22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 27 OCAK 2019 PAZAR PAZAR YAZILARI İsveç modeli tarih oluyor... İsveç’te 9 Eylül’deki seçimden bu yana süren pazarlıklar dördüncü ayında berbat bir uzlaşmayla sonuç le getirip dünyaya model olmuş bir ülkeydi. Milletin ocağına incir dikecek yorumlarını beraberinde getiren Ocak landı. Ne pahasına olursa olsun Sözleşmesi’yle sosyal söz iktidarda kalmak isteyen leşme tarihe karışıyor. Yük sosyal demokratlar, merkez sek gelirlilerin vergileri dü sağdaki iki partinin dayat şürülerek, gelir dağılımın malarına boyun eğerek 16 OSMAN İKİZ daki adaletsizlik uçuruma sayfalık sözleşme metnine dönüştürülüyor. Kamu ku imzayı bastı. Daha doğrusu rumlarının tümünün özel kendi idam fermanını imzaladı. Sosyal leştirilmesiyle, devletin eli kolu kırılı Demokrat Parti Başkanı Stefan Löfven, yor, ekonomik dar boğazlarda müdaha Çevre Partisi ile kuracağı hükümet için le edebilmesinin önüne geçiliyor. Özetle verdiği tavizler karşılığında merkez sağ devlet finans kapitale teslim ediliyor. daki Liberal Parti ile Merkez Parti’nin tam desteği ve Sol Parti’nin kerhen Adım adım geldiler onayı ile parlamentodan güven oyu aldı. Sosyal demokrasinin kalesi sayılan Taraflar arasında varılan uzlaşmaya İsveç aşağı yukarı 50 yıldır yeni liberal Ocak Sözleşmesi (Januariuppgörelse) lerin salvo atışlarının hedefiydi. II. Dün deniyor. Siyasal bilimler toplumda hu ya Savaşı’ndan sonra yeni liberalizmin zurun sosyal sözleşmelerle sağlandığını ideologları Milton Friedman ile Fried söyler. Sözleşmelerin yazılı olması şart rich von Hayek’in, İsviçre Alp’lerinde değildir ama, demokratik yönetimler topladığı Mont Pèlerin grubunun ek de adaletli bir vergi ve ücret sistemiy tiği tohumlar kısa zamanda yeşerdi. le gelir dağılımının sınıflar arasında uçu İsveç’te 1970’lerde kurulan düşünce ruma dönüşmemesi için devletin müda kuruluşları binlerce genci eğitimden ge haleci olması gerekir. İsveç, sosyal söz çirdi. Berlin Duvarı’nın yıkılışı yeni libe leşmesini 1938’de işçi ve işveren ör rallerin manevra alanını iyice genişletir gütlerinin imzaladığı belgeyle yazılı ha ken sosyal demokratları köşeye sıkış tırdı. Muhafazakârlar 1991’de seçimleri kazanınca özelleştirmelere okullardan başladılar.1994’te tekrar iktidarı alan sosyal demokratlar, muhafazakârların yarım bıraktığı özelleştirmelere devam ettiler. 20062014 arasındaki iktidar dönemlerinde sağcı partiler sosyal demokrat kalenin bütün burçlarını yıktılar. Kaleyi enkaz haline getirdiler. Yüksek gelirlilerin ve işverenlerin vergilerini indirerek devletin yıllık vergi gelirini 264 milyar azalttılar. Okulları ticari müessese gibi çalıştıran girişimcilerin kârlarını vergi cennetlerine kaçırdıkları ortaya çıkmasına rağmen hiçbir önlem alınmadı. Ocak Sözleşmesi’yle de girişimcilerin her türlü tasarrufu teminat altına alındı. Tünelin ucu karanlık Kazanılmış hakları birer birer elinden alınan İsveç halkı gelişmeyi beyinleri uyuşmuş gibi seyrediyor. Dünyanın en güçlü sendikal örgütlenmesi sandığımız İsveç İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun ağaları adeta kış uykusunda. Üyelerinin dörtte birinin ırkçı partiyi desteklemesi de umurlarında değil. Gazetelerde, dergilerde yazan entelektüel sosyal demokratlar, Stefan Löfven’i uyarıyorlar ama dört yıl daha dolgun maaşlı bakanlık koltuğuna göz dikmiş olan yönetici kadro uyarılara kulaklarını tıkamış gibi. Varsa yoksa Serbest Pazar. Dillerinden düşürmedikleri öteki diğer kavram da “ekonomik büyüme”. Kamu sektörünün de güçlü olduğu, girişimciliğin önünde hiçbir engelin bulunmadığı, İsveç’in dünyaya örnek olduğu altın yıllarını unutmuş gibiler. Macar düşünür Karl Polanyi, “Büyük Dönüşüm” adlı eserinde, piyasaya hâkim güçlerin ezdiği Alman halkının Hitler’i son umut olarak gördükleri için desteklediğini çok güzel anlatır. Ocak Sözleşmesi’yle kiralar artık piyasa kurallarına göre belirlenecek. İş güvencesi kaldırılacak. Çalışanların kaderi işverenin keyfine bırakılacak. Şu sıralarda dışlanmasına rağmen pek sessiz duran ırkçı parti dört yıl sonra İsveç Demokratları adını İsveç Ulusal İşçi Partisi diye değiştirip işçilere ve kiracılara sahip çıkarsa acaba ne olacak. Üstelik bu tehlike bütün Avrupa için geçerli. Tünelin ucu karanlık... osman.ikiz@gmail.com Duvarı Kanada sınırına ör öreceksen... Duvar kelimesi bana hep Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” başlıklı nefis şiirini hatırlatır. Ayrıca ha pishane duvarlarını, öğrenciliğimizde çı karttığımız okul içi duvar gazetelerini de. Türkçede “Çin Seddi” dediğimiz, İn gilizcede “Çin Duvarı” denilen yıllar ön ce gördüğüm o devasa insan elinden çıkmış koruma duvarını da. Son birkaç aydır 20 yıla yakın bir süre dir yaşadığım Amerika’da duvar kelimesi artık siyasi yaşamın olduğu kadar günlük yaşamın da bir parçası oldu. ABD siyase tinin iki büyük aktörü Cumhuriyetçiler ile Demokratlar duvar siyaseti, duvar eko nomisi ve duvarın faziletleri üzerine yo ğunlaştı. Nedir bu duvar hikâyesinin özü derseniz o da bir popülist başkandan çık tı. Twitter kullanmakta çok usta olduğu nu kanıtlayan ABD Başkanı, işadamı Do nald Trump ülkenin güney sınırından ge lecek kaçak göçmenlere karşı ABD ile Meksika arasndaki sınıra bir duvar ör meyi planlıyor. Bu devasa duva rın finansma nı için gere ken parayı almak için ABD TEVFİK DALGIÇ Kongresi’nden yetki istedi. Burada devlet başkanlarının bir kararname ile milyarlarca doları bulan harcamalar için tek başlarına karar alma yetkileri yok bizdeki gibi. Ülkede başkan, adalet ve parlamento (Kongre) sistemleri birbirleri ile çalışmak zorunda. İşte kav ga da buradan çıkıyor. Her sistem ken di yetkilerini kullanmak istiyor. Eğer bu üçü ortak bir paydada buluşamazsa orta lık karışıyor. ABD Parmanentosu iki bölümden oluşur; Temsilciler Meclisi ve Senato. Kongrenin toplam 535 oyu var. Bunla rın 100 tanesi senatörlerden 435 tane si de Temsilcilerden oluşur. Temsilci lerden altı tanesinin oy kullanma hakkı bulunmuyor, onlara nonvotingoy kul lanmayan üyeler deniyor. ABD Başka nı güney sınırına örmek istediği duvar için Kongreden istediği parayı alama yınca sadece federal merkezi hüküme tin harcamalarına yetki veren ve yasal zorunluk olan bütçeyi onaylamadı. Bu na Amerikalılar hükümetin kapanması diyorlar. Yani federal hükümete ait tüm harcamaların durması anlamına geliyor. Trump, ülke tarihinin en uzun süreli hü kümet kapanmasını sona erdiren tasarı yı önceki gün imzaladı ve 35 gündür sü ren kriz 15 Şubat’a kadar geçici olarak son buldu. Bazı Amerikan bankaları haftalardır maaş alamayan 800 bin federal işçi ve memurun sıkıntıya düşmelerini önle mek amacıyla ucuz faizle tüketici kredi si vermeye başlamıştı. Bu duvar başka duvar ABD son iki aya yakın bir zamandr Kanada’dan gelen çok soğuk havanın etkisinde. Kanada soğukları ülkenin kuzey ve doğu eyaletlerinde ekonomik ve günlük yaşamı çok olumsuz etkilediği gibi ısınma için de büyük bir enerji kaybına yol açıyor, tarımı ve ticareti, yol durumlarını kötü etkiliyor. Bana kalırsa Kanada soğuklarının ABD ekonomisine olumsuz etkisi güney sınırından gelebilecek tehlikelerden daha büyük. Bence Kanada ile ABD sınırına kalın camdan 10 kilometre yüksekliğine bir duvar çekilse büyük bir hizmet olur. Dağlık engellerin olmadığı Kanada’nın soğuk rüzgârları ABD’ye giremez. Bu fikir düşünülmeli ve kafalardaki duvar yıkılmalıdır... t.dalgic@gmail.com ‘Geleceğimizi çalmayın’ Almanya’da önceki gün binlerce lise ve üniversite öğrencisi iklim değişikliğine karşı mücadele ederek, iklimi koruma talebiyle eylem düzenledi. “Fridays for Future” adlı girişim tarafından başkent Berlin’de düzenlenen gösteriye yaklaşık 10 bin öğrenci katıldı. Münih’teki gösteriye ise yaklaşık 3 bin öğrencinin katıldığı tahmin ediliyor. Öğrenciler eylemde, kömür enerjisinden vazgeçilmesini ve Paris İklim Anlaşması’nın maddelerine uyulmasını talep etti. Berlin’deki gösteride, “Buradayız, sesimiz yüksek, çünkü siz bizim geleceğimizi çalıyorsunuz” sloganları atıldı. Öğrenciler önce kömür enerjisinden vazgeçilmesi için uzlaşma arayışında olan komisyonun toplandığı Ekonomi Bakanlığı binasının önünde toplandı. Ekonomi Bakanı Peter Altmaier tarafından kabul edilen bir grup öğrenci, bakana açık bir mektup sundu. Alt maier, bakanlık binasının önünde toplanan öğrencilerle de konuştu. Ekonomi Bakanlığı’nın resmi Twitter hesabından yapılan paylaşımda ise “İklimlerin korunması ve Almanya’nın geleceği için göstermiş olduğunuz çaba etkileyici” ifadeleri kullanıldı. Bu arada komisyonun ülkedeki tüm kömür yakıtlı termik santralların en geç 2038 yılında devre dışı kalmasına karar verdiği belirtildi. Karar sendikalarla enerji kuruluşları tarafından memnuniyetle karşılandı. Çevre örgütleri ise belirlenen tarihin geç olduğunu vurgulayarak karara karşı çıkıyor. İngiltere’de Akdeniz mutfağı İngiltere’ye Türkiye’den Ankara Anlaş larda, sokak başları ya da metro çıkışlaması ile gelenler ülkeye ilk vardıkların rı gönüllü yol tarifi yapan çiçekçilerle do da kendilerini şaşırtan gözlemlerini sos luydu. Kenar semtlerde bile piyano satış yal medyada paylaştı. Göçmenler, en çok yerleri ya da tamircileri, dünyanın dört bir sokakta kedi ve köpek yerine dolaşan til yanından ithal tütün, puro, kahve ve çay ki ve sincaplara, AVM’lerin azlığına, yeni satan keyif dükkânları vardı. yapılaşmada eski görünümün korunma Günümüzde bilardo salonu ya da mo sı, pencerelerin dışarı doğru açılması, haf bilya mağazasına devşirilen o güzelim ta sonu sakinliği, parkların bolluğu, insan pub’lar kültürel heyelana uğradı. Pub de lara verilen değer, trafikte yol verme yip geçmeyin. Pub’lar; geleneği, mektubun çok kulla önündeki tahta masala nılması, kahvaltıda kuru fasulye rı, cumbalı camekânları yenmesi, Londra’da İngilizden ve askılı saksılardaki pe çok göçmenlerin olmasına şaşırdıklarını yazmış... FARUK ESKİOĞLU tunya, küpeli, sardunya, açelya ve ortanca çi Londra’ya 33 yıl önce geldi çekleriyle ortaçağdan ğimde o zamanki iletişim araçlarının az bu yana ülkenin en önemli sosyalleşme lığından olsa gerek hepsi kırmızı olan mekânları. İngilizlerin evin en güzel odası iki katlı toplu ulaşım otobüsleri, kraliyet nı misafirlere ayırıp kullanmama gibi son mühürlü posta kutuları, telefon kulübe radan pişman olunacak bir geleneği hiç leri, polislerin giysileri ve sokakta sosya yaşamadıklarını, genellikle misafirlerini list gazete satan gençler beni şaşırtmış mahalle pub’unda ağırladıklarını söyleye tı. Ülkedeki nezaket ve insana verilen biliriz. Pazar günleri ailecek biralarını yu değer de dikkatimi çekmişti hani. Ban dumlarken dana rosto yemek ve sonra kadan para çekerken görevlinin Merkez sında “hak edilmiş” tatlı Yorkshire pudin Bankası’nın henüz 100’lük basmadığı gi ısmarlamak âdettendir. Bahçesinde kır için özür dilemesi karşısında “Dalga mı keyfi sunan, kendi birasını üreten, tiyatro geçiyor” diye düşünmüştüm. Kırmızı te ve standup sahnesi olan pub’ların sayısı lefon kulübesindeki telefon kartım sıkış da az değildi hani... Pub’lardaki müzik ku tı diye aradığımda adresime postalanan tuları ise tarih oldu ne yazık ki. birisi özür yerine çift telefon kartı da şa İngiltere’deki muhafazakâr iktidar şırtmıştı. İlk geldiğim günlerde korna se ların ve emniyetin idam cezalarını ge si ve yollara tüküren olmamasına sevin ri getirmeyi başaramadığını, sokaktaki miş, “Tam da özlediğim ülke” demiştim. polisin hâlâ silah taşımadığını ve vatan Türkiye’nin bu konuda evrimleşmesi de daşa “Efendim” diye hitap ettiğini de sevindirici tabii.. vurgulamalıyım. İngiltere’de trafikte (kimi göçmen sürü İngilizlerin tarihi dokuyu korumacılıkla cüleri saymazsak) yol vermek “centilmen rı övgüye değer denilse de dünya finans bir davranış” sayılıyor. Londra’da şimdiye merkezlerinden “Bank” semtindeki gök kadar ambulansın arkasına takılan ya da delenler, meskun mahallere de yayılma yol vermeyen bir araç görmediğimi söyle ya başladı artık. Namı diğer “Demir Ley yebilirim. Çeyrek asır öncesi henüz süper di”, eski İngiltere Başbakanı Margaret marketlerin Londra’yı işgal etmediği yıl Thatcher’in 19791990 arasında da baş bakanlık dönemindeki özelleştirme ve sosyal hakları kısma politikasının sonuçları ise 40 yıl sonra ortaya çıkıyor. Halkın direnciyle hâlâ ücretsiz kalmayı başaran ulusal sağlık sisteminde acil servis bekleme süresi ne yazık ki çeyrek asırda10 dakikadan10 saate fırlamış durumda. İngilizlerin ev bütçesinde “dışarıda yemek harcaması”nın beşinci sırada yer aldığını okuduğumda da şaşırmıştım. Un ve bira karışımı bir bulamaca batırılıp kızartılmış morina veya mezgit balıklarının yanında patates kızartması (fish&chips), tartar sos ve bezelye püresi İngiliz mutfağının kraliçesi olmayı sürdürüyor. Ne yazık ki küresel ısınmayla balıkların azalmasıyla artan fiyatlar bir zamanların yoksul yemeğini zengin mönüsüne soktu. Londra’da “sarhoş yemeği” diye anılan dönerin de artık sevilen etnik yiyecekler listesinde yer aldığı söylenebilir. Caddelerde İngiliz kahvaltısı servisi sunan işçi cafelerine sıkça rastlayabilirsiniz. Klasik İngiliz kahvaltısı mönüsünün olmazsa olmazı bacon (domuz pastırması), yumurta, fasulye ile patates, mantar ve domates kızartması... Londra’daki işçi cafelerinin çoğunun, hayatında baconı ağzına sürmemiş bizim toplum üyesi şeflerce işletilmesi de sizi şaşırtabilir hani... İngiliz mutfağında Akdeniz beslenme yöntemi de kendisine ciddi bir yer açmış durumda. Çok değil yarım asır önce eczanelerde ilaç niyetine satılan zeytinyağı şimdi süpermarketlerin raflarında. Zaten eski kışlar, sisli puslu havalar da yok... Bu gidişle zeytin ve limon ağaçları da Londra’da yetişmeye başlayacak gibi. Böyle giderse karanfil, lüfer ve çupranın da Türkiye’den ithal edilmesine gerek kalmayacak sanırım... farukeskioglu@hotmail.com Para yoksa Almanca öğrenmem! Avusturya’ya geldiğim ilk yıllarda bir Almanca kursunda öğretmen olarak çalışıyordum. Kurs, iş piyasası dairesi tarafından organize edilen bir kurstu. Bir uçak kazasında hayatını kaybeden gelmiş geçmiş en iyi Kadim Ülker çalışma bakanı ve sendikacı Afred Dalinger’in öncülüğünde yürürlüğe konulan işsizlikle mücadeleye destek yasasına göre düzenlenmekteydi. Yabancı kökenliler ilk defa işsizlik sigortasından finanse edilen kurstan faydalanacaktı. İşsizler mültecilere karşı Kursun iki tür katılımcısı vardı: Biri, aralarında rahmetli babamın da olduğu yaş ve sağlık sorunlarından dolayı iş bulamayan ve Avusturya ekonomisine emekleriyle yıllarca katkıda bulunan işsizlerdi. Diğerleri ise Avusturya’ya yeni gelmiş kişilerdi. İkinci grup kendilerini çok siyasi buluyor, birinci grupla pek de anlaşamıyorlardı. İşsizlerin çalışmış oldukları süre içinde maaşlarından kesilen sosyal primlerle finanse edilen kursu mülteciler çok çabuk sahiplenmişlerdi. Başvuru sebebi olarak Türkiye’deki sol siyasi çalışmalarını gösteren mülteciler, işsizleri istemiyorlardı, “Bunlar neden bu kurslara katılıyorlar, ahları gitmiş vahları kalmış” diye söyleniyorlardı. İşsiz işçiler, mülteciler karşısında kendilerini yalnız ve zayıf hissediyorlar, seslerini çıkaramıyorlardı. Maaşlara zam Kurs katılımcıları, işsizlik ödentisini yüzde yirmilik bir zamla alıyorlar, işsizlik, emeklilik ve hastalık sigortası da devam ediyordu. Mültecilere de yaşamlarını sürdürebilecek bir miktar para ödeniyordu. Bu kurs daha sonra Viyana’da ciddi anlamda yaygınlaşmaya başladı. Sadece Almanca kursu ile sınırlı kalmadı, meslek kursları da düzenlendi. Bu kurslar süresinde kursiyerlere bir ödenti yapılabilmesi için en az 25 saat ders görülmesi gerekmekteydi. Bazı kurslar bu sürenin altında olduğundan para ödenmemekteydi. İşte o zaman tatsızlıklar ve itirazlar başlıyordu. İtirazlara dil öğrenmenin anlamını bilenler acı acı gülüyorlardı, ama o önemi kavrayamayanlar itirazlarında ısrar ediyorlardı. “Yıllardır burada yaşıyorum, bu dili en az bir dolmeç (çevirmen) kadar biliyorum” veya “Para var mı para, para ödemezlerse niçin Almanca öğreneyim?” gibi sözlerle itirazlar dile getiriliyordu. Siyasilerden birisi Almanca öğrenmeyi insan haklarına aykırı bulmuş, böylesi bir ifadeyi Alman topraklarında kendisini dinleyenlere iletmişti. Bu ses Avusturya’da da yankı bulmuştu. Viyana’dan ‘müjde’ “Almanca öğrenmede para var mı” diyenlere Avusturya’nın muhafazakâr ve aşırı sağcılardan oluşan hükümetinin önümüzdeki dönemde bir “müjdesi” var. Hükümet her önüne gelenin para almaması için sosyal yardım gibi ödenen parada değişikliklere gitmeyi planlıyor. Hükümet adına bu değişikliğe dair açıklamalarda da bulunuldu. Açıklamada “Almanca bilenlerle bilmeyenler, uyum sağlamışlarla sağlamamışlar aynı sosyal yardımı alamayacaklardır” denildi. Almanca bilenler ve uyum sorunu olmayanlara daha fazla, Almanca bilmeyenlere ve uyum sorunu olanlara daha az sosyal yardım parası ödenecektir deniliyor. Para yoksa Almanca öğrenmek de yok diyenler olarak hangi dersi çıkardık buradan diye sorsam sanırım bana kimse kızmaz, fazla lafa gerek yok. Kadim.uelker@gmail.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle