyor. Buna karşın rapora ilişkin herhangi bir işlemin yapılmadığını kaydetmek istiyoruz. Yunanistan’daki Albaylar Cuntası Makarios ile uyuşmazlık yaşıyordu. Bunun sonucu olarak 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe sonrasında adı geçen kişi BM Güvenlik Konseyi’nde 19 Temmuz 1974’te konuşurken “Kıbrıs’ın Yunan ordusu tarafından işgal edildiğini, Türk’lerin de can güvenliklerinin olmadığını bu nedenle garantici ülkelerin müdahale etmelerini” istiyordu. Aynı kişi, kısa süre sonra Türk ordusunu işgalci olarak suçlamaktan da geri durmuyordu. Son dönemde sıklıkla gündeme taşı nan garantilerle tek yanlı müdahale hakkına ilişkin tartışmalarına da değinmek istiyoruz. 19 Şubat 1959 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığının sağlıklı bir yapı içinde devam etmesini sağlamak için Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantici ülkeler oluyorlardı. Ada’da konuşlu bulunan ve adanın yüzde 13 toprağına sahip olan iki adet İngiliz üssü de Garanti ve İttifak antlaşması içinde yer alıyor. Atatürk’ün uyarısı Garantici ülkelerin adada bozulan düzenin yeniden kurulmasından yana tavır almaları adı geçen antlaşmada yer alıyor. Bu nedenle adı geçen antlaşmanın değiştirilmesi konusunda son dönemde sıklıkla yapılan tartışmalara taraf olan İngiltere’nin de onay vermesini gerektiriyor. Komünist AKEL Partisi sıklıkla bu üslerin kapatılması veya kira ödenmesi konusunu gündeme taşıyor. Böyle bir isteğe adadaki İngiliz Yüksek Komiseri Bay Stephan Lillie, “kuruluş antlaşmasını okuması gereken insanlar var” diye yanıtlıyordu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 36. yılına geldiğimiz bugünlerde Berlin’de yeni bir müzakere süreci başlatılmak isteniyor. Bugüne değin konuşulmayan hiçbir şeyi kalmamış olan uyuşmazlığın “neyini tartışacağız” gerçekten meraka değer doğrusu. Görüşülecek yeni diye sunulan Referans Belgesi, 50 yılı aşkın süredir konuşulan konulardır. Bunların yeni diye sunuluyor olması anlaşılır olmanın da ötesindedir. Yapılacak olan müzakerelerden sonuç beklenmesi Godot’yu beklemeye koşut bir davranıştan öteye geçemeyecektir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 36. yılına ulaşmış bunuyoruz. Torunlarımızdan emanet aldığımız Cumhuriyetimizle Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek yaşatarak torunlarımızdan kendi torunlarına teslim etmelerini isteyeceğiz. Bu nedenle yapmakta olduğumuz mücadelemize kararlılıkla devam edeceğimizin de bilinmesini istiyoruz. Yüce Atatürk’ün “Bu adaya dikkat ediniz” söylemine sıkı sıkıya bağlı olarak yolumuza devam etmemiz gerekiyor mu ne... Dünya çapında performansı kanıtlanmış bütünleşik TPO membran sistemi: BMI EverGuard Dünya çapında kanıtlanmış performansı ile BMI EverGuard TPO membran sistemi, aksesuar ve detay çözümleri, ısı yalıtımı, buhar kesici ve sabitleme elemanları ile geniş kapsamlı bütünleşik bir çözüm sunar. Havaalanları, salon ve stadyumlar, ticari yapılar, okul ve üniversiteler, hastane ve sağlık kurumları, sanayi yapıları ve lojistik depoları, alışveriş merkezi gibi tüm iş, yapı ve çatı tipleri için ideal, su geçirimsizlikte en akılcı çözümdür. Detaylı bilgi için hemen iletişime geçin! info.tr@bmigroup.com BMI Türkiye www.bmigroup.com/tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle