18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KULTUR 7 Ağustos’ta, 7 ülke 7 sanatçı İzmir Büyükşehir Belediyesi, 7 Ağustos’ta Kültürpark’ta “Barcelona Gipsy Balkan Orkestrası”nı konuk edecek. Konser saat 20.30’da ücretsiz olarak gerçekleşecek. 7 fark lı milletten 7 sanatçının yer aldığı orkestra Katalan, Yunan, İtalyan, Rus ve Ortadoğu şarkılarından rock müziğe kadar uzanan geniş bir yelpazede söyledikleri şarkılarla dinleyiciyle buluşacak. 12 EDİTÖR: ORHUN ATMIş TASARIM: İLKNUR FİLİZ [email protected] ‘Yazarın evi masasıdır’ Pazar 5 Ağustos 2018 ‘Göl Yazı’ isimli kitabıyla 73. Yunus Nadi Roman Ödülü’nün sahibi olan Enis Batur, ‘Ben okurundan etkin katılım bekleyen yazarlardanım’ diye konuşuyor Seçici kurul, “Edebiyat tutkusunun romanı” diyor Enis Batur’un 2018 Yunus Nadi Ro Göl Yazı’nın tohumunda, insanzamanmekân üçgeninde nasıl bir ilişki haritası oluştuğu sorusu, ağırlık man Ödülü’nü kazanan “Göl Yazı” adlı noktasını temsil etti. Bu metinde ne eseri için. Ülkemizin en köklü roman oluyor? Enis Batur, ilk bakışta Ahmet ödüllerinden birinin ne Haşim’in bir Bursa gezisi metnini oku den ‘antiroman’ ola yor ve bunu yaparken yanlara açılı rak tanımlanan bir ese yor, dibe dalıyor, yukarılara tırmanı re verildiğinin gerekçe yor. Bir tür iç yolculuk söz konusu Göl sini ise yine bu tutkuya Yazı’da. Gerçek ile düşsel olan birbir EMRAH KOLUKISA bağlıyor: “Enis Batur’un yazar evinin temellerini kurgulamak için Ah lerine yapıştırılıyor. Geçmişin görüntüleri şimdiki zamana aktarılıyor. Ben okurundan etkin katılım bekleyen ya met Haşim’den Gide ve Loti’ye salı zarlardanım, önüne “hazır metin” koy nan bir merakla gölün coğrafi ve tari maktansa “katır metin” koymayı yeğ hi katmanlarında Gregoire Bay’ın, Ah lemem bundan. met Vefik Paşa’nın ve nicelerinin izini süren bu tutkusunda gizlidir: Çığırt Yazarlık ve yayıncılık kan piyasanın sıradan gönül ilişkilerinin sığ kurgularına indirgeyerek ir n Çok yazan, çok üreten bir yazarsınız. Hem de sadece bir türde fark tifa kaybettirmeye çalıştığı roman, elbette Kharon’un kayığına binip ölü lı türlerde. Bunun yanı sıra Kırmızı Kedi Yayınevi’nin de yayın yönet ler adasına hapsedilmeye razı olmayacak, kendine yeni yollar açacak ve ye menliğini yürütüyorsunuz. Zamanı idare ederken sizi zorluyor mu bun ni sığınıklar yaratarak direnecektir.” İşte Enis Batur ile ca bölünme? Yerel ölçütlerle çok üretken, evren ödül sonrası yaptığımız kısa sel ölçütlerle ortalama üretkenlikte ol söyleşi... duğumu düşünüyorum. Büyük sır sa n Apolyont gölü kıyısında yılmaz, hemen her gün yazı masa bir yazar evi... Yazar evleri dünyanın birçok köşesinde var artık, siz de bir kısmın Enis Batur’a göre, ‘Göl Yazı’da, insanzamanmekân üçgeninde nasıl bir ilişki haritası oluştuğu sorusu ağırlık noktasını temsil etti. ma oturmaya çalışırım, yıllardır süren, pek aksamayan bir iş. Yayıncılık başka, kişinin hayatını kazanmak için da bulundunuz, buralarda ürünler verdiniz. Sizce yazar evlerinin edebiyat üretiminde nasıl bir ağırlığı var ve bunu hangi başlık altında değerlendirmek gerek? Çok kültürlülük, interaksiyon, kültürler arası alışveriş? Benim gözümde yazarın “ev”i masasıdır, onu nereye yerleştirebilirse orada çalışacak demektir. Yazar evlerinde masa hazır tutuluyor ister istemez. Konuk yazar bir süreliğine o masanın “hâkim”i olacağının da, bütün bütüne sahibi olamayacağının da bilincinde. Yazar evi kuran merciler, çağıracakları konuklar için ortalama bir dü zen hazırlarlar, bu da her yazara uymayabilir. Ben bir anlamda kendi “iç masa”sı olan yazarlar familyasındanım, kolay ve hızlı uyum sağlarım koşullara. Kendi iç huzursuzluğum fazlasıyla yeter bana, onun için dışımda müşkülpesent sayılmam. Yazar evine kısa süreliğine gidiliyor genellikle, bir ay ile üç ay arası bir zaman dilimi geçirmek üzere. Köstebek yazarlar içlerine kapanır, salyangoz yazarlar çevreye çıkarlar. Bir de tabii yazar evine kafanızdaki projelerden hangisiyle gittiğiniz önemli: Seçimlerinizi etkiler bu. Gitti ğiniz ülkede, bölgede, yaşayan insanlarla ilişkilerinizi de. n “Göl Yazı”nın yazıldığı ya da en azından bir kısmının yazıldığı yazar evine bakarsak, Andre Gide, Ahmet Haşim, Pierre Loti, Gregoire Bey, Ahmet Vefik Paşa gibi yolu buradan geçmiş nice isme atıfta bulunuyorsunuz. “Çapraz İlişkiler Kafesi” altbaşlığı da biraz bu isimlerle, onların yazdıkları, yaşadıklarıyla örülmüş bu girift metni tarif ediyor. Hatta kitabın sonundaki Mantar Pano’da bir de görsel bir döküm veriyorsunuz okura. Tüm bunlarla bir çeşit mitolojik bir kurgu mu aslında yapmak istediğiniz? yaptığı diğer mesleklerden, mühendislikten ya da kimyagerlikten özünde çok farklı olmayan bir iş dalı. Yazarlığa daha yakın olduğu düşünülebilir, tersi de: Yazarlığa daha zararlı da olabilir! Neredeyse kırk yıldır iki işi yan yana götürdüm, ama bizde ve dünyada çok sayıda örneğine rastlanan bir buluşma bu. n Şu sıralar neler var tezgâhta diye sorsak? Bunun “gerçek” cevabını ayrıntılı biçimde verirsem insanlar üstüme yürür! Bir tek şunu söyleyeyim: İki yıldır, benim çok önem verdiğim, geniş yataklı bir şiir kitabı masamdaki düzenin merkezinde yürüyor. Başkaldıran kızlar...71.LocarnoFestival’indennotlar Üç Renk: Mavi Başka Sinema’da ‘Modern Klasikler’ Başka Sinema’nın 10 13 Ağustos tarihlerinde Kadıköy Sineması ve Beyoğlu Sineması’nda gerçekleştireceği Modern Klasikler seçkisi seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor. Modern Klasikler, sinema tarihinde önemli bir yer edinmiş eserlerden, kısa zaman önce çekilmesine rağmen seyirciler için anında klasikleşen filmlere kadar kapsamlı bir seçkiyi barındırıyor. Seçkideki filmler ise şu şekilde; Üç Renk: Mavi, Üç Renk: Beyaz, Üç Renk: Kırmızı, Veronique’in Çifte Yaşamı, Victoria, Sevgisiz, Turist, Beden ve Ruh, Ben Daniel Blake, Anayurt Oteli, Saul’un Oğlu, Prenses Mononoke, Yüzündeki Sır, Satıcı, Dheepan, Kırık Bir Aşk Hikâyesi. Öykü Gazetesi’nin yeni dönemi Yaklaşık 1.5 yıldır Can Yayınları çatısı altında çıkan Öykü Gazetesi önümüzdeki aydan itibaren Can Yayınları ile yollarını ayırıyor. Editörlüğünü Faruk Duman, Ercan Yılmaz ve Zeynep Gülçin’in üst lendiği Öykü Gazetesi sosyal medyadan yaptıkları açıklamada haberi şöyle duyurdu: “Dördüncü sayımızdan itibaren Öykü Gazetesi’nin daha çok okura ulaşması konusunda emeklerini esirgemeyen Can Yayınları ailesine ve Can Öz’e candan teşekkürler. Eylül sayısıyla beraber yayın hayatımızı başka bir çatı altında sürdüreceğiz. Hiç ara vermeden, sizlere gazetenizi ulaştırma konusundaki heyecanımızı büyüterek yola devam edeceğiz.” Öykü Gazetesi’nin 23. sayısı Belgin Çallı, Başak Baysallı, Tunç Kurt, Tahsin Çember, Faruk Duman ve Zeynep Gülçin gibi isimlerin öyküleriyle bayilerde okuru bekliyor. Sibel, ıslık dilini çok rahat kullanan Karadenizli bir genç kız. Giresun yakınlarındaki Kuşköy muhtarının büyük kızı. Asi ruhlu, tuttuğunu koparmaya çabalayan inatçı bir mizacı var... Özellikle köyün kadınları ve kızları tarafından farklılığı nedeniyle dışlanmış, ötekileştirilmiş olmayı kabullenemeyen Sibel, elinde tüfek, dağdaki efsanevi kurdu vurmak için tuzak kurarken, aslında kendini kanıtlamaya çalışmaktadır. Kurdu bulamaz ama, vicdani retçi olduğunu söyleyen (ve tabii köylüler tarafından hemen terörist olarak sıfatlandırılan) kaçak Ali’yle ormanda burun buruna geliverir... Ne aradığını tam olarak bilmese de mahalle baskısına karşı başkaldıran, genç kızlara sunulan geleneksel yaşam çerçevesinin dar sınırlarını zorlayan dilsiz Sibel’in can simididir ıslık dili... ‘Sınıflandırılması güç’ Yöre halkının, bir dağ yamacından diğerine haberleşmeyi sağlamak için zaman içinde geliştirdiği bu gerçek özgün dili, cep telefonlarının çekme alanı dışında kalan Kuşköy’de bugün bile herkes bilir, kullanır. Mors alfabesi gibi harf tabanlı değil, Türkçe ya da Lazca, her sözcüğü kullanmaya olanak ta ‘Sibel’ nıyan, hecelere dayalı dört dörtlük bir dildir ıslık dili... “Sibel”, gözlemlenen gerçeklerden yola çıkan toplumsal çözümlemelerle, eleştirel yaratıcı gücün kesişmesinin ürünü, sınıflandırılması güç, özgün bir türün başarılı örneği. Kurgusal bir belgesel ya da tam tersi... Çağla Zencirci/Guillaume Giovanetti çifti, ilk uzun metrajlı filmleri “Noor, 2012” ile Pakistan’a, “Ningen, 2013”le de Japonya’ya giderek, farklılıkları nedeniyle bir noktada itilmiş, dışlanmış, temelde anlaşılamamış gerçek insanların, kendileri tarafından amatörce yorumlanan yaşam öykülerini, son derece duyarlı, etkileyici belgesel kurgu filmlere dönüştürmüşlerdi. Bu kez, gerçek olabilecekleri kuşku götürme yen ‘yazılmış’ karakterleri profesyonel oyunculara yorumlattırırken, etkileyici, derinlikli bir kurgusal belgesel imzalıyorlar. Sibel karakterini son derece tok bir yorumla alabildiğine kanlı canlı kılan Damla Sönmez, Dardenne kardeşlerin “Rosetta, 1999”undaki Emilie Dequenne’i çağrıştıracak kadar başarılı... Birbirlerinden ayrı çalışamayan, yaşayamayan ve tabii sinema yapamayan Çağla Zencirci ile Guillaume Giovanetti’nin olgunluk dönemine girdiklerinin habercisi olan Altın Leopar adayı “Sibel”, Fransız, Alman, Luxemburglu ve Türk yapımcıların ortaklığında, Eurimages ve Arte’nin de desteğiyle gerçekleştirilmiş, uluslarötesi sağlam bir Türk filmi... ‘Sokağın Ritmi’ ile müzik ziyafeti Maltepe Belediyesi’nin geçen sene başlattığı ‘Sokağın Ritmi’ projesiyle semt pazarları, parklar ve ilçenin sokaklarında müzik keyfi yaşanıyor. Türkiye’nin ilk kadın tulum sanatçısı Filiz İlkay Balta ve grubu ile Blues&Jazz müzisyenlerinden oluşan Deepnote grubu, semt pazarları, parklar ve sokaklarda dolaşarak; tulum, bateri, da vul, akordeon, basgitar ve akustik gitar gibi enstrümanlarla performanslarını sergiledi. Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç projeyle ilgili, “Amacımız semt pazarları ve parklar gibi ortak kullanım alanlarında bir araya gelen halkımızın yüzünü gülümsetmek, aynı zamanda da onları sanatla buluşturmak” dedi. Etkinlik, 15 Ağustos’a kadar devam edecek. KKoorrkkuuyyoorrsuumn...... Korkuyor... Başlığı neden böyle atmışım, hiç ama hiç anlamadım... Bu güzelim yeni Türkiye’de korkacak ne olabilir ki... Hak var, hukuk var... Adalet mis gibi... Vicdanın daniskası var... Uygar bir ülkede, uygar ve bilinçli bir toplumda yaşıyoruz... Ekonomimiz parlak... Sanayimiz muhteşem... Tarım fevkalade... Emekçinin durumu şahane... Yaşam standardımız harikulade... Yaşam sevincimiz bomba gibi... Eğitim düzeyimiz fazlasıyla yüksek... Doğaya saygımız sonsuz... Toplumsal ilişkilerimiz uyumlu mu uyumlu... Farklılıklarımız huzurlu mu huzurlu... Dert yooook, derman çok... Daha ne isteriz ki... (Aziz Nesin okusa bana kızar; böyle şakalar yapma, sahi sanırlar, derdi. Bir kez “Şu nötron bombası ne cici, ne güzel bomba... İnsanları öldürüyor yapılara dokunmuyor” konulu bir yazı yazmıştı da, anlı şanlı kimi yazarlarımız ciddiye alıp, Aziz Bey’e ateş püskürmüşlerdi... Geçelim.) Pembe gözlük modası Haftanın herhangi bir günü, Cumhuriyet ve tek tük muhalif gazeteler dışında tüm öteki gazeteleri alın önünüze... A, a, hepsi tıpatıp aynı! Aynı manşet, aynı başlık, aynı kocaman sözlerle çıkıyorlar. Birini ötekinden ayırmak olanaksız... İsimlerini görmeseniz hangisi hangisidir bilmek imkânsız. Yandaş olan, paşa, miralay, amiral ya da nefer gazete hiç fark etmiyor. Hepsi pespembe gözlüklü... (Buraya koro girer: Korkuyorum... Korkuyorsun... Korkuyor... nakaratına başlar...) Pembe gözlük kullanmaya razı olmayan gazeteciler ya anında işinden oluyor ya da önce uyarılıyor. Uyarılan gazetecinin önünde 2 seçenek var: Ya derhal pembe gözlükleri takıp, gezi yazıları, eğer gazeteci erkekse çapkınlık öyküleri, spor, olmadı magazin haberleriyle uğraşacak; ya da eğilip bükülmektense, benden bu kadar deyip işi bırakacak... Eh bu güllük gülistanlık dönemde bu ikincisi de pek kolay değil hani... Tıpkı yaşamdaki gibi, işten ilk atılan, işe en son alınan elbet kadın gazeteciler! Vurun CHP’ye Bu arada medyada çalışıp, hiç ama hiç korkmaya olanak vermeyen konular da var elbet. “Vurun CHP’ye” diye özetleyebileceğim, geniş bir yelpazeye yayılan konular... Seçim öncesi CHP’nin yüzüne bile bakmayanlar şimdi farklı farklı ama birbirine benzer kanallarda, CHP tartışıp duruyorlar... Seçim öncesi zar zor sayfalarında yer açabildikleri CHP hakkında şimdi sayfalar boyu analizler ve CHP hakkında tek satır yazmamış kerli ferli yazarlar döktürüp duruyor şu sıralar... CHP de bunun için elinden geleni yapıyor doğrusu. Sıkıysa AKP’yle ilgili düşüncelerini yazsalar ya... (Buraya da nakarat girebilir...) Ama yok! Hem zaten ona gerek de yok. Çünkü herkesin bildiği gibi AKP’de tam bir demokrasi işlemektedir. Herkes düşüncesini özgürce ifade edebilmekte, savunabilmekte, tartışabilmektedir. Bu konuda AKP’li hiç kimsenin en ufak bir korkusu, bırakın korkuyu, endişesi, kaygısı, tedirginliği yoktur. Zaten olamaz da... İktidarda böylesi huzurlu, uyumlu bir parti varken ancak başarılardan söz edilebilir. (Korkuyorum... Korkuyorsun... Korkuyor...) Ödüm kopardı biyolojiciden İzmir Amerikan Kız Lisesi’nde bir biyoloji hocamız vardı. (Bunu daha önce anlattım galiba) Hepimizin ondan ödü kopardı. Daha ilk derste söylemişti: “Saygı, ya sevgiden doğar ya da korkudan...” Ve eklemişti: “Bir yılda kendimi size sevdiremem, korkun, ama saygı gösterin!” Ona saygı gösterdim elbet, ama en büyük dersi de almış oldum: O günden sonra korktuğum hiçbir şeye saygı duymadım. Sadece sevdiklerime duydum. Sahi yukarıdaki başlık nerden geldi bu yazının başına? Olsa olsa, dış mihraklar getirip onu oraya oturtmuştur. Başka ne olabilir ki! Geçmiş olsun Celal Üster Gazetemiz yazarı, kültür servisinin efsane şefi Celal Üster, geçirdiği bir kalp rahatsızlığının ardından bypass ameliyatı oldu. Ameliyat sonrası sağlığı hızla iyiye giden Üster’e geçmiş olsun der ve artık lütfen, sigarasız günler dileriz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle