28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 22 Temmuz 2018 EDİTÖR: SERKAN OZAN haber 9 DİSK, OHAL ve yeni rejimin çalışma hayatına etkilerini raporlaştırdı: Başkanlık emeğe zararlı EMEKÇİLER SORDU KrizBORATAV YANITLADI: kapıda MUSTAFA ÇAKIR İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, ekonomide bu yılın son 3 ayında küçülme sürecinin başlamasının beklendiğine dikkat çekti. Yüksek dış borçların döndürülmesi ve cari işlem açığının finansmanı için bir IMF programının gündeme gelebileceğine işaret eden Boratav, “Finans kapitale teslim olmayı reddeden bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış borçlarının yeniden yapılandırmasını talep edebilir” dedi. DİSK’e bağlı Genelİş Sendikası’na üye işçilerin sorularını yanıtlayan Boratav’ın dikkat çeken açıklamaları sendikanın “Emek” gazetesinde yayınlandı. İşçilerin soruları ve Boratav’ın yanıtlarından bazıları özetle şöyle: Ekonomi bu noktaya nasıl geldi? Yaygın kabul gören bir tanıma göre, bir ülkenin milli geliri üçer aylık dönemlerden ikisinde üst üste düşmüşse, ulusal ekonominin gerileme / küçülme aşamasına girdiği kabul edilir. Bu durum bir yıl sürerse bir krizin patlak verdiğini kabul edebiliriz. Birkaç yıla uzarsa depresyon / buhran durumundan söz edilebilir. Bu aşamalardan herhangi biri yaygın şirket iflasları, bankaların yükümlülüklerini yerine getirememesi, döviz piyasasının kontrolden çıkması gibi olgularla birleşirse finansal kriz söz konusudur. Ekonomi şu anda bir krize girmedi; ancak, 2018’in son üç ayında küçülme sürecinin başlaması beklenir. Bu durum, AKP’nin 2017’de uygulamaya başladığı seçim ekonomisi önlemlerinin, Türkiye ekonomisinin üretim sınırlarını zorlaması sonunda meydana geldi. Enfasyon ve cari açık yükseldi; uluslararası finans kapital, Türkiye’den fon çıkarmaya başladı. Döviz fiyatlarının tırmanması finansal sistemi zorladı. Döviz borçlusu şirketlerin sıkıntıları ve faizlerde aşırı yükselme, ekonomiyi daralma ivmesine sürükledi. Diğer ülkelerde işçiler ne durumda? Emperyalist sistemin çevresinde yer alan bazı Latin Amerika ülkeleri (Arjantin, Brezilya) ve Türkiye bugünlerde benzer tedirginlikler içindedir. Hepsinde, talep kısıcı maliye ve para politikaları, ekonomileri en azından durgunlaştırmaktadır. Sonuç, istihdam artışlarının frenlenmesi, işsizlik oranlarının yukarı çekilmesidir. Reel ücretlerin düşmesi gündeme gelir. Durgunlaşma içinde bölüşüm yükünün nasıl paylaşılacağı; talep daralmasının ücretlere ve kârlara nasıl yansıyacağı, emeğin örgütlenme gücüne bağlıdır. Türkiye’yi nasıl bir tablo bekliyor? Türkiye ekonomisinin dış bağımlılığı AKP döneminde çok arttığı için uluslararası finans kapitalin talepleri ağır basacaktır. Çok yüksek dış borçların döndürülmesi ve cari işlem açığının finansmanı için bir IMF programı gündeme gelebilecektir. IMF programları, talep kısıcı ve emek gelirlerini aşındırıcı özellikleriyle işçi sınıfına ağır maliyetler getirir. Krizden kurtulmanın yolu yok mu? Finans kapitale teslim olmayı reddeden bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış borçlarının yeniden yapılandırılmasını talep edebilir. Özel sektörün ve bankaların dış borçları ise alacaklıborçlu aktörler arası müzakerelere bağlıdır; ancak, döviz darlığı koşullarında sermaye hareketleri denetlenebilir; borç taksit ödemelerinde döviz tahsisi sıraya konabilir. Krize karşı ne yapabiliriz? Türkiye’nin son on iki ayda 55 milyar dolara yükselen cari işlem açığının finansman güçlükleri, ithalatın kısılmasını gerektirebilir. Ortaya çıkacak arz daralması, kârların tırmanmasına fırsat yaratmamalı. Ekonominin daraldığı, kriz koşullarının doğduğu bir ortamda, yük paylaşımının emekçilere yıkılmaması gerekir. Örgütlü mücadele gereklidir. Sendikalara ve emek yanlısı partilere, örgütlere önemli görevler düşecektir. lANKARA KORKUT BORATAV DİSK, OHAL’in ve yeni kurulan başkanlık rejiminin çalışma hayatına etkilerini değerlendiren bir rapor hazırladı. “OHAL ve Başkanlık Emeğe Zararlıdır” başlıklı raporla ilgili basın toplantısında konuşan DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “OHAL döneminde en yaygın ve kapsamlı ihlal edilen hak çalışma hakkıdır” dedi. OHAL kapsamında 32 KHK yayımlanırken 150’nin üzerinde yasada değişiklik yapıldığını hatırlatan Çerkezoğlu, 135 binden fazla kamu görevlisinin somut bir delile ve haklı bir gerekçeye dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarıldığını belirtti. 1959 DİSK Genelİş üyesinin de KHK ve kayyım marifeti ile işten çıkarıldığını söyleyen Çerkezoğlu, OHAL Komisyonu’nun 108 bin 905 başvurudan sadece 19 bin 500’ünü incelediğini ve bunlardan 18 bin 200’ü için ret ve 1300’ü için kabul kararı verdiğini kaydetti. OHAL döneminde sendikal hakların da ağır biçimde ihlal edildiğine dikkat çeken DİSK Genel Başkanı, “Bu süreçte yedi grev, erteleme adı altında yasaklanmış, 150 binin üzerinde işçinin ekme ği işverenlerin insafına bırakılmıştır. Yasaklanan grevler arasında Birleşik Metalİş sendikamızın da üç grevi vardır” dedi. OHAL’siz OHAL Çerkezoğlu, “Valilere kente girişçıkış yasağı yetkisinden gözaltı sürelerinin uzatılmasına, kamudan ihraçlardan pasaport iptaline kadar OHAL’siz OHAL anlamına gelen demokratik hak ve özgürlükleri sınırlayan geniş yetkiler siyasi iktidara verilmektedir” ifadelerini kullandı. Başkanlık Rejimi ile birlikte Türkiye’de sınırlı ölçüde de olsa uygulanan güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kalktığını belirten Çerkezoğlu, yeni rejimin çalışma hayatına etkilerini şöyle sıraladı: HER ŞEY BİR KİŞİNİN İKİ DUDAĞININ ARASINDA l Cumhurbaşkanı çalışma hayatı dahil pek çok konuda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, CB Yönetmeliği ve CB Kararı ile tek başına düzenleme yapabilecek. l Cumhurbaşkanı tek başına OHAL ilan edebilecek. l Cumhurbaşkanı asgari ücret tespit komisyonunun yapısını değiştirebilecek. l İşsizlik sigortası kaynaklarının kullanımında geniş yetkilere sahip olacak. l Bugün işçilerin sırtına yüklenen vergi ve harçların kanunlarda öngörülen alt ve üst sınırlar arasında artırılması konusunda yetkili olacak. l Cumhurbaşkanı grev yasaklarına karar verebilecek ve grevleri tek başına erteleyebilecek. l Doğrudan cumhurbaşkanına bağlı ve onun talimatıyla çalışacak olan Devlet Denetleme Kurulu’na sendikaları, meslek odaları ve dernekleri inceleme, soruşturma ve yöneticilerini görevden uzaklaştırma yetkisi verildi. l Bütçesi işçilerden ve onlar adına kesilen primlerden oluşan Sosyal Güvenlik Kurumu’nu Sayıştay denetiminden çıkarmayı hedefleyen düzenleme yapıldı. l Ekonomi Servisi İçimizdeki yara kanıyor Cumartesi Anneleri, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek ve sorumluların yargılanması talebiyle dün 695. kez Galatasaray Lisesi önünde bir araya geldi. Bu haftaki eylemde, 28 Temmuz 1993’de Bitlis’te gözaltına alındıktan 13 gün sonra Elazığ’daki kimsesizler mezarlığında cenazesi bulunan Özgür Gündem muhabiri Ferhat Tepe’nin ölümünden sorumlu olanların ortaya çıkarılması istendi. Ferhat Tepe’nin babası İshak Tepe, “Kaybedenler devletin içinde kümelenmiş durumda. İsimlerini tek tek devlete verdik. İfadeler dahi alınmadı. Davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdik ve kazandık. Ama devlet yine yargılamadı” dedi. Anne Zübeyde Tepe ise “Başkalarının canı yanmasın diye buradayız. Ateş düştüğü yeri yakıyor. İçimizdeki yara halen kanıyor” diye konuştu. l İSTANBUL / Cumhuriyet 100 hafta sonra aynı yerde İHD ve kayıp yakınlarının, OHAL yasakları nedeniyle 100 hafta boyunca açık havada yapmaları yasaklanan oturma eylemi, OHAL’in son bulmasıyla yeniden alanlara taşındı. 493. kez “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” sloganıyla düzenlenen eylem Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleşti. Eylemde, 695 haftadır İstanbul’da bir araya gelen Cumartesi Anneleri’nin mesajı okundu. Mesaj da, “Aynı acıları paylaştığımız sevgili mücadele arkadaşlarımız, kalbimiz bugün sizlerle Koşuyolu’nda. Asla unutmayacağız, asla affetmeyeceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz” denildi. Ardından İHD Kayıp Komisyonu Üyesi Hasan Yalçın, 20 Temmuz 1991’de İstanbul’da kaybedilen Hasan Gülünay’ın hikâyesini okudu. Ardından da 5 dakikalık oturma eylemi yapıldı. l MAHMUT ORAL / DİYARBAKIR ‘İBRAHİM KOÇER SERBEST BIRAKILSIN’ İHD tarafından her hafta yapılan F oturması eyleminin 330’uncusu dün Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirildi. Bu haftaki eylemde hasta mahpus İbrahim Koçer’in bırakılması talep edildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İstanbul Temsilcisi Ümit Efe, “Koçer çalıştığı inşaat şirketinden çıktıktan sonra trafik kazası geçirir. Uzun süre yoğun bakımda kalarak birçok ameliyat geçirir. Geçen 10 Temmuz günü emniyet ve savcının tehditleriyle hastaneden taburcu edilen Koçer, ayakta duramadığı halde ters kelepçe takılarak tekerlekli sandalye ile adliyeye götürülür ve tutuklanır” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet Yıllarca aynı santralda çalışan CHP’li Girgin, Yatağan’daki faciayı değerlendirdi ‘Yatağan’ı acilen kamulaştırın’ MUSTAFA ÇAKIR Yatağan termik santralında 2 işçinin ölümü, 10 işçinin de yaralandığı facianın ardından yıllarca aynı santral ve maden ocağında çalışan, özelleştirilmesine karşı mücadele yürüten CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin’den dikkat çeken çıkış geldi. “Yaşamak için çalışıyor ama çalışırken ölüyoruz” diyen Girgin, Yatağan başta olmak üzere özelleştirilen tüm kurumların acilen kamulaştırılmasını istedi. Göçüğün ardından Yatağan’a giden Girgin’in gazetemize anlattığı izlenimleri şöyle: l Santral eski: Yatağan 36 yıllık bir termik santral. Santralın özelleştirilmesinin ardından ilk kaza meydana geldi. Aslında facia denebile cek bir olay. Facia olması için illa 2530 kişinin mi ölmesi gerekiyor? Göçüğün meydana geldiği bantın içinde 25 işçi çalışıyor. Çay saati nedeniyle yarısı aşağıya iniyor. Diğer yarısı oradayken göçük oluyor. Malzeme yorgunluğu: Çökmenin nedeni yüzde 70 malzeme yorgunluğu. Mekanik aksamda yılların birikimi ile muhtemelen çatlaklar oluşmuştur. Asitli yağmur nedeniyle oksidasyon meydana gelmiştir. Risk analizi yapıldı mı?: Sürekli risk analizi yapılması lazım. Ancak risk analizi yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz, yapıldıysa kim yaptı, bu alanda uzman mı? 4 nokta var: 1 Malzemenin yorgunluğu. 2 Dış etkenlerden dolayı oluşan çatlaklar ve oksidasyonun artması. 3Kontrol ya pıldı mı ? 4 Güçlendirme yapıldı mı? Acilen kamulaştırma: Yaşa mak için çalışıyor ama çalışırken ölüyoruz. Özelleştirmeden sonra ilk büyük kaza bu. Yatağan termik santralı başta olmak üzere özelleştirilen ne kadar santral ve maden sahası varsa acilen kamulaştırılmalıdır. Özelleştirme bu ülkenin ekonomisine saplanan hançerdir. Kamusal denetim yok: Yatağan’da bakkal, esnaf, santralın yakınında oturan yurttaş kamu denetimi adına bir şey gördüğünde şikâyette bulunuyordu. Özelleştirme ile birlikte kamu denetimi de ortadan kalkıyor. Eskiden yurttaş da bu yolla denetleyebiliyordu. Şimdi ise ayda, yılda bir müfettiş gelecek de denetim yapacak. l ANKARA Sessizlik Bir rehavet var herkesin üzerinde. “Amaaan boşver” diye ellerini havaya fırlatanların sayısı, her geçen gün artıyor. “Bu kadarmış işte. Bu memleket böyle. Böyle gelmiş, böyle gider. Biz kendi işimize bakalım...” diyorlar. Amacım içinizi karartmak değil. Ancak bizim mahallede eşdost ve temas ettiğim insanlar, hep aynı cümleleri tekrarlıyor. Seçim sonrası muhalif mahallenin üzerine çöken “derin hüzün”, yerini kabulleniş hissine bırakmış durumda. Herkesin derdi, bir şekilde Türkiye gerçeğinden uzaklaşmak, kendini olan bitenden soyutlamak, görmemek, duymamak; ezcümle, ruhunu korumaya almak. Uzun süredir rastlamadığımız bir “içe kapanma” evresine girmiş gibiyiz. Ekranlar çoktan kapandı, sosyal medya hesapları çürümeye bırakıldı. Haber okumak, bulaşık yıkamakla eşdeğer bir eziyet olarak görülüyor. Siyaset konusunda ağızları bıçak açmıyor. Çünkü kimsenin enerjisi kalmadı. Herkes önüne bakmaya, kıyıda köşede kalmış işleri halletmeye, dışarıda kaotik bir dönüşüm süreci tüm hızıyla devam ederken kendine yaşanabilir bir hayat kurmaya odaklanmış durumda. Amaç, fırtınaya dayanıklı sakin bir koya park etmek. Kapıyı, bacayı iyice tıkayıp, içeride mutlu bir yaşam kurmak. Haliyle yıllar önce rafa kalkan tadilat planları, o babadan kalma eski evi adam etme hayalleri, Foça’ya taşınma, Dikili’deki o araziye bir şeyler yapma, Assos’a yerleşme, iş kurma, şirketi tasfiye etme, Kanada’dan oturum alma, İtalya’da kızı okutma, tası tarağı toplayıp Bodrum’a göç etme hayalleri... Hepsi yeniden gündemde. Bu aslında tanıdık bir refleks. 1980 darbesi sonrası da benzer bir içe kapanma ve ‘apolitizasyon’ dönemi yaşanmıştı Türkiye’de. Annebabalarımız, siyaseti bırakıp, kendi hayatlarına, ailelerine, orta sınıf bir yaşam kurma gayretine girmişlerdi. “Hayat tarzı” lafının Türkçeye 80’li yıllarda girmesi tesadüf değil. “Madem memleket değişmiyor, madem yapabileceğimiz bir şey yok, madem kafasını kaldıranı hapse atıyorlar, o zaman kendi hayatlarımıza dönelim” demişti o dönem toplum... Ev alalım, çocuk yapalım, iş kuralım, zenginleşelim... Kısaca bundan sonra siyaset dışında her şeyi deneyelim diyen koskoca bir nesil yetişti. İşte biz, aslında o neslin çocuklarıyız. Ancak ne hazin ki Türkiye bizlere de benzer bir tecrübe yaşatma gayretinde. Düşünsenize son yıllarda yaşadıklarımızı. Önce devletin cemaate teslimi, sonra gerisin geri cemaatin devletten temizlenmesi. Çoğulcu demokrasinin fikrinin yükseliş ve düşüşü. Darbe ve sonrasında yaşanan süreç. Otoriterleşme. OHAL. Milletvekilleri ve gazetecilerin tutuklanması. Batı’yla sancılı bir kopuş. İki arada bir derede demokrasinin yükseliş ve çöküşü. Şimdilerdeyse, canlı yayında rejimin değişikliğini izlemek... Bütün bunlar bize yıllardır iktidar çevrelerinin lafını ettiği ‘Öz yurdunda garip’ hissetmenin ne olduğunu anlattı. Sadece bizlere değil, ona, buna, geniş halk kitlelerine anlattı. Toplumun her bir alt kümesine ‘Azınlıksın, azınlık kalacaksın’ dendi. Rejim değişikliği, baraj kapakları açılmış gibi gümbür gümbür gerçekleşirken, şimdilerde bize verilen tek seçenek, akşam televizyonda haberleri izlemek ya da izlememek. Oysa biz zaten o kirli ekranları çoktan kapattık. Kendi hayatlarımıza döndük. İzlemiyoruz hiçbir şeyi. Dedim ya, bu ülke bize 1980 sonrası annebabamızın hayatlarını yeniden yaşattı. Yordu bizi. Elbet bir gün devran değişecek, Türkiye toparlayacak. Demokrasi ve çoğulculuk yeniden moda olacak. Ancak durun da o gün gelene kadar şuracıkta bir soluklanalım... OHAL’de ihlaller arttı İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyo nu üyeleri 2 yıllık OHAL sürecinde hapishanelerde yaşanan hak ihlallerini raporlaştırdı. Rapora ilişkin bilgi veren komisyon üyesi Muharrem Kurşun, hapishanelerde hasta haklarının gasp edildiğini ve tedavilerin engellendiğini vurguladı. Kurşun, “Dayatmalara karşı gelen mahpuslar önce gardiyanların fiziksel şiddetine maruz kalıyor, sonra disiplin cezası alınıyor. Avukat görüşleri engelleniyor. 3 disiplin cezasıyla infaz yanıyor” dedi. Komisyon üyesi Zeynep Boztoprak ise “Adil yargılanma ve savunma hakkı konusunda da çok ihlal var. Avukatların savunmaya ve duruşmalara katılması engelleniyor” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet HDP’li Acar eve döndü Diyarbakır’da 18 Temmuz’da kaybolan Diyarbakırlı iş insanı Kamil Acar, önceki gün akşam saatlerinde evine döndü. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Terörle Mücadele Şubesi’nde ifade veren Acar, dün yazılı açıklama yaptı. Acar’ın avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, “Müvekkilimiz,18 Temmuz 2018 tarihinde Pirinçlik Civarında aracının önü kimliği belirsiz uzun namlulu silahlı kişilerce kesilerek alıkonulmuştur. Elleri arkadan plastik kelepçe ile bağlanıp, gözleri ve yüzü geniş bir bezle kapatılıp zorla bir araca bindirilip kaçırılmıştır. 20 Temmuz akşam saatlerinde Diyarbakır şehir merkezine yakın bir tarlada serbest bırakılmıştır” denildi. l Yurt Haberleri C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle