19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cumartesi 17 Mart 2018 haber Ozgür gazeteciliğin bedeli ödetiliyor10 11EDİTÖR:SERKANOZAN Gazetemizin yayın politikasının suçlama konusu edildiği da Cumhuriyet davasında savcı, yazar ve yöneticilerimiz hakkında hapis cezası vanın 7. duruşması dün Silivri Cezaevi’nin karşısında bulunan duruşma istedi. Mahkeme, mütalaadaki iddiaları teker teker çürüten Cumhuriyetsalonlarında görüldü. Duruşmada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıklarken mahkeme heyeti, 503 gün İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın tutukluluk halinin devamına karar verdi dür tutuklu bulunan Cum huriyet İcra Kurulu Başka nı Akın Atalay’ın tutuklu luk halinin devamına hük CANAN COŞKUN metti. Mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmanın 2425 2627 Nisan tarihlerinde yine Silivri’de görülmesine karar verdi. Duruşma başlangıcında mahkeme baş kanı Abdurrahman Orkun Dağ, muha birimiz Ahmet Şık, muhasebe çalışanı mız Emre İper ve “Jeans Biri” adlı Twit ter hesabının kullanıcısı Ahmet Kemal Aydoğdu’ya örgüt propagandası suçlama sı nedeniyle ek savunma hakkı verildiği ni anımsatarak, bu hakkın esas hakkın daki savunma sırasında da kullandırıla bileceğini söyledi. Dağ, İper ve Aydoğdu için Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mü cadele Daire Başkanlığı’na (KOM) yazı laysız, örtülü ya da örtüsüz ilişkimiz, irtibatımız, iltisakımız, yardımımız, tanışıklığımız olmadı. Gazeteyi zan altında bırakabilecek, gazeteye toz kondurabilecek herhangi bir davranışımız olmadı... AB POLEMİĞİ: Savcı mütalaasında Avrupa Birliği fonlarıyla ilgili polemik yaptı. Ben bu konuları takip eden biriyim. Türkiye’deki yargıç ve savcıların yüzde 80’i yargının demokratikleşmesi gibi konularda bu fonlarla eğitim aldı. Onlar bağımsızlığını yitirmiş mi oluyor? FETÖ’CÜLER DE TANIK: Bu davanın hazırlayıcısı savcının profiline ve durumuna değinmiştik. Savcının kendisi FETÖ üyeliğinden yargılanıyor. EYLEMLER YARGILANIR, EYLEMİMİZ NE? Yayın politikası değişikliği iddiasının suçla doğrudan bir ilgisi olamaz. Suçlamaya konu haberler hiç yayımlanmamış olsaydı Cumhuriyet Vakfı’nda yapılan seçimle gazetenin yayın politikasının değiştirildiği konusu bir ceza davasına konu edilecek miydi? Hayır. 2013 öncesi vakıf yönetiminde olan kişiler hiç değişmeselerdi ve suçlamaya temel olarak gösterilen yayınlar yine de yayımlanmış olsaydı, anılan haberler suç olarak görülüp değerlendirilmeyecek miydi? Gazete iktidarın sevmediği haberleri ya yımlamama kararı alsaydı neyle suçlanacaklardı? Yayımlanan haberler fiildir. Politikanın değişip değişmediği ise değişebilen bir değer yargısıdır. Ceza yargılaması eylemleri yargılar. Bizim yargılamada kanunun suç saydığı fiil zikredilip kenara atılıyor. Adliye işi gücü bırakmış gazetenin yayın politikası ile ilgileniyor. Bundan sana ne? Seni niye ilgilendirsin? “Değişmemiş olsaydı suçlama konusu haberler bu gazetede yayınlanmayacak mıydı” denmek isteniyor. Kadri Gürsel’in haberi yayımlanmayıp sansür mü edilecekti? FETÖ/ PDY, PKK/KCK ve DHKP/C terör örgütlerine yardım etmekle suçlanıyoruz. İddianameye göre suçumuz buymuş. Peki, ne yapmışız da bu suçu işlemişiz? Hangi davranışımız, hangi eylemimiz bu suçlamaya temel oluşturmuş? Bilindiği gibi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre, “Hüküm, ancak suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilebilir.” Dolayısıyla esas soru, “Suçumuz ne” sorusu değil, ESAS soru “Hangi davranışımız suçlanmamıza neden olmuş”, “Suça ilişkin eylemimiz nedir” sorusudur. KİMİ SEÇECEĞİMİZİ SAVCIYA MI SORALIM? yazdıklarını belirterek herhangi bir yanıt Savcının tanıkları arasında Cem Küçük, gelmediğini söyledi. Ardından Hacı Hasan Bölükbaşı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Mütalaanın okunmasının ardından Akın Atalay konuştu. Esas hakkındaki mütalaanın temel özelliğinin iddianamenin bire bir tekrarı olduğunu görünce soruşturmanın başına dönmeyi uygun bulduğunu söyleyen Atalay, gazetemize yönelik operasyon sırasında yurtdışında bulunduğunu, 11 Kasım 2016’da yurda döndüğünü anımsatarak 9 Kasım günü Cumhuriyet çalışanlarına yaptığı açıklamayı okudu. Atalay, yurda dönüş kararını vermesindeki temel belirleyicileri şöyle sıraladı: “Gazetemizin başını öne eğdirmemek, Cumhuriyet gibi köklü bir geçmişe, onurlu duruşa ve haklı bir saygınlığa sahip bir gazetenin, başkan vekili ve İcra Kurulu Başkanı üzerinden “kaçaklık”, “firar”, “suçlu” gibi olumsuz iftiralara maruz kalmasına neden olmamak, Türkiye’nin demokratik, laik bir cumhuriyet, insan haklarına dayalı sosyal bir hukuk devleti olması için yılmadan mücadele eden insanlarına ve ülkemin güzel geleceğine olan umudumu ve inancımı eylemli olarak da göstermek, Kaçma şüphesiyle tutuklanan dokuz arkadaşımızın aleyhinde olacak şekilde “bakın işte bazıları nasıl kaçtıysa, serbest kalırsa bunlar da kaçabilir” şeklinde bir mazereti kullanabilmelerini engellemektir.” Atalay, konuşmasında şu ifadeleri kullandı: FETÖ SANIĞI SAVCI: FETÖ’ye üyelikten yargılanan bir sanığı, tarafsız ve bağımsız yargı görevlisi olarak görmemiz ve onun bizi (kendisinin üye olmakla suçlandığı) bir örgüte yardım etmekle suçlamasına daha doğru deyişle kara mizah türünün başyapıtı olacak bir oyuna dahil olamayız, olmayız. Eğer o FETÖ üyesi sanık, kendisinin de üyesi olduğuna dair kuvvetli şüphe ve olgular bulunduğu iddia edilen örgüte kimlerin yardım ettiğini gerçekten arıyorsa ve o kişileri suçlayacaksa, Cumhuriyet gazetesi ve onun mensupları, yöneticileri, yazarları doğru adres olamaz. Doğru adres, kendisine muhtemelen ve mealen ‘bu soruşturmayı aç, Cumhuriyet gazetesini sustur, yönetici ve yazarlarını içeri at, bunu yaparsan seni diğer meslektaşların gibi açığa almaz, ihraç etmeyiz, hatta bu işi yaparsan Yargıtay’daki iki müebbet hapisle yargılandığın davadan da beraatı hak etmiş olursun’ diyenlerdir. TOZ KONDURMADIK: Suçumuz “usulsüz toplantı yaparak gazetenin ele geçirilmesi” ise, usulsüz toplantıya ve karara katılanlardan (sevgili Cüneyt Arcayürek dışındaki) üçü (Orhan Erinç Hikmet Çetinkaya Akın Atalay) bu suçun şüphelisi, diğer ikisi (Mustafa Balbay İbrahim Yıldız) neden ve nasıl tanığı oluyorlar? Bendeniz de, yönetim görevini üstlenen diğer arkadaşlar da şundan dolayı müsterihiz, gazetenin bağımsızlığını koruduk, kimseye peşkeş çekmedik, hiç bir siyasi ya da dini ya da ekonomik güç odağıyla, kişiyle, grupla, yapıyla gizli kapaklı, illegal, dolaylı do Hüseyin Gülerce ve Latif Erdoğan gibi bir dönemin tescilli FETÖ’cüleri var. Bunların yanı sıra kimliğini, kişiliğini, ehliyetini duruşmada gördüğümüz Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan “Hoşgörü ödüllü”, patronunun baskısı ile Fethullah Gülen’i övücü yazı yazan Rıza Zelyut dinlendi. BİZ SANIK, ONLAR TANIK: Tanıklardan biri Leyla Tavşanoğlu. Duruşmadaki tanıklığında 2012’de Fethullah Gülen ile görüşmeye gidişini, İbrahim Yıldız’dan izin aldığını söyledi. İbrahim Yıldız, “Ben izin vermedim, döndükten sonra söyledi” dedi ifadesinde. Hangisi doğru söylüyor bilmiyoruz. Bizi de ilgilendirmiyor ama isyan duygusu yaratan, akıl ve mantığa sığmayan bu hadise gerekçe gösterilerek biz sanığız Tavşanoğlu ve İbrahim Yıldız tanık. Gelelim Doğan Satmış’a. Mart 2015Haziran 2015’te yayın danışmanı olduğunu kendisi ifade etti. İddianamede suçlama konusu edilen haber ve manşetlerin çoğu onun yayın danışmanlığı dönemine ait. Her ne hikmetse tutuklanmadan önceki 20 günde yayın danışmanlığı yapan Kadri Gürsel sanık, Doğan Satmış tanık. Satmış, ‘Can Dündar tutukluyken gazeteyi Tahir Özyurtseven ile yaptık’ diyor ifadesinde. Burada yargılanmamıza neden olan haber ve manşetlerin bir kısmını kendi yapmış, öyle diyor. Bunların arasında ikisini anımsatmak istiyorum. Tarih 16 Şubat 2016, gazetenin manşeti ‘Azez düğümü’. Can Dündar içeride, Tahir Özyurtseven ile birlikte yaptılar. 18 Şubat 2016, manşet ‘Devletin kalbine bomba.’ Tanık biz yaptık bu gazeteyi diyor. Biz buradaki sanıkların hiçbiri muhbirliğe ve korkaklığa teslim olmadık. Bu manşeti biz atmadık demedik, kendi söyledi. Tanık diyorsa mademki suçlanmamıza neden olan kişi tanık. Sormak hakkımız değil midir? Bunlara neden olan kişi tanık, bu konuyla ilgisi olmayan kişiler sanık, bu nasıl iştir? Cumhuriyet gazetesi bugünlerde haber susuzluğunu gideren nadir haber kuyularından biridir benim gözümde. Diğerlerinin ezici çoğunluğu siyasi yandaşlarla baskı altında tutuluyor. Dolayısıyla toplumun sağlıklı ve doğru haber veren kurumlarının önemi bir kat daha artıyor. Mehmet Faraç ve Doğan Satmış farklı dönemlerde çalışmış kişiler. Amin Maluf diyorki, “Onurlu bir insan su içtiği kuyuya taş atmaz.” Bu iki kişi taş atmakla kalmadı, iftira atmak zilletine de düştüler. Allah kurtarsın. Vakıflar ve dernekler yönetim kurulu üyeliği seçimlerini yaparlarken adaylar arasından hangisini seçeceğini önceden savcılık kurumuna danışmak, izin ya da talimat almak gibi bir yükümlülük altında mıdır? Değilse, bize neden (A)’yı değil de (B)’yi seçtiniz diye bir suçlama yöneltiliyor? Eğer seçtiğimiz kişiye yönelik bir terör örgütü üyeliği suçlaması olsa idi, bize neden bir te rör örgütü üyesini seçtiniz denilebilirdi. Ama böyle bir iddia da yok. Öyleyse, nasıl olup da Mustafa Pamukoğlu’yu değil de 34 yıllık Cumhuriyet çalışanı Önder’i seçtik diye suçlanırız? Karşımızdaki kurum savcılık mı, yoksa Mustafa Pamukoğlu’nu seçtirme kurumu mu? Akıl kârı bir iş değil... Üstelik bu tercihi yapanların bazıları bu tercihten dolayı suçlanmışken, bazıları tanık sayılıyor. Neden? Cevap yok!... Mustafa’yı değil de Önder’i seçmek suç teşkil eden bir davranış ise, neden Önder’i seçenlerin bazıları suçlanırken, bazıları suçlanmıyor? İddianame bizi İnan Kıraç’ın toplantıya katılmayıp kapalı zarf içinde temsilci aracılığıyla gönderdiği oyu kabul etmemek, vekâleten kullanılan oyu 2013’te geçersiz saymak suretiyle usulsüzlük yapmakla da suçluyor. İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİNİ ÖNGÖREMEME SUÇU Bu davanın açılmasının, bunca mağduriyetin yaşanmasının arka planındaki isimlerden olan, gazeteye yönelik bu kirli kumpasın içerisinde aktif bir rol üstlenen, hırsları aklının önüne geçip, gazetenin, siyasi iktidarın desteği ve girişimiyle kendilerine devir ve teslim edileceği beklentisi içinde bulunan ve bu operasyon sürecinde tanık sıfatıyla yer alan Alev Coşkun, 25 Eylül 2017 tarihli duruşmadaki tanık ifadesi esnasında mahkemenize bir Yargıtay kararı sunmuştu. İddiasına göre, bu Yargıtay kararı kendi tezlerinin doğruluğunu apaçık kanıtlıyordu. Neydi bu Yargıtay kararı? Duruşmada, müdafilerin sorusu üzerine mahkemenin başkanı, kararın numarasını ve kararı veren hukuk dairesini açıkladı. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 2002 tarihli bir kararıydı. Karar, vakıf toplantılarında vekâlet yoluyla oy kullanmanın mümkün ve geçerli olduğunu, vekâletnamenin bir şekil şartına da tabi olmadığını vurguluyordu. Nitekim, adı geçen tanık, aynı kararı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne verdiği isimsiz ihbar dilekçesinin ekinde de kullanmıştı. İşte, Yargıtay’ın vakıf hukuku uyuşmazlıklarına bakmakla görevli hukuk dairesinin içtihadı bu şekilde olduğu için 2013 yılında yapılan seçim 2014 Ocak’ta Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün isteği doğrultusunda yılında tekrarlandığında, tanığın uyulmasını talep ettiği bu içtihat doğrultusunda hareket edilmiş, vekâleten kullanılan oylar kabul edilmiştir. Şimdi gelinen noktada ne oldu biliyor musunuz? Siz vazgeçtiniz kararı beklemekten. Asliye hukuk mahkemesinde görülen iptal davasının istinaf kararında, “vakıflarda vekâleten oy kullanılması olanaklı ve geçerli değildir” denildi. Üstelik bu kararda Yargıtay’ın yine aynı dairesinin, yani 18. Hu kuk Dairesi’nin 2016 tarihli yeni bir kararına dayanılmış. Buna göre demek ki Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2016 yılında görüş ve içtihat değiştirmiş. Daha önceki istikrarlı ve yerleşik içtihadı, vakıflarda vekâlet yoluyla oy kullanmak geçerlidir yönünde olan 18. Hukuk Dairesi, 2016’da tam tersi bir görüş ve içtihat noktasına gelmiş, vakıflarda vekâlet yoluyla oy kullanılamaz demiştir. Şimdi, bu duruma göre, 2014 yılında geçerli olan Yargıtay içtihadına uygun bir toplantı ve seçim yapan bizler, aynı dairenin 2.5 yıl sonra içtihat değiştireceğini düşünemedik, öngöremedik diye suçlanmış oluyoruz. Yanlış anlaşılmasın, Yargıtay’ın herhangi bir konuda görüş ve içtihat değiştirmesi gayet doğal, olağan bir durumdur. Doğal ve olağan olmayan, Yargıtay’ın bugün ak dediğine iki yıl sonra kara diyeceğini bilemedik, öngöremedik diye suçlanmaktır. DEMOKRASİ VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ UTANCI Yayın politikası değişikliğinin, böylesi bir iddianın bu mahkemede, bu yargılamanın konusu yapılması Cumhuriyet gazetesinin, burada yargılanan mensuplarının değil, Türkiye’nin demokrasi ve basın özgürlüğü utancıdır. Heyetiniz oyçokluğu ile tutukluluğun devamına karar verirken, taşıdığım sıfat dikkate alınarak denetim görev ve sorumluluğum olduğuna vurgu yapıyor. Yani gazetenin içeriğine, yayınına, haberlerine, yazılara ilişkin önceden bir denetim, kontrol görevim olduğu kanaatinde heyetiniz. Oysa ben sorgumda belirtmiştim. Dinlediğiniz diğer sanıklara, iddia tanıklarına, eski genel yayın yönetmenlerine de sordunuz. Hep aynı cevabı aldınız: Burası Cumhuriyet gazetesi... Burada editoryal bağımsızlık vardır... Burada yönetim kurulu üyeleri, icra kurulu üyeleri yayınları, gazeteyi önceden denetleyip, kontrol etmez, edemez... Manşetlere, hangi haberlerin yayımlanıp yayımlanmayacağına, ne şekilde yayımlanacağına, köşe yazarlarının yazılarına karışılmaz.... Ertesi gün çıkacak gazete önceden yönetim kurulunun bilgisine ve onayına sunulmaz. Hep böyleydi; umuyor ve diliyorum ki bundan sonra da, gelecekte de böyle olur. CUMHURİYET’İN YALNIZ ADI KALIR Cumhuriyet gazetesine yönelik bu operasyonun arkasındaki amaç açık ve nettir. Siya si iktidar, Cumhuriyet gazetesinin bağımsız ve özgür bir basın kuruluşu olarak yayıncılık yapmasından, iktidar güdümüne girmemesinden, gerçeklerin, siyasi otoritenin olmasını emrettiği gibi değil de aslında olduğu gibi olduğunu kamuoyuna aktarmasından fevkalade rahatsızdır. Bunun hesabı sorulmakta, bedeli ödetilmektedir. Cumhuriyet gazetesini kapatmanın, bu ülkenin en eski, kadim, uluslararası düzeyde tanınmış, güvenilir ve saygın bir gazetesini kapatmanın ulusal ve uluslararası zeminde yaratacağı tepki göze alınamamıştır. Bu nedenle gazetenin kapatılarak susturulması yerine gazeteden ayrılmış ama siyasi iktidara yaslanarak, bu gazeteyi tekrar ele geçirmek isteyen bazı kifayetsiz muhterislere devretmek daha iyi bir tercih olarak görülmüştür. Bu plan uygulamaya konulmuştur. Bu yargılamaya neden olan operasyonun, soruşturmanın arkasında yatan hesap budur. Ama bilinsin ki hesap tutmamıştır... Tutmayacaktır... Biliyoruz ki, siyasi iktidarın yancısı ol mayı kabul ederek, onun desteği, yardımı ve lütfuyla Cumhuriyet gazetesi yönetimine dönecek olmayı hayal edenler vardır. Böylesi bir zillete düşmüş olanlar, majestelerinin muhalefetini yapma taahhüdü karşılığında Cumhuriyet gazetesi yönetimini ele geçirmiş olsalardı dahi, o takdirde yayımlayacakları gazetenin yalnızca adı Cumhuriyet gazetesi olacaktır. Hiç kimse 94 yıllık kadim ve saygın bir gazetenin devamı olarak görmeyecektir bu şekilde ele geçirilmiş bir gazeteyi... Gazetenin adından daha çok çizgisi, içeriği, duruşu öne çıkar. Sizler bilirsiniz ama bilmeyenler için söylüyorum. Zülfikâr, Hz. Ali’nin kılıcının adıdır. Mevlana’nın şu sözlerini nakletmek isterim: “Tut ki Ali’den miras kaldı sana Zülfikâr. Sende Ali’nin yüreği yoksa... Zülfikâr neye yarar…” Bu yargılamada şu ana kadar bırakınız insana ve gerçeğe sırt çevrilmesini, yasaya ve hukuka bile sırt çevrildiği kanaatimi ifade etmek isterim. Bırakınız insan kokusu taşıyan bir çözümü, hakkaniyet ve adalet, ölçülülük ve insafın kırıntısına bile muhatap olamadık. En ağır tedbir olan tutuklama yoluyla peşinen cezalandırılmış olduk. Şimdiye kadar olmadı... Olamadı... Artık benim için çok geç... Ama belki başkalarına hukukun ve adaletin geç de olsa geri geleceğine, gelebildiğine dair bir umut ışığı yakılabilir. Savcıdan dayanağı olmayan mütalaa Cumhuriyet davasında mütalaasını açıklayan savcı Hacı Hasan Bölükbaşı, eski genel yayın yönetmenimiz Can Dündar ve İlhan Tanır’ın savunmalarının alınamaması nedeniyle haklarındaki davanın ayrılmasına karar verilmesini talep etti. Bölükbaşı, mütalaasında, çürütülen tanık ifadelerine, gazetemiz hakkında diğer basınyayın kuruluşlarında yayımlanan aleyhte yazılara yer verdi. Haber ve köşe yazılarımızı suçlamaya delil olarak gösteren Bölükbaşı, lehte olan tanık beyanlarındaki ifa deleri de cımbızlayarak suçlamalarına dayanak yaratmaya çalıştı. Savcı Bölükbaşı, muhasebe servisi çalışanımız Emre İper ile ilgili mütalaasında ise Emre İper’in ByLock programını kullanmadığına ilişkin her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğini iddia etti. Emre İper’in Twitter hesabından paylaştığı mesajı okuyan Bölükbaşı, İper’in bunlarla algı oluşturmaya çalıştığını, cebir ve şiddet içeren yöntemleri masum gösterecek, darbe girişiminin başarılı olması yönünde temenni de bulunarak propagandasını yaptığını ileri sürdü. İper, ByLock kullanıcısı olduğu iddiasıyla 9 ay cezaevinde kalmış, Mor Beyin isimli programla çalışan Freezy isimli müzik uygulamasının içine yerleştirilen ByLock ağına yönlendirme kumpası mağduru olduğu ortaya çıkmıştı. Bölükbaşı, mütalaasında, gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay, yazarlarımız Aydın Engin, Hikmet Çetinkaya, Hakan Kara, Kadri Gürsel, okur temsilcimiz Güray Öz, muhabirimiz Ahmet Şık, avukatlarımız Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör, çizerimiz Musa Kart, yöneticimiz Önder Çelik’e yöneltilen örgüte yardım suçlamasıyla cezalandırılmalarını talep etti. Bölükbaşı, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın tutukluluğunun devamı yönünde karar verilmesini istedi. Kitap eki yönetmenimiz Turhan Günay ile yöneticilerimiz Günseli Özaltay ve Bülent Yener’in ise bu suçlamadan beraat etmeleri yönünde karar verilme sini talep etti. Muhasebe çalışanımız Emre İper’in ise terör örgütü propagandası yapma suçlamasıyla cezalandırılmasını talep etti. Savcı Cumhuriyet Vakfı yöneticilerine yöneltilen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlamasından ise beraat kararı verilmesini istedi. Ahmet Kemal Aydoğdu’nun ise örgüt yöneticiliği suçlamasıyla cezalandırılmasını talep etti. Bölükbaşı, 11.10’da okumaya başladığı iddianamenin tekrarı niteliğindeki mütalaasını okumayı 15.00’te bitirdi. İZLENİM / ARİF KIZILYALIN Savcılık mı Cumhuriyet Vakfı seçim merkezi mi? Cumhuriyet gazetesinin adaletsizlikle buluşmasının 7. randevusu için yine Silivri’deydik dün. Her ne kadar iddia makamının mütalaası güne damgasını vuracak gibi dursa da Cumhuriyet davasının tutuklu tek sanığı Akın Atalay, yaptığı tahliye talep savunması ile 2 yıllık ‘yargı tiyatrosu’na en büyük darbeyi indirdi. Savunma değildi aslında Akın Atalay’ın yaptığı; asla “beni bırakın” demedi, boyun eğmedi; resmen hesap sordu savcılıktan. “Yayın politikasını savunmak savcılık makamının işi midir” diye söze girdi. Sonra iddia makamına dönüp “Savcılık mı, vakıf üyesi seçme makamı mı? Eğer vakfa 34 yıllık Cumhuriyetçi Önder Çelik’i değil de Mustafa Pamukoğlu’nu seçsek yine burada olacak mıydık? Ya da Önder Çelik’in seçiminde oy kullanan kişiler iddianamede nasıl tanık da biz sanığız?” dedi. Akın Atalay çok doluydu. Özellikle gazete başlıklarına getirilen suçlamaya içerlemişti: “Bu nasıl iş? Başlığı atanlar tanık, biz sanığız. İftira da attılar üstelik.. Savcılık işi gücü bırakıp Cumhuriyet’in yayın politikası ile mi uğraşıyor! Biliyoruz ki Siyasi otoritenin amacı özgür yayıncılık yapan Cumhuriyet’i susturmak istemektedir. Bu davaın başka amacı yoktur” Konuşmasını “beni bırakın” diye de bitirmeyecek, tutukluğu şeref madalyası olarak kabullenecekti. 7. duruşmanın bamteli esas hakkındaki mütalaa ise soru işaretleriyle doluydu; dinleyiciler özellikle de CHP’li vekiller, “bir savcı kendi yazdığı iddianameyi bu kadar kötü nasıl okur” dediler. Gerçekten de savcı Hasan Bölükbaşı’nın tüm imla kurallarını hiçe sayıp bazı kelimeleri ilk kez okuyormuşçasına telaffuz etmesi belki güldürmedi salonu ama acı acı düşündürdü. CHP Medya Komisyonu üyesi milletvekilleri, Silivri Cezaevi’nin karşısındaki duruşma salonunun önünde açıklama yaptı. Adalet, özgürlük, mutluluk istiyoruz CHP MİLLETVEKİLLERİ SİLİVRİ’DE AÇIKLAMA YAPTI Gazetemizin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın özgürlüğü için Silivri Cezaevi’ne akın eden onlarca kişi, tutuklu gazetecilerin tümü için tahliye istedi. CHP Medya Komisyonu üyesi milletvekilleri Tuncay Özkan, Barış Yarkadaş, Sezgin Tanrıkulu, Atilla Sertel, Nihat Yeşil ve CHP Parti Meclisi’nden Erbil Aydınlık ve Gamze Pamuk Ateşli, duruşma öncesi Silivri Cezaevi önünde basın açıklaması yaptı. Grup adına konuşan CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, Silivri Cezaevi’nin önünde olmanın kendisinin ve arkadaşlarının 12 yıllık kaderleri olduğunu söyledi. Bu ka derden kurtulmak istediklerini belirten Özkan, “Biz artık gerçeğin, hakikatin Türkiye için gömülü olduğu bu Silivri Cezaevi yerleşkesinden, bu cezaevi mantığından kurtulmak istiyoruz. Adalet istiyoruz, özgürlük istiyoruz, mutluluk istiyoruz” dedi. Felaketimiz olacak Cumhuriyet gazetesi davasının aslında ‘hakikatin yok edilme davası’ olduğunu ifade eden Özkan, davanın Türkiye’nin utanç davalarından biri olduğuna dikkat çekti. Silivri’de tutuklu olan gazeteciler, milletvekilleri için özgürlük istediklerini aktaran Özkan özetle şunları söyledi: “Konuşan, düşünen eleştiren herkesin cezaevine tıkılması, herkesin adliyeye taşınması Türkiye’yi toptan bir cezaevine dönüştürür. Suç ve suçluyla mücadele böyle olmaz. Bu iddianamelerde suç yok, suçlu yok. Türkiye kandırılmaktadır. Biz hakikati biliyoruz. Türkiye için adalet, özgürlük, barış, huzur ve mutluluk istiyoruz. Bir an önce davaların sona ermesini Cumhuriyet gazetesi davasından yargılanmakta olan Akın arkadaşımızın da diğer arkadaşlarımız gibi özgürlüğe, ailesine, Türkiye’ye, gazetesine kavuşturulmasını bekliyoruz. Bu davadan beklentimiz özgürlüktür.” l İSTANBUL/Cumhuriyet ‘İktidar ağzıyla mütalaa’ Cumhuriyet davasının 7. duruşmasında açıklanan savcılığın esas hakkındaki mütalaasını değerlendiren CHP’nin avukat kökenli milletvekili Mahmut Tanal, “Mütalaa siyasidir, hukuki değildir” dedi. Tanal, “Cumhuriyet’i suçlayan mütalaa yoruma ve niyet okumaya dayalıdır. Gazetecilik faaliyetleri suç konusu haline getirmek istenmiştir. Gazetelerin yayın politikası suçun konusu olamaz. Mütalaa tekrarlardan ibaret ancak yazılı metni savcı okurken bile zorlandı, acaba neden? Mütalaa iktidarın yargıyı nasıl dizayn ettiğini gösterdi. İktidar ağzı ile mütalaa hazırlanmış” dedi. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, “Savcı suç vasfını değiştirmedi. Diğer Cmhuriyet yazarlarıyla aynı suçlamalarda bulundu ama Akın Atalay’ı tahliye etmedi. Bunun adı hukuk değil, rehin alma ve esarettir. İlgili maddeyle tutukluluğun devamı hukuken çelişiyor” dedi. Sabuncu’ya trafik cezası Duruşmayı izlemek için Silivri Cezaevi’ne gelenlerin araçları, cezaevi yerleşkesini girmeden önce jandarmanın arama noktasından geçti. Geçen hafta tahliye edilen gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’nun aracı da jandarma kontrol noktasında durduruldu. Ehliyeti alınarak araç plakası sorgulanan Murat Sabuncu’nun tutuklandığı 2016’dan beri aracının muayenesinin yapılmadığı belirtildi. Geçen süre içinde tutuklu olduğunu belirten Murat Sabuncu’ya 108 lira para cezası kesildi. Savunmaya kulağını tıkamış Davayı takip eden gözlemci ve gazeteciler, savunmanın sunduğu onca rapor ve delile rağmen savcının mütaalasını hemen hemen hiç değiştirmemiş olması karşısında şaşkınlıklarını dile getirdiler ŞEBNEM ARSU Cumhuriyet gazetesi davasının Silivri Ceza ve Tevkifevleri yerleşkesinde gerçekleşen 7. duruşması öncesinde bina içinde ve dışında alınan güvenlik önlemleri dikkat çekiciydi. n Duruşmayı izlemeye gelen kalabalıkla kıyaslanmayacak kadar yoğun olan tedbirlerin kısa bir süre sonra “marjinal grupların eylem yapacağı duyumuna karşılık” alındığı kulağımıza çalındı. n Yerli ve yabancı gözlemciler, gazeteciler ile destek için gelen vatandaşlar, sınırları çelik akordeon bariyerlerle çizilmiş, uzunca bir açık hava koridorundan ilerleyerek binaya girebildiler. n “Yalnızca 57 avukat için izin var, müdafi olmayan avukatların cep telefonu ve diğer elektronik cihazları içeri sokmaları mümkün değil” şeklinde bir hatırlatma yaptı görevlilerden biri. n Telefon konusundaki hassasiyete ise bir önceki duruşmada basına ayrılan odada canlı yayın yapmak isteyen bir gazetecinin yarattığı paniğin sebep olduğu anlaşıldı. n “Bu konuda yasal prosedür gayet açık,” diyen bir jandarma yetkilisi, “Duruşma verilerinin her türlü yayını, görsel aktarımı yasaktır” hatırlatması yaptı. n Duruşma salonundan yayın yapılmasının teknik olarak mümkün olmadığı, dava duruşmasının en alt katta, telefon ve internet sinyalinin alınamadığı bir salonda görüleceği netleşince anlaşıldı. n Yaklaşık bir saat geç başlayan du ruşmada yerini ilk alan savcı oldu. Mahkeme başkanı kendisine söz verir vermez kelimelerin arasında yarışırcasına okuduğu 48 sayfalık mütalaaya 2 saat 20 dakika son ra tek ara, duruşma kaydı yenilenirken verildi. n “Bu vesile ile ara vermiş olurum,” diyen savcının, tek düze bir tonla yaklaşık 1.5 saat daha seslendirdiği metnin ardından bir saatlik bir ara verildi. n Soluğu mahkeme binası yanındaki kafelerde alan seyirci, sanık yakınları, sanıklar, avukatlar ve yabancı gözlemciler savcının mütalaasını değerlendirirken, dinlenen 16 tanık ve sunulan onca rapor ve delile rağmen hemen hemen hiç değiştirilmemiş olması karşısında şaşkınlıklarını dile getirdiler. n Geçen hafta tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve muhabirimiz Ahmet Şık’ın arkadaşları ile kucaklaşması ağır atmosferi yumuşatan sahnelerdendi. n Verilen ara sonrası 1.5 saat kadar Akın Atalay ve avukat ifadelerine yer veren mahkeme heyeti yarım saat sonra ara kararını vermek üzere toplanılacağını söylese de bu süre yarım saat daha gecikti. n Geçen hafta anekdotlar eşliğinde serbest bırakma kararlarını açıklayan mahkeme başkanı, bu sefer monoton bir ses tonuyla, ilk önce nisan ayında gerçekleşecek 4 günlük duruşma maratonunun tarihlerini açıkladı, daha sonra da “geçen duruşmada dile getirilen aynı gerekçelerle” diyerek tutuklulukların devamına hükmetti. Düşük katılım oranı iktidarları yıpratmaz Önümüzdeki seçimleri boykot etme çağrıları artıyor. Seçim yarışının son derece eşitsiz, hem yerel hem genel seçimlerde temsilde adalet ilkesinin sorunlu olduğu bir seçim sistemimiz zaten vardı. Seçim kanununda yapılan değişikliklerle, temsilde adaletsizlik daha da arttı. Seçim güvenliğini tehdit eden önlemler buna ilave oldu. Bu durumda, artık serbest seçim yoluyla iktidarı değiştirmek mümkün değil, iktidar cıvalı zarla barbuta oturmuş, zar buna rağmen ters gelse, bende altıpatlar var diyor, diye düşünmek elbette mümkündür. Ne var ki boykot girişiminin, seçimlere katılıp kaybetmekten daha fazla iktidarı yıpratacağı varsayımı ise tartışmalıdır. Boykot konusunda Cumhuriyet’te son birkaç günden beri aydınlatıcı yazılar yayımlandı. Ruşen Çakır’ın 15 Mart’ta medyascope.tv’de yayımladığı “Seçimleri boykot” değerlendirmesi, son derece değerli uluslararası karşılaştırma bilgileri içeriyor. Çeşitli ülkelerde yıllardır yapılan boykot girişimleri, seçimleri boykot etmenin ardındaki iktidarın meşruiyetini ve gücünü zayıflatma stratejisinin hemen hiçbir yerde beklenen sonucu vermediğini gösteriyor. Boykotun etkili olabilmesi için önemli koşullardan biri, seçimin geçerli olması için yasada asgari katılım veya geçerli oy oranının belirtilmiş olması. Sonuçta boykot, katılım oranı tartışması demek. Bazı ülkelerde halkoylamaları sonucunun geçerli olması için böyle bir asgari katılım oranı var. Ama yerel ve genel seçimleri geçerli kılacak bir asgari katılım oranı herhangi bir ülkede uygulanıyor mu? Bildiğim bir örnek yok. Seçim sonucunu geçersiz kılacak bir asgari katılım/geçerli oy oranı olmadığı zaman, düşük katılım oranı iktidarın meşruiyetini etkili biçimde zayıflatmadığı gibi, iktidarın fiili gücünü daha da arttırır. Başkanlık seçiminin daha yüksek oy oranıyla kazanılmasına, muhalefetin hiçbir temsilcisinin meclise girmemesine yol açar. Katılım oranının düşüklüğü kısa zamanda unutulur. Geriye, boykotun yarattığı boşluğu da iktidarın doldurmasıyla, daha da güçlü iktidar gerçeği kalır. Bugün dünyanın birçok ülkesinde aslında seçmenlerin önemli bir bölümü, hatta bazılarında çoğunluğu seçimleri fiilen boykot ediyor. ABD’de başkanlık seçimine katılım yüzde 50 civarında. 2016’da Rusya’da Putin’in partisi Birleşik Rusya genel seçimlerde oyların yüzde 76’sını aldı ama katılım oranı yüzde 48’di. 2011 seçimlerinde katılım yüzde 60’tı. 110 milyon seçmenin yarısından fazlasının çeşitli nedenlerle sandığa gitmemiş olması, Putin iktidarını zayıflatmadı. Tersine mecliste elini kolaylaştırdı. 2014’de Mısır’da darbeci general Sissi oyların yüzde 96’sını alarak seçildi. Katılım yüzde 50’nin altındaydı. Sissi’ye rakip olmasına izin verilen yegâne adayın aldığı oy, geçersiz oylardan daha düşüktü. Tamamen göstermelik bir seçimdi bu ama uluslararası alanda Sissi’nin meşruiyeti kabul edildi. İktidardaki güçler seçimlerin boykot edilmesi çağrılarından rahatsız olmazlar. Tersine el altından bunu teşvik etmeleri vakidir. Çünkü vereceği oyun durumu değiştirmeye hiçbir şekilde yaramayacağını düşünenlerin büyük çoğunluğu muhalif seçmenlerdir. Onların sandığa gitmemesi, iktidarın daha yüksek oy oranı elde etmesini sağlar. İktidarın adayının başkanlık seçimini birinci turda kazanmasını, mecliste büyük bir çoğunluk elde etmesini garantiler. Bunun düşük katılım oranlı bir zafer olduğunu teşhir etmeye dayalı muhalefet politikası hemen hiçbir yerde etkili olmamıştır. Buna karşılık, seçimlere var gücüyle katılıp, seçim güvenliği önlemlerini elden geldiğince almak ve eğer varsa seçim sonuçlarını değiştiren seçim hilelerini teşhir edip, bu konuda toplumu harekete geçirecek siyasal girişimlere önderlik etmenin, boykottan daha etkili sonuçlar aldığını dünyadaki örnekler gösteriyor. Türkiye’de, haldeki durumda ve şimdiden, seçimleri boykot etme stratejisini benimsemek, iktidarın işini kolaylaştırmak anlamına gelir. Uç bir örnek vererek, soralım: Başkanlık seçiminde katılımın yüzde 50, Erdoğan’ın da birinci turda yüzde 80 oy aldığı bir seçimden kim daha güçlü çıkacaktır? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle