19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR Emre Aydın, 6. Cadde ile dönüyor Emre Aydın tarafından 1999 yılında kurulan ve 2003 yılında Sing Your Song yarışmasındaki birinciliğin ardından ilk albümünü yayımlayan 6. Cadde, 15 yıl aradan sonra ilk tekli çalışması “Sen De Beni Hatırla” ile müzik piyasasına dönüş yapıyor. 6. Cadde, Emre Aydın ve Ahmet Kalabay’ın bir araya gelmesiyle çalışmalarına başladı. Grubun yakın zamanda “Uyut Beni” isimli bir albümü çıkacak. 12 ve g‘Nearmekuisrslueköalmlmeakk’sTaoihyypnauetenrrsodlianePd3edeEriyakye,iemycnee’dinkbeiir EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: BAHADIR AKTAŞ [email protected] Pazartesi 10 Eylül 2018 4 Hans Fallada’nın yazdığı, Nesrin Kazankaya’nın sahneye uyarladığı, yönettiği ve oynadığı “Herkes Tek Başına Ölür” yeni mevsimde seyirciyle buluşacak. Fallada 899 sayfalık romanı manik bir ruh haliyle dört haftada, el yazısıyla yazmış. 4 Romanın tanıtım yazısında ise şu cümleler yer alıyor: “Hem acıları hem de insan varlığının yüceliğini anlatan bir kitap: Namuslu kalmak ya da ölmek mi? Hayır, hem namuslu kalmak hem de gerekirse ölmek.” Kapıdan içeri girince yeni dekor kokusu, benim çok özlediğim sahnenin tozuyla birleşmiş. İçeride hummalı bir çalışma. Bir taraf ta oyunun dramaturgu Şafak Eruyar, diğer tarafta yönetmen Nesrin Kazankaya... Kazankaya, Alman ya zar Hans Fallada’nın “Herkes Tek Başına ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Ölür” adlı romanını tiyatroya uyarlıyor, yönetiyor ve oynuyor. Yeni tiyatrolarında uzun süredir çalışan Tiyatro Pera eki bi yeni sezona her zamanki gibi idda lı giriyor. Hiç durmadan çalışan, üre ten ve tiyatroya yeni yapıtlar kazandı ran Kazankaya, “Bir yıl aradan sonra artık eskisi gibi kalıcı bir tiyatromuz var. Blackout Sahnesi, Tiyatro Pera’nın yeni mekânı. Temmuz başında girdik binaya ve bir yandan geniş kadrolu bir oyunun provaları, bir yandan da sahne tadilat çalışmaları sürüyor. Biraz zorla nıyoruz ama heyecan ve sevinçle göğüslü yoruz bu süreci. Se zonu yeni bir oyunla ve özenle hazırladığı mız yeni tiyatromuzla açacağız” diyor. Tkeüzrksiyahe’ndeedielk... “Herkes Tek Başına Ölür” adlı roman, Türkiye’de ilk kez uyarlanıp sahneleniyor. Dünyada pek çok kez tiyatro oyunu olarak uyarlanmış ve sinemaya aktarılmış. 1940’larda Berlin’de, sıradan bir işçi karı kocanın, Nazi yönetimine karşı yürüttükleri olağandışı, alışılmadık direnişleri ve sıradan insanların faşizm baskısı altındaki yaşamları anlatılıyor. Tek oğullarını savaşta kaybeden bir işçi karı koca, 200’den fazla el yazısıyla yazılmış Nazi karşıtı kart postal ve mektupları, kapı önlerine, bina merdivenlerine bırakmak gibi basit bir yöntemle, faşist Nazi rejiminin dev gibi sistemine karşı savaş açarlar. Fallada’nın yazdığı gibi: “Fare fille savaşıyor!” Yazar gerçek bir olaydan yola çıkarak kendi öyküsünü yaratmış diyen Kazankaya, “Oyun yalnızca bu karı koca ekseninde gelişmiyor, son derece etkin figürlerle bir dönem anlatılıyor. Ve bu dönem günümüzde de, tarih içinde de pek çok kez karşımıza çıkan bir olgu: Faşizmin despotlukla, eğitimle, propagandayla ve göz boyayarak toplumu derin bir aymazlığa sürüklemesi. Oyunda vurguladığım gibi, korkular içinde yönetilen, savaşın içinde giderek yoksullaşan Berlin halkı, muhbirler, gammazcılar, serseriler, kumarbazlar, dolandırıcılardan oluşan bir fare ordusu gibi başkenti istila ediyor. Ahlaki çöküş, manevi değerlerin yok oluşu had safhada. Çocuk yaştan itibaren gençleri örgütleyip beyinlerini yıkayarak yeni bir toplum oluşturuluyor. Sahnelemede bir çocuk korosu kullanarak bunu da vurgulamak istedim” diyor. “Herkes Tek Başına Ölür”, yurtdışına iltica etmemiş bir yazar tarafından, hayranlık uyandıran bir cesaretle yazılan, Almanya’daki ilk direniş romanı. Fallada 899 sayfalık romanını, manik bir ruh haliyle dört haftada, el yazısıyla yazmış. Yazarın öldüğü yıl olan 1946’da basılmış romanın tanıtım cümlesini ise paylaşmak isterim: “Hem acıları hem de insan varlı ğının yüceliğini anlatan bir kitap: Namuslu kalmak ya da ölmek mi? Hayır, hem namuslu kalmak hem de gerekirse ölmek.” Sıradan insanlar Kazankaya’ya neden Fallada ve neden “Herkes Tek Başına Ölür” diye soruyorum: Kazankaya, “Anlatılan figürler kahramanlar değil, tüm zaafları, korkularıyla sıradan insanlar. ‘Herkes Tek Başına Ölür’, antifaşist bir öğreti romanı değil. Zamanlar ötesi büyüklüğü, Nazi döneminde, günlük yaşamı tüm rezilliği ve sefaletiyle göstermesinden kaynaklanmakta. Bütün eserlerinde sıradan küçük insanları anlatan yazarın bu romanı, ülkemizde yaşadıklarımızı da göz önüne alınca, beni son derece etkiledi ve çalışmaya karar verdim. Uzun bir romanı iki saatlik seyirlik bir oyun haline getirdim” diyor. Kostümleri her zaman olduğu gibi Fatma Öztürk yapıyor. “Hızla deği şen, çağırışımlar içeren bir kostüm anlayışı peşindeyiz” diyor Kazankaya ve ekliyor, “Dekoru Merve Yörük’le çalışıyoruz. Binamızla bütünleşen bir dekor oluyor. Bir plato gibi. Seyircinin de içinde yer alacağı bir dünya yaratmaya çalıştık” diyor. Her zaman olduğu gibi kadroyu Tiyatro Pera oyuncu ekibi oluşturuyor. Bir de konuk oyuncu var. Konservatuvardan Kazankaya’nın dönem arkadaşı Murat Göksu. Kazankaya, direnişçi karı kocayı Göksu ile birlikte oynuyor. Başak Meşe, Onur Atilla, Zeynep Özden, Doğan Akdoğan, Dilşah Demir, Oğuz İşçi, Mustafa Sevim ve eğitimlerini sürdüren öğrencilerden oluşan “Hitler Gençlik” korosuyla 15 kişilik bir ekibi seyredeceğiz 3 Ekim’de Tiyatro Pera’da... (Abidei Hürriyet Caddesi no 211 Blackout Şişli. Gişe tel: 0554 539 70 27) ‘Başkalaşımlar’ sergisi... “Başkalaşımlar” sergisi, Latin ozanı Ovidius’un “Değişimler” metninden aldığı ilhamla Ortak Yaşamı Geliştirme Vakfı’nda 1327 Eylül Ebru Kaplan tarihleri arasında açılacak. Akademili sanatçılar ve ilüstratörler tarafından düzenlenecek olan sergide seyirciler tuhaf olanla iç içe, tekinsiz bir yolculuğa davet ediliyor. Serginin sanatçıları (Benginur Emre, Ebru Kaplan, Oğulcan Yiğit Özdemir, Ümit Yavuz) kullandıkları karışık malzeme, dijital artwork, yağlıboya resim ve çeşitli baskı teknikleriyle metnin gizemini çözmeye çalışırken, insanın ve doğanın değişen çehrelerine de yeni bir bakış açısı sunmaya çalışıyorlar. Sanatçılar ve zanaatkârlar... İstanbul Kalkınma Ajansı’nın (İSTKA) desteğiyle hayata geçirilen “Uluslararası Misafir Sanatçı Programı” farklı kentlerden güncel sanatçılar ile İstanbul’daki zanaatkârları Türkiye’de bir müze çatısı altında ilk kez buluşturuyor. İstanbul Modern, “Uluslararası Misafir Sanatçı Programı” kapsamında 10 sanatçı, tasarımcı ve mimar, İstanbul’da zanaatkârlarla buluşarak birlikte üretim yapacak. Programda misafir sanatçılar İstanbul’daki metal işleme, çini, sera mik, halı, ahşap oyma, vitray ve ebru gibi geleneksel el sanatlarını sürdüren zanaat ustalarıyla bir araya gelerek güncel üretimler gerçekleştirecek. Program süresince üretilecek yapıtların 2019 yılı sonunda İstanbul Modern’de sergilenmesi planlanıyor. Bu süreçte sanatçılarla atölye çalışmaları düzenlenerek kamusal programların hazırlanması ve sergiye paralel eğitim atölyelerinin gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Altın Aslan ‘Roma’nın 75. Venedik Film Festivali önceki akşam yapılan ödül töreniyle sona erdi. Festivalin büyük ödülü olan Altın Aslan Meksikalı sinemacı Alfonso Cuaron’un Netflix çatısı altında çektiği ve bu yüzden Cannes’da yarışmaya alınmayan filmi “Roma”ya verildi. Bu ödülle birlikte Netflix uluslararası alanda ilk büyük festival zaferine de imza atmış oldu. Yarışmada en iyi yönetmene verilen Gümüş Aslan ödülünü ise “The Sisters Brothers” adlı filmiyle Jacques Audiard aldı. En İyi Kadın Oyuncu ödülü “The Favourite” ile Olivia Colman’ın olurken, “At Eternity’s Gate” adlı filmde Van Gogh’u canlandıran Willem Dafoe En İyi Erkek Oyuncu seçildi. En İyi Senaryo ödülü “The Ballad of Buster Scruggs” ile Coen Biraderler’e, Jüri Özel Ödülü ise “The Nightingale” ile Jennifer Kent’e gitti. Yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun’un dünya prömiyerini 75. Venedik Film Festivali’nde yapan “Anons” filmi, festivalin uluslararası yarışma bölümü Orizzonti bölümü jürisi tarafından Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. İpek Çalışlar’dan yeni kitap İpek Çalışlar’ın yeni kitabı “Mustafa Kemal Atatürk Mücadelesi ve Özel Hayatı” raflarda yerini aldı. Çalışlar, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Mustafa Kemal Atatürk Mü cadelesi ve Özel Hayatı”nda Ali Rıza Efendi’nin Zübeyde Hanım’a sevdalanmasını, nikâhlandıkları günü; doğumundan itibaren Mustafa Kemal’in hayatını anlatıyor. Yılmaz Gruda, 70. sanat yılını sahnede kutluyor Yılmaz Gruda 70. sanat yılını “Gülmeye Geldik Dünyaya” adlı tiyatro oyunu ile kutluyor. Tiyatro tarihimizin eğlenceli ve mizahi bir üslup ile anlatıldığı oyunda Yılmaz Gruda’ya Barbaros Uzunöner eşlik ediyor. Oyun 29 Eylül Cumartesi saat 20.30’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde izleyiciyle buluşacak. Yılmaz Gruda oyun ile ilgili şunları söylüyor: “Yetmiş yıldır sahnelerdeyim ve bu ülkede ilk stand up yapan benim. Türkiye’de zirveye çıkmış birçok ünlü ismi sanata ben kazandırdım. Tüm yaşadıklarımı ve tecrübemi bu oyun için bir araya getirdim. Barbaros ile beraber iyi çalıştık ve neticesinde kaliteli bir oyun çıktı ortaya. Oyunumuz, tiyatromuzun bugünlere nasıl geldiğini bilgi ve mizahın yardımıyla sahneye taşıyor.” Çıkar evliliği... Tepede güzel sürprizlere yer kalmadı pek. Davetkâr korulardaki serin kaynaklara erişebilmek için giderek daha aşağılara, eteklere inmek gerekiyor. Aslanlar, Palmiyeler yok artık yukarılarda. Ayılar da yakında kaçacaklar herhalde. Sinemanın yaratıcı topraklarını çoraklaştırma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan küresel ‘ısınma’ (formatlama) ortalığı kasıp kavurmakta... Cumartesi gecesi Venedik’te zirveye çıkan filmler bütün tahminlerde yer almaktaydı. Ödül kazanan yönetmenler kadar, daha seçkiler açıklandığında aslan payını kapmış olan Netflix’in zaferinden söz etmeye hazırdı herkes. Bu arada, Altın Aslan’ın yeni sahibiyle Venedik ana jürisi başkanının aynı ülkenin kültürünü paylaşıyor olmalarını vurgulayanlar, her ikisine de haksızlık etmekteler. Alfonso Cuaron da, Guillermo del Toro da has yaratıcı yönetmenler. Altın Aslan kazanan “Roma” kimi melodramatik sahnelerden, sakız gibi çiğnediği uzun ve kolay sekanslardan kurtulabilse, daha da önemli bir başyapıt olabilirdi... Yaratıcı geniş kitle sineması sihirbazları Coen kardeşler, Netflix’in siparişini nasıl geri çevirebilirlerdi ki? Gişe başarısını tatmış bu yetenekli yönetmenlerin temel çelişkileri, geniş bütçeli dönem filmleri gerçekleştirebilmek için büyük yapımcılara ihtiyaç duymaları. Formatlama baskılarına karşı direniyorlar gerçi ama, yer yer taviz vermek zorundalar. Festival yöneticileri de benzer çelişkiler içinde dengede kalmaya çabalıyorlar. Ellerindeki en önemli koz, bir noktaya kadar özgürce oluşturabildikleri jüriler. Venedik ödül listesindenYorgos Lanthimos’a, Willem Dafoe’in aracılığıyla da olsa Julian Schnabel’e üst sıralarda yer verilmesini alkışlamak gerekiyor. Bu çelişkiler, büyük festivalleri sanat sinemasını ikinci bir seçki kapsamında, yan bölüm olarak sunmaya itelemekte. Giderek, çift merkezli olmaya doğru kayıyorlar. Venedik’te “Ufuklar” (Orizzonti), Cannes’da da “Belirli Bir Bakış”, diplomatik kaygılara takılmadan oluşturan ayrı jürileriyle sanat sinemasının son kaleleri artık. Bu gerçeği görerek, “Anons” un, 7 filmi öne çıkaran “Ufuklar” seçkisi ödül listesinde üçüncü sırayı alıyor olmasından gurur duymak gerekir. Medya ve halkla ilişkiler sorumlularının, her yerde yaptıkları gibi gerçekleri biraz saptırarak, savundukların filmlerin zirvede yarışıp ödüllendirildiğini ima etmeye falan çalışmaları boş çaba. Hayra alamet de değil zaten. Sanat sineması eteklere çekilmek zorunda kaldı artık. Güçlülerin paralı askerleri çevrede pusuya yatmış durumda. Zaman ortak direniş zamanı... Bu bağlamda, film eleştirmenliği ve sinematek yöneticiliğinden sonra Torino, ardından da Venedik Festivali’nin başına gelen Alberto Barbera ile, 36 yıldır adım adım büyüttüğü, bir açıdan canavarlaştırdığı Toronto Festivali’nin yönetimini devretmeye hazırlanan Piers Handling’in birkaç yıldır yaşadıkları balayı, zoraki bir çıkar evliliği sonuçta. Egemen platformlar ve Hollywood ta nikâh şahitleri... Bu balayının iç dengelerini anlamak için, iki sayısal veri yeterli : Venedik ana seçkisinde Altın Aslan için yarışan 21 filmden 13’ü Toronto kataloğunda yer alırken, “Orizzonti” seçkisindeki 19 adayın sadece beşi burada. Başka bir deyişle, gelin Venedik daha fazla direniyor. Damatsa daha güçlü... Türk sineması, ne mutlu ki, Toronto’da da eteklerde dolaşıyor. Ah lat Ağacı, festivalin uçsuz bucaksız topraklarında keşfe çıkmış telaşsız sinemasevere kucak açıyor; o güzelim Karadeniz vadilerinin sesi bir türlü bastırılamayan dilsiz âsi kızı “Sibel”in özgürlük çığlığını birlikte dinliyorlar. Bu coğrafyanın filmi oldu ğunu hissettiğimiz “Saf”ta iki gün sonra korudan çıkıp gelecek önümüze. .. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle