18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 8 Nisan 2018 12 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY 24 kurşuna bakar!’ Volkan Bayar, kısaca şöyle biri: Birlikte çalıştığı akademik personeli, sürekli FETÖ’cü diye ihbar etmiş. Bir yıl önce de sürekli tehdit ettiği 24 akademi üyesi tarafından rektöre şikâyet edilmiş ve o kısaca şöyle yanıt vermiş: “24 kurşuna bakar!” Sözünde durmuş, sürekli kendisini koruyan, şikâyet dilekçelerini hasır altı eden rektörün kendisi hakkında soruşturma başlattığını öğrendiği gün de fakülteyi basarak 4 akademi personelini öldürmüş. Silahı tutukluluk yapmasaymış sayının kaça çıkacağı bilinmiyor. OHAL ve KHK ile yüzlerce insanın işinden olduğu, emeklilik haklarını yitirdiği bir ortamda doğrusu Volkan Bayar gibi birinin, elinde silah fakülteyi basması hiç şaşırtıcı değil. Çünkü iktidar yaşadığımız ortamı öyle bir cehenneme çevirdi ki, Volkan’ların sayısı inanılmayacak kadar hızla arttı. Kimseler Volkan Bayar için, bu işi bir çılgınlık anında yaptı demesin. Volkan Bayar son derece aklı başında biri, o 15 yıldır başımızda ülkedeki her iyi şeyi yok etmeye var gücüyle çalışan, her şeyi allak bullak eden, cehaleti ve muhbirliği kutsayan iktidarın parlak bir ürünü. Volkan’ı her yerde görmek mümkün: Trafikte, esnaf kahvelerinde, sokaklarda, barlarda, minibüslerde, taksilerde aklınıza gelen her yerde. Çünkü artık bu ülkenin sağlıklı yaşaması için gerekli olan adalet duygusu yok edildi ve herkes kendine göre bir adalet anlayışında. Ve herkes kendini her an güçlü ve en haklı görme alışkanlığı edindi. Bunu her yerde test etmeniz mümkün, örneğin bizim mahallede bir kadın arkadaşımıza şiddetle çarpan ve bir an bile durmadan geçip giden bir arabanın kadın şoförü, plakası alınmasına, tanıklara rağmen, “ben böyle bir kaza yapmadım” diye yalan söyleyebiliyor. Benim başıma geldi, sıradaki bir taksiye binip kısa bir mesafe söyledim. Sürücü anında yüzünü ekşitip, “Yürüseydin ya, sabahtan beri sıra bekliyorum” diye yakınmaya başladı. Bende de akıl işte, “Madem öyle sıraya girmeseydiniz” demek gafletinde bulundum, sürücü arkadaş anında benim Uberci olduğuma karar verdi ve Uberci’lerin bir Hollanda firmasına bağlı olduklarını söyleyerek onlara binenleri vatan haini ilan etti. Çünkü Uber’in parası PKK’ye gidiyormuş ve ben birden vatan haini oldum. Adam öyle kızgındı ki, hemen arabayı durdurup indim. Açıkça söylemek gerekirse, sürekli yalanlanan ekonomik kriz, adalet duygusunun yok olması, insanların emniyet güçlerine güveninin sarsılması, ülkenin her yerinde çalışanın değil, işini iyi yapanın değil, muhbirlerin, yalakaların önemli yerlere getirilmesi bu ülke insanında büyük bir tedirginlik ve güvensizlik yarattı. Baba oğluna güvenmiyor artık, üniversite hocası ellerinde sürekli cep telefonlarıyla dersi izleyen öğrencilerine kuşkuyla bakıyor, işlerin iyi zamanlarında can ciğer olan iş ortakları birbirlerine kazık atmak için her sabah çeşitli planlar yapıyorlar. Anneler kızları için öyle endişeliler ki, her dakika başı kızlarını telefonla arayıp “neredesin” diye soruyorlar. Her meslek grubunda bir yozlaşma alıp başını gittiğinden kimse yarın ne olacağından emin değil. Bir muhbir sizi işinizden edebilir. Cehaletin baş tacı yapılması, vasatın el üstünde tutulması insanı her güzel şeyden soğutabilir. Bütün bunlara rağmen, ayakta durmaya çalışan, işini iyi yapmaya çalışan binlerce insan da var. Örneğin bu hafta bir filme gittim ve acayip bir sevinç yaşadım. Kültür Bakanlığı’nın projesini reddettiği Tolga Karaçevik’in Kelebekler filmi, doğrusu bu karanlık günlerde binlerce kelebeği benimle birlikte uçurdu. Arkadaş dayanışmasıyla çekilen filmden çıktığımda şöyle düşündüm: Türkiye coğrafi ve insan yapısı olarak öyle bir zengin ülke ki, her bölgesi ayrı bir insan profili, her bölgesi ayrı bir hikâyeler yumağı. Böyle olduğu için de ne olacağı, ne yapacağı belli olmayan bir ülke! İşte ben en çok bu özelliğimize güveniyorum. Bütün olumsuzluklara karşı, ülkede kadınlar “biz varız!” diye haykırıyorsa, tüm tutuklanmalara karşı hâlâ hukukçular, gazeteciler, yazarlar gerçeğin peşindeyse, öğrenciler kendi hayatları için iyiden ve doğrudan yanaysa, şeker fabrikaları, kıyılar, nehirler için direnenler varsa, hâlâ köylerde mucizeler yaratan öğretmenler işlerinden vazgeçmedilerse, korku artık ülkeyi usul usul terk ediyorsa, 15 yıldır ülkeye giydirilmeye çalışılan düzen elbette bir yerlerinden yıkılmaya başlayacak. Ben bize güveniyorum, bu ülkeye güveniyorum! Ütopya mı, öyle olsun, ütopya varsa hayat var demektir. Ve iktidar mensuplarına Ülkü Tamer’in dizeleriyle sesleniyorum: “Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten!” 8 Nisan 2018 SAYI: 33786 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05:01 04:48 05:14 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06:30 13:12 16:49 06:15 12:57 16:33 06:39 13:19 16:56 Akşam 19:43 19:26 19:48 Yatsı 21:06 20:48 21:07 2008 yılı Mayıs ayında, Rusya’da üçüncü kez başkan seçilmesi yasal anlamda olanaksız Putin’in yerini Medvedev almış, zaten başkanlık koltuğuna oturur oturmaz da Putin’i başbakan atamıştır. Ancak borsalar, ‘kaptan’ Putin ile sadık miçosu Medvedev arasındaki bu danışıklı devir teslime güvensizlik tepkisi verir. Ekim ayında ekonomi patlar.  Fabrikalar art arda kapanmakta, sanayi çökmekte, insanlar işsiz kalmaktadır. Kriz, yeniden doğan Rusya’yı tehlikeli biçimde ırgalayacak türdendir. Başbakan Putin, artık başkan olmasa da bu krizin üstesinden gelebilecek biricik otoritedir. Sahaya iner. Ringe çıkar da diyebiliriz, aslında:  Saint Petersburg’a 250 km. uzaklıktaki Pikalyovo, yegâne gelir ve geçim kapısı çimento fabrikası olan küçük bir kenttir. Fabrikanın durması demek, bölgenin ölmesi demektir ve o fabrika, ‘zarar ediyor’ gerekçesiyle kapanmıştır. Yaşanan dram, salt ekonomik değil sosyal bir krizdir. Putin, Pikalyovo’ya gelir. Halkın gazını almak ya da çocukları boğazından tutup havaya kaldırırken poz vermek için değil.  HHH Çimento fabrikasında işçi temsilcileri, fabrika hissedarları ve üst yöneticileriyle bir toplantı düzenler. Fabrika yeterince önemli olmalı ki, hissedarları arasında Forbes’in 2008 yılındaki servetini 28 milyar dolar olarak açıklayıp dünyanın en zenginleri arasında 9. sıraya yerleştirdiği Rus oligarkı, Oleg Deripaska da vardır. Yabana atılacak bir hasım değildir Deripaska. Putin gibi orduda yetişmiş, parlak bir fizikçi ve alüminyum sanayii devidir.  Putin’in zorla uzlaşma sağladığı anlaşılan Diktatörün büyüğü, küçüğü... toplantının sonunda, imza töreni için gazeteciler içeri alınır.  U biçiminde sapsade bir masanın başında Putin, sağında işçi temsilcileri, solunda fabrika hissedarları ve yöneticileri oturmaktadır. Başbakan Putin, sesini asla yükseltmeden patronlara dönüp: “Sizler, insanları sömürdünüz. Para hırsınız, açgözlülüğünüz ve beceriksizliğiniz yüzünden binlerce insan her şeyini kaybedecek hale geldi. Bu kabul edilemez. Eğer siz hissedarlar aranızda bir anlaşma sağlayamazsanız, bu çimento fabrikası öyle ya da böyle yeniden çalışacak. Sizinle ya da siz olmadan, çalışacak!” der. HHH Sonra önündeki uzlaşma metnine bakarak “Hepiniz imzaladınız mı” diye sorar. Suratı çarşamba pazarı hissedarlar kafa sallarken; Putin başını ovuşturan milyarder oligarka döner: “Deripaska, siz imzaladınız mı?” “Evet.” “İmzanızı görmüyorum, buraya gelin!” Oleg Deripaska, gider. Putin’in uzattığı kalemle uzlaşmayı imzalar ve kuşkusuz şaşkınlıktan, elinde kalemle yerine oturmak için uzaklaşırken; Putin parmağını kaldırır: ‘Kalemim!’ Deripaska, azarlanmış bir çocuk telaşıyla kapağını kapattığı dolmakalemi iade eder.* O gün Putin, sadece halka ekonomik krizin Rusya’ya diz çöktüremeyeceğinin mesajını vermekle kalmamış; iktidara geldikten sonra teker teker hesap sorduğu, mallarını kamulaştırdığı, kimini hapsettiği, kimini kaçıp sığındığı ülkelerde öldürttüğü, çünkü Rusya’yı soyup soğana çeviren oligarklardan en dişlisi, çünkü en düzgün ve akıllı olanını da yenmişti. HHH Bugün Oleg Deripaska’nın serveti ancak 2.5 milyar dolar ağırlığında ve dünyanın en zenginlerinden sayılmıyor. Ama ülkesi Rusya’da ve ödüller alan işler yapıyor, yaşıyor. Putin ise dünyanın en etkin lideri, halk desteğine sahip en büyük ve kuşkusuz en soğukkanlı, hesaplı diktatörü. Ama Rusya’nın hayati alan ve stratejik anlamda önemli hiçbir tesisini, fabrikasını, kurumunu, enerji kaynağını kimseye peşkeş çekmedi, çektirmedi ve kıta büyüklüğündeki topraklarının tek bir karışını yabancılara satmadı. Gördüğünüz gibi diktatör vaaar, diktatör var. *Sahnenin videosunu, https://youtu.be/ nJZYdiWkC7A linkten izleyebilirsiniz. Opoppolitikacı şöyle demişti: “Siyasetin yarısı OgtaeklinmteaalytyıKaylyuaırn(t1bm4öükNdewtiaüs’wnnarawü[email protected] ilim, yarısı filmdir. İlim ya 1986) Londra’da Cha nını danışmanlarım, film ring Cross Hospital’de tarafını ben hallederim!” “bu kez kadın olarak HHH dünyaya gelen” Bülent Sayın Cumhurbaşkanımız gayri kabili kıyas bir siyasetçi. Misli menendi zaten yok. Ama hiç kimseye müdanası da! Her işi kendisi hallediyor. (Ah bir de at binebilse!) Arada yanlışlar da yapı Dilo dilo yaylalar... Ersoy’un ameliyatını ve sonrasını izlemiştim. 12 Eylül 1980 darbesi generallerine meydan okudu. Hem de cumhurbaşkanı ve başbakanlarla kıyaslanacak bir süre ha Hedeflenmek Adına “hedefleme” diyorlar. Peki, hedeflenen kim? Siz, ben, eşimiz, çocuklarımız... Niye hedefliyorlar bizi? “Herkesin bildiği sırrı” şöyle anlatıyor uzmanlar: yor. Hatasız kul olmaz. Hele cumhurbaşkanı hiç olmaz! (Ama oldu bir kere!) HHH “Başkomutanlık cicileri”ni giyip seçmece sanatçılarla sahne aldı. Ve “Yaylalar..” türküsü eşliğinde askeriyle ve sanatçısıyla yarattığı çoğulcu ve demokratik kompozisyon, seyri ömre bedel bir hadisedir. Allah bu millete, tekrarını seyretmeyi bir daha nasip etmez inşallah! Bu tarihi sahnede yer alamayan birçok sanatçımız çok üzüldü. Tuhaf biçimde Anamuhalefet Liderimiz ise bu sahneye çok kızmış. AKP’liler onun için kıskandığını söylüyorlar. (Herhalde kıskansa, bir danışmanı da ona emekli bir yedek subay üniforması yaptırmasını ve Tunceli’ye bir jandarma karakolu teftişine gitmesini önerirdi. Çünkü halen geçerli olan resmi devlet protokolünde Kemal Bey’in yeri ve mevkii başbakanın hemen yanıdır!) Ama bilmek zor. Klarnete “zurna” muamelesi yapılmasına mı kızdı, yoksa askerlik yaptığı dönemdeki “Yaylalar..”ın sansürlü söylenmesine mi? Ayrı yerlerde ama aynı dönemde askerlik yapmıştık. Özgün “Yaylalar”ın en sevilen bölümü şöyle idi: “Ayın önünde yıldız / Nerden gelirsen baldız / Dilo dilo yaylalar... / Sen git de ablan gelsin / Yaylalar yaylalar / Duramirem yalınız / Dilo dilo yaylalar” HHH Tayyip Bey hiçbir kesimi boş bırakmıyor: Askerlik yapmış erkek seçmenin anılarını tazelerken, tutucu çevrelerin hassasiyetlerini de hesaba katıyor. Sanatçılar arasında Bülent Ersoy’un olmaması belki de bundan. Eğer öyleyse çok ayıp. Zaten aynı yanlış, “Akil Adamlar Listesi”nde yapılmıştı. (Belli ki kendisi adam sayılmadığı için listeye dahil edilmemişti. Ahı tuttu. Sürecin cılkı çıktı!) HHH Ünlü film yapımcısı Türker İnanoğlu dün bir haber sitesine açıklamış: “Bülent kadın olmasaydı, bugün daha tepede olurdu.” Oysa Ersoy “Diva” unvanı ile anılıyor! Latince “divus” (ilahi) sözcüğünden türeme “Operada Sesin İlahesi” demek. İnanoğlu’na göre demek ki Tayyip Bey’in listesi daha da ilahi bir yükseklikte. Engin müktesebatı, zengin repertuvarıyla ve kendi deyimiyle “mükemmelin de fevkiinde” bir sanatçımızdır. Cumhuriyet’in rahmetli pislerde yattı. Siyaset yasağı gibi, ona da sahne yasağı uygulandı. Suçu aşağı yukarı aynıydı: “Müesses nizama meydan okuma!” 14 Ağustos 1986 tarihli Cumhuriyet’in manşeti şöyleydi: “Gün gelir savunma hakkı herkese lazım olur! Beni mahkum etmek için elden geleni yaptılar.. (..) Bugün bana yasak olan yarın başkalarına da olabilir. Hukuk guguk olursa, bir gün guguk kuşları benim kafam gibi, gün gelir başkalarının kafasına da konabilir.” (O konmak yerine başka bir sözcük kullandı. Bu defa biz sansürledik.) Bugün bu sözleri bugünkü Cumhurbaşkanı’na söyleyecek kaç anayiğit çıkar? HHH Bülent Ersoy’un Afrin listesi dışında bırakılmasının nedeni, baskı döneminde verdiği bu keskin ve gözü kara mücadele değildir umarız. Onun türünde opera şarkıları ve aryalar söyleyebilen benzeri bir sanat fenomenimiz hiç yoktur. Bunu Devlet Opera ve Balesi’ne koro metinleri ve libretto da yazmış bir gazeteci olarak naçizane, Taksim’e opera binası yaptırmayı hayat amacı belleyen Cumhurbaşkanımızın dikkatine arzediyorum. “Diyelim internette sosyal medya kurdunuz. İnsanlara görüşlerini paylaşabilecekleri, üstelik bedava kullanabilecekleri bir platform oluşturdunuz. Peki, nasıl para kazanacaksınız? Reklam almak zorundasınız. Fakat bir süre sonra reklamcılar diyor ki, ‘Her reklamı herkese gösteremeyiz. 7080 yaşlarındaki insanlara örneğin, paten reklamı göstermek ne işe yarar? Reklam etkinliğini arttırmamız lazım.’ Nasıl arttıracağız reklamların etkinliğini? Kullanıcıların bilgilerini toplamaya başlayacağız. Hangi yaş grubundalar, ilgi alanları ne, ekonomik durumları ne...  Böylece kime hangi reklamı göstereceğimizi bileceğiz.” Zaten bütün sosyal medyada, internette nereden alışveriş etsek, orada mutlaka hakkımızda veri tutuluyormuş: “Şimdi Amazon’a bağlanıyorsun. Bakıyorsun tam da senin okumayı ya da dinlemeyi isteyebileceğin şeyleri sana sunuyor. Nasıl yapıyor bunu? Senin hakkında topladığı bilgilerle yapıyor. Sistem seni tanıyor. Daha iyi hizmet verebilmek için böyle yapılıyor.” Yani diyor ki, “İnternet dünyasında ekonominin temeli kişisel verilere dayanır”. Eğer iyi hizmet almak istiyorsan özel bilgilerini vermen kaçınılmaz. Ayrıca diyor ki, “Eğer bir ürün için herhangi bir ücret ödemiyorsan, bil ki ürün aslında sensin. Senin bilgilerini satıyorlar.” Fakat hikâye burada bitmiyor. FacebookCambridge Analytica skandalıyla ilginç şeyler de öğrendik. Örneğin, hakkımızda ne denli yoğun bilgi toplandığını öğrendik. 68 Facebook “beğenisi” ile bir kullanıcının ırkı, dini, cinsel yönelimi, alkol ya da sigara kullanımı, oy verdiği parti yüzde 85 doğruluk payıyla SAYISAL LOTO 11928293943 6 BİLEN: 6 milyon 397 bin 879 TL (üçüncü devir) 5 BİLEN: 6 bin 103’er TL 4 BİLEN: 83’er TL 3 BİLEN: 12’şer TL ikramiye kazandı. tahmin edilebiliyormuş. Artık profilimizi çıkarmaya başlamışlar. Bu verilerle insanların nasıl “kirli bir propagandanın” hedefi haline gelebildiğini de öğrendik. Facebook’ta 50 milyon kişinin verisine ulaşanlar, iddiaya göre bu verileri Amerikan KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] seçimlerinde ve Brexit’te kullanmışlar. İnsanı dehşete düşürecek açıklamalar var. ABD seçimlerinde zencileri “hedeflemişler” mesela. Seçimde oy vermek konusunda çok kararlı olmayanları. Oy verseler rakip partiye oy vereceklermiş. Bu nedenle onlara yönelik “seçim sandığına gitmemeleri”, “oy vermemeleri” için propaganda yapmaya başlamışlar. Sahte bloglar, web siteleri oluşturulmuş. Ortada kanıt bırakmamak için “kendi kendini imha eden zamanlayıcı”ya sahip epostalar göndermişler insanlara. Sonra propaganda sını yaptıkları partinin neferine dönüştürebi lecekleri kişileri “hedeflemişler”. Gelir düzeyi ortanın üzerinde, sağ eğilimli, çok insanla di yalog kuran kişileri. Anlıyoruz ki, hedeflemede iyice sofistike hale gelinmiş. Bay Jonathan örneği ilginç. Jonathan hedeflenen kişilerden biri. Avcılık kulübü üye siymiş. “Silah benim için çok önemli” diyor Jonathan. Ona “Eğer rakip parti iktidara ge lirse herkesin evindeki silahlara el koyacaklar” propagandası yapmaya başlamışlar. Kararsız bir seçmen olan Jonathan bir süre sonra parti lehine, sanki üyesiymiş gibi propaganda yap maya başlamış. Onu partiye kazanmışlar. Nerede kaldı kişisel verilerin gizliliği, kişi hak ve özgürlükleri? Yaşanan son skandalda, bu bilgilerin na ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] sıl olup da bir başka şirketin eline geçtiği tartışıldı. Oysa bu bilginin çok daha fazlası Facebook’un elinde var.   Ne diyordu gizli kamerayla görüntüsü çeki len Cambridge Analytica’nın yönetim kurulu başkanı: “Amerikan tarihini değiştirdik.” İnsan düşünmeden edemiyor: Facebook’un sahip olduğu bilgilerin küçücük bir kısmıyla Amerikan tarihi değiştirilebiliyorsa, bu bilgilerin tümüne sahip olanlar neler yapabilir? Geçen yıl, Facebook CEO’su Zuckerberg’in 2020’de ABD başkanlığı için adaylığı konuşuluyordu. Ne olacak şimdi o adaylık? Zuckerberg adaylığını koyduğunda Facebook’un sahip olduğu “büyük veri”, analiz modelleri ve hedefleme tekniklerini kullanacak mı? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle