18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 31 Ağustos 2018 10 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN [email protected] Krize çok aykırı bakış Boşuna bir uğraş!.. “Büyük Selçuklu Devleti’nin Sultanı Alp Aslan ile Bizans İmparatoru Roman Diogenes arasında geçen, Malazgirt Savaşı (26.8.1071), Anadolu’nun mukeddaratında yeni bir devir yarattı; Türkler Anadolu’yu yeni vatanları halinde kazandılar. Gerçi bu savaştan bir yıl önce, Selçuklular, Anadolu’ya girmişler, Doğu’yu hâkimiyetleri altına almışlardı (...) Bunlara rağmen, Anadolu’nun Türklüğe açılması ‘Malazgirt Zaferi’ ile mümkün oldu.” (*) Evet değerli dostlar, tarih böyle yazıyor. Ne ki aynı tarih, “Birinci Dünya Savaşı”nda yenik düşen Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Sevr Anlaşması ile de dönemin emperyalist güçlerinin, hem Anadolu’yu hem de halkını bölüp parçaladıklarını da yazıyor. Batı’nın, Uzakdoğu’dan Japonya’nın da katılımıyla gerçekleştirdiği bu paylaşımına karşı, henüz tümüyle yok olmayan orduyu toplayan Atatürk’ün halkla birlikte başlattığı “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nı da yazıyor bu tarih... Bütün “mazlum milletlere”, örnek olan bu özgürlük savaşının sonucunu sağlayacak “Büyük Taarruz”, Atatürk’ün, “26 Ağustos 1922” sabahı Kocatepe’den verdiği buyrukla başlar; beş gün, beş gece aralıksız süren savaş, “30 Ağustos” günü zaferle noktalanır. Değerli dostlar, bu savaşı bir de Başkomutan Atatürk’den dinleyelim diyorum, bu köşenin sınırları içinde. Atatürk, ünlü yapıtı Söylev’in (Nutuk) ikinci cildinde anlatır “26 Ağustos”u; adım adım, kimi zamanda dakikası dakikasına... Önce kısa bir bilgi tazeleme; Büyük Savaş sonunda, Batılı emperyalistlerin “maşa”sı durumuna getirilen Yunanistan, dönemin en yeni savaş donanımıyla donatılıp İzmir’e çıkartılmış, ardından da Anadolu’nun içlerine doğru salıverilmiş, Afyonkarahisar’a ulaşmıştı; şimdi, Nutuk’tan yer yer yapılacak alıntılarla Atatürk’ü dinleyelim: “23 Temmuz 1922 akşamı Ankara’dan ayrılıp, Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’e gittim.” “28 Temmuz günü, yaptırılan bir futbol maçını izlemeleri nedeni ileri sürülerek, ordu komutanları Akşehir’e çağrıldı (...) komutanlarla yapılacak saldırı üzerine konuştuk (...) ayrıntıları saptadık.” Ankara’ya dönen Atatürk, Meclis’te olanları da: “Muhalifler, ordunun yozlaştığı, kıpırdayacak durumda olmadığı (...) yolundaki propagandalarını iyice kızıştırmışlardı” diyerek dile getirecek, birkaç gün sonra da Ankara’dan “gizlice” ayrılacaktır; sözü yine Atatürk’e bırakalım. “20 Ağustos 1922 günü Batı Cephesi Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum (...), ‘26 Ağustos 1922’ sabahı düşmana saldırmak için Cephe Komutanı’na emir verdim, (...) hazırlıklara başladılar.” “24 Ağustos’ta karargâhlarımızı Akşehir’den, cephe gerisindeki Şuhut kasabasına getirdik; 25 Ağustos 1922 sabahı da, savaşları yönettiğimiz “Kocatepe”nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha gittik” diyerek anlatır. Atatürk; kuşkusuz, “Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü” ile birliktedir. Ve şöyle sürdürür: “26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk, sabah sabah 5.30’da topçu ateşiyle saldırı başladı... İki gün içinde (...) kilometrelerce uzunluğundaki düşman cephelerini düşürdük (...) 30 Ağustos’ta yapığımız savaş sonunda, düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak kıldık; düşman ordusunun Başkomutanı General Trokopis de tutsaklar arasındaydı!” Evet dostlar, Atatürk, böyle yalın, özlü ve güven dolu bir söylemle dile getirir, Ortadoğu’yu, İslam Dünyasını daha ilk adımda etkileyecek bu zaferi, yengiyi... Ve ordu, İzmir’e doğru ilerlerken, İzmir’deki İtilaf Devletlerinin (savaş ortaklarının) konsolosları, Atatürk’le buluşmak istiyorlardı; Atatürk, “9 Eylül 1922’de, Kemalpaşa’da görüşebileceklerini bildirir.” Bu “davet”in sonucunu şöyle açıklar: “Gerçekten dediğim günde ben Kemalpaşa’da bulundum. Ama görüşmeyi isteyenler orada değildi!..” Değerli dostlar, Atatürk’ün bu vurgusu, 96 yıl önce, “yedi düvel”e yettiği gibi, bugünkülere de “içte, dışta” nerede olurlarsa olsun yeter... Dün, “O”nun huzurundaydılar! İnsan ister istemez düşünmeden edemiyor, “sap gibi durmak!” söylemini... (*) Mufassal Osmanlı Tarihi, Cilt II, İskit Yayınevi (1957) 31 AĞUSTOS 2018 SAYI: 33931 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04:52 04:39 05:06 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06:22 13:11 16:50 06:08 12:55 16:34 06:33 13:18 16:56 Akşam 19:47 19:30 19:51 Yatsı 21:11 20:53 21:12 ENİS BERBEROĞLU Tutuklu CHP Milletvekili Dış borçların ödenmesini bir süreliğine erteleyelim. Böylece 12 Eylül darbesi ile dayatılan, 40 yıldır tekrar edilen ezberi bozalım. Siyasi birliğimizi bozabilecek tavizlerden uzak duralım. Fahiş faizli dış borçla geleceğimizi ipotek etmeyelim. Gelin en iyimser senaryoyu yazalım. Diyelim ki: 1. Türkiye ve ABD arasındaki siyasi kavgaya makul ve adil çözüm bulundu ve 2. Açıklanan kriz reçetesi sonuç verdi, kur ve faizde dalga boyu azaldı, piyasa yatıştı. Rahat bir nefes alıp arkamıza yaslanacağız. Yeniden açılan döviz musluklarına rağmen dış borcumuzun nasıl olup da artmaya devam ettiğine akıl erdirmeye çalışacağız. Yerel seçimler bahanesiyle bütçede tasarrufun mümkün olmadığını göreceğiz. Çok değil daha birkaç ay öncesine kadar telaffuz etmeye bile çekindiğimiz rakamlara ulaşmış olsa da... Geçici istikrara kavuşan kur ve faizi oynatır korkusuyla krizi sanki hiç yaşanmamış gibi unutup gideceğiz. Bir sonraki mukadder krize kadar! O zaman içinde siyasi iktidar herkese parmak sallayacak, suçlayacak... Liberal kanaat önderleri, “yol kazası” saydıkları bu krizi fırsat bilerek direksiyonu istedikleri yöne çevirme becerisine sahip oldukları vehmine yine ve nafile yere kapılacak... Kısacası hayatımız olağan ve sıradan saçmalık dozunda devam edecek. Peki, başka bir yolu yok mu? Bence var... Ama önerim o kadar radikal ki... Önce “nelerin yapılmaması gerektiğini” neden ve nasılı ile kayda geçirmek isterim. Neden borçluyuz? Asıl ve can alıcı soru budur. Size yöneltsem, eminim cevabınız basit ve somut olur. “Ev/taşıt kredisi kullandım” dersiniz. Kredi kartı dökümünü gösterirsiniz. Yani rakamla, belgeyle konuşursunuz. İşte bu sebeple, “Türkiye neden bu kadar borçlu?” sorusunu da aynı şeffaf yöntemle tartışmalıyız. Gelirigideri ve borcu... AKP’nin 16 yıllık bilançosunu çıkartmalıyız. Önce döviz dengesine göz atalım. Türkiye’nin dış kalem gelirlerinde en büyük pay ihracata ait. AKP’nin 16 yılında Türkiye toplam 1.7 trilyon Amerikan Doları ihracat geliri sağladı. Yine aynı 16 yılda toplam 2.7 trilyon Amerikan Doları ithalat gerçekleşti. Yani AKP’li yılların toplam dış ticaret açığı 1 trilyon Amerikan Doları. (Kaynak: İbrahim Kahveci, Karar Gazetesi) Rakamları yuvarlayarak devam edelim. AKP’nin 16 yılında döviz kazandıran diğer 2 önemli kalemi de sayalım. Yabancı yatırımcılardan 200 milyar Amerikan doları, turizmden 300 milyar Amerikan doları kaynak sağlandı. Böylece 1 trilyonluk dış açığın yarısı kapandı. Ya kalan yarısı, yani 500 milyar Amerikan Dolarlık bölümü... O rakam Türkiye’nin dış borç hanesine yazıldı. AKP iktidara geldiğinde 120 milyar Amerikan Doları tutarındaki dış borç 16 yılda 4 katına çıkarak 470 milyar Amerikan Doları oldu. Borcun teminatı ortaklıktır Bankadan alınan ev veya taşıt kredisinin teminatı bellidir: Satın alınan konut veya araba. Devletler borçlanırken farklı teminat aranır. Örneğin, Türkiye yıllarca dış politika tercihlerini “teminat” olarak kullandı. NATO üyeliğine ilaveten Büyük Ortadoğu Projesi ve Medeniyetler İttifakı Eşbaşkanlığı rolüne soyunması Türkiye’nin kozlarıydı. Taraf oldu ve borçlandı. Yani bugünkü resmi sloganların aksine, gayri milli ve yabancı projelerde sorumluluk üstlenmek epeyce para etti. Ama sonra, 2013’te Türkiye ve ABD arasında beliren Esad çatlağı kapanmadı. Aksine derinleşerek uçuruma dönüştü. Öyle ki ABD, Suriye’de PKK’yi ortak seçti. Türkiye de cevaben Rusya ve İran’la yakınlaştı. Herkesin, hatta normal yurdum insanının bile kafası karıştı haliyle... Üstelik, yetmezmiş gibi dahası da vardı: ABD’de milyonları evsiz, işsiz bırakan 2008 ekonomik krizinin faturası liberal politikalara, eski model liderlere kesildi. ABD’de Trump, Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban türü despotlar dünyanın başına bela oldu. Avrupa Birliği ise önce Yunanistan derdiyle uğraştı. Ardından İspanya, Porte Türk Lirası döviz karşısında eriyor. kiz ve İtalya ekonomileri “Latin Avrupa” benzetmesini hak edecek ölçüde zorlandı. Avrupa daha İngiltere’nin ayrılmasını sindiremeden, mülteci sorununa tepkiyle yükselen aşırı sağ akımlarla yüzleşmek zorunda kaldı. Türkiye açısından iç açıcı olmayan bir dış gelişme de “Arap Baharı” sürecinde yaşandı. Bu isyandan demokratik/laik yönetim çıkmayacağı anlaşıldı. Demokratik ve Batı ile barışık “siyasi İslam” projesi de rafa kalktı. Bu ülkeyi yönetenler, rüzgâr tersine dönerken, bol ve ucuz döviz günleri sona ererken, sanki inat ederek tercihlerini üretim yerine tüketimden yana kullandı. Borçla yaratılan ithal tüketim ve “kumçakıl” (inşaat) ekonomisinin “rekor” ilan edilen büyüme rakamları kimseye inandırıcı gelmedi. Dört adımda krize davetiye Dünyadaki yeni siyaset düzeninin sonucu dört yeni eğilim de Türkiye’yi zorlamaya başladı: Faiz artışı süreci: ABD ekonomisi hızla toparlanırken, faizler de yükseldi. Gelişmekte olan ülkelere park etmiş fonlar geri dönmeye başladı. Türkiye’ye benzer ekonomilerde faiz artışı ile fon kaçışı önlenmeye çalışıldı. Ne var ki, Türkiye tam aksi yönde sinyal verdi. Faizi düşürmekten söz etti. Neticede hem faizi yükseltmek zorunda kaldı hem de itibar kaybetti. Çifte açık alarmı: Türk ekonomisi yıllarca dış açık verdi ama aynı dönemde bütçeyi sıkı tuttu. Ama 2017’de dış kaynak girişi yavaşlayınca bütçe muslukları açıldı. Kredi Garanti Fonu, emekliye iki ikramiye gibi önceden bütçelenmemiş harcamalar iç açığı tarihi rekora taşıdı. Böylece AKP, “çifte açık” dönemini başlattı. Bankaların işi zor: Türk bankacılık sisteminde TL mevduatların ortalama vadesi 1 aydır. Bu sebeple her faiz artışı bu kısa sürede maliyete yansır. Buna karşılık daha uzun vadeye yayılan kredilerde fiyatlama ancak gecikmeli yapılabilir. Bu açmazın yanı sıra yükselen kur ve enflasyon kredi müşterilerini zorlar. İstanbul Borsası’nda Trump krizinden aylar önce başlayan banka hisselerine dönük satış furyasının bir sebebi de budur. İtibarımız “çöp” oldu: Halk arasında “Sıfırcı Hoca” olarak anılan yabancı kredi derecelendirme kuruluşlarının geçer notu, “yatırım yapılabilir ülke” seviyesidir. Türkiye bu nota 5 yıl önce hak kazandı ama koruyamadı. Peş peşe not indirimleri ile “yatırım” seviyesinin çok altına düştü, “çöp” tabir edilen düzeye yaklaştı. Dibi delik havuz dolmaz Dış gelişmeler, ekonomik kara delikler... Hepsi ve tamamı “ne yapılmaması” konusunda yol işareti gibiydi. Ama hiçbir uyarıya kulak asılmadı. Bugün gelinen noktada basılacak mayın sayısı iki oldu. Dış borç soygunu: Artık para musluklarından çok havuza dikkat etmek gerek. Çünkü havuz ağır hasar aldı, hatta dibi delindi diyebiliriz. En basit anlatımıyla, Türk ekonomisinde 2019 resmi büyüme hedefi yüzde 34. Peki, Türkiye bu faizle dış borç bulabilir mi? Tabii ki hayır! İki kat faize bile zor borçlanır. Demek ki, alınacak her yeni borç, para havuzuna kattığından fazlasını götürecek. Dış borç soygunu ile refaha kavuşmak ne mümkün? Tam aksine fakirleşeceğiz. Maaş ve ücretler düşecek. Evlerimiz, şirketlerimiz, bankalarımız, otellerimiz ucuzlayacak, yabancıya satılacak. Siyasi baskıya açığız: Dünyadaki lider kalitesindeki hızlı irtifa kaybı belli. Üstelik sadece Trump’tan söz etmiyorum. Yeni kankamız Putin’in daha üç yıl önce uçak krizinde Türkiye’ye nasıl saydırdığını unutmak kolay mı? Tamamen iç kamuoyunu tatmine endeksli, seçim odaklı, popülist dil ustası bu yeni lider profilinin diplomasiyle işi yok. En küstah talepler uluorta masaya geliyor. Yani demem o ki, 2001 krizinde IMF kredisi için Telekom satışını şart koşan, itiraz eden MHP’li bakanı istifaya zorlayanları bugün mumla arayacak hale düşebiliriz... Malum önümüzde Suriyeİran’ın kaderini belirleyecek ve Türkiye’de etnik/mezhepsel fay hatlarını kırabilecek şiddette geçmesi çok muhtemel müzakere maratonu var. En iyisi borç ertelemesi Birileri zoru görünce çıktı, “Hepimiz aynı gemideyiz” dedi. İyi de bizleri o gemide tayfa veya yolcu yapmama iradesini nasıl unutalım? Mürettebat ve yolcunun yarısının kaptanın ehliyetine açık itirazını görmezden mi gelelim? Daha açık sorayım: Meçhule giden bu gemide kaderimize rıza mı gösterelim? Yoksa bu rotaya muhalefeti yükseltip, gemiyi batmaktan kurtaracak çözüme mi yol alalım? Eğer muhalefet ağır sorumluluktur diyorsak... Dört duvar, demir kapı, kör pencere koşullarında düşündüğüm bir önerim var. Gelin dış borçların ödenmesini bir süreliğine erteleyelim. Böylece 12 Eylül darbesi ile dayatılan, 40 yıldır tekrar edilen ezberi bozalım. Siyasi birliğimizi bozabilecek tavizlerden uzak duralım. Fahiş faizli dış borçla geleceğimizi ipotek etmeyelim. Borç ertelemesi ile nefeslenip... üretim, istihdam odaklı ekonomiyi hatırlayalım. Demokrasi, eşitlik, adalet temelinde siyaseti yeniden inşa edelim. Bu ülkede yaşayan her beş kişiden birisinin 14 yaşından küçük olduğunu unutmayalım. Bu çocuklara baskı rejimi ve fakirlik dışında bir seçeneği miras bırakmak iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin boynunun borcudur. BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] [email protected] 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Gemi omurgasının baş ve kıç tarafından yukarıya uzanan ağaç ya da demir direkler 1 S İ L İ STRE 2 İ DARE ASA 3 LA İ SABET 4 İRİS SIR 5 SES K İ T K 6 T AS İ TANE 7 RAB I TA EŞ den her biri. 2/ 8 E S E R N E V A Kulak iltihabı... 9 A T K E Ş A N Yunan mitoloji sinde aşk tanrısı. 3/ “Her içinde seyredilir başka bir cihan” (Y.K. Beyatlı)... Bir geminin başka bir gemiden ya da kıyıdan açılması. 4/ Tümör... Kısa kıllı bir av köpeği. 5/ Rize ilinde bir yayla... Eldiven ve giysi yapımında kullanılan bir tür yumu şak deri. 6/ Dürüst, iyi ahlaklı... İlkel bir si lah. 7/ Tropikal Amerika’da yaşayan iri gagalı bir kuş... Yüce, yüksek. 8/ Kastamonu’nun bir ilçesi... Kısa çizme. 9/ Hayvanın eskiyen nallarını onarma. YUKARDAN AŞAĞI|YA: 1/ Domuz... Şenliklerde caddelere kurulan süslü kemer. 2/ “Denizayısı”da denilen bir fok cinsi... Sınır nişanı. 3/ Alanya ilçesinde bir akarsu, mağara ve barajın ortak adı... Macaristan’da üretilen ünlü bir şarap. 4/ Bilgisiz, kültürsüz kimse... Çok durgun deniz ve hava. 5/ Hicap... İki tarla arasındaki sınır. 6/ Akdeniz’in batısında görülen bir rüzgâr... Yabancı. 7/ İri taneli bezelye... Kadastro ha ritalarında parseller topluluğu. 8/ Bir renk... “Yalan söz” anlamında argo sözcük. 9/ Yü rürken dayanmak için kullanılan kalın sopa... Müslümanların bir çocuğun doğumundan yedi gün sonra Allah’a şükretmek amacıyla kestikleri kurban. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle