23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 11 EKİM 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler Fakir Baykurt’u 90. yaşında anarken Hatice Eroğlu Akdoğan KütüphaneciYazar Fakir Baykurt, 1929 yılında doğmuştu. 70 yaşında, 11 Ekim 1999’da hayata veda ettiğinde, edebiyatımıza ömründen 57 yıl katmıştı. Elbet onun da bir ailesi, işi, bireysel ve toplumsal sorumlulukları vardı. Ama F.Baykurt, yaşamın/ yaşamının zorlukları ve karmaşık durumu arasında edebiyat uğraşını; olaylara ve sorunlara bir yazın insanı gözüyle bakabilmeyi, halkın dağarcığındaki sözcükleri yazılı ulusal dil ağına iliştirmeyi, kalem işçiliğini hiç elden bırakmayan yazarlardan biri oldu. Yazar, ilkokuldan sonra Köy Enstitülü bir öğrenci iken kendini eğitmeye, geliştirmeye veren iyi bir okur ve gayretli bir şairken, edebiyatın tür olarak sınırlarını da genişletmeyi başarmıştır. Gönen Köy Enstitüsü’ne ayak bastığında elinde şiirlerini yazdığı bir defteri vardı. Her gün biriki şiir yazıyor oluşu kaleminin de açılıp parlamasını sağlıyordu. Enstitüde şiirleriyle tez tanındı. İ.Hakkı Tonguç, Gönen’i ziyaretinde F.Baykurt’un şiirlerinden birkaçını yanına alıp götürdükten sonra enstitüler çapında da bilinen bir şair oldu. Köy Enstitüsü Dergisi’nde yayımlanan “Gönen Mektubu” şiiri, köyün yoksulluğuna karşı enstitünün gelecek vaat eden varsıllığına çağrışım yapan dizeler bütünüydü. Şiirle yitinmedi Şiir onu büyülü bir gerçeğe yanaştırsa da edebiyat salt şiirden ibaret değildi. F.Baykurt, Sabahattin Ali, Sait Faik, P.Istratı, Gorki gibi yazarları okudukça edebiyatın farklı türlerinden de etkilendi ve şiirle yetinmek istemedi. Öykü denemelerine, gazete yazılarına da yine enstitü sıralarında bu inançla başladı. F.Baykurt içinde bulunduğu her durum ve adımını attığı her yerde kalemiyle kayıttadır. Dilinin zenginliği (ya da onun dilimize kazandırdığı biçimiyle ‘var sıl’lığı) de bulunduğu, dolaştığı her yer ve yöreye bağlı olarak artar. Türkçe onun kaleminde yeni bir dinamizm kazanır. Fakir Baykurt’un Yunus Nadi Ödülü’nü almasıyla ilgili gazetemizdeki 2 Temmuz 1958 tarihli haber. Fotoğraftakiler: Burhan Felek, Fakir Baykurt, Cevat Fehmi ve Selmi Andak. Taviz vermedi Enstitüler, öğrenci ve öğretmenlere yönelik karalama ve yapıyı çökertme politikalarının hüküm sürdüğü bir döneme giriyordu. 1946’da başlayan bu süreci F.Baykurt hem öğrenci, hem de toplumu ve dünyayı anlamaya çalışan genç bir yazar olarak bizzat yaşadı. Üzerinde yoğun baskı oluştu. Kitaplarını gizleyerek okudu. Yakalattığı kitaplarla ilgili soruşturma geçirdi. Zor şartlarda yaşayan ailesi için öğretmen çıkması çok önemliydi. Kavram olarak “komünizm”in ne olduğunu dahi bilmeden “komünizm propagandası” suçlamasıyla enstitüdeki varlığını tehlikeye soktular. O yüzden haklı duruşundan taviz vermeden diplomasına kavuşmasını, aslanların, sırtlanların ağzından ekmeği kapmak biçiminde niteler. Nihayet öğretmendir. Öğretmendir; enstitüden aldığı terbiye ile bilgisizliğin ve karanlığın ötesini görebilen çocuklar yetiş tirme derdindedir. Öğretmenin, okulun, köyün, köylünün sorunları onun düşüncesine eşlik eden kaleminin de sorunudur. Halihazırda köylünün saf ve işlenmemiş dili, sözlü kültürü Fakir Baykurt’un yazın hazinesinin de temelidir. Çalıştığı, gezip dolaştığı her yerde hayata illa ki baktığı bir de edebiyat penceresi vardır. Şiiri dışında, öykü, deneme ve düz yazıları bir su gibi beslendiği kaynaktan akıp ötelere, kentlere doğru ulaşmaya başlamıştır. Bir noktada öyküye sığdıramadığı edebiyat evreni artık romana da evrilir. Köy/köylü çelişkileri yırtıp kalkınmak gelişmek ister. Memlekette edebiyata esin olacak uçsuz bucaksız olaylar vardır. F.Baykurt içinde bulunduğu her durum ve adımını attığı her yerde kalemiyle kayıttadır. Dilinin zenginliği (ya da onun dilimize kazandırdığı biçimiyle “varsıl”lığı) de bulunduğu, dolaştığı her yer ve yöreye bağlı olarak artar. Türkçe onun kaleminde yeni bir dinamizm kaza nır. “Küçük küçük notlarım/İnci minci notlarım benim/Öykülere romanlara doğru düşüncemde/ Gece gündüz koşan atlarım” dizeleri onun yazın hazinesi öğelerini bizlere çağrıştırır. 13 yaşında başladığı ilk şiiriyle birlikte 57 yıl boyunca bulunduğu her ortamda kalemini bir karınca gibi işlettiği için roman, öykü, şiir, deneme, çocuk kitabı, halk masalları ve gezi türünde elliye yakın yapıta imzasını atmıştır. Ayrıca sekiz ciltlik otobiyografik eseri (toplam 3322 sayfa) de yazın zenginliğinin ayrı bir türüdür. Mücadeleci, örgütçü bir öğretmen olarak genel başkanı olduğu ve 12 Mart faşist cuntacıları tarafından kapatılan TÖS’le ilgili savunması da ülkemizin eğitim davasını en iyi ifade eden yapıtlarından biridir. Yarım kalanlar Fakir Baykurt’u kendisinin de beklemediği; beklemediğimiz bir yaşta yitirdik. Oysa etrafındakilere, içindeki hisle daha yüz yaşına kadar yaşayıp, yazacağını yarı şaka yollu ifade ederdi. Yazmaya dair gücü ve inancı bu kadar çok büyüktü. Yazdıkları kadar yazmayı planladığı ve hatta küçük küçük notlarıyla oluşmuş o kadar birikimi vardı ki yaşı ilerledikçe yazacakları da notların sırasından sıyrılıp okuruyla buluşacaktı. Hasta yatağında uğraştığı kitabı “Eşekli Kütüphaneci” romanına ancak onun ölümünden sonra kavuştuk. Geride kalan 57 yıllık birikimi içinde ise yuvadan uçmayı bekleyen daha nice yazım planları, yarım kalmış öykü ve romanları, gezi yazıları bulunmakta. Zaman zaman Cumhuriyet’ in bu sayfasında önemli yazılara da imza atmış olan 90 yaşındaki yazarımız saygıyla anılmayı ve geleceğe taşınmayı emeği, bilinci, mücadeleci kişiliği ve edebiyat insanı oluşuyla çoktan hak ediyor. Siyasi hedef? Her savaş, ister saldırı isterse savunma için olsun, aslında bir siyasal hedefe ulaşmak için yapılır: Hedef ne kadar gerçekçiyse ve ne kadar kısa sürede gerçekleştirilebilirse bedel de o kadar düşük olur. ni çekmeye başladı. 5) Savaşın Türkiye tara fından tırmandırılması, doğrudan doğruya ABD’nin bu kararına bağlı: ABD, Suriye’den çekilerek, bir yandan IŞİD’i besleyen, öte yandan milyonlarca Suriyeli mülteciyi dünyanın, özellikle de Unutmayalım, savaşın Türkiye’nin gündemine bedeli, doğrudan doğru oturtan “Suriye sorununu” ya evlatlarımızın canlarıyla Türkiye’ye ihale etmiş gö ödenmektedir! rünüyor. HHH Türkiye’nin son harekât ile tırmandırdığı bu savaşın siyasal hedefi nedir? HHH “Suriye savaşının siyasal hedefi nedir” sorusu tam bu noktada büyük 1) Savaş ABD’nin öncü önem kazanıyor: lüğünde başlatıldığında he 1) Türkiye, Esad’ı devirdef Esad’ın iktidardan dü me hedefini, savaşı başla şürülmesi ve Şam’a git tan ABD hem bu hedeften mek olarak ilan edilmiş vazgeçtiği, hem de bölgeyi ti. (“En kısa zamanda Eme terk ettiği halde, hâlâ sür vi Camii’nde namaz kılmak” dürmekte midir? söylemi.) 2) Kısa bir süre son ra ABD’nin ve müttefiklerinin siyasal hedeflerine Suriye’de ulaşmasının Irak’taki kadar kolay olmadığı anlaşıldı; böylece bu hedef gündemden düştü; yeni hedef IŞİD ile mücadele ve onu yok etmek ola 2) Dünyanın ve Türkiye’nin başına bela olan IŞİD militanları için nasıl bir çözüm düşünülmektedir? 3) “Güvenli bölge” denilen “koridor” veya “cep” teröristlerden temizlendikten sonra, Türkiye buraların güvenliğini nasıl sağlaya rak belirlendi. caktır? Bu güvenlik sorunu 3) Bu sırada Türkiye’nin nu çözecek siyasal hedef sınır güvenliği tehlikeye gir belirlenmeden ve bu hedef mişti; Türkiye bir yandan gerçekleştirilmeden savaş ABD’nin kendisi için belirle sona erdirilebilir mi? diği bu hedef değişikliğine HHH ayak uydurmaya çalışırken, Şimdi asıl yanıtlanması öte yandan sınır güvenliği gereken soru şu: nin sağlanmasını yeni he Türkiye savaşın başın defi olarak belirledi. dan beri Suriye’nin toprak 4) “Ilımlı (Amerikan bütünlüğünün korunmasın cı) siyasal İslam” yarat dan yana olduğunu belirt ma projesinin gerek Lib mektedir. ya’daki, gerekse Mısır’da Hem sınır güvenliği ki başarısızlıklarından ve nin sağlanması hem de “Arap Baharı”nın “Arap “güvenli bölgenin” terö Trajedisi”ne dönüşmesinden sonra, Rusya ve İran’ın da devreye girmesiyle artık kesinleşen Suriye’deki yenilgisi ABD’yi, Trump’ın seçilmesinden sonra, Suriye’den tümüyle çekilme kararına götürdü. Böylece ABD, sonradan belirlediği “IŞİD’i yok etme” hedefinin (ister inanın, ister inanmayın) gerçekleştiğini öne sürdü ve askerleri ristlerden temizlenmesi ve bu sonuçların kalıcı hale getirilmesi, “toprak bütünlüğü korunan” Suriye’de, mevcut devletle yani Esad ile anlaşmadan sağlanabilir mi? Gerçekten çözümden yana olanlar, CHP’nin Suriye toplantısının sonuç bildirisine ve Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine baksınlar! ‘Liberal virüs’ten korunmak için Hikmet Kıvılcımlı’yı ısrarla okumak... Emekçilerin, aydınların, yurtseverlerin ‘Doktor’u Şenol Çarık Gazeteciyazar “Korku, hiçbir hastalığa ilaç değildir. Bilakis her illetin başı korkudur. Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense, ölmek daha iyidir!” Bu sözün sahibidir Dr. Hikmet Kıvılcımlı. Türkiye’nin kendine has niteliklerini saptamak için büyük çaba sarf eden, Osmanlı’nın ve Türk toplumunun yapısını ayrıntılı biçimde inceleyen bir isim. Derin bir fikir hazinesi. Aynı zamanda Aydın’da Yörük Ali Efe çetesinde direnişe katılan, daha 17 yaşında Köyceğiz Kuvayı Milliye Kumandanı olarak emperyalist işgale karşı Kurtuluş Savaşı’na katılıp düşmana silah çeken, bağımsızlık savaşının gönüllü bir neferi... 1920’lerden itibaren TKP’nin en aktif üye ve yöneticilerinden, bir tıp doktoru. Fikri çalışmanın yanında zamana müdahale eden, mücadeleci, teşkilatçı bir eylem adamı... Takvim yaprakları 11 Ekim’i gösteriyor. Tam 47 yıl önce bugün, 12 Mart’tan hemen sonra Sıkıyönetim Komutanlığı’nca arandığı için, kanserle savaşmasına rağmen, çıkmak zorunda kaldığı yurtdışında, Belgrad’da yaşama veda etmiştir. Ölümünün üzerinden bunca zaman geçmiş bir ismi böyle önemli ve değerli kılan nedir? Hâkim görüşün aksine; ideolojiye, tarihsel birikime, tarihsel gelişimi diyalektik bir biçimde kavrama ve analize daha fazla ihtiyaç olduğu bu günlerde ilk başvurulacak kişi Hikmet Kıvılcımlı’dır. Yanıtları çoğaltabiliriz... Olayla rın gidişatını anlamak için insanlığın ve coğrafyamızın orijinalitesine dönüp, onu kavrama gerekliliği diyebiliriz. İşte, Kıvılcımlı’yı eskimeyen bir yeni olarak güncel kılan, basmakalıp söz ve sloganlar ötesine taşıyan, çalışmalarında uyguladığı bilimsel metodolojidir, kendisinin de içerisinde yer aldığı toplumun gerçekliğine ulaşma çabasıdır ve bu gerçekliğe ilişkin çıkarımlarda bulunmaktır. Ayağı bu topraklardadır, yerlidir; mukadderatına tek bir yabancıyı dahi karıştırmayan... Sadece çeviri eserlerden faydalanıp, onları yeniden analiz etmek, bugüne uyarlamak yerine bizzat orijinal eserleri incelemiştir. 22.5 yılını cezaevinde geçirmesine rağmen kendisi bizzat çeviriler yapmış, dış basını takip etmiş, Marksizmi Türkiye topraklarına uygun hale getirmiştir. Çünkü, en özgün isim o’dur! Üniversiteye çevirdiği zindanlarda Antika Tarihi inceleyip, bu tarihin genel gidişi kanunlarını ortaya koymuştur. Tarihi bir bilim olarak anlama ve kavrayışın kitabını; “Tarih Tezi”ni yazmıştır. İnsanlık tarihini, toplumları incelediği bu çalışma “anıt” bir eserdir. Meseleleri, kapitalizmin gidişatındaki anlamı, ülkenin gidişatındaki yeri açısından ele alır. 1930’lardan itibaren ortaya koymaya çalıştığı bir tarih anlayışının çabasıdır. Kadın meselesini, dinin Türk toplumuna etkilerini ele almıştır. Sosyalizm ile din arasındaki bağlantıyı kurma yolunda hayli çaba harcamıştır. Kimi çevreler ona “Müslü Hikmet Kıvılcımlı man komünist” demektedir. 1967’deki ünlü “Kızıl Bekçiler” yazısıyla sosyalist ülkelerdeki revizyonizmi, geri dönüşü görmüştür. Ülkemiz mücadele ve düşün tarihine, hem pratiğiyle hem de verdiği onca eserle damgasını vurmuş olan Kıvılcımlı’nın hak ettiği ölçüde okunmadığını, dolayısıyla da tartışılmadığını üzülerek belirtmekte fayda var. Bugün solun siyasal açmazları ve örgütsel dağınıklığının yarattığı ideolojikpolitik bulanıklık ortamında, sol liberalizm entelektüel hegemonyasını “sınıf” yerine “kimlik”, “emperyalizmle mücadele” yerine ‘küreselleşme’ye teslimiyetle kurmuş ve yaygınlaştırmıştır. Virüs gibi yayılan “sol liberalizm”in yeni jargonu bol “sivilleşme”yle hâkim kılınmaya çalışılmıştır. Maalesef bu süreç, ekonomik ve siyasal dönüşümle birlikte daha liberal hal alan bir kısım solun aslında muhafazakârlığa eklemlenmesine ve gerici bir hal almasına yol açmıştır. Türkiye’nin ilerici birikiminin bir kısmının unuttuğu, bazılarının liberal virüsten etkilendikleri için anlamak istemedikleri şeyleri Kıvılcımlı’nın ömrünü verdiği ve ilmek ilmek okuduğu külliyatı ve mücadelesi şahsında bir kez daha hatırlatmakta fayda olduğu düşüncesindeyim. Evet, bunlar ideolojik netliktir, emperyalizme karşı mücadeledir, sınıftan yana tavır almaktır, emekten, eşitlikten yana olmaktır, bağımsızlığa, Cumhuriyete sahip çıkmaktır... En çok da vicdanlı, ayağı bu topraklara basan yüreklere umutla vicdanlı yürekleredir bu çağrı! Her anı mücadeleyle dolu teorik ve pratik birikiminden süzülen bir düşün hazinesi, devrimci bir miras bırakmıştır bizlere. Eserlerini okuma, inceleme ve kavramanın önemi bugün bir kez daha ortaya çıkıyor. Kıvılcımlı elden ele okunmalıdır, incelenmelidir. Tabulaştırmadan, özümseyip çıkarımlarda bulunarak ve bugüne de uyarlayarak... Selam olsun emekçilerin, aydınların, yurtseverlerin, antiemperyalistlerin “Doktor”una... Cumhuriyet Bayramı nedir “Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet’in ölümsüz kurucusudur. Mustafa Kemal, Türkiye’nin yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gönderine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti. Bu iki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi? Mustafa Kemal’e göre; birisi emperyalizm, öteki saltanattı...”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle