17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 30 EKİM 2019 ÇARŞAMBA [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET olaylar ve görüşler Cumhuriyetin temel eğitim ilkelerine, yani Öğretim Birliği içinde laik bilimsel, üretici, nitelikli eğitime dönmek ve Cumhuriyet eğitiminden ne kaldı?geliştirmektenbaşkayolyoktur. Mustafa Gazalcı Bundan 96 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar laik, bilimsel eğitimi var olma ya da yok olma sorunu olarak ele aldılar. Gerçek kurtuluşun tam bağımsızlık içinde ancak nitelikli bir ekonomi ve eğitimle gerçekleşeceğine inandılar. Bu yüzden Cumhuriyete sahip çıkacak “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmek için işin başında 3 Mart 1924’te devrim niteliğinde Öğretim Birliği’ni, 1928’de yeni Türk harflerini (alfabe) getirdiler. Ulusal, laik ve bilimsel anlayışla eğitimin her alanında yeni okullar açtılar, ders kitapları, programlar hazırladılar, karma eğitimi getirdiler, Köy Enstitülerini, mesleki teknik eğitimi geliştirdiler, klasikleri çevirdiler. Yoktan var etme Cumhuriyeti kurup yükseltenlerin eğitimi nasıl yoktan var ettiğini bir örnekle anlatmak istiyorum: Yıl 1942, HasanÂli Yücel Milli Eğitim Bakanı, İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürü, Rüştü Uzel Mesleki Teknik Öğretim Müsteşarı’dır. Ülkede Köy Enstitüleri ve Mesleki Teknik Öğretim, örgün ve yaygın eğitim altın dönemini yaşamaktadır. TBMM’de tartışmalı da olsa 4274 sayılı Köy Enstitüleri Örgütlenme Yasası kabul edilir. Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel teşekkür konuşması için söz alarak şunları söyler: “...Size kısaca eğitimimizin tarihin den dört cümleyi burada yineleyeceğim: Bu, Cumhuriyetin ilk yıllarında ikinci Cumhuriyet Eğitim Bakanının İzmir’de söylediği nutuktan alınmış parçalardır. Onda merhum Vasıf Çınar diyor ki: ‘Ben Eğitim Bakanı sıfatıyla tamamen kaniyim ki, Türkiye’de ilköğretim yoktur. Bütün okullarımız 3 bin 200’dür. Var olan ilkokul öğretmenleri 5 bin 600’dür. Yetkiyle, bilgiyle ve işbaşında bu lunmak itibarıyla söylüyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilköğretim yoktur. Utanarak söylüyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı köylerinde bir tek okul bile yoktur. Hatta bu sözümü üç dört ilde bile uygulayabilirsiniz. Buralarda otuz yıl okul açılması ve yapılması olanağı yoktur. Aradan geçen ve millet hayatında kısa sayılacak yıllardan sonra Milli Eğitim Bakanlığı görevini verdiğiniz bu önemsiz arkadaşınız size di yor ki: Türkiye’de ilköğretim vardır. Bugünkü ilköğretim öğretmenlerine ek olarak 50 bin öğretmen on yıl içerisinde yetişecektir. (Bravo sesleri) Merhum benden önceki bakanın edasındaki şikâyetle benim size sunarken sesimde duyduğunuz sevinç ve mutluluk tam zıddınadır.” Öğretim Birliği’nin mimarı Vasıf Çınar yetkili bir Milli Eğitim Bakanı olarak Cumhuriyetin nasıl bir ilköğretim, eğitim devraldığını bütün içtenliğiyle söylüyor. Aradan 20 yıl bile geçmeden eğitim ve kültür alanında büyük atılımlar yaşanıyor, Köy Enstitüleri gibi insanı ve toplumu içinden canlandıran dünyaya örnek bir eğitim uygulamasına geçiliyor. Bugünkü durum Bugün 96 yıl sonra eğitimimizin durumu nedir? Cumhuriyet eğitiminin temeli Öğretim Birliği içinde eğitimin laik, bilimsel ve kesintisiz olma nitelikleri nerede? Cumhuriyetin yüzüncü yıl kutlamalarına, çocuklarımızın dünya çocuklarıyla yarışmasına, eğitim işlerine ortak dinsel vakıflar, YÖK, susturulmuş üniversiteler, dağınık öğretmen örgütleri, 4+4+4 sistemi, kalabalık sınıflar, ikili, ezberci, paralı, niteliksiz eğitimle mi gideceğiz? Cumhuriyetin temel eğitim ilkelerine, yani Öğretim Birliği içinde laik bilimsel, üretici, nitelikli eğitime dönmek ve geliştirmekten başka yol yoktur. ABD ve Irak’ta olanlar Asıl önemli soru: Vukuatı Irak ile sabit ABD, bu silahları antlaşmaya aykırı olarak geri almazsa ne olacaktır? Süreç atlanılmadan takip edilmelidir. Geçmişten ders alınmalıdır. Murat TULGA Emekli Kurmay Albay Yıl 2004’tü. NATO İstanbul Zirvesi’nde önemli kararlar alındı. Bu zirvenin en somut kararlarından birisi de; NATO'nun Irak güvenlik güçlerinin eğitimine karar vermesiydi. NATO’nun, Irak güvenlik güçlerinin eğitimini üstlenme kararı, geçici Irak hükümetinden gelen resmi yardım talebi ve BM Güvenlik Konseyi kararından (BMGKK) sonra alınmıştı. Bu karar NATO’nun Irak’taki Eğitim Misyonu (NATO Training Mission Iraq NTMI) olarak adlandırıldı. Bu misyon iki bacaklı olacaktı, bunlardan birincisi ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası yok edilen Irak Güvenlik Güçleri’nin (Askeri ve polis gücü) yeniden oluşturulması kapsamında eğitim ve eğitici desteği verilmesiydi. İkincisi ise, Irak Ordusu’na silah, mühimmat ve teçhizat desteğinde bulunulmasıydı. Müttefik ülkeler, mali yardım veya doğrudan silah ve teçhizat yardımı yaparak Irak Ordusu’nun teçhizat ve silah açığını karşılamak amacındaydılar. Bu “iyi niyetli” bir yaklaşımdı, NATO bünyesinde Irak Ordusu’nun ihtiyaçlarını ortaya çıkarmak, bu ihtiyaçları yerel yöneticilerle koordine etmek ve bu yardımları yerine ulaştırmak maksadıyla bir birim oluşturuldu (NTECG NATO Training and Equipment Coordination Group), bu birim vasıtasıyla müttefik ülkeler Irak’a silah ve teçhizat bağışlamaya başladılar. Buraya kadar her şey iyi görünüyordu. Lakin destekler Irak’a ulaşıyordu fakat envanteri iyi tutulamıyor ve bu silahlar buhar oluyordu bir süre sonra. Bu silah, mühimmat ve teçhizatın Irak’ta yerleşik terör örgütlerinin eline geçtiğinden bahsedilir oldu. Tabii ki bu örgütler arasında PKK terör örgütü de bulun maktaydı. Yani NATO’nun “iyi niyetle” başladığı misyondan kötü kokular gelmeye başlamıştı. Takvimler 12 Şubat 2009’u gösterdiğinde Amerika'daki Washington Post gazetesi “Irak’ta kaybolan silahların bazılarının, PKK'nin eline geçtiği” iddiasında bulunuyordu. Bu konuda daha sonra Pentagon kaynaklı soruşturma raporlarında da bu durum teyit edildi. Gerçek şuydu: Irak’ta, NATO müttefiklerinin ve ABD’nin silah, mühimmat ve teçhizat desteğinin sağlıklı bir envanteri tutulamamış, bazıları kaybolmuştu. ABD’den özel ilgi(!) Gel zaman git zaman 2011 yılında NATO’nun Irak’taki Eğitim Misyonuna (NATO Training Mission Iraq NTMI) son verildi. Misyon; Irak'ta yaklaşık 5 binden fazla asker ve 10 bin polisi eğitilmesi ile son buldu. Müttefiklerin kimisi silah ve mühimmat verdi kimi para, kimisi de eğitim ve eğitici desteği ile çorbaya tuz kattılar. ABD hem eğitimde yer aldı, hem de bol miktarda silah, teçhizat ve mühimmat verdi Irak’a. Özellikle Irak Ordusu’nun Kürt Bölgesindeki yapılanması ve buraya eğitim ve eğitici desteğinde daha bir ilgili davrandı, nedense? Türkiye’de eğitim ve eğitici desteği ile Irak Silahlı Kuvvetleri ve Polis gücünün eğitimine katkı sağladı. Irak’a hibe edilen silah ve mühimmat buharlaşıyor!!!! ABD ile yapılan antlaşma sonrası Şimdi günümüze dönelim. Suriye’de, Fırat’ın doğusunda yürütülen Barış Pınarı Harekâtı’na ilişkin Türkiye ABD arasındaki görüşmelerin ardından 13 maddelik bir antlaşma yapıldı. Bu on üç mad denin her biri hakkında söylenecek çok şey var, fakat ortak açıklamanın 9'uncu maddesi terör örgütü YPG’nin elinden alınacak ağır silahlarla yani tam da konumuzla ilgili. Bu bağlamda bu konu özelinde devam edeceğim. Şöyle deniyor bu maddede; “... Her iki taraf Türkiye'nin, YPG (PKK) ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kalır...” Bu maddenin Türkiye açısından önemli sonuçları var. Önce bardağın dolu tarafına bakalım. ABD’nin YPG’ye ağır silah verdiğini teyit ettirmek ve bunları toplamasını kayıt altına aldırmak bir başarıdır. Ancak yapılan bir anlaşmadır. Takibi sıkı olarak yapılmalıdır. Irak’ta daha önce kaybolan silahlar düşünüldüğünde Suriye’de de bu silahların ABD tarafından toplanamaması, toplanmaması! Veya buharlaşması olasıdır. Bu da bardağın boş tarafı! Cevap bekleyen sorular Bu kapsamda, aşağıdaki soruların cevaplarının verilmesi iktidarın sorumluluğundadır; l ABD, YPG’ye kaç adet ve hangi özelliklerde ağır silah vermiştir? Bu konuda bir envanter var mıdır? Türkiye bu konuda bilgilendirilmiş midir? l ABD, YPG’nin elindeki ağır silahları nasıl toplayacaktır? Türkiye, bu konuyu nasıl izleyecektir? l ABD, bu silahları ne kadar zaman içerisinde toplayacaktır? l ABD, bu silahları nereye ve nasıl tahliye edecektir? Bu silahlar bölgeden nasıl çıkarılacaktır? l Bu konuda Türkiye ile nasıl bir eşgüdüm sağlanacaktır? Sürecin raporlanması nasıl olacaktır? l Asıl önemli soru: ABD, bu silahları antlaşmaya aykırı olarak geri almazsa ne olacaktır? Yoksa bu silahlar başka bir piyonun elinde yine Türkiye’ye döner. Yeni acılara neden olur. ABD’nin vukuatı Irak ile sabittir. Süreç atlanılmadan takip edilmelidir. Geçmişten ders alınmalıdır. CHP çınarından bir yaprak daha koptu Alev Coşkun CHP’nin köklerinden gelen Coşkun Karagözoğlu’nu kaybettik. Kuvayi Milliye’ye, CHP’nin temel felsefesine ve Atatürk’ün devrimlerine yürekten inanmış, Ödemiş’in köklü Karagözoğlu ailesinin evladıydı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirince, Ödemiş’te avukatlığa başla dı. CHP örgütünde çalıştı, ilçe başkanlığı ve il genel meclisi üyeliği yaptı. Çok partili sisteme geçişin tartışmalı günlerini görmüş, 19501960 döneminde politika yapmış, 1965’ten sonra CHP’nin geçirdiği “Ortanın Solu” hareketine tanıklık etmiş bir politikacıydı. 19691980 arasında, üç dönem kesintisiz CHP İzmir Milletvekilliği yaptı. Bu süreçte parti meclisi üyeli ği ve Genel Sekreter Yardımcılığı ve CHP Grup Başkan Vekilliği görevlerinde bulundu. Karagözoğlu, politika dünyasına tepeden değil, CHP’nin teşkilat köklerinden gelen bir politikacı olarak katılmıştır. Üç dönem milletvekilliğinde tüm delegelerin katıldığı önseçimle milletvekili olmuştur. 19691980 arası CHP’de ve parlamentoda İsmet İnönü, daha son ra da Bülent Ecevit’le birlikte çalışmıştır. 19731980 döneminde parlamentoda kendisiyle birlikte çalıştım. Karagözoğlu, iyi bir hukukçu, Cumhuriyetçi, Atatürk ilkelerine bağlı bir parlamenter ve dürüst bir politikacı olarak CHP tarihinde yerini almıştır. CHP’nin köklü damarları olan teşkilattan gelen dürüst bir politikacıyı daha yitirdik... Trump’ın mektubu ve tck 299 Av. Uğur BAYRAKTUTAN CHP Artvin Milletvekili, Ydk Başkanı 9Ekim tarihinde TSK’nin Suriye’de Barış Pınarı Harekâtı’na başladığı gün içinde ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan’a yazdığı skandal mektup, bütün diplomatik kuralları bunun ötesinde uluslararası ilişkilerdeki karşılıklı teamülleri alt üst etmiştir. Bu mektup Trump ve Beyaz Saray çevresi tarafından bilinçli olarak basına sızdırılmış ve bunun neticesinde mektubun içeriği öğrenilmiştir. Bu öğrenilme sonucu mektup, Saray ve onun çevresi dışında büyük bir infial yaratmıştır. Erdoğan’a Trump’ın mektubunun tam metni şöyle: Sayın Cumhurbaşkanı; Hadi iyi bir anlaşma yapmaya çalışalım. Siz binlerce kişinin öldürülmesinin sorumlusu olmak istemezsiniz, ben de Türk ekonomisini yok etmek istemem, ki yaparım. Yapabileceklerimin küçük bir örneğini Rahip Brunson konusunda zaten size göstermiştim. Sizin sorunlarınızı çözmek için çok çalışıyorum. Dünyayı hayal kırıklığına uğratmayın. İyi bir anlaşma yapabilirsiniz. General Mazlum (Şahin Cilo adlı PKK’li) sizinle müzakere etmek istiyor, geçmişte yapamayacağı pek çok tavizi vermeye razı. Yeni elime geçen, bana hitaben yazdığı mektubu ekte size gönderiyorum. Eğer bunu doğru ve insani şekilde yapabilirseniz, tarih size olumlu bakacaktır. Eğer iyi şeyler olmaz ise tarih sizi sonsuza kadar şeytan olarak görecektir. Sert bir adam olma. Aptal olma. Sizi daha sonra arayacağım. Saygılarımla, Donald Trump Görüldüğü üzere mektuptaki ibareler kabul edilemez, ağır ifadelerdir. Bu mektuba karşılık olarak Ankara’dan sızdırılan bilgilere göre mektubun çöpe atıldığı, teklifin reddedildiği ve harekâtın başlamasının buna cevap olduğu ifade edilmiştir. Ya vatandaş yazsaydı? Mektupta kullanılan dili incelediğimizde “Eğer iyi şeyler olmaz ise tarih sizi sonsuza kadar şeytan olarak görecektir. Sert bir adam olma. Aptal olma” ifadeleri ile ülkenin Cumhurbaşkanına aptal, şeytan benzetmeleri yapılmaktadır. Bir an bu mektubun ABD Başkanı Trump tarafından değil de Türkiye Cumhuriyeti’nin sade vatandaşları tarafından ülkenin Cumhurbaşkanına gönderilip böyle bir içerik paylaşılsa idi acaba ne olurdu? Bu durumda Saray çevreleri mektubu çöpe mi attık derlerdi yoksa ülkenin cumhuriyet savcıları TCK 299’daki Cumhurbaşkanına hakaret maddesinden yola çıkarak bir iddianame mi düzenlerlerdi? Takdir okuyucunundur. Göründüğü üzere TCK 299 muhaliflere karşı bir yaptırım aracı olarak kullanılmasının ötesinde meşruiyeti kalmamış bir madde haline dönüşmüştür. Cumhurbaşkanı’na hakaret eden kişinin konumu üzerine atılmış suç vasfını değiştiremez. Bu mektup skandal bir mektup olmanın ötesinde aynı zamanda TCK 299’uncu maddesi anlamında suç da teşkil eden bir mektuptur. Kendisi ve bakanları hakkında Halkbank gerekçe gösterilerek ABD tarafından bir yaptırım tehdidi alan bir Cumhurbaşkanı’nın ve Saray çevresinin, Kamuoyunda skandal, bize göre ise TCK 299 anlamında suç içeren bu mektup karşısında, mektubu çöpe attım, dışında bir refleks göstermesi beklenemezdi. Hele hele bu yaptırımların kendisinin ve kabinesindeki bazı bakanların ABD’deki mal varlıklarına el koyma tehdidi karşısında TCK 299/3’üncü fıkrasındaki “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanı iznine bağlıdır” ibaresindeki, izni verecek Adalet Bakanı’ndan böyle bir tavrı beklemek daldaki kuşu elle tutmaya benzer. Üzücü olan mektuptaki bu hakaretlerin Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal’in oturduğu koltuğun şahsında Büyük Türk Milleti’ne karşı yapılmasıdır. Gerisi lafügüzahtır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle