25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 13 OCAK 2019 PAZAR EDİTÖR: GÜRER MUT TASARIM: İLKNUR FİLİZ hafta sonu Ozan Açıktan’la filmlerini ve son dönemde sinema alanında gündeme gelen tartışmaları konuştuk ‘Mizah beni sürüklüyor’ Yönetmenler için çeşitli tanımlamalar yapılır: Başarılı, yetenekli gibi... Ozan Açıktan adı bu bildik tanımlamalara yenilerini eklemeye hak kazanıyor. Hani, usta ressam, bir fırça darbesiyle, şair beklenmedik bir imge ile sanatını sıradanlaştırır ya; Ozan Açıktan’ın kameradan bakışı da öyle. Hem ciddi, hem IŞIK hınzır bir yanı var. Rolünde KANSU aksayan oyuncunun yetkinliğini, sunumunu bile yükseltebilen bir yan bu. Ozan Açıktan ile filmlerini, Polanski ile kesişen çizgisini ve son dönemde sinema alanında gündeme gelen tartışmaları konuştuk: n Filmlerinizde zaman zaman hınzır bir yan görüyoruz hep. O esinti nereden? “Çok Filim Hareketler Bunlar”, “Sen Kimsin” ve “Aile Arasında”, üçü de komedi. Zaten ruhlarında hınzırlık olmazsa olmaz. “Silsile” ise bir kara film, ama benim için daha kişisel elbette. Sanırım bahsettiğiniz hınzırlık daha çok Silsile’nin tonunda var. “Annemin Yarası” ise, Borislav karakteri ile Salih’in karakterinde bir hınzırlık barındırıyor. Onları da yazarken, Bosna Savaşı gibi dünya tarihinin kara lekelerinden birine biraz olsun gerçekçi bakmak istediğimizden öyle tasarlamıştık. “Mizah üzerinden zaman geçmiş acı”dır diyordu Woody Allen. Yetimhanedeki hayatı düşününce ya da Borislav’ın savaş sonrası kurduğu hayatı düşününce, onların gündelik yaşantısını düşününce, öyküleri trajik olan bu insanları basit yaşantılarının mizah ya da neşe barındırabileceğini kavramak çok da zor değil. Böyle bakınca hepsinde bir ortak kavram belki bu, ama birbirlerine pek benzemiyorlar diye düşünmek istiyorum. Sanırım, benim hayata bakışımda olan bir değere denk geliyor olmalı bu. Kendime hınzır diyemeyeceğim, gayet efendi bir öğrencilik hayatım oldu. Ama izlediklerimde, okuduklarımda beni sürükleyen temel değerlerden biri oldu hep mizahi yaklaşımlar, ironi. Bunun da esas sebebi sanırım kendimi ciddiye almak istememek. Ya da kendini çok ciddiye alan insanları çekici bulmuyor olmam. Böyle olunca da, filmlerde izlerken ya da yaparken, heyecanlandığım şeyler bu ciddi ve ağır hayatın tersine döndüğü anlık kısa devreler sanırım. n Sizin için seçici ve zor beğenen den Dağıtım zinciri büyük sorun n Yeni bir tasarım var mı önünüzde? Şimdilerde sinemaya dair yeni bir hayal kurmadan önce, gündemdeki tartışmayı endişeyle izliyorum. 1940’larda Hollywood’un büyük bir hukuk olayı ile sonlandırdığı Yapım/Dağıtım/Gösterim tekelinin, 20142015 yıllarında Türk film sektöründe yeniden kurulmuş olması sebebiyle yaşadığımız tartışmalar sinemanın geleceğine dair çoktandır çalan zilleri daha da şiddetlendirdi. Büyük ve sektöre hakim bir GÖSTERİM şirketinin FİLM DAĞITIM işine de girmesinin biz filmciler için çok tehlikeli. MARS bu büyük ve KORELİ şirkete satılmadan önce de bir tekeldi, konu CGV bu sinema zincirini alınca bir sorun olmadı. Yani çok önceden ciddi bir sorundu. MARS’ın AFM ile birleşmesi bugün geldiğimiz noktanın baslangıç yeri. Benim yakından bildiğim şekliyle sektörümüzün yapımcı devi BKM dahi, Mars Afm birleşmesine karşı sayfalar dolusu raporlar verdi rekabet kuruluna, sonuç alınamadı. Konu hangi filmin gösterime gireceği ya da kimin filminin ne kadar gösterimde kalacağını da belirleyen geniş ve dertli bir konu. Buralarda yeni düzenlemeler olmadan yapımcılar önünü görmeden benim hayal kurmam geçersiz gibi. Yasal düzenlemenin aciliyeti ve uygulanmasındaki kararlılık hepimiz için çok çok değerli. Diğer taraftan elbette yeni bir şeyler yazıyoruz, hazırlıyoruz; ama henüz olgunlaşma aşamasında olduklarından herhangi bir şey söylemem doğru olmaz. diğini duyuyoruz. Sanatına özen ve saygıdan galiba. Ben sinema eğitimimi önce Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi RadyoTv Sinema bölümünün ardından da Lodz devlet sinema okulunda, Polonya’da tamamladım. Ankara’da okuldayken TRT GençÇocuk Haber ve Ankara Uluslararası Film Festivali’nde çalıştım. Ardından da Tomris Giritlioğlu’na asistanlık yaptım. Hem okullu, hem alaylı oldum yani. Eğitimle saha yan yana gidince kendiliğinden başlayan bir titizlik anlayışına sahip oldum diyebilirim. Okul zama nı deneme yanılma şansım varken, profesyonel hayatta hazırladığım bir haber veya yaptığım bir montaj o akşam ulusal yayına çıkıyordu. Bu benim erken vakitte sorumluluklarımın farkına varmama sebep oldu diye düşünüyorum. Yaptığım işin bir manası ve sonucu olduğuna dair inancım beni üniversitenin ilk yıllarından sorumluluk sahibi yaptı. Bunun üzerine de Polonya Devlet Sinema Okulu gibi, sinema eğitiminde bir “ekol”le sinemaya olan yaklaşımımı şekillendirdim. Form fonksiyonu takip eder anlayışı. Yani kameranın neden orada olduğunu bil meden, kameranın yerine karar vermemek benim esaslarımdan biri oldu. Böyle olunca, sorumluluk sahibi, ödevini iyi yapan bir öğrenci olarak kariyerime başlamış oldum, nedensonuç ilişkilerine kafa yormadan yola çıkmamakta direnince de ortaya ince eleyip sık dokunan bir iş geçmişi çıktı. Sinemada ve reklam filmlerinde ön hazırlığın değerine de şiddetle inanıyorum. Yöntemsel olarak da ön hazırlıkta hemen her şeyi denemek, prova etmek gibi esaslarım var. Bunlar yan yana konunca seçici ve zor beğenen bir portre çıkıyor belki de ortaya. Polanski’nin tavsiyesi n Polanski’nin öğrencisisiniz. Ona öykündüğünüzü sanmıyorum ama, bir etkilennmek vardır mutlaka... Polanski’nin öğrencisi değilim, keşke olsaydım. Onun okulunda okudum. Polonya’daki okula girmemde onunla yaptığım bir sohbet etkin oldu. Uluslararası bir öğrenci filmleri festivali için Ankara Üniversitesi’ni temsilen o zaman çektiğim bir kısa filmle Lodz’a gitmiştim. Polanski’ye de fahri doktorluk verilecekti, o sırada eski okulunu kameralar eşliğinde ziyarete geldi. Bu sırada ben de kendi filmim içeride gösterilirken heyecandan dışarı çıkmış koridorda filmin bitmesini bekliyordum. Okulun rektörü benim Türkiye’den festivale katılığımı söyleyerek bizi tanıştırdı. Festivalin enternasyonal çeşitliliği ile Polanski’nin eski okuluna ilgisi kameralar tarafından belgelendikten sonra, benim filmimin bitmesini beklemeye başladık. Polanski ile merdivende oturduk ve filmim de 38 dakika olduğundan, bir hayli sohbet etme vaktimiz oldu. Yönetmenlik okumaya Polonya’ya gelmek istediğimden bahsettim. O da bana yönetmenliğin okunabilecek bir şey olmadığını düşündüğünü söyledi. “Mutlaka sinema eğitimi alacaksan, burada görüntü yönetmenliği oku, ülkene döndüğünde diplomanla para kazanabilirsin böylece” dedi. Lodz sinema okulunun görüntü yönetmenliği bölümü, sinema eğitimi alanında dünyanın en iyi bir kaç bölümü arasında. Türkiye’ye döndüğümde okulun atmosferinden, eski mezunlarından, sinemaya yaklaşımından çok etkilenmiş haldeydim. Polanski’nin dediklerini de düşünerek görüntü yönetmenliği okumaya gittim. Daha sonraları Polanski’nin yaptığı konuşmaları ve verdiği dersleri takip ettim. Filmin gramerini öğrenmeden, hikâye anlatmanın mümkün olmadığını anladığım zamanlara denk geldi bu dönem. ‘Patlamış mısır tadında sanatçılar ve rüzgâra karşı yürüyenler!’ 1 “7Gün/7Bilge” yazı dizisi toplumda çok büyük karşılık buldu. Toplumda dedim de, sahi kim bu insanlar? Halen ülkede aydınlanmaya inanan, bulunduğu yer neresiyse orada direnç gösteren insanlar var. Genco Erkal’ın “Bu yüzyılda tüm devrimler ricat etti, bir bizimki ayakta” sözü bir yanıyla doğru. Ama bir yanıyla… Bu dönem kadar sanatçıya, aydına doğrudan saldırı olmadı. Levent Üzümcü’nün “Oyuncular Sendikası sarı sendika olma yolunda” sözleri akımda. Eğer Metin Akpınar’a, Müjdat Gezen’e sahip çıkamayacak kadar korkaksanız, neden orada duruyorsunuz ki? Sosyal medyada yalandan yayımlanan iki satır metin kimseyi kandırmaya yetmez. Öyle ilginç günlerden geçiyoruz ki; sinemacılar arasında tuhaf bir tartışma sürüyor, salon sahipleriyle film yapanlar arasında. Sanırsınız ki nitelik, özgürlükler tartışılıyor. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan falan isyanda. Diyorlar ki; “Salonlarda satılan mısır, filmlerden pahalı!” Düşündüm de, mısırdan daha fazla ederi olan bir film yaptınız da bizim mi haberimiz yok? İnsanlara neyi seyrettiriyorlar ki? RTE’nin futbol kadrosunda görev yapacaksın, iktidarın yayın organı TRT’de kültür bakanına övgüler düzeceksin, sonra Yılmaz Güney’cilik oynayacaksın! 2 Hep söylüyorum, olan biten ne varsa siyasal, kültürel olarak birbiriyle ilintili. “Oyuncular Sendikası” bana Aziz Nesin’in “Yazarlar Sendikası” türü umut verdi başta. Mehmet Ali Alabora, ki bence öyle sanıldığı kadar siyasi bir aktör de değildi, başarılı süreç geçirdi. Gezi kuşkusuz değerli toplumsal göstergeydi hepimiz için, sanatçılar da yer aldı. İktidar affetmedi, unutmadı o günleri, Alabora yurdunu terk etmek zorunda kaldı, acıdır bu! Sonuç, sendika bir süre direndi ayakta kalmak için, sonra Demet Akbağ başkanlığına teslim oldu. Buradan Nesin gibi bir aydınlanma itirazı beklemek boşunadır. Neti İoanna Kuçuradi Korkut Boratav Genco Erkal Taner Timur Doğan Kuban Ahmet Say Ayla Kutlu cede Akbağ koşarak Yenikapı’ya gitti. Sahne ortağı da Yılmaz Erdoğan, reisin top arkadaşı! “7Gün/7Bilge”de tam da bu yüzden aydın sorununa vurgu yaptım sıkça. Ayla Kutlu ile uzunca konuşmuşuz. Kişinin kendine “Aydın” demesini ayıp sayıyor Kutlu, haklı. Kanaat önderliğiyle de karıştırılmaması gerektiğini söylüyor, bunda da haklı. İçinde düşün olmayan eylemcilik “Aydın” olmak için yetmez. Ama en güzel tarif bir öğretmen arkadaşımdan geldi: “Aydın kendi açmadığı toplumsal yarayı saran kişidir” dedi. 3 Korkut Boratav’ın “Bugün iktidarda olan İslamcı faşizmdir” saptaması üstüne ne çok yorum geldi, bir bir okudum. Hocanın derinlemesine tahlili ve Mustafa Kemal analizi ölçüt koydu. Garip biçimde Mustafa Kemal’e mesafe koyan sosyalistler var inatla. Korkut Hoca üstelik coğrafyamızda “Kültürel İslam”ın sosyalist olmaya engel olmadığını söylüyor. O halde? Mustafa Kemal’e, yani Cumhuriyete, laikliğe gereksinim var! Mustafa Kemal tartışmasına iki sarsıcı yanıtla Taner Timur son noktayı koydu. İlki, “tarihi ilerleten her hareket soldur” dedi. Bu bakışla Kemalizmin çıkışını tarif etmiş oldu. Bir de “Abdülhamit” kandırmasına mükemmel yanıt verdi. Görüyoruz ki İslamcılar bir türlü bu büyük birikime karşılık isimler koyamıyor. Necip Fazıl’a karşı Nâzım olur mu? Pes! Mustafa Kemal’e karşı Abdülhamit olur mu? Sonunda yenilecekler, düşünsel zeminleri yok! Üzüldüğüm noktaysa, toplumun büyük kısmının sindirilmiş olması, o ayrı! 4 Nâzım deyince, kitabım “Tepeden Tırnağa Nâzım Hikmet”in ardından söyleşilere gitmeye devam ediyorum. Bu hafta da Ataşehir Belediyesi davetine katıldım. Kültür müdürlüğü iyi çalışıyor, belli. Semtimizin çeperine yapılmış “Neşet Ertaş Kültür Evi”nde hayli kalabalık toplulukla buluştuk. İnsanımız umutlanmaya, derinlemesine tartışmaya ne denli aç kalmış meğer! Bitmesin istedi dostlar söyleşi... Doğrusu ben de aynı duyguya kapıldım. Şimdi “yazarlık atölyesi” açmak niyetindeyiz. Güç günlerden geçiyoruz, sanatçılara salonlar verilmiyor, kitapçılar yapıtlarımızı satmaktan kaçınıyor. Ancak en sinirlendiğim şu: Arayıp davet ediyorlar, seni görmek, söylemine tanıklık etmek istiyorlar kimi şirketler, dernekler, okullar, odalar; sonra, sanki onlara borçluymuşuz gibi: “Sizi çağırarak neleri göze aldık bilseniz” diye böbürlenmeye başlıyorlar. Ne tuhaf! Yazar, aydın, sanatçı, gazeteci sizden ne dileniyor ki anlamadım! Siyasal itirazı olan, özgürlük kav gasına giren kimse sizi takmaz, korkularınızla ilgilenmez. Bir de üstüne teşekkür mü bekliyorsunuz? Bu hafta takıntım oldu. 5 İnsan hakları sorunu derinlemesine büyürken, hele de ırkçılık, dincilik bunca artmışken İoanna Hoca’nın vurgusunu ciddiye almak gerek. Ancak söyleşiden bana kalan “Bilge kişinin tek bir arkadaşı olsa dahi yalnız değildir” cümlesi oldu. Şu günlerde neredeyse otuz beş yıllık, uzunca ayrı kalınmış bir yoldaşlık, dostluk üzerine düşünürken çıktı karşıma bu cümle. Dostlarım var, yalnız da değilim sanırım. Elbet düşünce kavgasına girince, varoluşsal sorunları kendinle tartışmaya başlayınca insan buruluyor, kimsesiz hissettiği de oluyor bazı bazı. Doğan Kuban’la da dostluk üstüne konuştuk uzunca. Yalnız olmayı seçmiş bir bilge Kuban. Çalışmaya, düşünmeye, okumaya olabildiğince çok zaman kalsın istemiş yaşam boyu. Bizde sık rastlanan meyhane masalarına da pek katılmak istememiş. Bilgelerle geçirdiğim zamanlarda bir yandan da ne tür yaşam sürdüklerini de gördüm, düşündüm. Kişi bir ömür dolu dolu yaşıyorsa başka huzurla yaşlanıyor. İmrendim. Şuraya not düşeyim; Şule Aydın tüm süreçte en büyük yardımcıydı, son dakika katkısıyla beni kurtaran Eren Aysan da öyle ve Selnur Aysever, bant çözümlemelerinde nasıl ciddi iş çıkardı. Hepsine teşekkür borçluyum. 6 Enis Batur’un “Ağaçlar Çiçekteydi” adlı Ahmet Say hatıratına yazdığı önsözde şunun altını çizdim: “Bunca baba gördüm tanıdım, böylesi bir adanmışlı ğa hiç tanık olmadım. Fazıl’a inandı Ah met Say, onun şüpheli serüvenini yeğ ledi. Çetin engellerle karşılaştığını anım sıyorum. Alıp oğlu nu Avrupa’daki müzik otoritelerine götürdüy dü, ‘Gecikmişsiniz’ di yenler çıktı, aldırmadı onlara, inatla savaşını sürdürdü, Fazıl’ın ye tişme sürecinde Mo zart sonatları çalacak ölçüde işin içine daldı: Enis Batur Utkunun arkasındaki bedeli anlatmadı kimseye, sustu.” Beni derinden etkiledi bu saptama. Babayım, kız çocuğu babası ve bu sü reçte tam da benzer kavgaya giriş tim. Ahmet Say’a güvendim, direnci ni anlıyor, örnek alıyorum. Öte yandan Mozart’ın sanık sandalyesinde olduğu günlerden geçerken acı tebessüm yer leşti dudağıma... 7 Enis Batur’u sever, okur, takip ederim. Bu hafta aradım: “Yayına gelir misiniz?” dedim. Bunca bayağılık içinde sesini toplum işitsin istedim. Suskun luk orucunu bozmadı. Bir yandan hak verdim Batur’a, yazar sözünü zaten yapıtıyla söylüyor. Yi ne de bir kez benim için ekrana geldiği ni anımsattım Batur’a, belki yine söyleşiriz... Kaç zamandır değerli şairleri izliyorum. Onur Duygu Kankaytsın Behramoğlu ye ni kitabı tamamladı. Yaprak Öz’ü ve Betül Dünder’i okumuş, sevmiştim. Bu arada tatsız deneyim yaşamış olmamıza karşın Şeref Bir sel şiirini seviyorum. Batur’un yayın yönetmenliğinde Duygu Kankaytsın’ın şiirleri basılmış, edindim. Kolay beğenmez Batur, ben de şuraya örnek koyayım:   “... Deniz de benim kadar delişmen, ma vi değil Sektirdiğim taş direniyor batmaya Martılara ufalanıyor babamın kırdığı ekmek Gece ile aramda işlek bir balta, in di inecek Düşündükçe ıslanıyorum Bir rüyam var, bana iyi geliyor İşte bir gün onu anlatacağım” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle