22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 5 Mart 2018 8 haber EDİTÖR: SERKAN OZAN STRATEJİK PLAN TIRPANLANDI Gelecek 5 yıl ‘çözüm’ yok! ALİCAN ULUDAĞ Kürt sorununa yönelik “çözüm süreci” için kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM), terörle mücadele konusunda 20182022 yıllarını kapsayan “Stratejik Plan” hazırladı. 20132017 Stratejik Plan’a “terörle mücadele alanında çok boyutlu ve çözüm odaklı stratejiler üretmek” amacını koyan Müsteşarlık, yeni planda ise böyle bir hedefe yer vermedi. Yeni planda, “demokratikleşme, insan hakları ve özgürlük alanının genişletilmesi” hedefleri tırpanlandı. Bunun yerine amacı ve hedefi belirsiz bir “terörle mücadele” stratejisi koyan müsteşarlık, “Terörizmle mücadele alanındaki politika ve stratejilerde sivil bakış açısı istenilen düzeyde oluşmamıştır” eleştirisinde bulundu. 2010 yılında çıkarılan bir yasayla kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, çözüm süreçleri döneminde etkin rol oynadı. Müsteşarlık, 20132017 Stratejik Planı’nın ana eksenine bizzat terörle mücadelede çözüm sürecini koydu. Planın bir numaralı amacı olarak terörle mücadele alanında, “Çok boyutlu ve çözüm odaklı politika ve stratejiler geliştirerek terörle mücadelede etkinlik sağlamak” yer aldı. Bu amaç çerçevesinde, çok sayıda hedef de belirlendi: n Terör örgütlerine katılımın yoğun olduğu bölgelerde önleyici çalışmalara katkı sağlanacaktır. n Demokratikleşme, insan hakları ve özgürlük alanının genişletilmesine yönelik yasal ve idari önlemler hazırlanmasına katkı sağlanacaktır. n İnsan haklarının güvence altına alınması çalışmalarına ağırlık verilecektir. n Bölgeye ilişkin politikaların belirlenmesinde sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri ve aydınlarla diyalog kurulacaktır. n Terörle mücadele alanında politika ve stratejilerin geliştirilmesine yönelik üniversiteler, dü şünce ve araştırma kuruluşları ile yakın işbirliği ve koordinasyon sağlanacaktır. n Terör örgütleriyle irtibatlı gençlerin topluma kazandırılmasına yönelik programları uygulayan veya uygulayabilecek olan kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanacak, konuyla ilgili yeni programların geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapılacaktır. n Terör örgütleriyle irtibatını kesen, kesmek isteyen ya da hükümlü örgüt üyelerine yönelik rehabilitasyon çalışmaları yapılacaktır. Çözüm çıktı KDGM’nin 20182022 yıllarını kapsayan yeni Stratejik Planı, kurumun internet sitesinde yayımlandı. Kurumun amaçları arasında “Terörizmle mücadele alanında politika ve stratejiler geliştirerek ilgili kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak” ifadesi yine yer aldı. Ancak daha önceki plandaki “çok boyutlu ve çözüm odaklı” strateji üretmek amacı ile; bu kapsamda “demokratikleşme, insan hakları ve özgürlük alanının gelişletilmesi”, “teröre katılımın önlenmesi,” “irtibatını kesenlerin rehabilitasyon edilmesi”, “terör örgütleriyle irtibatlı gençlerin topluma kazandırılması” gibi hedeflerinin tümü 20182022 Stratejik Planı’nda yer almadı. Hatta kurumun yasal görevleri sıralarınken terör örgütüne katılımı önlemeye yönelik çalışmalar yapmak ifadesi sansürlendi. ‘Sivil bakış’ eleştirisi Türkiye’nin maruz kaldığı terör tehdidinin boyut değiştirerek devam ettiği belirtilen planda, “Terörizmle mücadele alanındaki politika ve stratejilerde sivil bakış açısı istenilen düzeyde oluşmamıştır” tespiti yapıldı. Planda, terörizmle mücadele alanındaki politika ve stratejilerin geliştirilmesinde multidisipliner ve sivil bir bakış açısından yararlanılmasına ihtiyaç olduğu vurgulandı. l ANKARA HOLLANDA BAŞBAKANI MARK RUTTE ‘Türkiye ile çözmemiz gereken sorunlar var’ Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen bir etkinlikte konuşan Hollanda Başbakanı Mark Rutte, HollandaTürkiye ilişkileri ve Türkiye’nin AB sürecinin geleceği hakkında yorumlar yaptı. DW Türkçe’nin “Türkiye’nin AB’nin geleceğindeki yerini nasıl görüyorsunuz?” sorusunu yanıtlayan Rutte, “AB’ye üye olmak isteyen her ülke için Kopenhag kriterlerinin karşılanması kuralına bağlı kalmamız gerekiyor. Bu konuda katı ve adil olmak zorundayız. Türkiye ile AB arasında çok çok sınırlı düzeyde müzakereler var. Ancak Türkiye AB’ye üye olmak istediği müddetçe, gayet tabii ki bu onların isteğine bağlı, AB de kurallara bağlı kalmak zorunda. Bizim de şu anda yaptığımız demokrasiye, hukuk devleti ve ifade özgürlüğü gibi Kopenhag kriterlerine bağlı kalmak” diye konuştu. Türkiye’nin tam üyeliğinin de Kopehnag kriterlerinin karşılanmasına bağlı olduğunu vurgulayan Rutte, “Bu bir takvime sabitlenilme Rutte meli. Önemli olan üye olmak isteyen ülkelerin kriterleri karşılamaları, bunun bir kural olması. Bu kilit önem taşıyor. Kurallar sulandırılmamalı” diye konuştu. Rutte, Türkiye ile Hollanda arasında Türk siyasetçilerin Hollanda’da seçim etkinliği yapma girişimi ile başlayan ve son olarak da Hollanda parlamentosunun 1915 olaylarının soykırım olarak tanımlayan kararı ile yeniden tırmanan gerilim hakkındaki soruyu ise şöyle yanıtladı: “Türkiye ile Hollanda arasında ikili düzeyde çözümü gerekli konular olduğu çok doğru. Diğer yan dan, ne şanslıyız ki bu konular bizim Türkiye ile NATO ve BM’de birlikte çalışmamızı engellemedi. Ayrıca ekonomik ilişkilerimiz de halen çok güçlü. Ancak tabii ikili bazı meseleleri çözmemiz gerektiği de kesinlikle doğru.” l Haber Merkezi ALMANYA’DAN PULLU DESTEK Almanya’da Hamburg merkezli Avrupa Postası tarafından cezaevlerindeki tutuklu gazeteciler, vekiller ve insan hakları savunucuları ile dayanışmak amacıyla üzerlerinde tutukluların isim ve resimleri bulunan pullar basıldı. İlk etapta 5 bin adet bastırılan Alman Posta Dairesi mühürlü pulların yoğun ilgi gördüğü ve geçen hafta sonu hepsinin tükendiği belirtildi. Aralarında tutuklu gazetecilerden Ahmet Şık, Murat Sabuncu, Ahmet Altan, TBMM üyesi vekillerden Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Enis Berberoğlu ve insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın isim ve resimlerinin basılı olduğu, 0.90 cent değerindeki Al man Posta Dairesi mühürlü pulların fikir babası ve Avrupa Postası Genel Yayın Yönetmeni Adil Yiğit, “Önümüzde hafta yeniden 5 bin adet bastırmayı düşündüğümüz pul koleksiyonuyla cezaevlerindeki tutuklu gazeteciler, vekiller ve insan hakları savunucularının yalnız olmadıklarını, üzerinde kendi isim ve resimlerinin basılı olduğu pul ve tebrik kartları ile gündeme taşımak istedik. Başlattığımız projeye TÜDAY, Halkevleri, Alevi dernekleri ve tek tek bireylerin yanında, Sınırsız Gazeteciler Örgütü (RSF), Die Tageszeitung (TAZ), Alman Gazeteciler Birliği de (DJV) sipariş vererek destek sundular.” l Haber Merkezi Cumhuriyet’eİSTANBUL BAROSU BAŞKANI MEHMET DURAKOĞLU adalet borcu var Bu davanın daha ilk duruşma 35 yıllık hukukçuyum, bir ga Avukata getirilen ayrıcalıklar da çöktüğüne inandım. İçeri zetenin yayın politikasının hak arama özgürlüğüne tanın ği itibarıyla hukuki nitelik taşı yargılama konusu olduğuna ilk mış haklardır. Bir avukata do manın ötesinde siyasal nite kez tanık oluyorum. Bu kabul kunuyorsanız “savunma hakkı likler barındırır halde. edilebilir bir şey değil. na dokunuyorsunuz” demektir. Dünyanın en büyük barosu olma özelliğini taşıyan İstanbul Barosu’nun çalıştırılıyor. Getirilen suçlamaların bir bölümünün mesleki anlamda olduğuna tanık oluyoruz. başkanı avukat Mehmet Dura İddianame hazırlanmadığı için koğlu, Silivri’de görülecek Cum tüm suçlamaları göremiyoruz. huriyet davasının öncesinde FETÖ’den tutuklanan avukatla “Cumhuriyet olarak Cumhuriyet gazetesine adalet borcumuz var. 9 Mart’ta bu borcun ödenmesini çok istiyorum” dedi. CANAN COŞKUN Durakoğlu’yla iktidarın avukatlık mesleğine yönelt tiği saldırıyı, tutuklu avukatları, Cumhuriyet davasını ve vicdan larda kabul görmeyen yargı ka rarlarını konuştuk. n Türk Tabipleri Birliği ve Tür kiye Barolar Birliği’nin (TBB) isimlerindeki “Türk” ve “Türkiye” sözcüklerinin kaldırılacağına yö nelik açıklamalardan yola çıka rak mesleğinize yönelen saldırı yı değerlendirebilir misiniz? Siyasal iktidarın yargıya yöne lik ciddi bir düzenleme yaptığı na tanık oluyorum. Öbür düzen leme hâkim ve savcı boyutun da 2010’da yasal temeline ka vuşturulmuştu. Buradaki engel rın çok büyük bir bölümüne yöneltilen suçlamaların gerçekten de avukatlık mesleğinden değil, özel olarak FETÖ bağlantıları olduğunu gördük. “Avukatlara dokunulmaz” diye genel bir kural ifade etmek istemiyorum. Ama bir hukuk devleti oluşturamamış olmamız nedeniyle anlaşılamayan bir şeydir bu. Avukata getirilen “ayrıcalıklar” aslında avukata verilmiş ayrıcalıklar değildir. Halkın hak arama özgürlüğüne tanınmış haklardır. Savunma hakkı kavramı kendi içinde pek çok bileşeni barındırır. O bileşenler de bizim savunduğumuz kişiye ilişkin değerlerdir. Sır saklama yükümlülüğünden tutun da yaptığımız görüşmelerde bildiklerimizin açıklanmasına kadar bu süreçlerin tamamı hak arama hürriyetine yöneliktir. Eğer bir avukata dokunuyorsanız “savunma hakkına dokunuyorsunuz” demektir. avukatlardı. Çünkü avukatlar bu projenin karşısındaydı. Avukatlığın itiraz mesleği olduğunu, yeri geldiğinde kamuyu çimdikleyebileceğini bir türlü kabul edemiyorlardı. Nitekim özellikle OHAL sürecinde KHK’lerle getirilen algının çok önemli ölçüde avukatı hedef aldığına tanık olduk. Hem yargılama hem soruşturma aşamasında avukatın görevini yapmasını engelleyebilecek ne varsa bütün bunlar KHK ile getirildi. Biz boyun eğebilecek, biat edebilecek bir kültürden gelmiyoruz. 12 Eylül’de İstanbul Barosu’nun kapısına mühür bile vuruldu. Bunun bir sonucu olmadı. Bugün İstanbul Barosu hâlâ varlığını devam ettiriyor. Biz sıkıyönetim mahkemelerinden, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden, Özel Yetkili Mahkemelerden geçtik. Şimdi OHAL’lerden geçmeye devam ediyoruz. Bu özel dönemlerde İstanbul Barosu’nun tarihine yazılmış şanlı öyküler vardır. Bu öyküler demokrasinin yaşatılmasına ilişkin mücadelenin öyküleridir. Demokles’in kılıcı Montesquieu’dan bu yana siyasal iktidarlar hiçbir zaman kendilerini hukukla sınırlamak istemezler. Hukuk devleti olmazsa, iktidarlar kendini hukukla sınırlandırmazsa onun adaletsiz bir toplum düzeni olacağını biliriz ve yıllardır bunu anlatırız. Bu ülkenin hukuk devleti olması, yargının tarafsız ve bağımsız olması, hukukun üstünlüğünün gerçekten sağlanması uğruna verilmesi gereken hangi mücadele varsa o mücadelelerin içinde olduk, olmaya da devam edeceğiz. Bu bizim varlık nedenimiz. Şimdi de Demokles’in kılıcını kafamızda tutmaya çalışıyorlar. Hiç yukarı bakmayız. Öyle bir dönemimiz olmadı. ALTANLAR’A MÜEBBET AİHM’DEN DÖNER n Altanlar ve Nazlı Ilıcak’a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Taraf gazetesi o dönem her türlü haksız uygulamanın operatörü konumundaydı. Yaptıklarına klasik anlamda bir basın özgürlüğü diye bakabilmek konusunda kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım iyi niyetle bakamıyorum. Bu yüzden Ahmet Altan’ı başka türlü değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak konusunda kendimi görüşleri açısından ortak hissetmiyor olmama rağmen böyle bir cezayla karşılaşmış olmalarını anlamıyorum. Bu kararların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) döneceğini düşünüyorum. Bu karara uyulmasının şart olduğunu düşünüyorum. Aksi hukuk cinayeti olur. ‘Feyzioğlu, Yıldırım ve Gül ile görüştü’ n TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, 24 Şubat’ta düzenlenen Olağanüstü Genel Kurul’da yaptığı konuşmada mesleğinize yönelik baskıyı dile getirmediği için tepki aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Feyzioğlu’nun konuşmasının TBB’den “Türkiye” sözcüğünün kaldırılmasına yönelik tepkinin haksızlığını ifade eden bir çerçeve içerisinde değerlendirildiğini düşünüyorum. Bu haksızlığı anlatırken kendisinin de TBB’nin de şimdiye kadar hangi konumda bulunduğunu söyleme ihtiyacını hissetti. O nedenle konuşma önemli ölçüde oraya kaydı. Mesleğimize ilişkin değerlendirme de yaptı. Sürecin başlaması ile birlikte bizim toplantı yapacağımız zamana kadar geçen süre içinde Feyzioğlu tarafından hem Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, hem de Başbakan Binali Yıldırım ile bir diyalog süreci başladı. TBB bu sorunun çözümünün bu diyalog sürecinde olduğuna inandığı için de böyle bir tavır koydu. Bunun karşılığı teşekkür etmek miydi değil miydi ondan emin değilim. Bizim konumumuzla TBB’nin konumu çok farklı. Aramızdaki farklılığı da anlayışla karşılamak gerekiyor. n Tutuklu avukatlar konusundaki değerlendirmeniz nedir? Özellikle İstanbul’da çok ciddi tutuklamalar söz konusu. Halkın Hukuk Bürosu’ndan 16 meslektaşımız 7 ilde 8 ayrı cezaevindeler. Böyle bir tecrit mekanizması Biz hancı, iktidarlar yolcu Biz hancıyız, siyasal iktidarlar yolcu. Bunu İstanbul Barosu’nun bütün dönemlerini kapsayacak şekilde söylüyorum. Kapımıza kilit vurdular, başkanlarımızı içeri attılar ve öldürdüler, yönetimlerimizi darbe döneminde devirdiler. Hep kaldık. Çünkü biz hukuk kurumuyuz. Hukuk içinde kalmaktan başka bir isteğimiz yok. Avukatlar sesteki nefestir. Biz biliriz ki bizim sesimiz kesilirse o yurttaşların nefesinin kesildiği yerdir. FETÖ projesi n Baroya üye olma şartının kaldırılarak, avukatların istedikleri kuruluşlara üye olmasını öngören olası düzenlemelerle ilgili düşünceleriniz neler? Hayata geçerse ne olur? Bu son derece yanlış bir şey. Bizi susturmaya yönelik bir şey. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Devlet Denetleme Kurumu tarafından hazırlanmış bir rapor vardı. Ne acı ki o raporu hazırlayanlar FETÖ soruşturmaları sırasında görevlerinden alındılar. Memur bile değiller şimdi. Bu bir FETÖ projesi aslında. Siyasal iktidarın baroları istediği gibi örgütleyememiş olmasından duyduğu rahatsızlık sanki demokratik bir talepmiş gibi baroların bölünmesi suretiyle herkesin kendi barosunu kurabileceği bir düzene doğru yönlendirilmeye çalışılıyor. Baroları bölerseniz şiddete uğrayan kadın çoğalır, kadın cinayetleri artar, çocuk istismarı konusunda mücadele edecek kimseyi bulamazsınız, çevre katliamlarına müdahale edebilecek gücü bulamazsınız. En önemlisi bu ülkedeki hak ihlallerine kim karşı çıkacak? Baroların tarihi bu temelde örgütlenmiştir. SİLİVRİ’YE UMUTLA GİDECEĞİM n Son olarak 9 Mart’taki Cumhuriyet davasına değinmek istiyorum. Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık, 6. duruşmada hâlâ tutuklular. Neler diyeceksiniz? Bu davanın daha ilk duruşmada çöktüğüne inandım. Yürütülen dava içeriği itibarıyla hukuki nitelik taşımanın ötesinde siyasal nitelikler barındırır halde. Bu özel dönemin davası bu. Tıpkı 12 Mart’ta, 12 Eylül’de yaşandığı gibi. Siyasal özü hukuk özünü aşan davalar bunlar. Bu davalar benim açımdan tarihe düşülen not gibi. Bu davalar hukuk tarihine ayrı, siyasal tarihe ayrı yazılacak. Dava başından çökmüştü çünkü gazetenin yayın politikası üzerine çok fazla değerlendirme yapıldı. 35 yıllık hukukçuyum, bir gazetenin yayın politikasının yargılama konusu oldu ğuna ilk kez tanık oluyorum. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Bir gazetenin yayın politikası okurları ilgilendirir. Bir suçlama da getirilmiyor. “Yayın politikasını değiştirdim de ne yaptım” sorusunun cevabını savcı ortaya koymuyor. Siyasal konjonktürün hukuka egemen olduğu dönemlerde dönüşüm süreçlerine de tanık oluyoruz. 9 Mart’ın böyle bir değişime neden olmasını arzulu yorum. Bunun sadece Cumhuriyet davası açısından değil, Türkiye’deki başka davaları da etkileyebileceğini düşünüyorum. Cumhuriyet olarak Cumhuriyet gazetesine adalet borcumuz var. 9 Mart’ta bu borcun ödenmesini çok istiyorum. Başlamasını arzu ettiğim bu sürecin hukuk devleti açısından çok önemli sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum. Silivri’ye bu umutla gideceğim. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle