22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 8 EKİM 2019 SALI [email protected] olaylar ve görüşler Atatürk ve İnönü üstüne bilinmeyenler Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV İsmet İnönü’yü kaynak göstererek değerlendireceğim iki olayın anı ve az bilinen gerçekler olarak önemi olduğu kanısındayım. Birinci olayın tanığı diye yaşamını sürdüren yalnız benim kaldığımı düşünüyorum. İkinci olay da tarihe uygarlıklar açısından bakan ünlü Britanyalı bilim adamı Arnold J. Toynbee’nin yayınında Türkiye’deki seçimlere verdiği olağanüstü değerdir. Bu ciddi yaklaşımını kendi ağzından da işittim. İki olay da temelde birbiriyle bağlantılıdır. 1966’da Fakir Baykurt’la Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) Merkez Yönetim Kurulu’na seçilmiştim. Dernek değil, üyeleri tüm yurt çapında görev yapan öğretmenlerin sendikasıydı. Hafta sonları bir il merkezine gidip Süleyman Demirel’in partisini de, iktidarını da zor duruma düşüren konuşmalı toplantılar düzenliyorduk. Sivas’ın provası Bunlardan biri Kayseri’de olmuş, toplantı salonumuz “Öğretmenler camiyi bombaladı!” palavrasıyla yakılmak istenmişti. Bizimle birlikte gelmiş olan SBF öğrencileri sopalı saldırganların kapıları kırıp içeri girerek birkaçımızı en azından hastanelik etmelerini önlemişlerdi. Sıra binanın çevresine gaz döküp yakmaya geldiğinde, olayı soğukkanlılıkla izleyen kolordu komutanı bizi askeri araçlara bindirip dolambaçlı yollardan Ankara’ya yolladı. Öğretmen kitlesi sonra bu olayı kente bir hafta önce gelen sözde görevlilerin tasarlayıp uyguladıklarını kanıtladı. Başımıza gelenin erken bir “Sivas provası” olduğunu şimdi söyleyebiliriz. Tarihi önemde bir anı Demek ki, iktidar ülkeyi gezerek yaptığımız konuşma eylemlerinden çok rahatsız olmaktaydı. İnönü, Fakir’le ve benimle bu konuda konuşmak istiyormuş. Resmi bir davette Bülent Ecevit beni bulup İsmet Paşa’ya götürdü. Fa Aktaracağım anılardan özellikle Atatürk ile ilgili olanının, pek bilinmemesi ve içeriği yönünden çok önemli olduğunu düşünüyorum. Anlattığım görüşmenin hatırası olarak İnönü tarafından imzalanıp bana hediye edilen kartpostal. Bu eski yazıyla “Hatıraı Zafer” kartpostalında Atatürk sivil elbiselidir. O kartta bile Atatürk’ün bir demokrasi dersi vardı. (1967) kir Balıkesir’deydi. “Öyleyse, Prof. Bahri Savcı’yı al, yarın bize gelin” dedi. Daha birkaç öğretmenin de katılımıyla gittik ve iktidarla eğitim sorununu konuştuk. Daha da önemlisi, İnönü o toplantıda bana doğru eğilerek Atatürk’le ilgili çok ilginç bir anısını aktardı. Başkaları da işitmiş olsa bile, aradan elli yıldan fazla geçti ve içlerinde en genç bendim. Atatürk’ten İnönü’ye: Ben hazırım. Sen? Söylediği şudur: “Atatürk meşru bir muhalefete inanıyordu. Bana bir gün ciddi olarak şunu sordu. Ben Cumhur başkanlığını bırakmayı ve bir muhalefet örneği vermeyi düşünüyorum. Kimi arkadaşlarımız iktidara gelip hükümeti kursunlar; biz de onları izleyip muhalefet görevimizi yapalım. Ben görevden ayrılmaya hazırım; sen de Başbakanlığı bırakmaya hazır mısın?’ Ben de ‘Hazırım’ diye cevap verdim.” Fakat sonra hastalandı. Avrupa’da savaş olasılığı şiddetlendi, bir de Hatay’da haklarımızın peşindeydi. Kısaca, Atatürk tüm başarılarından sonra bile, muhalefetin de varlığını gerekli görerek, Cumhurbaşkanlığını bırakmaya hazırdı. İnönü de kendiliğinden ona katılıyordu. Kartpostalda demokrasi dersi O toplantıda İsmet Paşa, İzmir’e girişimizin simgesi olarak basılmış bir kartpostalın altına adımı yazıp imzalamış ve bana vermişti. Bu eski yazıyla “Hatıraı Zafer” kartpostalında Atatürk sivil elbiselidir. O kartta bile Atatürk’ün bir demokrasi dersi vardı. İkinci konuya gelince. 1950 seçimleri seçmenin özgür oylarıyla muhalefet partisi DP’ye iktidarın kapısını açtı. Batı Cephesi Komutanı, Dış İşleri Bakanı, Lozan kahramanı, Başbakan ve 193850 yıllarında Milli Şef İsmet Paşa, Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı köşkünden aşağıya doğru yürüyerek kendi evine indi ve muhalefetin başına geçti. Dünya tarihinde dönüm noktası İyi bilinen bu önemli olayın bir de yurtdışındaki yorumları var. En dikkate değer olanı ünlü tarihçi Toynbee’nin birkaç ciltlik tarih çalışmasında ve “Türkiye” adlı kitabında 1950 seçimlerini değerlendirişidir. Osmanlı geçmişi olan ve çoğunlukla Müslüman bir toplumun gizli oyaçık tasnifli bir seçimde 27 yıllık Ulusal Kurtuluş ve bir dizi çağdaşlaşma devrimlerinden sonra, iktidarı halk oyuyla değiştirmesinin yalnız Türk deneyiminde değil, dünya tarihinde de bir dönüm noktası olduğunu yazar. Toynbee yeni Demokrat Parti iktidarının toplumun hangi tabaka ya da sınıfını simgelediğiyle ilgili değildir. Onun yerine seçimin özgür olması ve iktidarı değiştirmesiyle, bir dizi olumlu atılımlardan sorumlu kurucu partinin de bu sonucu olağan diye kabullenmesidir. Aynı olgunluğu Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleri gösterebilir ve en başta öteki Müslüman toplumlar Türkiye’nin tavrından gerekli dersleri çıkarırlarsa, dünya tarihi yön değiştirmiş demektir. 1916’da Türklere karşı eleştiriler yöneltmiş olan Toynbee bu yaklaşımında ısrarlıydı. ‘Çekiç Güç’ün yarattığı yıkım unutulmasın! ABD’deki Türkler ve ATAA Değerli Büyükelçimiz Şükrü Elekdağ’ın kuruluşuna öncülük ettiği ABD’deki Türk kuruluşlarının şemsiye örgütü, Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi, ATAA’nın sempozyumunda Türk Devrimi’nin özelliklerini ve Amerikan, Fransız ve Rus Devrimleriyle olan farkını anlattıktan sonra, gece gala yemeğinde de “Ana Konuşmayı” yapmam istendiğini fark ettim. Kendimi tekrarlamadan hangi konuya eğilebileceğimi çok düşündüm ve sonunda, zekâsı ve çalışkanlığıyla dikkatimi çekmiş olan örgütün Başkan Yardımcısı Nilüfer Esen Bilgin’in önerisini dikkate alarak, “Türk Diyasporası” ve daha özel anlamda, “Türkiye’yi, Türk Kültürünü, Türk Dilini yurtdışında temsil eden insanlar” hakkında kısa bir konuşma yapmaya karar verdim. Elbette “yemek öncesinde” konuşacağımın bilinciyle, insanların temel gereksinmeleri olan yemek, içmek ile, Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin en sonunda yer alan “kendini gerçekleştirmek” etkinliğini, yani beni dinleyenlere, onların bilinçlerini geliştirmek ve destek olmak için kendi haklarında yapacağım konuşmayı yarıştırmak gibi abuk sabuk bir iddiam olmadığı için çok kısa bir konuşma yaptım ve Türk Diyasporası olarak ATAA içinde yaptıkları etkinliklerin önemini Fransız Devrimi’nden bir mecazla (metaforla) anlatmaya çalıştım. HHH Değerli okurlarım, ABD’deki Türkler ve Türkiye kökenliler, dünyanın pek az ülkesindeki Türklere ve Türk kökenlilere benzer: ABD’deki Türkler, ne Avrupa’daki gibi genellikle işçi ve köylü kökenlidir, ne de davet üzere bu ülkeye gelmişlerdir... Genel olarak buralarda yeni bir hayat kurmaya çabalayan, çalışkan ve yetenekli kişilerdir. (Elbette istisnalar da var, ama ben genel ortalamadan bahsediyorum.) Bunların arasında, yaşam kavgasında başarılı olmuş, ABD’de kendilerini kanıtlamış olan bazıları, kendi kimliklerini ve kültürlerini korumak için gönüllü dernekler kuruyor ve çeşitli etkinlikler yapıyorlar. En büyük sorunları, ABD’de doğmuş olan çocuklarının kimliklerini ve kültürlerini korumak, onların ülkeleriyle ve aileleriyle ilişkilerini sürdürmek ve geliştirmek olarak görünüyor. Elbette bu zor bir iş, çünkü evlatlarının başarılı olmalarını sağlamak isteyen her aile, önce onların yetiştikleri toplum içinde dışlanmamaları, başarılı olmaları için o kültürde büyümelerine, mücadele etmelerine ve gelişmelerine destek olmak zorunda. Çocukların bir yandan ABD kültüründe başarılı olmalarını sağlamak öte yandan onlara Türk kimliğini ve kültürünü aşılamak ise hiç kolay değil... Ama olanaksız da değil: Bu amaçla, Türklerin kurdukları dernekler bir yandan ülkelerini ABD’de, medyada, siyasette ve her yerde savunurken, öte yandan çocukların yetişmelerinde yardımcı olmak için özel okullar, dernekler kuruyorlar. ATAA sempozyumunda bu konu da, özellikle dijital devrim bağlamında, bilgisayar programları açısından tartışıldı. Sevgili Mehmet Haberal’ın kurduğu, Başkent Üniversitesi’nin dijital teknolojileri eğitimde bu amaçla geliştirmelerini takdirle karşılıyorum. Çocuklar ve gençler arasında bilgisayar oyunları çok kullanıldığı için, oyun alanın da, Türk kimliğini ve kültürünü aşılamakta ve geliştirmekte, başka eğitim yöntemlerine ek ve yardımcı olarak, etkin bir biçimde kullanılabileceğini düşünüyorum. HHH ATAA’nın kuruluşunda büyük emeği geçen Sevgili Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ı... Başta, Ülkü Ülgür, Bülent Başol, Nurten Ural, Ergün Kırlıkovalı, Kenan Çağlar, Gökhan Özalp, Mazlum Koşma, Hakan Dakın olmak üzere, dünkü, bugünkü ve yarınki yöneticileri, gelmiş geçmiş bütün çalışanlarını ve destekçilerini kutluyorum. HHH Elbette ABD’de, ATAA’dan başka, çok başarılı işler yapan gönüllü Türk kuruluşları da var; hepsini burada saymaya olanak yok. Ama en azından Türkiye Büyükelçiliği’nin, Türkiye konsolosluklarının ve Cemaat çizgisinde örgütlenmiş olan derneklerin, ATAA gibi Atatürkçü ve Demokratik Cumhuriyetten yana olan kuruluşların önünü kesmemeleri gerektiğini vurgulamalı, bu konuda başta Dışişleri Bakanlığı mensupları olmak kaydıyla, herkesi uyarmalıyım diye düşünüyorum. (Not: Arlington’daki 5 Ekim sempozyumunu www.kongar. org adresindeki internet sitemde anlattım; merak edenler, bakabilirler) Daver Darende Emekli DiplomatYazar 1990’lı yıllarda Türkiye’yi yöneten devlet adamlarımızın uzak görüşlü (!) politikaları sonucu Amerikan ve İngiliz uçaklarından oluşan “Çekiç Güç”ün topraklarımızda konuşlanması yaklaşmakta olan büyük tehlikenin habercisi gibiydi. “Çekiç Güç”ün TBMM tarafından altı ayda bir uzatılmasının, bu gücün Irak’ın fiili olarak bölünmesini sağlayan en önemli etkenlerden biri olacağını o yıllarda kimse hesaba katmamıştı. Basın ve televizyonlarda “Çekiç Güç” başarı gibi kamuoyumuza sunuluyor, yararlarından övgüyle söz ediliyordu! Oysa “Çekiç Güç” Kuzey Irak’ta oluşan Kürt Federe Devleti’nin, kurulup gelişmesini sağlayan, vurucu bir güç idi. Bu olumsuz gelişme Kürtler açısından Sevr Antlaşması’nın yıllar sonra uygulanması anlamına geliyordu. Mumcu’dan uyarı Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan 23 Aralık 1993 tarihli yazısında “Çekiç Güç”ün sakıncalarını ve yaratacağı yıkımı belirtir Türkiye’ye karşı içten davranmayan, bölgede PKK/ YPG’yi kendi silahlı gücü gibi kullanan ABD’nin Suriye’deki stratejik hedefi Türkiye’nin stratejik hedefi ile örtüşmemektedir. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletçiğinin kurulması ABD’nin asla vazgeçemeyeceği hedeflerden biridir. Bir diğer hedef ise Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail’in kurulmasıdır. ken şunları yazmıştı: ‘Çekiç Güç’ ülke savun masının bir kısmını taşerona vermek anlamına geliyor. Hem bu anlama geliyor hem Irak’ın içişlerine karışma anlamına geliyor. İşlev bunlarla da bitmiyor. ‘Çekiç Güç’ Kuzey Irak’ta oluşan Kürt Federe Devleti’nin kurulup gelişmesini sağlıyor. Sevr’in gerçekleşmesi Bu gelişme, Kürtler açısından, Sevr Antlaşması’nın yetmiş iki yıl sonra sorgulanması anlamına geliyor. Aynı oyun yine sahnede. Önce ‘Çevik Güç’ ardından ‘Çekiç Güç’ ABD, Ortadoğu’yu gün geçtikçe egemenliği altına alıyor” (Cumhuriyet, 23 Aralık 1993) Uğur Mumcu’nun günümüz gelişmelerine ışık tutan, gelmekte olan tehlikeyi önceden gören bu sözleri ne acıdır ki o dönemde önemsenmedi. ‘Asıl işgalci Çekiç Güç’ O yıllarda DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit 22 Mart 1996 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan demecinde “Türkiye sınır ötesi harekâta geçtikçe, ‘Türkiye işgal ediyor’ diyorlar. Oysa ‘Çekiç Güç’ün orada bulunması asıl işgal’ değerlendirmelerini yapıyordu. ABD ve Batı destekli “Kürtçülük Akımı”nın bölgeye yerleştirilmek istendiği daha o zaman belli idi. Yakın geçmişte “Çekiç Güç”ün Cudi Dağları’nda PKK’ye savaş malzemesi sağladığını o günlerde basında izlerken içimin sızladığını anımsarım. ‘Çekiç Güç’ köklü bir çıban gibi! Çıbanın başını keskin bir bıçakla kesebilirsiniz ama kökünü çıkaramazsınız. Çıkarmaya kalkıştığınızda nelerle karşılaşacağınız bilinmez.” Bu sözler dönemin Başbaka nı Süleyman Demirel tarafından 22 Ocak 1993 günü devletin televizyonunda TV1’de söylenmişti. Günümüzde Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak “güvenli bölge”nin yeni bir “Çekiç Güç” olup olmayacağına ilişkin tartışmaların devam ettiği bu duyarlı dönemde “stratejik müttefik” olarak tanımlanan (!) ABD’nin terör örgütü YPG/ PKK’ye silah yardımını artırarak sağlaması dikkat çekici olduğu kadar düşündürücü değil midir? Hedefler örtüşmüyor Türkiye’ye karşı içten davranmayan, bölgede PKK/ YPG’yi kendi silahlı gücü gibi kullanan ABD’nin Suriye’deki stratejik hedefi Türkiye’nin stratejik hedefi ile örtüşmemektedir. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletçiğinin kurulması ABD’nin asla vazgeçemeyeceği hedeflerden biridir. Bir diğer hedef ise Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail’in kurulmasıdır. Tüm bu olumsuz gelişmelerden sonra ABD’nin oyalama taktiğinden ve ikili oyunundan kurtulmanın tek yolu Ankara’nın Suriye ile ivedilikle diyalog kurmasıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle