14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
D2 üşünce özgürlüğü3Ocak2019PERŞEMBE cengiz.yıldırı[email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER nerede başlar? Erendiz Atasü Soyut düşünme yetisi, güdüler ve duygular gibi biz insanların birlikte doğduğumuz özelliklerimizden değildir. Yaşayarak öğrenilir. Düşünmenin bulgulara, kavramlara, bilgiye ihtiyacı vardır. Kişi bunlardan uzakta ulaşmışsa yetişkinliğe, elbette düşünemez değildir; ancak düşüncesi tıpkı küçük bir çocukta ve/ veya canlıların gelişmiş türlerinin bireylerinde gözlemlenebildiği gibi yakın çıkarının ve zevkinin güdümünde olacaktır; bir adım ötesini göremeyecektir. Kişi bu halde kalmaya mahkum mudur? Elbette hayır. Aklını kullanmak Akıl, bilgi ve estetik çağı olan Antik uygarlıklarda ne yazık ki öbür yüzü şiddet ve köle emeği düşüncelerini, ucu ölüme varsa bile, sözle ya da yazıyla dile getirmekten sakınmayan çok insan yaşamıştı. Nitekim uzun zaman sonra, 18. yüzyılda, Aydınlanma çağının öncü filozoflarından Kant’ın kaleminde, Aydınlanmanın motosunu oluşturacak olan “Sapere aude’’ (aklını kullanmaktan korkma) sözle Özellikle bunalımlı toplumsal dönemlerde insanlar, sadece din alanıyla da sınırlı kalmayan zihinsel felce yakalanmaya meyillidirler. Bugün Türkiye’nin kitlelerine olan budur. Aydınlanmanın öncü filozoflarından Immanuel Kant rine ilk kez antik Roma şairlerinden Horatius’un mektuplarında rastlanmıştır. İşte yukarıda örneğini verdiğim düşünce özürlü kişinin Kant’ın deyişiyle “insanın kendi kendini mahkum ettiği toyluktan’’ kurtulup olgunlaşabilmesi için, ihtiyaç duyduğu şey bu iç özgürlüktür: Aklını kullanmaktan korkma! “Sapere aude’’nin dünya literatüründeki iki belirişi arasında geçen uzun yüzyıllarda ne olmuştur? Batı’yı Hıristiyan dininin örgütlü bağnazlığı esir almış, dünyanın en eski uygarlıklarını yaratmış köleci Çin, Hint, Japon vs. doğu kültürleri ise kendi kendilerini yenileyemedikleri için çoktanrılı din lerin devlet gücüyle birleşmiş bağnazlığına esir düşmüşlerdir. Müslüman Ortadoğu kültürlerinde Hallacı Mansur, Pir Sultan Abdal gibi bizim Sokrateslerimizin adedi fazla değildir. Avrupa kendisine– bir kısmı Müslüman Arap araştırmacıların çevirileri sayesinde miras kalan antik Yunan ve Roma kültürünün etkilerine dayanarak, Bruno gibi sayısız cesur, özverili ve ilkeli bilimcilerin ve din reformcularının fiziksel varlıklarını kül eden yobaz ateşlerinin istemeden saçtığı aydınlıkta “cehaletin diktatoryasını” yıkmış; İslam âlemi ise devlet gücüyle dinin gücünü birleştiren ve kimi ülkelerde hâlâ olanca şiddetiyle süren bağnazlığın diktatoryasına kendini mahkum etmiştir. Dünya tarihinin bu çok kısa ve elbette yetersiz özeti ana hatlarıyla yanlış değildir sanırım. İslam âleminin kendi bağrından çıkmış antik metin çeviricilerinin mirasını ötelemesi ne garip bir tarihsel cilvedir! Bugün kendi topraklarından çıkan petrolü Batılı sömürücüye peşkeş çekip, kendile ri servet içinde yüzerken, fiilen köle hayatı yaşayan soydaş ve dindaş kitlelerini inim inim inleten gaddar rejimler İslam âleminde başı çekmektedir. Kendi dilinde ibadet Bu tabloda açıkça beliren iki husus varır: Düşünce özgürlüğü mücadelesi Avrupa’da başlamıştır; ve öncelikle dinci bağnazlığa karşı verilmiştir. Bireyi kısıtlayan, toplumsal, iktisadi, kültürel tabulardan belki de hiçbiri, onun faniliğine dolanmış dinsel tabular kadar aklını kilitleyemez. İnandığının tersine bir düşünce ve /veya bilgiyle karşılaşmamak için dinsel metinlerin çevirilerinden ve dinlerin sosyal ve tarihsel yanlarını inceleyen araştırmalardan bilinçle uzak durarak, Kant’ın deyişiyle kendini “kendi icadı olan bir toyluğa’’ mahkum edenlere kültürlü insanlar arasında bile hepimiz rastlamışızdır! Ne yazık ki özellikle bunalımlı toplumsal dönemlerde insanlar, sadece din alanıyla da sınırlı kalmayan bu zihinsel felce yakalanmaya meyillidirler. Bugün Türkiye’nin kitlele rine olan budur. Alınacak ilk önlem bireyin kutsal metinleri kendi dilinde okuyabilmesi, kendi dilinde ibadet edebilmesinin teşvikidir; tersinin teşviki değil. Atatürk’ün dinde Türkçeleşmeyi savunmasının ana sebebi burada aranmalı, Ezanın Türkçeleştirilmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Kaldı ki Müslümanlığın Türkçeleştirilmesi, kimilerinin ısrarla iddia ettiği gibi Cumhuriyet devriminin başının altından çıkmış değildir. Taa Orta Asya’dan beri bu alanda çabalar tomurcuklanmış; Doğuya özgü tarihsel toplumsal nedenlerle filizler göverememiştir (Serdar Çirkin, “Türkçe Kuran’ın Bin Yıllık Öyküsü’’, Cumhuriyet gazetesi, 6 Aralık 2018). Politikacıların unuttuğu bir şey var: Zihinsel felce uğramış kitleler, kendilerini perişan eden iktidarlara oy vermeyi sürdürüyorsa, dinsel önyargıları okşayarak kendinizi onlara sevdiremezsiniz. Size yandaş olmayanları etkileyebilmeniz, onları ezberlenmiş kalıplardan aklın aydınlığına çekebildiğiniz ölçüde mümkündür. Yerel yönetimlerin sorumlulukları Murat Balamir / E. Prof. Dr. ODTÜ Yerel seçimler yaklaşırken medya, adayları ve projelerini tanıtmaya odaklandı. Daha yararlı bir yaklaşım, yerel yönetimlerin sorumluluk alanları nı ve demokrasi yetersizliklerimizi gündeme getirmek olur. Bir örnek, yönetimlerin doğal ve insan kaynaklı tehlikeler karşısında tutumlarıdır. Ülkemizdeki doğal tehlikeler, iklim değişikliği sorunları ve kazalar, giderek önem gösteriyor. Mülki yönetimin bu alandaki sorumlulukları 7269 sayılı ‘afetler’ yasasında tanımlanmıştır. Acil durumlarda yetkililer vali ve kaymakamlardır. Yerel organlar ve belediyeler bu mutlak otoriteye bağlıdır. Ancak bu yönetimler, tehlikelere karşı önlem almada ve ‘afet planı’ hazırlamada yetersiz kalırlar. Bu kesimde, bilgi ve teknolojiye uyumlu yeni düzenlemeler gerekiyor. Seçimle iş başına gelen belediyelerin sorumlulukları ise, 5216, 5302, 5393 sayılı yasalarda belirlenmiştir. Yasa metinlerindeki tanım yanlışları bir yana, yönetimlerin alacağı koruyucu önlemler açıklanmaz. Belediyelerimizin bu alanda yapabilecekleri özetlenirse: Bilgilendirme: Yerel ortamdaki tehlikelerin tür ve konumlarına ilişkin bilgilerin toplumla paylaşılması önceliklidir. Tehlike harita ve bilgilerinin topluma açık tutulması, yer seçimi ve yatırım davranışlarını yönlendirir, riskleri azaltır. Platformlar: Belediyeler tehlikelere karşısında iki tür yanlış yapabilirler. Bunlar, gereksiz yatırımlar yapma, ya da etkili önlemleri görememe tuzaklarıdır. Can ve mal güvenliği kararlarında sorumluluk paylaşımı temel bir güvencedir. Kent platformları, yönetim temsilcileri yanı sıra, STK birimleri, medya, üniversite, iş çevreleri gibi kesimlerin temsilcilerinden oluşturulur, karar ve sorumluluklar birlikte üstlenilir. Kademeler: Farklı coğrafyalardaki büyüklü küçüklü belediyelerin alacağı önlemler ve öncelikleri farklılaşır, yerleşim deseni ve yapılaşma düzenlerine ilişkin kurallar kademelidir. Planlar: Mekânsal planlarımız, tehlike ve risklere ilişkin ilke ve standartlardan yoksundur. Tehlike haritalarını gözeten plan bilgilerinin toplumla paylaşılması, yönetimlere güveni güçlendirir. Yeşil kuşaklar, çevre değerleri kadar toplumsal kazanımlar getirir. Su baskını tehlikesi, özel plan ve altyapı düzenlemeleri gerektirir. Havzalardaki belediyeler, mülki yönetimle birlikte havza ölçeğinde plan yapmalıdır. Acil durum: Belediyeler planlarda, açık alan, altyapı ve ulaşım ağı, okul ve hastaneler, yurtlar, oteller ve kamu hizmet yapılarını kapsayan bir sistem kurup, lojistik önlemler alabilirler. Acil durum sistemine özel kesim tesislerinin de katkılarını özendirebilirler. Korunmasızlar: Yaşlı, çocuk, özürlü, kadın, kronik hastalar gibi bireylerin sosyal dayanışma grupları kurmaları hedeflenir. Ayrıca deprem, yangın, su baskını türü tehlikeler karşısında başta tarihi miras, müze, kütüphane, hapishane, yaşlılar evi gibi yapılar için özel koruma gerekecektir. Dönüşüm: Günümüzde dayatmalarla yürütülen ‘dönüşüm’ süreçlerini, yerel ortaklıklar ve sosyal kalkınma sürecine çevirmek demokrasi zaferi olur. Sigorta: Taşınmazların sigortalanmasının özendirilmesi yerinde görülür. Sigorta sistemi ile belediye ilişkilendirilmelidir. Büyük birikime sahip DASK, sigortalı oranına göre risk azaltma destekleri verebilir. İşbirlikleri: İklim değişikliği ve tehlikeler karşısında alınan önlemler, uluslararası düzeyde desteklenmekte. Yerel yönetimlerin ulusal ve küresel işbirlikleri kurması ve tanınırlığı, dayanışmalı bilgi ve teknoloji aktarmaları kadar yardımlar edinmenin de yöntemidir. Dileriz ki, yalnızca ‘ötekileştirmeme’, ‘saydam olma’ ve ‘insanca ücretler’ ödeme sözleri ile, ya da adayların ‘projeleri’ ile yetinilmesin. Dileriz ki, belediyeler her fırsatla ve her etkinlik alanında insan haklarına saygılı, eşitlikçi, çevre dostu, iletişimli, koruyucu çağdaş girişimler ve özgün buluşçu uygulamalarla demokrasi kültürünü tabanda güçlendirsin. Yerel yönetimlerin gerçek demokrasinin somut süreçlerini yaşaması, ülke genelinde de dayatmacı tutumların zayıflatılmasına yol açmaz mı? Demokratlara karamsarlık yakışmaz: Che, Atatürk ve Kunt Sevgili okurlarım, bu yılbaşında kimi görsem, yeni yıl için koyu bir karamsarlık belirtti. Sürekli olarak azarlayıcı, hakaret edici, ayrıştırıcı olan bir iktidar, herkese korku ve umutsuzluk salmış! Çok kişi, “Ben kendimden vazgeçtim, çoluğum çocuğum için üzülüyorum” diyor! HHH Oysa her toplumun hayatında kara dönemler, geriye gidişler olabilir ama insanlık mutlaka Demokrasi yolunda ilerleyecek ve hiç kuşkunuz olmasın Türkiye de bu yolda aydınlığa çıkacaktır. Bugün size Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ne denli evrensel ışık saçan bir örnek olduğunu ve onu gölgelemeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini vurgulayan küçük bir “döngüsel öykü” anlatacağım. HHH Öykümüz, Fikret Yakar adlı bir gezginin Küba seyahati sırasında Havana’nın, sokaklarla evlerin iç içe geçtiği kenar mahallelerinin birinde gezerken gördüğü bir Türk bayrağı fotoğrafı ile başlar. Fikret Yakar yakından bakınca Atatürk ve Türk bayrağının yan yana olduğu bu fotoğrafın bir konsolun üzerine durduğunu fark eder; eve girince, fotoğrafın serüvenini ev sahibi anlatır: Ev sahibinin babası, Che Guevara’nın yoldaşı eski bir gerilladır. Che, devrimden sonra kısa bir süre yaptığı Tarım Bakanlığı sırasında bu yoldaşını “Türkiye bir kırsal kalkınma modeli uygulamış (Köy Enstitüleri), git bu konuyu araştır” diye Türkiye’ye göndermiştir. Bu eski gerilla yeni bürokrat, Türkiye ziyareti sırasında Atatürk hayranı olmuş ve o eski fotoğraf da o geziden kalma bir anı imiş. Nitekim ev sahibinin anlattığına göre Küba’da tarımda bizim Köy Enstitülerinden ilham alan bir model uygulanmış ve yıllar süren ambargolara bu sayede direnmek mümkün olmuş. HHH Öykü henüz bitmedi: Sakın bunu Atatürk hayranı bir gezginin romantik abartması sanmayın. Türkiye Cumhuriyeti’nin öyküsü, Atatürk’le devam ediyor ve “evrensel döngüyü” tamamlıyor: Atatürk döneminin hukukçu, politikacı, edebiyatçı kişilerinden Bekir Sıtkı Kunt’un oğlu Sinan Kunt ABD’de bir üniversitede ekonomi profesörüdür. Havana’nın dış mahallelerindeki mütevazı bir evde anlatılan bu başarılı tarım politikasının bilimsel analizini, Türkçeye de “Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı” adıyla çevrilmiş olan muhteşem kitabında yapmıştır. (Çev. Cengiz Yücel, İstanbul, Yeni İnsan Yayınevi, 2015) Kitabını bana “Türkiye’de de böyle bir tarımın gelişmesi isteğiyle” diye imzalayarak vermişti. Atatürk Cumhuriyeti’nin başarı öyküsü, onu gölgelemek isteyenlere inat, Küba’dan, Che Guevara’dan kaynaklanan bir biçimde, ABD üzerinden, Sinan Kunt’tan yansıyarak geri geliyordu. YAŞASIN ATATÜRK: DEMOKRATİK CUMHURİYET SÖNMEYEN BİR UMUTTUR! Ayşe Kulin: Aşk mektubu yazısı bana aittir “Sevgili Cumhuriyet Okurları, 1 Ocak Salı günü Cumhuriyet Gazetesinin ikinci sayfasında Müjdat Gezen için yazdığım ‘Bu BİR AŞK MEKTUBUDUR’ adlı yazı, iki gündür sosyal medyada aramızdan ne yazık ki ayrılmış olan Gülriz Sururi’den Müjdat’a gönderilmiş bir mektup olarak yayımlanmaktadır. Yanlışlığın eşlerimizin her ikisinin de adının Engin olmasından ve benim, “Bu mektubu sana Engin’den gizli yazıyorum çünkü o beni sadece ona âşığım zannediyor” ifademden kaynaklandığını tahmin ederek, okurlarıma açıklama yapma gereğini duydum. Cumhuriyet’te yayımlanan yazı bana aittir ama bir gün önce ben o yazıyı kaleme alırken Sevgili Gülriz hayatta olaydı, yazımın altına imzalarımızı birlikte atardık, çünkü Müjdat Gezen’i yakından tanıma şansını elde etmiş olan herkes eminim benimle aynı fikirdedir. Ayşe Kulin” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle