15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Sağnak ‘ ‘ 10 13 Ocak 2019 PAZAR hafta sonuTASARIM: FUNDA YAŞAR ER Sahte mağduriyet ve sağa yalpalayan kapsayıcılık 31Mart seçim süreci başladığından beri AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumda kutuplaşmayı artırıcı bir politika izliyor. Bunu iki nedenle yapıyor. 1 Kendi seçmen kitlesini kızıştırıp seçimde desteğini güçlendirmek için. 2 Gündemi kendi istediği şekilde polemiklerle doldurup halkın asıl sorunlarını geri plana itmek için. Bu yöntemi her seçimde uyguluyor ve her defasında da istediği oluyor. Haftalarca, aylarca karşılıklı söz yarıştırılırken, ülkedeki temel sorunlar neredeyse hiç gündeme gelmiyor. Medya da heyecanla bu oyunun üzerine atlıyor; köşe yazarları, sürekli bu konuları yazıyor. Sonuçta gündemi Erdoğan belirliyor.  Bu kez tuhaflıklar serisi, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e yapılan saldırılar ile başladı. Değerli sanatçılarımız, Uğur Dündar’ın Halk TV’deki programında gerçek demokrasinin tarifini yapınca, iktidarın hışmına uğradı. Akpınar, “anayasal düzene başkaldırı ve halkı isyana teşvik”; Gezen ise “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ile suçlanıyor.  İkisinin konuşmalarında da hakaret ve şiddeti teşvik anlamına gelecek bir ifade yokken, ikisi de gözaltına alındı, yurtdışına çıkma yasağı konuldu ve davaları sürüyor.  Büyük tepki çeken bu tartışmanın ardından Deniz Çakır olayı patladı. Ünlü oyuncu, bir kafebarda yaş günü kutlarken arkadaşlarıyla fotoğraf çektirmiş. Yan masada oturan bazıları türbanlı kadınlar, kendilerinin fotoğrafının çekildiği iddiasıyla şikâyet etmiş. Çakır ve arkadaşları, sadece kendi fotoğraflarını çektiklerini söylemişler... Ve birkaç gün sonra, Çakır’ın o gün kadınlara hakaret ettiği iddiasıyla şuç duyurusunda bulunulmuş. İşin ilginç tarafı, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “Bu ülkenin başörtülü hanımlarına ‘Suudi Arabistan’a gidin’ demek, faşistliğin en sefil halidir” diyerek Çakır’ı hedef aldı. Olay, birden türban ve din meselesi haline geldi! Oysa Çakır, sadece ken di arkadaşlarının duyacağı şekilde, “İçkili bir mekânda içtiğim içkiye, çektiğim fotoğrafa karışılıyor. Yargılanarak bakılıyor. Burası Arabistan mı? Atatürk Türkiye’si” dediğini söylüyor.  Bu olaydan sonra sıra Rutkay Aziz ve Yılmaz Özdil’e geldi. Fazıl Say’ın Erdoğan’ı konserine davet etmesi Rutkay Aziz’e sorulmuş, o da, “Çok iyi olur, Mozart ve Beethoven dinler, iyi gelir” demiş.  Yılmaz Özdil ise şu sözleriyle Erdoğan’ı kızdırmış: “Tayyip Erdoğan bir tek bira içmiş olsaydı, bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu.” Sen misin bunu diyen... “Bu ülkenin meşrebi belli cumhurbaşkanını bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır!” diyerek parladı Erdoğan...  Olanların hepsini düşününce, ister istemez aklıma şu geliyor. Birileri, nereden polemik konusu yaratabiliriz diye tüm gün kanal kanal gezip, gazete sayfalarını satır satır tarıyor olmalı. Hatta “Kabataş yalanı” gibi tasarlanan olaylar söz konusu olabilir.  Seçime kadar bu yöntemi uygulamayı düşünüyorlarsa durum vahim. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın sahip olduğu yetki ve korunma kalkanı kimsede olmadığından, çok orantısız ve adaletsiz bir durum ortaya çıkıyor.  Öyleyse bir yol bulup bu planı bozmak şart. Aksi halde işsizlik, hayat pahalılığı, yağmalanan ve betona boğulan kentler, rant uğruna yapılan talan, çöken yollar, yıkılan binalar vb. halkın günlük hayatında öne çıkan sorunlar gündemde yer almayacak.  Peki CHP ne yapıyor? Seçim stratejisinin, zıtlaşmadan her kesimi kucaklamak olduğu görülüyor. Bu ilk anda kulağa hoş gelebilir ama onlar da işi “yasayı uygulamamak, Meclis Başkanı’nın takdiridir” demeye vardırdı!  Öyle görünüyor ki gelecek 2.5 ay, iktidarın tasarlanmış polemiklerden devşirdiği sahte mağduriyeti ve CHP’nin “kapsayıcılık” adı altında sürekli sağa yalpalayan politikaları ile geçecek!  Yediğiniz ekmekYENİ NESİL FIRINCI MİNE ATAMAN: sadece doyuruyor Profesyonel fırıncı Mine Ataman, bazı gelir grupları için beslenmenin “ekmek” demek olduğunu belirterek,”Ülkemiz için ekmek meselesi, memleket meselesidir. Ekmek yiyoruz, doyuyoruz ama maalesef beslenemiyoruz” diyor. Ataman, Türkiye’de tüketilen ekmeğin yanlışlarını ve doğru ekmeğin nasıl tüketileceğini anlattı. 3 kuşak önce Kırım’dan göç ederken büyük dedesinin ve ninesinin yanına her şeyden önce “buğday tohumlarını” aldığını ve genç Cumhuriyetin ilk fırıncıları olan bir aileden geldiğini söyleyen Ataman, ‘Cennette İlk Sofra’ kitabında, buğdayın 12 bin yıl önce Urfa Göbeklitepe’de insanla buluşma hikâyesini anlatıyor. Dünyadaki 22 buğday gen merkezinden 14’ünün Anadolu’da olduğunu belirten Ataman, atalık tohumların; glisemik indeksinin ve glüten oranı düşük bunun yanında vitamin ve protein değerlerinin yüksek olduğuna dikkat çekiyor. 100 bin kişi ölür Türkiye’de yaklaşık 37 milyon kişinin günlük enerjisini ekmekten aldığını vurgulayan Ataman, milyonlarca insanın sağlıksız ekmek tükettiğini söylüyor. Ataman, “Bazı gelir grupları için beslenme demek ekmek demektir. Eğer siz ‘ekmek yemeyin’ derseniz bu ülkede her gün 100 bin insan açlıktan ölür. Bu nedenle ülkemiz için ekmek meselesi, memleket meselesidir. Ekmek yiyoruz, doyuyoruz ama maalesef beslenemiyoruz” diyor. Ataman, doğru ekmeğin “protein değerleri yüksek tam tahıllı ve ekşi mayalı ekmek” olduğunu söylüyor. Tam tahıllı ekmeklerde bulunan vitamin, mineral gibi besin değerlerinin “beyaz ekmekte” bulunmadığını belirten Ataman, “250 gramlık beyaz ekmek sizi tok tutmayıp sürek li acıkmanıza sebep olacakken tam tahıllı ekmekten alınan 80 gramın sizin günlük ihtiyacınızı karşılayacak ve gün boyu sizi tok tutacaktır” diyor. Ataman, Türkiye’de doğru ekmeği nüfusun yüzde 1’i tüketirken yanlış ekmeği halkın büyük bir bölümünün tükettiğine dikkat çekti. ‘Anadolu fırıncılığı kan kaybediyor’ Popüler kültürün de etkisiyle butik mağazalarda satılan doğru ekmeğin 1618 TL olmasının abartı fiyat olduğunu belirten Ataman, devlet destekli yöntemlerle tam tahıllı ekmeğin halka kolay ulaştırılabileceğini vurguluyor. Ataman, “Geleneksel fırıncılığın kan kaybettiği günümüzde, birlikte hareket edilerek endüstriyel üretim noktalarında kaliteli, sağlıklı, pazarlara uygun fırıncılık ürünleri üretilerek hem iç pazara hem de dış pazara arz edilmelidir” diyor. Atamann, doğru ekmek kullanımını artırmak için Bakanlığın okullardaki süt dağıtımına ek olarak günde 7080 gram da “tam tahıllı ekmek” dağıtmasının farkındalığı artıracağını belirtiyor. l ANKARA/Cumhuriyet ‘İnönü‘Asker İnönü’ kitabının yazarı Alev Coşkun, Derin Tarih dergisinin iddialarına sert tepki gösterdi: mahkum edilmek isteniyor’ Milli Mücadele tarihimize altın harflerle yazılmış gelişmelerin yıldönümleri, alternatif tarih yazıcıları için yeni bir saldırı fırsatına dönüşmüş durumda. Bu saldırılara bir yenisi de Ata türk ve Cumhuriyet karşıtlığı tescilli olan Mustafa Armağan ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı Derin Tarih dergisinin ocak sayısı ile eklendi. Bu ay ÇAĞDAŞ “Çekilme Emri veren Albay İsBAYRAKTAR met Bey 1. İnönü Savaşı’nı kazandığımızı sonradan öğrendi” kapağı ile çıkan dergi, Batı Orduları Komutanı İsmet İnönü’den “Zafersiz Kahraman İnönü” olarak bahsediyor. Konuyu, yakın zamanda Asker İnönü kitabı yayımlanan Cumhuriyet Vakfı Başkanı, gazetemizin imtiyaz sahibi ve yazarı Alev Coşkun’la konuştuk. n Alev Bey, Derin Tarih dergisinin ocak ayı sayısında Mustafa Armağan, “Milli Mücadele’nin ardından yazılan tarih, savaş sonrası siyasetin belirlediği istikamette oluşturulmuştu. Bu suni tarihte İsmet Paşa, hiçbir zafer kazanmamışken, İki İnönü Savaşı galibi olarak gösterilmiş ve bu mevkiin ismi kendisine soyadı olarak verilmiştir.” diyor. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Makaledeki temel iddialardan birincisi “Milli Mücadele’nin ardından yaratılan suni (yapay) tarih”. İkincisi, “İsmet İnönü’nün hiçbir zafer kazanmamışken İki İnönü Savaşı galibi olarak gösterilmiş ve mevkiin ismi kendisine soyadı olarak verilmiştir” iddiasıdır. Şimdi sormak gerekiyor, pekiyi bu yapay tarihi kim yaratmış? Atatürk. Hiçbir zafer kazanmayan İnönü’yü savaş galibi olarak gösteren kim? Atatürk. İşte Atatürk’e saldıramayanlar böyle dolanarak Atatürk’ü itham ediyorlar. Bu sebeple İnönü karşıtlığı derin bir hastalıktır. Mustafa Armağan bildik bir model ve yaklaşımla 1. İnönü Savaşı olmadı, İnönü kazanmadı demektedir. Derin Tarih’teki makalelerinde, Milli Mücadele’de büyük zaferden sadece bir ay önce, yaptığı hatalar yüzünden 1. Ordu Komutanlığı görevinden alınan Ali İhsan Sabis’e dayandırıyor. İsmet Bey iki ateş arasındaydı Bu makalede, saçma sapan dayanaklarla İnönü mahkum edilmek isteniyor. İnönü Savaşı olmamış, bu savaşı Cephe Komutanlığına bağlı Albay Nazım Bey, Tümen Komutanı Ayıcı Arif, Tümen Komutanı Atıf Beyler kazanmış! Armağan hem savaş kazanılmamış diyor, hem de savaş kazanıldı ama tümen komutanları kazandı diyor. Pekiyi, bu tümen komutanlarının komutanı kim? Cephe Komutanı Albay İsmet Bey. Konuya dair ortaya attıkları iddialar bile kendi içinde tutarlılık göstermiyor. n İsmet Paşa kadar İnönü Savaşları da “yapay tarihçiler”in hedefinde. Özellikle 1. İnönü Savaşı’nda genel manzara ve imkânlar nasıldı? 1. İnönü Savaşı’nda iki cephe vardı. Bir cephede isyancı Çerkez Ethem’e karşı savaşılıyor, öteki cephede Yunan işgal güçlerine karşı savaşılıyordu. Batı Cephesi birlikleri ile isyan eden Ethem birlikleri arasında çatışmalar sürerken, tam bu sırada 6 Ocak 1921 perşembe günü sabah Cephe Komutanı İsmet Bey’e şu haber ulaştı, “Yunan ordusu Bursa ve Uşak’tan bu sabah harekete geçmiştir.” Cephe Komutanı İsmet Bey iki ateş arasında kalmıştı. Bir yanda isyan eden Ethem’in Kuvayı Seyyare’si ile savaş, öte yanda Yunan işgal ‘ 1. İnönü Savaşı’nda iki cephe vardı. Bir cephede isyancı Çerkez Ethem’e karşı savaşılıyor, öteki cephede Yunan işgal güçlerine karşı savaşılıyordu. güçlerinin saldırısı. Bu durumda Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey, 61. Tümen Komutanı İzzettin Çalışlar’ı Ethem’in birliklerinin karşısında bıraktı. Kendisi İnönü’ye koştu. n Kapanın ortasında kalmak diyebilir miyiz bu duruma? Evet, tam anlamıyla kapanın ortasında, iki tuzak arasında kalmıştı İsmet Bey. Önünde Ethem güçleri, diğer iki kanatta Yunan işgal güçleri. İnönü’ye gitmek için tren yolunu kullanmak gerekiyordu ve en yakın istasyon 80 km mesafedeydi. “Batı Cephesi Nasıl Kuruldu” adlı önemli kitabın yazarı ve bu savaşlara bizzat katılan Albay Rahmi Apak’ın anlatımı durumu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor: “Batı Cephesi kıtaları, beş günden beri uzun yürüyüşlerle çok yorgun düşmüşlerdi. Mevsim kıştı. Askerin çoğunun kaputları yoktu. Öksürüyorlardı. Erat cılızdı. Hayvanlar ayakta yürürken uyuyorlar ve düşüyorlardı. Yollar kötü ve çamurdu.” n Bu şartlarla girilen 10 Ocak günü neler yaşandı? 10 Ocak’ta Yunan kuvvetleri Poyra Köyü’ne girdiler. Cephe Komutanı Albay İsmet Bey karargâhı hızla İnönü’ye doğru kaydırdı. Türk kuvvetleri tüm olumsuzluklara rağmen direniş gösterdi. Gece yarısı geri çekilen Yunan birlikleri ile 24. Tümen karşı karşıya geldi. Panik yaşayan Yunan birlikleri 10 Ocak’ı 11 Ocak’a bağlayan gece çekilmeye başladılar, sabaha kadar Bur sa yönünde çekilişlerini sürdürdüler. n Mustafa Armağan gibi kişiler ta rafından yok sayılan ya da İsmet Paşa’dan soyutlanmaya çalışılan 1. İnönü Zaferi yurtta ve dünyada nasıl karşılandı peki? Atatürk’ün 1. İnönü Savaşı sonrası İsmet Paşa’ya gönderdiği telgrafın bir parçası ile başlayalım, “İnönü Meydan Savaşı’nda Batı Cephesi kıtalarının uğurlu ve kahredici kumandanız altında hazırladıkları kesin üstünlükten dolayı (...) kalpten tebriklerimi takdim eder ve bu başarının kutsal topraklarımızı düşman işgalinden tamamen kurtaracak olan kati zafere hayırlı bir başlangıç olmasını Allah’tan dilerim.” Sonrasında Genelkurmay Başkanlığı da yapacak olan Yunan General Dumanidis’in görüşleri önemlidir: “1921 Ocak ayında yapılan hareket, feci bir şekilde başarısızlığa uğradı.” Bu sözler bile Armağan’ın iddialarını çürütmek için yeterli. Fakat açıklamalar bununla sınırlı değil. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold’a da kulak verelim: “Ocak 1921’de Yunan saldırısının geriye püskürtülerek önlenmesini Kemalistler, yalnız Yunanistan’a değil, aynı zamanda İngiltere’ye karşı da kazanılmış bir zafer sayıyorlar.” Yine Rumbold’un İngiltere’nin o günkü Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği rapor, İnönü Zaferi’nin neden “çok büyük mesele” olduğunu da gösteriyor: “Mustafa Kemal’e artık çetebaşı gözüyle bakmak faydasızdır. Onun Anadolu’daki hükümeti etkindir.” New York Times da 17 Ocak 1921 tarihli sayısında “Türk Başarısının Nedenleri” başlıklı bir yazı yayımlamıştır. M. Kemal Paşa: Çok çok büyük mesele h‘alledildi...n İnönü Zaferi sonrası yapılan bu açıklamalar bile başka bir açıklamaya gerek bırakmıyor aslında... 1. İnönü Savaşı’ndan bir süre sonra İnönü Ankara’ya gelmişti. Kendisini istasyonda Mustafa Kemal Paşa Evet. Türk yazarların yanı sıra, Bernard karşıladı. İnönü kendisine “Büyük Lewis’ten Lord Kinross’a, David Walder’dan mesele halledildi” deyince Amiral Bristol’a kadar tarihi gerçekleri orta Mustafa Kemal Paşa ona “Hangi ya koyan birçok yabancı kaynak da mevcut. İtalyan yazar Perrone Di San Martino’nun “Yunan saldırısının başarısız olduğu ve o güne kadar küçük görülen Türk ordusunun direnişi Atina’da üzüntüyle öğrenildi. Yunan Genelkurmayı rakibini yanlış değerlendirmişti.” sözleri önemlidir. Bu sözler karşısında şunu söylemek istiyorum. Kendi halkının kazandığı çok önemli bir zaferi ortadan kaldırmaya çalışan yazar takımının yüzleri acaba kızarır mı? büyük mesele? Çok çok büyük mesele halledildi” yanıtını verdi. Çünkü 1. İnönü Savaşı, TBMM’nin kurduğu düzenli ordunun çok önemli bir başarısıdır. Özellikle isyancı Çerkez Ethem konusu böylece kapanmış oluyordu. İkincisi, düzenli ordu kendisini ispat etmiş oluyordu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle