23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 8 Şubat 2018 10 Yaşasın ‘Türk’ Hacamatçılar Federasyonu Bahse girerim ki başlığa bakıp birileriyle matrak geçen bir Tırmık okuyacağınızı düşündünüz. Yanıldınız. Durum matrak bir yazıya olanak tanımayacak kadar ciddi. Hatırlayın, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’nin 11 üyesi 30 Ocak günü sabahın köründe gözaltına alındılar. Mesleğinin ehli, yurttaşın bilinçlisi, ülkenin en saygın hekimlerinden, profesörlerden söz ediyorum. Hani savcının “Hocam zorunlu olarak bir soruşturma başlattık. Rica etsem sizlere uygun bir günde teşrif etseniz, usulen ifadenizi alsak...” demesi gereken hekimlerden, Türkiye’nin en önemli meslek kuruluşlarından birinin üst yöneticilerinden söz ediyorum... Oysa... Oysa TTB’nin 11 yöneticisi daha kargalar kahvaltı etmeden evlerinden gözaltına alındılar; TTB’nin Ankara’daki Genel Merkezi’ne avukatların gelmesini bile beklemeden çilingirle açtılar. Bize de “Eh, hiç olmazsa kapıyı kırmamışlar” tesellisi düştü. Aynı gün ifadeleri alınabilecekken Genel Başkan Raşit Tükel de dahil neredeyse bir hafta gözaltında tutuldular. Bu nasıl açıklanır? Çok kolay: AKP Reis’i öyle istedi, öyle oldu. Nitekim TTB Merkez Konseyi’nin tümü ne hikmetse adli kontrol koşulu konarak tahliye edildiler. Ancak AKP Reis’ini bu gözaltı operasyonu kesmedi. Tahliyelerin hemen ardından AKP Reis’i yine yağdı gürledi. Aynen aktarıyorum: “…Bir defa onun başındaki Türk ifadesi zaten Bakanlar Kurulu kararıdır. Bir defa onun oradan hemen, süratle çıkarılması lazım. Sadece Tabipler Birliği değil, Türkiye Barolar Birliği ile ilgili de aynı şey...” Eh, akla uygun. O Türk ifadesini zaten Bakanlar Kurulu vermişti. Bugün fiilen o kurulun başında Reis olduğuna göre verdiği gibi geri de alır. Kim ne diyebilir ki? Ayrıca Türkiye Barolar Birliği’nin bir oraya bir buraya savrulan Başkanı bu kez TTB yöneticilerinin gözaltına alınmasına karşı çıktığına göre, oraya da “operasyon” yapılması gerekir. Türkiye Barolar Birliği tümüyle Reis’e biat etmiş hukukçuların eline geçene kadar, o da bedelini ödemeli, onun da adından Türkiye çıkarılmalı. Sanırım bu operasyonların eli kulağındadır ve elbette “yakışır” şanlı hukuk devletimize!.. HHH Üstelik bu ve benzeri operasyonların sadece hekimlerle ve hukukçularla sınırlı kalmaması gerekir. Mesela TMMOB nedir? Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği değil mi? Eee, ne hakla “Türk” kondurmuşlar adlarının başına? Türk Eczacıları Birliği, Türkiye Kimya Birliği (Var mı acaba?), Türk Veteriner Hekimleri Birliği... Hepsinin basın açıklamaları gözden geçirilmeli, yöneticileri mercek altına alınmalı ve haklarında karar verilmeli. Sonra TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği), TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) var. Onlar da enselerinde Reis’in soluğunu hissetmeli. Kısacası yerli ve milli olmayan bütün meslek kuruluşlarının süzgeçten geçirilmesi gerekir. Kuruluşların adlarının başına “Türk”, “Türkiye” gibi nitelemeler öyle aklına esenin koyacağı sözcükler olamaz. Sadece Reis’in aklına esenler olabilir... Bu bağlamda önerimdir: TTB önünde protesto gösterisi düzenleyen Hacamatçılar Federasyonu’nun adı Bakanlar Kurulu kararı ile değiştirilmeli ve Türkiye Hacamatçılar Federasyonu olarak tescil edilmeli, onurlandırılmalıdır. Ne yani eylemlerinde “Dik dur eğilme hacamatçılar seninle” ve “Söz konusu vatansa hacamatçılar yanında Reis” yazan pankartlar taşıyan, sloganlar kükreyen bu yiğitlerin hakkı değil mi? Yiğidin hakkı yiğide, TTB’nin hakkı... Onun hakkı makkı yok... KESK: Bildiğimiz yoldan dönmüyoruz KHK ile işlerine son verilen KESK üyeleri, 7 Şubat 2017’de çıkarılan 686 sayılı KHK’nin 1. yıldönümünde “Hayrına ve de İnadına” diyerek Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda lokma dağıttı. Lokma dağıtımının ardından yapılan açıklamada “Onurlu bir yaşam için lokmamızı, umudumuzu ve direncimizi paylaşıyoruz” denilerek, “7 Şubat 2017’de gece yarısı yayımlanan 686 sayılı KHK ile tam 4 bin 464 kişi işten atıldı. Paylaştığımız her lokma ile birbirimize cesaret bulaştıralım. Biz korkumuyoruz, susmuyoruz ve itaat emiyoruz. Demokrasi demeye eşitlik demeye, özgürlük ve barış demeye devam edeceğiz. Biz doğru bildiğimiz yoldan dönmüyoruz. Çünkü haklıyız, meşruyuz ve çok kalabalığız. Zafer direnen emekçilerin olacak” ifadeleri kullanıldı. l İSTANBUL / Cumhuriyet haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: EMİNE BİLGET PROF. DR. KABOĞLU TAM BİR YILDIR ÜNİVERSİTESİNDEN UZAK KazanacaGız ‘Bir şey yapabilir miyiz?’ diye soran olursa, ‘Seçimlere çalışın’ diyorum. 16 Nisan öncesi yeterince çalıştık ama dört elle sarılmadık. Şimdi 2019 var. OHAL, FETÖ’cüleri ortaya çıkarmaktan çok hükümet içinde, devlette yer alan, makam sahibi, hükümet yanlısı FETÖ’cüleri korumak için kullanılıyor. Komisyon başvuruları 78 yılda sonuçlandıracak. Sivil ölümden vahim. OHAL komisyonu AKP ve külliye hükümetinin gaz odasına dönüşmüş durumda. HİLAL KÖSE Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, yıllarca emek verdiği Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bir yıl önce uzaklaştırıldı. Kaboğlu’nun ismi, 7 Şubat 2017’de bir gece yarısı KHK’sinde yer almıştı. Geçen bir yılı konuşmak için Kadıköy’de buluştuk. Anayasa Derneği’nin çalışmaları ve anayasal bilgilendirme toplantıları Kaboğlu’nun tüm zamanını almış durumda. Son kitabı, “15 Temmuz Anayasası”, genişletilmiş üçüncü baskısıy la raflarda. Kaboğlu, akademik durumu için “ihraç” sözcüğünün kullanılmasına kesinlikle karşı çıkıyor. Kendisini “KHK ek listede adı yer alan kişi” olarak tarif ediyor. Bu tabiri şimdiye dek, barış imzacısı olarak yargılandığı davaya bakan mahkeme başkanına teyit ettirebilmiş. “Benim üniversiteye dönmem, aç kalmam ya da Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle ağaç kabuğu yemem önemli değil” diyerek, 2019 seçimlerine çalışmanın önemine vurgu yapıyor. OHAL İnceleme Komisyonu’nu “AKP hükümetinin gaz odasıdır” diye niteliyor. n Nasıl geçti bir yıl? Dakikalarla yarış’ma devam ediyorum. Hâlâ ilk karşılaştığım kişiler, “hocam geçmiş olsun” diyorlar. Ben de ‘Lütfen bana üzülmeyin, Türkiye’nin durumuna üzülün’ diyorum. “Bir şey yapabilir miyiz?” diye soran olursa, “Seçimlere çalışın” diyorum. Samsun’da bir kadın güzel bir soru sordu. “16 Nisan öncesi yeterince çalıştık mı?” Çalıştık ama dört elle sarılmadık. Önümüzde 2019 var. n 2019’da ne yapacağız? 16 Nisan’da bir oylama yaptık ama Anayasa oylaması değildi. Ben ona plebisiter anayasa referandumu diyorum. 2019’daki oylamaya seçim diyoruz ama esasen bu seçim görünümlü bir anayasa oylaması olacak. İki kamp girecek seçime. 16 Nisan’ı savunanlar. “Hayır. 6771 sayılı kanun Türkiye için sürdürülebilir bir metin değil. Biz seçimi iktidar için değil, demokratik rejime geçiş için, anayasa için kazanmak istiyoruz” diyenler. Bir taraf tek kişi iktidarı için, bir taraf da halk iktidarı için oy verecek. Bunu inanarak söylüyorum. Muhalefet partileri ortak hedeflerle başlayıp, çerçeve metni ortaya çıkarabilirlerse, seyahatlerimde gördüğüm kadarıyla böyle bir beklenti çok yüksek. Yargı bağımsızlığı, erkler ayrılığı gibi temel ilkelerde asgari müşterek tavır. Lider kim olacak dediğinizde daha baştan kaybediyorsunuz. n İzlenimlerinizden söz eder misiniz biraz? Hangi siyasal aidiyette, etnik kökende olurlarsa olsunlar, insanlar 2019’daki ortak tehlikeyi görmeye başlıyorlar. Sorulan sorulardan bunu çıkarıyorum. Kaygı da var. Sandığa giren oy ile çıkacak oy aynı olacak mı kaygısı. Bu soruyu Batman’da da, Samsun’da da sordu lar. OHAL devam edecek mi? Kaybetse de iktidarı verecek mi? Bu tür söylemler bizi tembelliğe, umutsuzluğa, boşvermişliğe yönlendiriyor diyorum. Onlar iktidarı bırakmamak için canhıraş çalışıyorlar, hileyi de hurdayı da kullanarak ve her türlü yolu mübah sayarak. Devletin beka sorunu var dediler. Şimdi devlet ne halde? Neden Erdoğan’ın partisine üye olması ve HSYK’nin lağvedilmesi yürürlüğe girdi de anayasa yürürlüğe girmedi? Devletin beka sorunu mu vardı? Yoksa bir kişinin ve onun partisinin beka sorunu mu vardı? n 2019’da muhalefet kaybederse Türkiye nasıl bir ülke olur? Tam bir bilinmez. 16 Nisan’da, yüzde 55’i yakalasalardı, çok rahat olurlardı. Şimdi diken üstündeler. Atı alan Üsküdar’ı geçiyor ya. Sonunda at hesabıyla kazandılar. At hesabı demokrasisi diyorum ben buna. Sorun o atı 2019’da teslim etmemek. OHAL’İN AMACI 2019 Kaboğlu, başkanı olduğu Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği’nde çalışmalarını sürdürüyor. Hukukla açıklanamaz n Yurtdışındaki çalışmalarınız nasıl gidiyor? İki ay önce Fransa’nın Orleans Üniversitesi’nde AB Türkiye toplantısı’nda Skype’la katıldım. 6 ay sonra Seul’de yapılacak olan Dünya Anayasacılar Kongresi’nde oturum başkanıyım. Ama gidemeyeceğim. Bunu hukukla açıklayamayız. Demokrasiyle zaten hiç ilgisi yok. Akılla da açıklayamayız. Herhangi bir suç yok, keyfi olarak göndermiyorusunuz. Ahlakı filan da bıraktık ama aklın da a’sı yok mu? n Şu ana kadar elinize yazılı bir bildirim ulaştı mı? Adalet Bakanlığı ile adliye arasında yazışma oluyor. Kaboğlu hakkında herhangi bir adli kontrol kararı bulunmamaktadır diye. Davayı yürüten mahkeme bu notu düşüyor. Bu belgeye dayanarak pasaport için başvuru yapacağım. n 24 saat anayasa mı düşünüyorsunuz? O kadar değil. (Gülüyor) Rüyama girdiği zamanlar oluyor ama ben düşündürtmeye çalışıyorum. n OHAL ne zaman kaldırılır sizce? Bana göre 16 Nisan’da OHAL nedeni ortadan kalktı. Bütün amaç Anayasa’yı değiştirmekti. Darbecilere karşı bir buçuk yılda mücadele verilmediyse zaten bu saatten sonra inandırıcılığı yok. OHAL, FETÖ’cüleri ortaya çıkarmaktan çok hükümet içinde, devlette yer alan, makam sahibi, hükümet yanlısı FETÖ’cüleri korumak için kullanılıyor diye düşünüyorum. FETÖ’cü olması muhtemel çok kişi var bildiğim ama şu anda kraldan çok kralcılık yapıyorlar. n Nedeni ortadan kalktıysa neden sürdürülüyor? 2019 seçimlerini kazanmak için. Ben buna OHAL’in üçüncü aşaması diyorum. Dördüncü dönemi olacak mı? 16 Nisan’da oylanan metnin yürürlüğe girmesinin adı, tek kişinin daimi OHAL’i. Şu an göstermelik de olsa bakanlar var. Tek kişilik kalıcı OHAL dördüncü dönem olacak. Dördüncü döneme müsaade edip etmeme konusunda hâlâ şansımız var. n İktidarın söylemlerindeki temel çelişkilerden söz ediyordunuz... Hiçbir ülke kendi tarihine yabancılaşamaz. Birikimine sırt çeviremez. Yerli ve milli diyorsanız, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve çok partili dönem ekseninde kazanımları OHAL ortamında bir çırpıda ortadan kaldıramazsınız. Kaldırırsanız yerli ve milli olamazsın. Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku’nda Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye bir kavram yok. Olsa bile bu metinde hükümet yok. Cumhurbaşkanlığı da kaldırılmış. Ve sistem de yok. O zaman gerçekleri çarpıtıyorsun diyorum. Türkiyeli demokratların, hukuk devleti savunucularının işi gerçekten çok çok zor. Bizim en büyük gücümüz hukuku savunmamızdır. Ama karşımızda öyle bir kitle var ki; hukuku ve demokrasiyi tanımadığı gibi ahlaki ilkelerin en temellerine bile yabancı. Bunları iyi tanımak, iyi izlemek gerekiyor. Dayanışma halkalarını artırmak gerekiyor. Yeni sayfalar açmalıyız, işimiz çok zor. 107 bin ihraç n İhraca karşı OHAL komisyonuna yaptığınız başvuru ne aşamada? İhraç kelimesini duyduğum an “KHK ek listesinde adı olan kişi” diye düzeltin diyorum. Mahkemede tutanağa öyle geçirdim. Çünkü KHK hukuken yok hükmünde. Acaba altında imzası olan bakanların kaçı bu metni okuyarak imzaladı? Kaçı ‘Ben cemaatçi değilim” diyebiliyor. Bozdağ, “Ben Bekir Bozdağım. Benim arkamda cemaat yok” diyebiliyor mu? Ben İbrahim Prof. Kaboğlu, arkadaşımız Hilal Köse’nin sorularını yanıtladı. Kaboğlu’yum. Hukuk dışında hiçbir şeye inanmıyorum. Hukukun etkinliğine inanmayanın inancından da kuşku duyuyorum. Dürüst Başbakan gazetecilere 22 Şubat’ta “Sizin sayenizde haberimiz oluyor. Hocalarımız gurur meselesi yapmasınlar komisyona başvursunlar” diyor. Adımı da geçiyor. Komisyon birkaç hafta içinde faaliyete geçecekti. Ne oldu? Bilim katliamı n Neden ‘ihraç’ ya da ‘görevden alındı’ dedirtmiyorsunuz? Sonuçları hem zaman hem de mekân olarak dünya çapında kuşaklar boyu travma yaratabilecek bir olay. (Önceki gün bir gazeteden kestiği haberi gösteriyor). Başlığa bakın: “18. ayda FETÖ bilançosu. Kamudan net ihraç 107 bin 174 kişi”. Ben de burda FETÖ bilançosu içerisindeyim. Hitler de öğretim üyelerini çalıştırmadı ama Türkiye’ye gelebildiler, benim hocalarımın hocasıydı onlar. Bizim de gencecik, pırıl pırıl, dünyanın bir başka ülkesinde insanlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek gençlerimiz var. Ama yurtdışına çıkamıyorlar. Bu sadece hukuk kıyımı, düşünce katliamı değil, bilim katliamıdır. Geniş anlamda düşünürsek insanlık suçudur. “Kaboğlu emekliliğine bir kaç ay kala görevinden alındı’ diyebileceğimiz kadar basit değil. n Ve hak arama yolları hâlâ tıkalı... Başvur, başvur, başvur. İdare mahkemesine, emniyete, valiliğe, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyorsun. Hepsi topu atıyor. OHAL komisyonuna bir şey beklediğim için değil, kendi kendime tutarlı olmak için başvurdum. Hep soruyorlar. “Ho cam yeni Türkiye Hitler mi Musolini mi Kenan Evren mi?” diye. Hiçbiri değil diyorum. Komisyon altı ay sonra başvuru aldı. Karar bekleniyorken, başkanı Adalet Bakanlığı müsteşarlığına atandı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde başka kimse yok mu? Çadır devleti miyiz? Muz cumhuriyeti mi? Bence devlet miyiz değil miyiz, Bunu tartışalım. Başkanı görevden alıyorsunuz, yerine başkan bulmak için iki ay bekliyorsunuz. Peki komisyonun kararları neden gizli? Kimi iade etti? Perde arkasında dönen kulislere göre mi iade etti? Ölen ölecek kalan kalacak n Sonuç olarak size dair bir karar henüz yok değil mi? Bana bir şey gelmedi. Aradan sekiz ay geçti. Bekliyoruz. O arada Cumhurbaşkanı aç kalmamamız için ağaç kabuğu öngördü. (Gülüyor) “Hayır ağaç kabuğu yemiyorum. Bir, senin katlettiğin ağacın kabuğunu yemem. İki, ben ağaç kesmem” dedim. Ama daha önemlisi hiçbir şeyi yemeyip ölmeyi tercih ederim, böyle bir işleme maruz kalmaktansa. Benim için önemli olan adımın o listede olması. Kenan Evren demişti ya “Asmayalım da besleyelim mi?” Daha dürüsttü. Komisyona baktığınızda başvuruları sonuçlandırması yedi sekiz yılı bulacak. Ondan sonra mahkemeye gitme fırsatı bulacaksın. Ölen ölecek, kalan kalacak. Çoluk çocuk perişan olacak. Sivil ölümden de vahim bir durum. Düşman hukukunun da kuralları var. Ona da benzemiyor. OHAL komisyonu, AKP ve külliye hükümetinin bir tür gaz odasına dönüşmüş durumda. Kanun devletine razıyım o da yok n Kararı uygulanmayan AYM üyelerinden biri olsaydınız ne yapardınız? Yerel mahkemenin tavrı anayasasında hukuk devleti yazan bir devlette düşünelemez, hiç akla gelmeyen bir durum. Kendimi onların yerine koyarsam, ben istifa ederdim ve suç duyurusunda da bulunurdum. n AİHM’in bu krize müdahalesi nasıl sonuç doğuracak? Belki de siyasilerin istediği Avrupa ile köprüleri atmaktır. AİHM’e başvuru kişisel açıdan lehe bir durum ama bu açıdan da bakmak gerekiyor. Hukukun olmadığı yerde zaten anayasa da yok demektir. Tek umudumuz demokrasidir, seçimdir. Benim gözümde şu anda bilinçli bir demokrasi mücadalesi dışında bir çözüm yok. Biz çok haklıyız. Bunu 2019 sandığına ne pahasına olursa olsun bütün kararlılığımızla taşımaktan başka yolumuz yok. n O yargıçlar nasıl ‘AYM kararına uymuyorum’ diyebildiler? Arkalarında Ankara’nın, siyasetin gücü, desteği olmasaydı böyle bir sonuç çıkmazdı. Bu bir cürettir. Konuyu ben hukukla açıklayamıyorum. Beni en çok üzen de o. Kanun devletine razıyım, o da yok. Umutluyum, umutlu olalım n Son olarak barış demek hiç bu kadar baskı görmüş müydü? Eleştiriden korkmamak lazım. Esas tehlike anayasanın bir maddesini tırnak içerisinde bile sosyal medyada paylaşımın tehlikeli olduğu hissini insanlara vermektir. Bence esas korkan onlardır. Koltuk korkusudur. Tarihte çok gördük. En güçlü yönetimler hukuki yönetimlerdir. Şu anda güç fiilidir, hukuki değildir. Bu bize umut vermeli. Türkiye demokratlarına hiçbir biçimde ayrım yapmadan, her vesileyle yurttaşlık diyorum. Eşitlik, laiklik diyorum. Bu bizi birleştiricidir. Şimdi unutalım diğerlerini, yurttaşlık kavramıyla, birleştirici, evrensel kavramlarla ilerleyelim biz kazanacağız diyorum. Ben umutluyum. Umutlu olalım. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle