13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 27 OCAK 2019 PAZAR EDİTÖR: CAFER KURT TASARIM: SERPİL ÜNAY DİZİ Doğruyu izlemek,Soyut tartışmalarla siyasal kavga verilemeyeceğine inanır Uğur Mumcu, güncele işaret eder gerçeği kanıtlamak Mumcu, 1 Eylül 1977’de, ‘Amacımız iyi ve güzel yazmaktan çok, doğruyu izlemek, gerçeği kanıtlamak ve sonuç almaktır’ diye yazar. Her biri birer anahtar cümledir adeta… Yüreğinde halkına karşı duyduğu sorumluluk duygusuyla gazeteciliğe başlayan, aydınlanma ve emek kavgasını ayrılmaz bir bütün olarak gören Uğur Mumcu, siyasal mücadelesinde üstüne basa basa vurguladığı yöntemiyle de örnek bir aydındır. Özellikle içinden geçtiğimiz günlerde hatırlanması ve izleri takip edilmesi gereken bu yöntem, gericilerin, halk düşmanlarının, iç ve dış sömürücülerin kokulu rüyası olmuştur... Mumcu, 1 Eylül 1977’de, “Amacımız iyi ve güzel yazmaktan çok, doğruyu izlemek, gerçeği kanıtlamak ve sonuç almaktır” diye yazar. Her biri birer anahtar cümledir adeta... Soyut sözlerle, teorik veya tarihsel tartışmalarla siyasal kavga verilemeyeceğine inanır Uğur Mumcu. İşin can alıcı yanı güncel siyasal kavganın içinde olup olmamaktır. “Türkiye’de birçok insan, olayları, ‘slogan’ düzeyinde ele alır” der, “Oysa toplumsal her olayın, derinlemesine araştırılması gereken binbir türlü ve karmaşık yapıda nedenleri bulunur. Bu nedenler araştırılmadan yaşanan olayları anlamaya olanak yoktur.”(1) Mesele bugüne kafa yormaktır, “Önemli olan somut sorunlarda, eylemde Türk halkının çıkarlarını savunmaktır” Mumcu’ya göre. Güncel ve somut sorunlar yerine, soyut dille konuşmayıyazmayı tercih eden aydınlardan bahsederken şöyle der: “Çok kolaydır böyle konuşmalar. Önemli olan, soyut öğreti ile somut gerçekler arasında ilgi kurup yığınlara düzenin nasıl ve ne biçimde değiştirileceğini gösterebilmektedir. Bu düzen kimden yanadır, kime karşıdır? Temel sorun, bu soruların en açık ve en seçik biçimde yanıtlanmasına bağlıdır. Ekonomik ilişkiler ortaya çıkarılmalı Güncel ve somut sorunlar, yığınların yaşam kavgası ile ilgilidir. İçinde yaşadığımız düzenin girdisi çıktısı, somut örneklerle anlatıldığı ölçüde, halk, hangi düzen içinde sömürüldüğünü anlayabilir.”(2) Söz konusu laikliği savunmak oldu ğunda da, kapitalizmle mücadele olduğunda da geçerlidir bu. Peki, yapılması gereken nedir? Örnek verelim: “Tartışmaları somut kanıtlara dayandırmak gerekiyor” der Mumcu. “Örneğin; ülkemizde sağcı, milliyetçi, muhafazakâr çevrelerin hangi ekonomik ilişkiler ve ortaklıklar içinde oldukları ortaya konuldu mu artık söylenecek söz kalmaz.”(3) Onun bütün mücadelesi de bunun içindir zaten. Soyut kavramları, somut gerçeklerle açıklayıp, doğrulamak ve halka anlatmak üzerinedir. 1 Mayıs 1990’da şöyle yazar: “Devlet, niçin, başta kaçakçılık sektöründen milyarlar kazanan ‘lümpen sermayesi’ olmak üzere sermaye sınıfına yasalar, kararnameler ve tebliğlerle ayrıcalıklar sağlarken emekçilerin haklarını kısıtlıyor? Bu model, işçiler ile öteki emekçi sınıf ve tabakaların reel ücretlerini azaltırken; sermaye gelirlerini niçin artırıyor? Emek gelirleri düştükçe düşerken; sermaye ve rant gelirleri niçin yükseldikçe yükseliyor? Bütün bunların niçin yapıldığına ‘ideoloji’ yanıt veriyor; nasıl yapıldığına da ‘siyaset’.”(4) Önemli olan, kapitalizmin, nasıl bir yolsuzluk ve sömürü düzeni olduğunu, tüm gerçekliğiyle, hakkı yenen, sömürülen halka anlatabilmektir. Bu nedenle, soyut fikir tartışmaları, somut olaylarla doğrulanmalı ve halkın bilincine sunulmalıdır. Mumcu, yolsuzlukların, hırsızlıkların, kaçakçılığın, rüşvetin üzerine giderken, kavgası doğrudan kapitalist sömürü düzeniyledir aslında. Onun çarklarına ço mak sokmaktadır, keskin zekâsı ve eşsiz araştırmacılığıyla. Düzenin parçaları Şöyle der: “Rüşvet alınmışsa bunu alan, toplumun belirli kesimlerinde görev yapan bazı yetkililerdir. Yani iş, özünde sınıfsaldır ama para alıp veren kişiler de toplumumuzda yaşayan kişilerdir. Hiçbir ‘manevi şahsiyet’ rüşvet almaz. Rüşvet alan, belirli gerçek kişilerdir. Bu kişilerin ortaya konması, sorunun sadece bir yanıdır. Mobilya yolsuzluğu ortaya çıkarılmışsa, bu yolsuzluğa adı karışan kişilerin kimlikleri ve kişilikleri de önemlidir. Çünkü düzenin ticari yanı ile siyasi niteliği, mobilya dosyasında somutlaşmaktadır. Bu gibi konuların bıçak sırtı gibi, iki yanı vardır. Konunun bir yanı, kişilerle ilgilidir. Kim yolsuzluk yapmıştır? Yolsuzluk yapan kimin yakını? Rüşveti kim almış? Kimden almış? İşin öbür yanı, düzenin niteliği ile ilgilidir. Eğer olayı sadece kim almış, kimden almış, düzeyinde tutarsak, olayları anlamsız dedikodular ve söylentilerle kısıtlarız. Bu yolsuzluklar ve rüşvet olayları ortaya atıldıktan sonra, bu düzenin kapitalist düzen olduğu, rüşvetin de yolsuzluğun da bu düzenin parçaları sayıldığını anlatabilirsek, o zaman çokuluslu şirketler de mobilya yolsuzluğu da vergi iadesi de gerçek anlamlarını bulur. Ve tabii ki aydınlar için kesilen cezalar, kilitlenen paslı kelepçeler, kurulan darağaçları ve işkence masalarına yatırılan devrimciler gibi konular da anlaşılabilir. Evet, soru çok basittir: Kim için, ne için? İşin özü de burada yatmaktadır...”(5) Onun siyasal mücadele yöntemini en iyi özetleyen cümleler bunlardır. Kapitalist düzeni deşifre etmek için çabalayan Mumcu, bunu yapmak yerine, güvenli kuytulardan teorik tartışmalarla yetinenleri her zaman eleştirmiştir. Kapitalist sömürü, bu sömürünün çarkları arasında ezilen halka ancak gerçek olaylar, somut gerçekler üzerinden örneklendirilerek anlatılabilir. Kuram kitaplarında yazanlar ancak, gerçek hayatın şartlarıyla doğrulanarak anlam kazanabilir. Gerçek devrimcinin, Atatürkçünün, sosyalistin görevi, terminoloji şehvetine kapılmak değil; tarihsel sloganlarla halkı uyutmak hiç değildir. Görev; bu düzeni olanca açıklığıyla deşifre etmek, ortaya koymaktır. Sözün sonu: Uğur Mumcu’nun karakteri, kişiliği, siyasal görüşleri, yöntemi bu ülkenin aydınlık yarınlarını düşleyen, hedefleyen insanlar için bir yurtseverlik rehberidir. Uğur Mumcu, tam da bu yüzden ölümsüzdür... 1. Özeleştiri, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 13 Kasım 1992 2. Sınıfsal mı Kişisel mi, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 6 Aralık 1975 3. İşin Özü, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mart 1976 4. 1 Mayıs, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 1 Mayıs 1990 5. İşin Özü, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mart 1976 BİTTİ Uğur Mumcu dizisinin dün yayımlanması gereken üçüncü bölümünü teknik bir hatadan dolayı bugün yayımlıyoruz. Okuyucularımızdan özür dileriz... MUMCU, TİHAK ETKINLIĞINDE ANILDI ‘Laiklik demokrasi için vazgeçilmezdir’ Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu’nun katledilişinin 26. yılı nedeniyle gerçekleştirilen Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri kapsamında, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nca (TİHAK) “Madımak’tan, Maraş’tan Ergenekon’a” başlıklı panel düzenlendi. Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, “Aydınlar, antiemperyalist ruhları nedeniyle katledildi. Aydınların mirasıyla mücadeleye devam edeceğiz” derken, Prof. Dr. Korkut Boratav ise “laikliğin demokrasinin en önemli parçası olduğuna” dikkat çekti. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlenen ve avukat Nevzat Helvacı’nın yönettiği paneldeki ilk konuşmayı, “hocaların hocası” olarak da bilinen Prof. Dr. Korkut Boratav yaptı. 34 aydının katledildiği Sivas Katliamı döneminde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, “Ağır tahrik var. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı var” şeklindeki açıklaması başta olmak üzere o dönemin siyasileri tarafından yapılan açıklamaları anımsatarak, “Asıl insanı üzen Cumhuriyetçi gövdeli üç partinin yaptığı açıklamalardır. Bu sorum luluğun en büyük yükü, Cumhuriyetçi partinin, iktidarda, ‘Başbakan Yardımcısı’ olarak yetkilendirdiği kişidir. Bizim aydınlanma akımını temsil eden partilerin de büyük sorumluluğu vardır” dedi. 1973 yılında Bülent Ecevit’in CHP’si ile MSP arasında yapılmış koalisyonda “İslam ile demokrasi uyumunun deneyimlendiğini” söyleyen Borotav, “laikliğin demokrasinin en önemli parçası olduğuna” vurgu yaptı. Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay ise “aydınların antiemperyalist ruhları dolayısıyla katledildiklerini” belirtti. Hâlâ Uğur Mumcu ve Sivas Katliamı davalarının devam ettiğini belirten Balbay, Ergenekon davası için de “hukuka saldırı” nitelemesi yaparak davadan örnekler aktardı. Balbay, katledilen aydınların bıraktığı birikimlerin sorumluluğuyla mücadeleyi bırakmamak gerektiğini de vurguladı. Şair, yazar ve yayımcı Muzaffer İlhan Erdost da OHAL KHK’si ile ihraç edildikten sonra “İşimi geri istiyorum” talebiyle açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için yazdığı yazıyı okudu. l ANKARA / Cumhuriyet PROF. MANISALI, RAUF DENKTAŞ’I ANLATTI: Rauf Denktaş, yalnız bırakılan bir şövalyeydi SEYHAN AVŞAR sosyal ilişkilerinden örnek Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Şubesi Ku ler anlattı. Manisalı, “Nereye gider seniz gidin Anadolu’da sağ zey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’i cısı, solcusu, liberali, tutu (KKTC) Kurucu Cumhurbaş cususu hepsi Denktaş’ı se kanı Rauf Denktaş’ı ve ha ver. Onu sevmeyene rastla yatını kaybeden diğer devlet mazsınız. Öyle bir farkı var büyüklerini andı. Etkinlikte dı. O bir şövalyeydi. Fidel gazetemiz yazarı Prof. Dr. Castro nasıl Batı dünyası ta Erol Manisalı aynı zaman rafından yalnız bırakıldıy da dostu olan Denktaş’ı, Erol Manisalı sa Denktaş’ta öyleydi” ifa “Yalnız bir insandı. Ulusla delerini kullandı. Denktaş’ın rarası alanda karşısında bir Batı em Batılı devletler tarafından “istenme peryalizmi vardı. Ağırlıklı olarak Rum yen adam” olduğunu anlatan Manisa ların yanında duruyorlardı. Denktaş lı, “Onlar ellerinin altında bir adam is Türkiye’deki yönetimler açısından da tiyorlardı. Benim tanıdığım Denktaş birkaç isim hariç yalnızdı. Ancak Türk Batıcı olmayan ama Batılı kafadaydı. halkı ve Anadolu halkı onun arkasın Bende aynı kafadayım. Batıcılıkla, Ba daydı” sözleriyle anlattı. tılılık arasında büyük bir fark var. Ba Çağlayan’da bulunan Kıbrıs Türk Kül tıcı olmadığı için ABD ve İngiltere’den tür Derneği İstanbul Şubesi’nde düzen tasvip görmedi” dedi. lenen anma etkinliğine yazarımız Erol Denktaş’ın Annan Planı’nda “sırtın Manisalı ve eski Şişli Belediye Başka dan vurulduğunu” ifade eden Manisa nı Mustafa Sarıgül ile dernek üyeleri ka lı, “Denktaş yalnızdı derken özellikle bu tıldı. Etkinlikte konuşan Manisalı, kale olayı kastettim” diye konuştu. Anma et me aldığı “Denktaş’ın öbür yüzü” isim kinliğinde Mustafa Sarıgül’de Denktaş li kitabında kendisiyle olan siyaset dışı ile olan anılarını anlattı. l İSTANBUL James Watson’ın ırkçı söylemi, yükselişi ve düşüşü  Geçen hafta ABD’de belki de şimdiye kadar görülmemiş çok önemli bir “bilim olayı” yaşandı. Saygın bilim kurumu Cold Spring Harbor Laboratuvarları, çok tanınmış bir bilim insanına verdiği “Emeritus Şansölye” ve “Oliver R. Grace Emeritus Profesörlüğü” unvanları ile onursal mütevelli heyeti üyeliğini iptal etti. Neden? Önce kısa bilgi: Cold Spring Harbor Laboratuvarları kâr amacı gütmeyen özel bir kurum. Bünyesinde önemli bilim insanlarını, araştırmacıları barındırır, onları seçer alır. Kurumdaki araştırmaların merkezinde kanser, sinir bilimleri, genomiks, bitki biyolojisi ve kantitatif biyoloji vardır. Görüldüğü gibi bu konular, bilimin en önemli ve öncü araştırma alanlarıdır. Bu kurumda Nobel ödüllü, dünyaca ünlü 90 yaşında bir bilim insanı çalışıyor: Dr. James Watson. Bu bilimciyi bilen bilir. 1953 yılında Dr. Francis Crick ile ortaklaşa DNA’nın çifte sarmal karakterinde olduğunu göstererek genetikte çığır açtılar ve 1962’de Nobel ödülü kazandılar. DNA Genetik Çağı’nı başlattıkları için de bu buluşları ve aldıkları Nobel aynı zamanda bir kilometre taşı sayılır. Watson genetik, moleküler biyoloji alanındaki uzmanlığıyla İnsan Genom Projesi’nin de paydaşlarındandı. Crick ile birlikte yazdıkları İkili Sarmal kitabı Türkçeye çevrildi. ‘Siyahların zekâsı geri’ James Watson, insanlar arasında ayrımcılık, ırkçılık yaptı.. ABD’de, PBS kanalı Watson üzerine bir belgesel yayımladı. Orada “Siyahlar ile beyazlar arasında zekâ ve entelektüel kapasite arasında fark vardır, testler bunu kanıtlıyor” benzeri sözler sarf etti. Afrika’nın geleceğinin karanlık olduğunu söylerken de bu “zekâ geriliği”ni ileri sürdü! Siyahlar ile beyazlar arasındaki farkın da üstelik genetik olduğunu söyledi.  Aslında yıllar önce de bir kez siyah tenli olanların zekâ düzeylerinin düşük olduğunu söylemiş, tartışma yaratmış ve büyük tepki almıştı. Bu düşüncesinden vazgeçmediği görüldü. Watson 2014 yılında başka bir olayla gündeme gelmişti: Madalyasının açık artırma ile sattı (4.7 milyon dolar)! Watson’un bilimsel hiçbir kanıta, araştırmaya dayanmayan bu sözleri, özellikle de meslektaşları ve diğer bilimciler arasında ağır eleştirilerle karşılandı. Oysa zekânın daha çok çevresel faktörler ve sağlıklı beslenmeyle ilgili bir karakter taşıdığı genel olarak kabul edilen bir olgu olmasına rağmen. Üyesi olduğu NIH (Ulusal Sağlık Enstitüsü) direktörü Francis Collins mesela, “Bilimde bu kadar çığır açan araştırmalara imza atmış bir insanın, hiçbir bilimsel desteği olmayan bir iddiayı, üstelik acı veren bir inanç halinde ileri sürmesi hayal kırıklığı yaratıyor” dedi. Watson bu tartışmalardan kısa bir süre sonra da bir trafik kazası geçirdi. ‘Bilim dışı, pervasız sözler’ Cold Spring Harbor Laboratuvarları da, ona verdiği unvanları geri alırken şu açıklamayı yaptı: “Bilim dışı, temelsiz, pervasız ve kişisel görüşler... Dr. Watson’ın sözleri asla kurumumuzu, heyetimizi, fakültemizi, çalışanlarını veya öğrencilerini temsil etmez ve bağlamaz. Laboratuvarımız, bilimin önyargıları destekleyecek şekilde hatalı ve kötü kullanımını kınar.” Watson aptal değildi, ama ırkçı görüşleri demek ki köklüydü ve inanca dönüşmüştü. Ve bunları dile getirmekten kaçınmadı. Bilimsel olmayan bir tezi savunuyordu. İlk dışlandığı yer bilim dünyası oldu, kendi ipini kendi çekti bile denebilir. Bu aynı zamanda toplumsal kamusal bir sorumsuzluktu. Görüldüğü gibi bilim insanları mükemmel değiller, yanlışları savunabiliyorlar. Bilim adına yanlışı savunmak, toplumsal ve kamusal önemli tepkilere de yol açar, kimse bu tartışmadan kendini kurtaramaz. Bu nedenle bir ters veya aykırı düşünceyi dile getirirken, insanın kendi bilimsel kimliğini, bu kimliğe insanların verdiği önemi ve rol modelliğini de düşünmeli. Beyinler ishal olmamalı... ‘15 Temmuz’un ilk girişimi kozmik oda aramasıdır’ Eski Seferberlik Tetkik Kurulu Daire Başkanı Emekli Tümgeneral Selahattin Kısacık, Türkiye Emekli Subaylar Derneği ile Kumpas Mağdurları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği işbirliğiyle hazırlanan ‘Kumpas Davalar Söyleşileri’nin sekizincisinde, Kozmik Oda Davası sürecini anlattı. Kısacak, 2009’daki ‘kozmik oda’ araması ile ilgili “O dönem yargı, FETÖ’cülerce TSK’ye karşı bir silah gibi kullanıldı” dedi. FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminin ilk adımını, 2009 Aralık’ta Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın kozmik odasında yapılan aramayla attığını söyleyen Kısacık, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan kozmik oda aranmasında asıl amacın faili meçhul cinayetleri TSK’ye yıkmak, kozmik oda soruşturmasını Ergenekon kumpasıyla irtibatlandırmak ve yurtsever şahıslara ait bilgilerin kozmik odadan dışarı çıkmasını sağlamak olduğunu kaydetti. l ANKARA / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle